Bu mektûb, mîr
Muhammed Nu’mânın “kuddise sirruh” süâllerine cevâb olarak yazılmış
olup, nemâzda otururken parmak kaldırmak doğru olmadığını da bildirmekdedir:
Âlemlerin, bütün mahlûkların rabbi, yaratıcısı ve varlıkda
durdurucusu ve ihtiyâclarını gönderen Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin
en üstünü olan Muhammed Mustafâya “aleyhissalâtü vesselâm” ve Onun Peygamber
kardeşlerine “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve meleklere ve Onun yolunda
gitmekle şereflenenlere salât, selâm ve iyi düâlar olsun! Molla Mahmûd ile
gönderdiğiniz kıymetli mektûb gelerek bizleri sevindirdi. Soruyorsunuz ki:
Süâl 1 - Âlimler, Medînedeki (Ravda-i mubâreke) denilen yer, Mekke şehrinden
dahâ kıymetlidir, diyor. Hâlbuki, Muhammed aleyhisselâmın sûreti ve hakîkati,
Kâ’be-i mu’azzama’nın sûretine ve hakîkatine secde etmekdedir. Ravda-i mubâreke
nasıl olur da, dahâ üstün olur?
[Medîne câmi’i içinde, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” kabr-i şerîfi ile câmi’in o zemânki minberi arasındaki, yirmialtı metre
uzunluğundaki yere (Ravda-i mutahhara) denir.
Ravda, bağçe demekdir. O zemânki minber-i şerîf, üç basamak ve bir metre yüksek idi. [654] yangınında temâmen
yandı. Çeşidli yıllarda, çeşidli minberler yapılmış, bugünki, oniki
basamaklı mermer minberi, sultân üçüncü Murâd hân [998] de İstanbuldan
göndermişdir].
Cevâb 1 - Efendim! Bu fakîre göre
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, yer yüzünün en kıymetli yeri [Kabr-i se’âdetdir.
Bundan sonra] Kâ’be-i mu’azzama [ve bunun etrâfındaki (Mescid-i harâm) denilen câmi’]dir. Bundan sonra, Medînede
[Mescid-i nebevî içindeki] (Ravda-i mukaddese) denilen
meydândır. Dahâ sonra Mekke-i mükerreme şehridir. Görülüyor ki, Ravda-i
mutahhara, Mekkeden dahâ üstündür demek doğrudur.
Süâl 2 - Hanefî
mezhebinde
olan bir müslimân, nemâzda otururken parmağı ile işâret eder mi? Bu konuda
Mevlâna Alîmullah bir risâle yazmışdır. Gönderiyorum. Bu mes’elede siz ne
buyurursunuz?
Cevâb 2 - Efendim! Şehâdet parmağı
ile işâret etmenin câiz olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler çokdur. Hanefî mezhebindeki âlimlerin bir kısmı da, böyle
söylemişdir. Gönderdiğiniz risâlede Mevlânâ Alîmullah da bunları bildiriyor. Hanefî mezhebindeki kitâblar, çok dikkatle okunursa,
parmak kaldırmanın câiz oldu-
ğunu
bildiren haberler, (Üsûl bilgileri) değildir.
Mezhebin (Zâhir haberleri) değildir.
İmâm-ı Muhammed Şeybânî, (Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek
parmağı ile, işâret ederdi. Biz de, Onun gibi, parmağımızı kaldırır ve
indiririz. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe de böyle
söyledi) diyor ise de, imâm-ı Muhammedin böyle dediği, (Nevâdir) haberlerindendir. (Üsûl) haberlerinden değildir.
[İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, birinci cildin
kırkyedinci sahîfesinde buyuruyor ki, (Hanefî mezhebinin
bilgileri, sonraki âlimlere üç yoldan gelmişdir:
1
- (Üsûl) haberleri olup, bunlara zâhir haberler de
denir. Bunlar, Hanefî mezhebinin sâhibi olan
imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden ve talebesinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
gelen haberlerdir. Bu haberler, imâm-ı Muhammedin altı kitâbı ile
bildirilmekdedir. Bu altı kitâb, (El-mebsût),
(Ez-ziyâdât), (El-câmi’ussagîr), (Es-siyerüssagîr), (El-câmi’ulkebîr),
(Es-siyerülkebîr) kitâblarıdır. Bu kitâbları imâm-ı Muhammedden,
güvenilir kimseler getirdiği için (Zâhir haberler) denilmişdir. Üsûl
haberlerini ilk toplıyan Hâkim şehîd [Muhammed]dir. Bunun (Kâfî) kitâbı meşhûrdur. Kâfînin şerhleri çokdur.
2
- (Nevâdir) haberleri olup, yine bu imâmlardan
gelen haberlerdir. Fekat, bu haberler, o altı kitâbda bulunmayıp, yâ imâm-ı
Muhammedin (El-kîsâniyyât), (El-hârûniyyât),
(El-cürcâniyyât), (Er-rukıyyât) adındaki başka kitâbları ile
bildirilmişdir. Bu dört kitâb, yukarıdaki altı kitâb gibi, açıkca ve sağlam
gelmiş olmadığından, bu haberlere (Zâhir olmıyan haberler) de denir. Yâhud,
başkalarının kitâbları ile bildirilmişlerdir. Meselâ, İmâm-ı a’zamın
talebesinden Hasen bin Ziyâdın (Muharrer) adındaki
kitâbı ve imâm-ı Ebû Yûsüfün (Emâlî) adındaki
kitâbı ile bildirilmişlerdir.
3
- (Vâkı’ât) haberleri, üç imâmdan bildirilmiş
olmayıp, bunların talebelerinin ve talebesi talebelerinin ictihâd etdikleri
mes’elelerdir. Böyle haberleri, ilk toplıyan Ebülleys-i Semerkandî olup (Nevâzil) kitâbını yazmışdır).
İbni Âbidîn yine birinci cildin otuzbeşinci sahîfesinde
buyuruyor ki, (Fıkh bilgisi, ekmek gibi, herkese lâzımdır. Bu bilginin tohumunu
eken, Abdüllah ibni Mes’ûd “radıyallahü anh” olup, Eshâb-ı kirâmın
yükseklerinden ve en âlimlerinden idi. Bunun talebesi Alkama bu tohumu
sulayarak, ekin hâline getirmiş ve bunun talebesinden olan İbrâhîm Nehaî, bu
ekini biçmiş, ya’nî bu bilgileri bir araya toplamışdır. Hammâd-ı Kûfî, bunu
harman yapmış ve bunun talebesi olan İmâm-ı a’zam Ebû
Hanîfe öğütmüş, ya’nî bu bilgileri kısmlara ayırmışdır. Ebû Yûsüf, hamur
yapmış ve imâm-ı Muhammed pişirmişdir. Böylece hâzırlanan lokmaları, insanlar
yimekdedir. Ya’nî, bu bilgileri öğrenip dünyâ
ve âhıret se’âdetine kavuşmakdadırlar. İmâm-ı Muhammed, pişirdiği bu lokmaları dokuzyüzdoksandokuz
kısm bilgi grubu hâlinde talebesine bildirmişdir. Altı kitâbından, sagîr [ya’nî
küçük] dediğinde, imâm-ı Ebû Yûsüf vâsıtası ile öğrendiklerini bildirmiş, kebîr
dediği kitâblarda, yalnız İmâm-ı a’zamdan işitdiklerini bildirmişdir). İmâm-ı
Muhammedin eseri olan (Siyer-i kebîr) kitâbında
bunun için, imâm-ı Ebû Yûsüfün ismi yokdur. Şimdi, ba’zı câhiller, bu inceliği
bilmedikleri için, bunu, imâm-ı Ebû Yûsüfe karşı iğbirârına haml etmekdedir.
Hâlbuki, bu iki imâm, hubb-i fillâhın son derecesinde yüksek idi. Bunların
izinde gidenler bile, bunların sâyesinde, nefsin arzûlarından kurtulmakdadır].
