TERÂVÎH NEMÂZI -
(Nûr’ül-îzâh) şerhinde
ve hâşiyesinde buyuruyor ki, (Erkeklerin ve kadınların, yirmi rek’at terâvîh
kılması, sünnet-i müekkededir. İnanmıyan
sapıkdır ve şâhidliği kabûl olmaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
birkaç gece, terâvîhi cemâ’at ile sekiz rek’at kıldı. [Evlerine gidince, yirmi
rek’ate temâmladılar.]Yalnız olarak yirmi rek’at kıldığı da bildirilmişdir.
[Dört mezhebde de yirmi rek’atdir.] Sünnet
olduğu buradan anlaşıldı. Üç halîfe ve zemânlarındaki Eshâb-ı kirâmın hepsi,
cemâ’at ile yirmi rek’at kıldılar. Bu halîfelere ve Eshâb-ı kirâmın icmâ’ına
uymamız, hadîs-i şerîf ile emr olunmuşdur).
Terâvîh, yatsının son sünnetinden
sonra ve vitrden önce kılınır. [Bir kimse, yatsıyı kılmadan önce terâvîhi
kılamaz (İbni Âbidîn s. 295). Vitrden sonra da kılınabilir. Sabâh nemâzına
kadar kılınabilir. Fecr doğunca kılınamaz. Kazâ da edilmez. Çünki, terâvîh
kuvvetli sünnet ise de, akşam ve yatsı son sünnetleri kadar kuvvetli değildir. Bu sünnetler ise, kazâ edilmez. Yalnız farz nemâzlar ile vitrin kazâsı lâzımdır. Terâvîh, şâfi’îde kazâ edilir. Terâvîhi cemâ’at ile kılmak, sünnet-i
kifâyedir. Ya’nî câmi’de cemâ’at ile kılındıkda, başkaları evde yalnız
kılabilir, günâh olmaz. Fekat, câmi’deki cemâ’at sevâbından mahrûm kalır.]
Evde, bir veyâ birkaç kişi ile, cemâ’at ile kılarsa, yalnız kılmakdan yirmiyedi
kat fazla sevâb kazanır. Her iki rek’atde bir selâm verilip, hemen sonraki
rek’ate kalkılır. Yâhud dört rek’atde bir selâm verilir. Her dört rek’at
arasında, dört rek’at kılacak zemân kadar oturup, salevât veyâ tesbîh yâhud Kur’ân-ı kerîm okurlar. Veyâ sessiz otururlar. İki
rek’atde bir selâm vermek ve her iftitâh tekbîrinde niyyet etmek dahâ iyidir.
Yatsıyı cemâ’at ile kılmıyanlar, toplanıp da, terâvîhi cemâ’at ile kılamazlar.
Çünki, terâvîhin cemâ’ati, farzın cemâ’ati olmak
lâzımdır. Yatsıyı cemâ’at ile kılmıyan bir kimse, farzı
yalnız kılıp, sonra terâvîhi kılan cemâ’ate katılabilir. [74. cü maddeye
bakınız!]
Terâvîh nemâzına kalkarken okunacak düâ:
Sübhâne zil mülki vel melekût.
Sübhâne zil izzeti vel azameti vel celâli vel cemâli vel ceberût. Sübhânel
melikil mevcûd. Sübhânel melikil ma’bûd. Sübhânel melikil hayyillezî lâ yenâmü
ve lâ yemût. Sübbûhun kuddûsün Rabbünâ ve Rabbül melâiketi verrûh. Merhaben,
merhaben, merhabâ yâ şehre Ramezân. Merhaben, merhaben merhabâ yâ
şehrel-bereketi vel gufrân. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehret-tesbîhi
vet-tehlîli vez-zikri ve tilâvet-il Kur’ân. Evvelühû, âhiruhû, zâhiruhû,
bâtınühû yâ men lâ ilâhe illâ hüv.
Allahümme salli alâ seyyidinâ
Muhammedin ve alâ Âli seyyidinâ Muhammed. Biadedi külli dâin ve devâin ve bârik
ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ. Üç def’a okunur ve üçüncüsünde (ve salli ve sellim ve bârik aleyhi ve aleyhim kesîran
kesîrâ.) denir. Yâ Hannân, yâ Mennân, yâ
Deyyân, yâ Burhân. Yâ Zel-fadlı vel-ihsân nercül-afve vel gufrân. Vec’alnâ min
utekâi şehri Ramezân bi hurmetil Kur’ân.
İbâdet yapmak için, toplanılan yerlere (Ma’bed) veyâ (İbâdethâne)
denir. Yehûdîlerin ma’bedlerine (Sinagog) ve (Havra) denir.
Hıristiyanların ma’bedine (Kilise) ve
(Bî’a) veyâ (Savme’a)
denir. Müslimânların ma’bedine (Mescid) ve
(Câmi’) denir. Ma’bedlerde ibâdet
yapılması ve dinlerin emrleri, yasakları, öğretilir. Şimdi ma’bedlerde konuşan
vazîfeliler iki şey üzerinde durmakdadırlar:
1
- Parlak,
yaldızlı sözlerle, acıklı hikâyelerle, nağmeli hazîn okumalarla, hattâ çalgı ve
ho-parlörlerle, dinleyicileri rikkate, heyecâna getirmek, kalbleri alarak,
onların teslîm olmalarını, bir gâyeye sürüklenmelerini sağlamak.
2
- Dînin
emrlerini, yasaklarını öğretmek ve bunlara uyulmasını sağlamak.
Bugün hıristiyanların kiliselerinde ve yehûdîlerin
havralarında, kalblerin, rûhların değil de, yalnız nefslerin, düşüncelerin
birleşdirilmesine çalışılmakdadır. Dînî vecîbeler olarak da, eski din
adamlarının koydukları ve her zemân, her yerde başka olan şeyler
öğretilmekdedir. Bunun için, kiliseler, havralar, bir ma’bed değil, bir
politika, bir konferans yeri olup, insanları uyuşdurarak, liderlerin, şeflerin
arzû ve düşüncelerine sürüklemekdedirler.
Câmi’lerde de, din adamları arasına sızarak, böyle siyâset
ve kazanc gâyesi ile konuşan her zemân görülmüşdür. Bunlar, islâm âlimlerinin
kitâblarını okumamış, mezhebsizlerin, sapık kimselerin bozuk kitâblarına
aldanmış din câhili (Yobaz)lardır. İslâmiyyetin îcâblarını öğretmek ve yapdırmak şöyle
dursun, kendileri bile öğrenememiş zevallı kimselerdir. Bunlar, doğru
dürüst abdest ve gusl almasını, şartlarına uygun ve ihlâs ile nemâz kılmasını
bilmiyen câhil ve sapık kimseler olup, her asrda müslimânları şaşırtmışlar,
islâmiyyete ve millete zararlı olmuşlardır. Uzun cübbe, büyük sarıkla,
minberlerde, va’z kürsîlerinde tegannî ile, nota ile okuyup, yaldızlı sözlerle,
heyecânlı hikâyelerle konuşarak, dinleyicileri köksüz ve geçici bir te’sîr
altına alabilen birer hatîb, konferanscı olmuşlardır. Siyâsî partilerin,
diktatörlerin, faşist idârecilerin ve kiliselerin sözcüleri gibi, geçici
heyecân vererek dindârları aldatmışlardır. Âlimlerimiz bunlara din adamı değil,
din ve îmân hırsızı, (Yobaz) demişlerdir.
İslâm âlimlerinin kitâblarından anlatan ve sözleri, hâlleri, işleri, bu
kitâblara uygun olan hakîkî din adamları, islâmiyyeti bunların zararlarından
korumuşlardır.
Ebüssü’ûd efendi “rahmetullahi teâlâ
aleyh” fetvâsında buyuruyor ki, (Bir köyde veyâ mahallede mescid olmayıp, cemâ’at ile
nemâz kılmasalar, hükûmet bunlara zorla mescid yapdırmalıdır. Cemâ’ati ihmâl
edenleri ta’zîr etmelidir. 940 [m. 1533] senesinde bu husûsda her vilâyete emr
gönderilmişdir). (Mecmû’a-i cedîde)de
diyor ki, (Eski bir mescid, cemâ’ati alamazsa, mahalle halkı kendi paraları ile
bunu yıkarak genişini yapmaları câizdir).