(Fetâvâ-i garâib)de diyor ki, (Muhît) kitâbında (Sağ elin şehâdet parmağı ile
işâret edileceğini imâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Üsûl)
kitâblarında bildirmedi. Sonra gelen âlimler de, başka başka söyledi. İşâret
edilmez diyenler, işâret edilir diyenler oldu. İmâm-ı Muhammed, Üsûl
kitâblarından başka kitâblarında, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem”
işâret ederdi diyor ve bu benim sözümdür, İmâm-ı a’zam da bunu haber verdi,
buyuruyor. İşâret etmek sünnetdir denildiği gibi,
müstehabdır diyenler de vardır) diyor. (Fetâvâ-i garâib)de bundan sonra diyor ki,
doğrusu, işâret etmek harâmdır.
(Fetâvâ-i Sirâciyye)de diyor ki, (Nemâzda
eşhedü en lâ... derken, şehâdet parmağı ile işâret mekrûhdur.
(Kübrâ) kitâbı da böyle diyor. Âlimler
bunu beğeniyor. Fetvâ da böyle verilmişdir. Çünki, nemâzda sâkin, hareketsiz
olmak lâzımdır).
(Gıyâsiyye) ve [(Bezzâziyye)] fetvâ kitâbında diyor ki,
(Otururken şehâdet parmağı ile işâret edilmez. Fetvâ böyledir. Muhtâr olan,
beğenilen de budur).
(Câmi’ur-rumûz) kitâbında diyor ki,
(İşâret edilmez ve parmak bükülmez. Mezhebin üsûl bilgilerine göre böyledir.
Zâhidînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” kitâbında da böyledir. Fetvâ da böyle
verilmişdir. (Mudmerât), (Velvâlciyye), (Hulâsa) ve
dahâ başka kitâblarda da böyle yazılıdır. Büyüklerimiz, parmak ile işâret
etmenin sünnet olduğunu da bildirmekdedir).
[(Câmi’ur-rumûz) kitâbı,
(Nikâye) kitâbının şerhidir. (Nikâye) de, (Vikâye)
kitâbının muhtasarıdır. (Mudmerât) kitâbı,
Kudûrî kitâbının şerhidir.]
(Hazânet-ür-rivâyât) kitâbında, (Tâtârhâniyye) kitâbından alarak diyor ki,
(Teşehhüdde otururken, lâ ilâhe illallah derken, sağ el şehâdet parmağı ile
işâret eder mi? İmâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bunu, üsûl
haberlerinde bildirmedi. Sonra gelenler, başka başka söyledi. Bir kısm âlimler,
işâret edilmez, dedi. (Kübrâ) da böyle
yazıyor. Fetvâ da böyledir. Bir kısmı ise, işâret edilir, dedi).
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Nemâzda
şehâdet kelimesini okurken, şehâdet parmağı ile işâret edilmez. Fetvâ böyledir.
(Velvâlciyye), (Tecnîs), (Umdetülmüftî) ve
bütün fetvâ kitâblarında böyle yazılıdır. Fekat, bu kitâbları şerh edenler,
meselâ Kemâl, Halebî, Bâkânî işâret edilir.
Nitekim imâm-ı Muhammed, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” işâret
ederdi diye haber verdi. (Muhît) kitâbında
da, işâret etmenin sünnet olduğu yazılıdır,
diyorlar. İbni Âbidîn (Muhît)den sünnet-i gayr-i müekkede olduğu anlaşılmakdadır.
Nitekim (Aynî) ve (Tuhfe), müstehab
olduğunu bildiriyor, diyor. Şernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Nûr-ül-îzâh) kitâbında, (Sahîh olan, şehâdet
parmağı ile işâret etmekdir) diyor ve buna Tahtâvî, i’tirâz ediyor.