(Halebî-yi kebîr), 613. cü sahîfede diyor
ki, (Mahalle mescidinde, cemâ’at az olsa dahî, nemâzı burada kılmak, cemâ’ati
çok olan büyük câmi’de kılmakdan efdaldir. Mahalle câmi’indeki cemâ’ati
kaçıranın, başka câmi’deki cemâ’ate gitmesi efdaldir. Başka câmi’ cemâ’atine yetişemezse, yalnız kılmak için, mahalle
mescidini tercîh etmek efdaldir. Mahalle mescidinde imâm, müezzin
bulunmazsa, cemâ’atden biri, bu vazîfeyi yapar. Başka câmi’e gitmezler. Mahalle
mescidinin imâmı, yatsı nemâzını, beyâzlığın gayb olmasını beklemeyip, dahâ
erken güneşin batdığı yerde kırmızılık gayb olunca kılarsa, bununla birlikde,
erken kılmayıp, beyâzlığın da gayb olmasını bekleyip, yalnız kılmak efdaldir.
[Ya’nî dahâ iyidir. Büyük şehrlerde yatsı ezânları erken okunuyor. İmâm-ı
a’zamın ictihâdına uyulmıyor ise de, imâmeyn kavline göre okunduğu için, bu
cemâ’at ile kılmak câizdir.] Mahallenin imâmı fısk ile meşhûr ise, ya’nî büyük
günâh işliyorsa,[meselâ, ezânı ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olarak okumuyorsa]
başka mescidin cemâ’atine gitmelidir. Çünki, mekrûhdan
sakınmak, sünnet işlemekden dahâ önce gelir).
İbni Âbidîn buyuruyor ki:
1 -
Câmi’ kapısını kilidlemek mekrûhdur. Hırsız
tehlükesi varsa, mekrûh olmaz.
2 - Câmi’
üzerinde cimâ’, tahrîmen mekrûhdur. Kâ’be-i
mu’azzama ve câmi’ üzerine basmak da mekrûhdur.
Câmi’ üzerine cünüb çıkmak harâmdır.
3 - Câmi’
üzerine abdest bozmak tahrîmen mekrûhdur.
[Câmi’in altına ve mihrâb dıvarının önüne abdesthâne yapmanın mekrûh olduğu (Tergîb-üs-salât)da
yazılıdır.] Çünki, câmi’lerin üstü, semâya kadar mesciddir. Altı da böyledir.
Altını şadırvan, hamâm yapmak câizdir.
4 - Câmi’den
ba’zan geçmek câizdir. Yol hâline getirmek mekrûhdur.
Özr olursa, mekrûh olmaz. Hergün mescide ilk
girişde (Tehıyyet-ül-mescid) kılar.
Sonraki girişlerinde kılmaz. Hamevî (Eşbâh) şerhinde
diyor ki, (Câmi’e girenin (Tehıyyet-ül-mescid) olarak,
iki rek’at nemâz kılması, sözbirliği ile sünnetdir.
Ba’zan, müstehab deyince sünnet anlaşılır. Kur’ân-ı
kerîm okunuyorsa, tehıyyet kılınmaz. Çünki, Kur’ân-ı
kerîmi dinlemek farzdır. Farz-ı kifâye için dahî sünneti
terk etmek evlâdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile
okumak ve bunu dinlemek harâmdır). [Dört vakt
nemâzın sünnetlerini kazâ niyyeti ile kılmak
lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.] (Kâdîhân)da
diyor ki, (İmâm tegannî ile okuyorsa, başka mescide gitmek efdaldir. Zânî veyâ
fâiz yiyici ise [veyâ başka harâm işlediği,
zevcesini, kızını açık gezdirdiği ma’lûm ise] başka mescide gitmelidir).
Zarûretsiz câmi’den geçmeği âdet eden, fâsık olur. Câmi’e hangi ayakla girip
çıkılacağı, 70. ci madde başında yazılıdır.
5
- Câmi’lere
necâset sokmak mekrûhdur. Üzerinde necâset
bulunan kimse, câmi’e giremez. Necs yağ ile kandil yakmak câizdir. (Fetâvâ-i fıkhiyye)de diyor ki, (Mescidde necâset
gören kimsenin, bunu hemen temizlemesi lâzımdır. Temizlemeği özrsüz
gecikdirirse, günâh olur. Nemâz kılanın üzerinde, secde yerinde necâset
görenin, bunu ona bildirmesi lâzımdır. Bunu haber vermek ve nemâzı geçecek
olanı uyandırmak vâcib değildir, sünnetdir).