Görülüyor ki, işâret etmenin harâm
olduğunu söyliyen âlimler vardır. Mekrûh
olduğunu bildiren fetvâlar mevcûddur. İşâret edilmez, parmak bükülmez, üsûl
haberleri böyledir, diyenler çokdur. O hâlde, bizim gibi mukallidlerin, hadîs-i
şerîf vardır diyerek, işâret etmeğe kalkışmamız ve böylece, birçok
müctehidlerin fetvâları ile harâm veyâ mekrûh ve yasak olduğu bildirilen bir işi yapmamız
doğru olmaz. Yasak olduğunu bildiren fetvâlar karşısında, Hanefî mezhebindeki bir kimsenin, parmakla işâret
etmesi, iki fikri gösterir: 1- İctihâd derecesinde yüksek olan bu din
âlimlerinin, işâret edileceğini bildiren meşhûr hadîslerden haberleri yok imiş,
demek olur. 2- Yâhud, hadîs-i şerîfleri işitmişler, fekat, bu hadîslere
uymamışlar. Kendi kafaları, düşünceleri ile hareket etmişler demek olur. Bu
fikrlerin ikisi de, çok bozukdur. Böyle sanmak için, pek bayağı veyâ çok inâdcı
olmak gerekir. (Tergîb-üs-salât) kitâbındaki
(Eski âlimler, nemâzda şehâdet parmağı ile işâret ederdi. Sonraları, şi’îler bu
işde taşkınlık yapdığından, sonra gelen Hanefî
âlimleri, işâret etmeği, Ehl-i sünnete yasak
etdi. Böylece, sünnîler, şî’îlerden ayırd edilmiş oldu) sözü de kıymetli
kitâblardaki haberlere uygun değildir. Çünki, âlimlerimizin (Zâhir üsûlü),
işâret etmemeği ve parmağı bükmemeği bildiriyor, ya’nî, eski âlimler işâret
edilmez, buyurmuşdur. O hâlde, bu işin, şî’îlik ile bir ilgisi yokdur. İşâret
edilmiyeceğini bildiren din büyüklerine karşı, edeb ve saygımızı takınarak,
bize düşen söz şöyle olmalıdır: (Bu büyükler, işâret etmenin harâm veyâ mekrûh
olacağına bir delîl, vesîka elde etmeselerdi, harâm
veyâ mekrûh demezlerdi. İşâret etmenin sünnet ve müstehab
olduğunu bildiren haberleri söyledikden sonra, (Böyle demişler ise de, doğrusu işâretin harâm
olduğudur) buyurmazlardı. Demek ki, bu din büyükleri, işâretin sünnet ve müstehab
olduğunu gösteren haberlerin değil, belki yasak olduğunu gösteren vesîkaların
doğru olduğunu anlamışlardır). Sözün kısası, bizim gibi câhillerin, birkaç
hadîs-i şerîf işitmemiz, delîl ve sened olamaz. Din büyüklerinin sözlerini red
etmemize sebeb olamaz. Eğer, (Biz şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu
gös-
teren
bilgileri ele geçirmiş bulunuyoruz) denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi,
bir şeyin halâl veyâ harâm olmasına vesîka
olamaz. Birşeyin halâl veyâ harâm olması için,
müctehidin zan etmesi lâzımdır. Müctehidlerin sözlerini, senedlerini örümcek
yuvasından dahâ çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din
büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve Hanefî
mezhebinin (Üsûl haberlerine) bozuk, çürük demek de âlimlerin, fetvâ
vermek için dayandıkları kıymetli haberleri hiçe saymak ve bu haberlere yanlış
demek, dîn-i islâmda büyük bir yara, gedik açmak olur. İslâmın büyük âlimleri,