6
- Necs su
ile yapılmış harç ve çamur ile câmi’ sıvamak mekrûhdur.
Temiz su ile yapılmış, tezek karışık çamurla sıvamak mekrûh
olmaz. Çünki, bunda zarûret vardır. [(Hindiyye).] Ellialtıncı
maddeye bakınız!
7
- Câmi’de,
kap içine abdest bozmak mekrûhdur. Kan aldırmak
da böyledir. Yel kaçırmak mekrûh olmaz.
8
- Necâset
bulaşdıracak olan deliyi ve küçük çocukları câmi’e sokmak harâmdır. Necâset tehlükesi olmazsa, mekrûhdur.
9
- Câmi’de
pazar kurmak, yüksek sesle konuşmak, nutk söylemek, kavga etmek, silâh çekmek,
cezâ vermek tahrîmen mekrûhdur. [Cum’a ve bayram
hutbelerinde nutk verir gibi okumak, konuşmak harâmdır.]
10- Sokakda gezilen na’lın, ya’nî ayakkabı ile
câmi’e girmek mekrûhdur. Temiz mest ve na’lın ile nemâz kılmak, çıplak ayakla
kılmakdan efdaldir. Yehûdîlere muhâlefet olur. Birinci kısm, 68. ci
maddeye bakınız! [Na’leyn, altı deri, üstü açık ve tasmalı ayakkabıdır. Altı
tahta na’leyn ile gezmek mekrûhdur].
Bir odası mescid yapılmış olan ev üzerine ve içinde mushaf
bulunan oda üzerine abdest bozmak ve cimâ’ etmek mekrûh
olmaz. Cenâze ve bayram nemâzları kılınan yerler de böyle ise de, buralardaki
imâma, câmi’deki cemâ’at uyabilir. Buralara, câmi’ avlularına, medrese ve
tekkelere, hâid kadın ve cünüb girebilir.
11- Câmi’lerin kıbleden başka dıvarlarını süslemek
câizdir. Fekat, bu parayı fakîrlere harc etmek efdaldir. Kıble dıvarını
kıymetli şeylerle, renklerle süslemek mekrûhdur.
Yan dıvarların fazla süslü olması da mekrûh
olur.
(Dürr-ül-muhtâr)da nemâzın mekrûhları sonunda buyuruyor ki, (Câmi’lerin efdali
Kâ’be-i mu’azzama, sonra bunun etrâfındaki (Mescid-i
harâm), sonra Medîne-i münevveredeki (Mescid-i
Nebî)dir. Sonra, Kudüsdeki (Mescid-i
aksâ), sonra, Medîne-i münevvere şehri yanındaki (Kubâ) mescididir. Mescid-i Nebînin yüz zrâ’ eni,
yüz zrâ’ boyu vardı. Bir zrâ’ yarım metredir. Sonra, zemânla genişletildi.
Şimdiki hâlinde de efdaldir).
[En kıymetli toprak, kabr-i se’âdetde, cesed-i Peygamberîye
“sallallahü aleyhi ve sellem” temâs eden topraklar olup, Arşdan, Cennetlerden
dahâ kıymetlidir. Ona yakın olan zemân, mekân, evlâdı, bütün eşyâ, Ona uzak
olanlardan dahâ kıymetli, efdaldir. Câmi’ler ve Peygamberler, bundan
müstesnâdır].
12 - Câmi’lerde,
[sarkıntılık ederek] dilenmek harâmdır.
13 - Câmi’de, sarkıntılık
eden dilenciye sadaka vermek harâmdır.
14
- Gayb olan
şeyleri, câmi’de araşdırmak mekrûhdur.
15 - Mü’minin hicvi, aşk,
ahlâksızlık gibi harâm şeyler bulunan şi’ri
okumak tahrîmen mekrûhdur. Va’z, nasîhat,
hikmet, Allahü teâlânın ni’metleri bulunan, mü’minleri medh eden şi’rleri
[ya’nî ilâhî ve mevlid] tegannî etmeden okumak sevâb ve târihî şi’rleri nâdiren
okumak mubâh ise de, şi’rle meşgûl olmak makbûl değildir. Câmi’lerde ilâhî ve
mevlidleri [nemâz kılanlara mâni’ olmamak şartı ile], ara sıra okumak câizdir.