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” parlak zemânına yakın oldukları için
ve ilmleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat çok olduğu ve harâmdan, günâhlardan sakınmaları, Allahü teâlâdan
korkmaları, son derece fazla olduğu için, hadîs-i şerîfleri, bizim gibi, din
bilgilerinden haberi olmıyan, işitdiği bir kaç sözü ilm sanan boş câhillerden,
elbette dahâ iyi tanır ve anlarlardı. Doğrusunu, iğrisini, değişmiş olanını,
değişdirilmemiş olanlarını, bizden dahâ iyi ayırd ederlerdi. Bu hadîs-i
şerîflere uymamak lâzım olduğunu bildirmelerinin, elbette bir sebebi,
dayandıkları kuvvetli vesîkaları mevcûddur. Bilgisi ve görüşü onlardan az olan
bizler, şu kadar anlıyoruz ki, işâretin ve parmağı bükmenin nasıl olacağını
bildiren çeşidli hadîs-i şerîfler vardır ve birbirlerine uymamakdadırlar. Bu
çeşidli haberlerin birbirlerine uymaması, işâretin yapılması için, kesin birşey
söylemeği güçleşdirmişdir. Ba’zı haberler, parmakları yumruk hâlinde bükmeden
işâret edileceğini, ba’zıları bükerek edileceğini bildirmekdedir. Parmakların
büküleceğini söyliyenlerden bir kısmı, elliüç sayısını gösterir gibi
yapılacağını bildirmişdir. Başka bir kısmı, yirmiüç sayısını gösterir gibi
büküleceklerini haber veriyor. [(Halebî),
bunları anlatırken, sayıların parmaklarla gösterilmesini uzun anlatmakdadır.]
Ba’zı haberler, sağ iki küçük parmağı kapayıp ve baş parmağı orta parmakla
halka yapıp şehâdet parmağı ile işâret edilir, diyor. Bir habere göre, yalnız
baş parmak, orta parmağın üzerine konarak işâret olunur. Bir haberde ise, sağ
eli, sol uyluk üzerine ve sol eli, sağ ayak üzerine koyup işâret edilir. Başka
bir haberde, sağ eli ile sol el üstüne ve bileği, bilek üzerine ve kolu, kol
üzerine koyup, işâret edileceği bildiriliyor. Ba’zı haberlerde, bütün
parmakları kapatarak işâret olunması, ba’zılarında ise, şehâdet parmağı
kımıldatılmadan işâret edilmesi buyurulmakdadır. Bunlardan başka, tehıyyâtda
işâret olur diyip, yeri kesin bildirilmemekde, ba’zı haberlerde, şehâdet
kelimesi okunurken işâret olunur, denilmekdedir.
Ba’zı rivâyetlerde ise, otururken düâ zemânında, (Ey kalbleri istediği gibi
çeviren Allahım, benim kalbimi kendi dînin üzerinde bulundur!) denir ve bunu
söylerken, parmakla işâret olunur, buyurulmuşdur.
Hanefî mezhebinin âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în”, işâret için bildirilen hadîs-i şerîflerin çok ve başka başka olduğunu
görünce, nemâz hakkındaki kesin ve açık emrlere uygun olmıyan fazla bir
hareketin yapılmamasını söylediler. Çünki, nemâzda esâs, fazla hareketden
sakınmak ve olgun bir şeklde bulunmakdır. Bundan başka, bütün âlimler,
sözbirliği ile haber vermişdir ki parmakları, gücü yetdiği kadar kıbleye karşı
bulundurmak sünnetdir. (Nemâzda, her uzvunu, gücün yetdiği kadar, kıbleye karşı
bulundur!) hadîs-i şerîfi, bunu açıkça emr etmekdedir.