Her zemân okuyup, âdet hâline getirmek câiz değildir.
16 - Özrü olmıyanların Kur’ân-ı kerîmi dinlemeleri farz-ı
kifâyedir. İş görenler, uyuyanlar ve câmi’de nemâz kılan, va’z veren yanında
yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm okumağa başlamak
günâhdır. [Radyoyu, teybi açan gibi, bunlara sesini vermiş olan hâfız da, Kur’ân-ı kerîme hurmetsizlik etmiş, günâh işlemiş
olur.]
17 - Câmi’lere abdest suyu
sıçratmak, balgam, sümük bulaşdırmak mekrûhdur.
Câmi’de husûsî hâzırlanmış yerde abdest almak câiz olur.
Zemzem kuyusunun etrâfında abdest almak ve gusl etmek câiz değildir. Çünki, burası câmi’ içindedir. Buraya
cünüb girmek câiz değildir.
18 - Câmi’lere, lüzûmsuz
ağaç dikmek mekrûhdur. Câmi’in rütûbetini
çekmek, gölge yapmak gibi umûma fâidesi
olursa, câiz olur. Şahsî menfe’ati için dikmek, mekrûh
olur.
19 -
Câmi’de birşey yimek, uyumak mekrûhdur. Müsâfir
olan müstesnâdır. Müsâfir, câmi’e girerken (İ’tikâf)a
niyyet etmeli, önce tehıyyet-ül-mescid olarak, nemâz kılmalıdır. Sonra,
yiyebilir ve dünyâ kelâmı konuşur. İ’tikâf eden yiyebilir, yatabilir. İ’tikâf sünnet-i müekkededir. İ’tikâfı terk etmek, beş vakt
nemâzın sünnetlerini özrsüz kılmamak gibi
olduğu (Berîka)da yazılıdır.
Câmi’de soğan, sarmısak gibi fenâ kokulu şeyleri yiyene
[sigara içene] mâni’ olmalıdır. Kasabları, balıkcıları, ciğercileri, yağcıları,
üzerleri pis ise ve pis kokarsa ve üzeri pis kokanları ve cemâ’ati dili ile
incitenleri, câmi’den çıkarmalıdır. İlâc olarak kokulu şey özr ile veyâ
unutarak yiyen, cemâ’ate gelmez. Ma’zûr olur. Pis koku insanlara ve meleklere
eziyyet verir.
20 - Câmi’de, alış veriş
olan her akd [sözleşme] mekrûhdur. Nikâh yapmak
ise müstehabdır.
21
- İbâdet
etmeyip, câmi’de dünyâ kelâmı ile meşgûl olmak tahrîmen
mekrûhdur. Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, câmi’de dünyâ kelâmı
konuşmak da, insanın sevâblarını giderir. İbâdetden sonra, mubâh olan şeyleri,
hafîf sesle konuşmak câizdir. İslâmiyyetin beğenmediği şeyleri konuşmak, her
zemân câiz değildir.
22 - Câmi’de kendine muayyen yer ayırmak mekrûhdur. Fekat, dışarı çıkarken, kimse oturmasın
diye, yerine ceketini bırakırsa, gelince oraya tekrâr oturabilir. Umûmi
yerlerde, Minâda, Arafâtda, [vapurda, otobüslerde de] böyledir. Ya’nî oturmağı
âdet etdiği yere başkası oturmuş ise, kaldıramaz. Kendine, ihtiyâcından fazla
yer ayırırsa, fazlasını başkası alabilir. Bu yerin fazlasını, iki kişi ister-
se,
hangisine verirse, o oturur. İkisi de istemeden, bu fazla yere biri oturursa,
bundan alıp ikincisine veremez. Fekat, burayı, onun emri ile, onun için
ayırdım, kendim için ayırmadım diye yemîn ederse, kaldırabilir. Satıcıların
pazar yerinde yerleşdikleri yer de böyle olup, önce geleni sonra gelen yerinden
kaldıramaz. Bütün bu umûmî yerlerde, ilk oturan, herkese zararlı olmuş ise,
kaldırılabilir.
Nemâz kılanlar sıkışıyorsa, kılmıyanları kaldırabilirler.
Mahalle mescidi dar geliyor ise, o mahalleden olmıyanları,
dışarı çıkarabilirler.
Mahalle câmi’inin gelirini toplaması, ta’mîrini,
masraflarını idâre etmesi için, mahalle halkının bir (Mütevellî) ta’yîn etmesi
câizdir [ve lâzımdır].
Câmi’in bir tarafında hâfız Kur’ân-ı
kerîm okuyor, bir tarafda da Ehl-i sünnet
olan sâlih bir kimse va’z veriyor ise, va’z dinlemek efdaldir. [Hele hâfız
fâsık ise, tegannî ile okuyorsa, dinlemek câiz değildir.
Câmi’, kubbesi, minâresi olan binâ demek değildir. İçinde, hergün beş kerre,
cemâ’at ile nemâz kılınan binâ demekdir. Nemâzdan evvel veyâ sonra, bu cemâ’ate
va’z vermek de câizdir. Va’z, Ehl-i sünnet
i’tikâdında olan bir zâtın, Ehl-i sünnet
âlimlerinden birisinin bir kitâbına bakarak okuduğu veyâ ezberden söylediği bir
sözünü açıklaması demekdir. Mezhebsizlerin, ingiliz câsûslarının ve
misyonerlerin konuşmalarına va’z denmez, nutuk ve konferans vermek denir.
Câmi’lerde nutuk ve konferans vermek ve bunları dinlemek câiz değildir. Ehl-i sünnet
âlimlerinin her sözü, Kur’ân-ı kerîmin ve
hadîs-i şerîflerin tefsîrleri, îzâhlarıdır.]
Câmi’lerdeki yarasa ve güvercinleri koğmak ve yuvalarını
dışarı atmak câizdir. Çünki, câmi’leri kirletirler. Câmi’lerin temiz olması
için bunlar çıkarılır. (Fetâvâ-i kâri-ül-Hidâye)de
ve (Cevâhir-ül-fetâvâ)da diyor ki,
(Câmi’leri kirleten kuşları çıkarmak mümkin olmazsa, öldürmek câizdir. Eziyyet
veren hayvanlar heryerde öldürülebilir). Câmi’ dışındaki kuş yuvalarını bozmak,
câiz değildir.
Kâdîhân “rahmetullahi aleyh” fetvâsında diyor ki, (Bir şehrde, bir köyde, bir mahallede ezân okunmazsa, hükûmetin zorla okutması lâzımdır.) (Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Ezân, câmi’in dışında veyâ minârede okunur. Yüksekde okumak ve sesini çoğaltmak için kendini zorlamamak sünnetdir). Görülüyor ki, ezân ve ikâmeti ho-parlör ile okumağa lüzûm yokdur. Çünki, her mahallede ezân okunmakdadır. İbâdetleri teyp, radyo ve ho-parlörle ve televizyonla yapmak bid’atdir. Bid’at büyük günâhdır. [Müezzin ezânı ve imâm efendi kırâeti câmi’ cıvârında bulunan ve câmi’deki cemâ’ate işitdirecek kadar tabi’î sesleri ile okur. Uzaklardan işitilmesi için, kendilerini zorlamaları mekrûhdur. Ho-parlör [Mizmâr] kullanmağa lüzûm olmadığı buradan da anlaşılmakdadır. (Müncid)de diyor ki, her dürlü ses çıkaran âletlere (Mizmâr) denir. Davul, def, ney, zurna, keman, ud, ho-parlör, teyp, televizyon, birer mizmârdır. İbni Hacer-i Mekkî, (Keffür-reâ’ an muharremât-ilâ lehvi vessimâ’) kitâbında diyor ki, (Hadîs-i şerîfde (Davulu ve mizmârı yok etmek için emr olundum) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-ı kerîmi mizmârlardan okurlar. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ la’net eder) buyuruldu.) Ezân ve mevlid okumak da böyledir. 2.ci kısmda, 52.ci maddeye bakınız!]
---------------------------------
Kişi noksânını bilmek gibi, irfan olmaz!
Bî-vefâdır
ey denî dünyâ senin her ni’metin.
Sarsar-ı
bâd-ı ecel, mahv eyliyor her rif’atin!