Eğer sorulursa: (Hadîs-i şerîflerin, başka başka
bildirilmesi, ancak araları birleşdirilemediği zemân, işi güçleşdirir. Hâlbuki,
işâreti bildiren hadîs-i şerîflerden müşterek bir emr çıkarılabilir. Çünki
çeşidli hadîs-i şerîfler, başka başka zemânlarda duyulup, haber verilmiş
olabilir). Cevâb olarak deriz ki, haberlerin çoğunda (Kâne=idi) kelimesi vardır ki, bu kelime mantıkdan başka
ilmlerde (Kül=hep) ma’nâsındadır. Bunun için, bu çeşidli haberler birleşdirilemez.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Sözüme uymıyan hadîs-i şerîf öğrenirseniz, benim sözümü bırakıp,
hadîs-i şerîfe uyunuz) buyurdu ise de, bu sözü, işitmemiş olduğu hadîs-i
şerîfler içindir. İşitmemiş olduğum bir hadîs-i şerîfe uymıyan sözümü bırakın,
demişdir. Hâlbuki, işâret hakkındaki ha-
dîs-i
şerîfler böyle olmayıp, meşhûr olmuş, yayılmışdır. İmâm-ı a’zam bunları belki
duymamışdır, denilemez. [İmâmı a’zam, bu sözü, kendi talebesine, ya’nî
müctehidlere söyledi. Bizim gibi câhillere söylemedi.]
(Hanefî âlimleri arasında,
işâret edilir diyenler, böyle fetvâ verenler de vardır. Birbirine uymıyan
fetvâlardan, herhangi birine uyulursa, câiz olmaz mı?) denirse:
Cevâb olarak deriz ki, fetvâların uymaması (Câizdir, câiz değildir veyâ halâldir, harâmdır)
şeklinde olduğu zemân, câiz değildir veyâ harâmdır diyen fetvâlara uymak esâsdır.
İbni Hümâm diyor ki, (Parmağı kaldırmak ve kaldırmamakda,
birbirine uymıyan hadîs-i şerîflerin çokluğu karşısında, nemâzda hareketsiz
olmak lâzım geldiği için, biz, parmak oynatmamağı bildiren hadîs-i şerîflere
uymalıyız!). İbni Hümâma ne kadar şaşılsa azdır. Kitâbında, (Âlimlerden bir
çoğu, işâret edilmez, dedi ki, bu sözleri, hadîs-i şerîflere ve akla uygun
değildir!) diyerek, ictihâd derecesindeki kıyâs ehli büyük islâm âlimlerini
câhil yapmakdadır. Hâlbuki kıyâs, Hanefî mezhebinin
zâhir ve üsûl haberleridir ve edille-i şer’ıyyenin dördüncüsüdür. İctihâda
nasıl dil uzatılabilir. Bu zât, birbirine uymıyan rivâyetlerin çokluğu
karşısında, temiz sular kısmındaki, (Kulleteyn) hadîs-i şerîfinin de, za’îf
olduğunu söylemekdedir.
Oğlum Muhammed Sa’îd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, parmakla
işâret üzerine bir risâle yazmakdadır. Temâm olunca, bir sûretini inşâallah
gönderirim.
[(Şir’at-ül-islâm) şerhi,
yüzyirmialtıncı sahîfe başında diyor ki, (Hidâye) kitâbında,
baş parmakla işâret edilir, diyor. İmâm-ı Hulvânî “rahimehullah” da böyle
buyuruyor. Parmakla işâret edilmez de denildi. Fetvâ da böyledir. Çünki,
nemâzda hareketsiz olmak lâzımdır. Vâkı’ât haberlerinde de böyle
bildirilmekdedir. Murâd Molla kütübhânesindeki, Ebüssü’ûd efendi fetvâsında:
Süâl - Nemâzda otururken,
şehâdet parmağını kaldırmak mı, kaldırmamak mı dahâ iyidir?
Cevâb - Her ikisi de iyi,
demişlerdir. Fekat, parmağı kaldırmamak dahâ iyi olduğu meydândadır].
(El-fıkhu alel-mezâhib-il-erbe’a)da diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, seferde, şiddetli yağmurda,
karanlıkda, çamurlu gecelerde ve Arafât ve Müzdelifede, öğle ile ikindi ve
akşam ile yatsı nemâzları cem’ edilir. Seferin üç günden [80 kilometreden] az
olması da câizdir. Deniz yolculuğunda cem’ câiz değildir.
Yağmurda ve çamurda, yatsıyı câmi’de akşam ile birlikde cemâ’at ile kılmak câiz
olur. Vitri vaktinde kılar. Şâfi’îde, cem’
için, seferin
Hanbelîde cem’,