(Dürr-ül-muhtâr)da nemâzı
anlatmağa başlarken ve İbni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr) kitâbı,
ikiyüzotuzdördüncü sahîfede, bunları açıklarken buyuruyor ki:
Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakt nemâz var idi.
Hepsinin kıldığı, bir araya toplanarak bize farz
edildi. Nemâz kılmak, îmânın şartı değil ise de, nemâzın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Nemâz, düâ
demekdir. İslâmiyyetin emr etdiği, bildiğimiz ibâdete, nemâz (Salât) ismi verilmişdir. Mükellef olan [ya’nî
âkıl ve bâlig olan] her müslimânın, hergün beş vakt nemâzı kılması (Farz-ı ayn)dır. Farz
olduğu, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde,
açıkça bildirilmişdir. Mi’râc gecesinde, beş vakt nemâz emr olundu. Mi’râc,
hicretden bir yıl önce, Receb ayının yirmiyedinci gecesinde idi. Mi’râcdan
önce, yalnız sabâh ve ikindi nemâzı vardı.
Yedi yaşındaki çocuğa, nemâz kılmasını emr etmek, on yaşında
kılmaz ise, el ile döğmek lâzımdır. Mektebdeki mu’allim, talebesini de,
çalışdırmak için, el ile üç kerre döğebilir. Dahâ fazla vuramaz. Sopa ile
döğemez. [İslâm mekteblerinde falaka olamaz. Sopa, karakolda, habshânede olur.
Dinsizler, gençleri islâmiyyetden soğutmak için, tiyatrolarda, filmlerde,
hocaların talebeyi falakaya yatırdıklarını gösterip, din dersleri, islâm
mektebleri kapatılarak gençlik falakadan, sopadan kurtarıldı derlerse islâm
dînine iftirâ etmiş olurlar. İslâmiyyetde
talebeyi sopa ile döğmek yasak olduğu, din kitâblarında, açıkça
yazılıdır. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” el ile üçden fazla
vurmağı bile, yasak etmişdi.] Çocuklara, başka ibâdetleri de öğretmek ve
yapmağa alışdırmak, günâhlardan men’ etmek lâzımdır.
Farz nemâzların ehemmiyyetini bildirmek için,
Muhammed Rebhâmî “rahmetullahi aleyh”, dörtyüzkırkdört kitâbdan toplıyarak,
hicretin sekizyüzelliüçüncü [853] senesinde Hindistânda yazdığı (Riyâd-un-nâsıhîn) adındaki, fârisî kitâbının,
ikinci kısmı, birinci bâb, onikinci faslında buyuruyor ki:
Sahîhayn ismi verilen, dîn-i islâmın iki temel kitâbında [(Buhârî) ve (Müslim)de],
Câbir bin Abdüllahın “radıyallahü anh”
bildirdiği bir hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem”: (Birinin evi önünde nehr olsa, hergün beş
kerre bu nehrde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?) diye sordu. Hayır,
yâ Resûlallah! dedik. (İşte, beş vakt nemâzı
kılanların da, böyle küçük günâhları afv olunur) buyurdu. [Ba’zı
câhiller, bu hadîs-i şerîfi işitince, o hâlde, hem nemâz kılarım, hem de
istediğim gibi, keyf sürerim. Nasıl olsa günâhlarım afv olur, diyor. Böyle
düşünmek doğru değildir. Çünki, şartları ile, edebleri ile kılınıp, kabûl olan
bir nemâz, günâhları döker. Sonra, küçük günâhları afv olsa bile, küçük günâh
işlemeğe devâm etmek, ısrâr etmek, büyük günâh olur. Büyük günâh işlemeğe ısrâr
etmek de, küfre sebeb olur.] İbni Cevzî, (El-mugnî)
ismindeki tefsîrinde buyuruyor ki, (Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
anh” buyurdu ki, beş nemâz vaktleri gelince, melekler der ki, ey Âdem oğulları,
kalkınız! İnsanları yakmak için hâzırlanmış olan ateşi nemâz kılarak
söndürünüz). Bir hadîs-i şerîfde, (Mü’min ile
kâfiri ayıran fark, nemâzdır) buyuruldu. Ya’nî, mü’min nemâz kılar.
Kâfir, kılmaz. Münâfıklar ise, ba’zan kılar, ba’zan kılmaz. Münâfıklar,
Cehennemde çok acı azâb görecekdir. Müfessirlerin şâhı, Abdüllah ibni Abbâs
“radıyallahü anhümâ” diyor ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem”
işitdim. Buyurdu ki, (Nemâz kılmıyanlar, kıyâmet
günü, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır).
Hadîs imâmları, söz birliği ile bildiriyor ki, (Bir nemâzı
vaktinde amden kılmıyan, ya’nî nemâz vakti geçerken, nemâz kılmadığı için
üzülmeyen, kâfir olur veyâ ölürken îmânsız gider. Yâ nemâzı, hâtırına bile
getirmiyenler, nemâzı vazîfe tanımıyanlar ne olur?). Ehl-i
sünnet âlimleri sözbirliği ile buyurdular ki, (İbâdetler îmândan parça
değildir). Yalnız, nemâzda söz birliği olmadı. Fıkh imâmlarından
imâm-ı
Ahmed ibni Hanbel, İshak ibni Râheveyh, Abdüllah
ibni Mubârek, İbrâhîm Nehâî, Hakem bin Uteybe, Eyyûb Sahtiyânî, Dâvüd Tâî, Ebû
Bekr ibni Şeybe, Zübeyr bin Harb, dahâ birçok büyük âlimler, bir nemâzı amden,
ya’nî bile bile kılmıyan kimse, kâfir olur, dedi. O hâlde, ey din kardeşim, bir
nemâzını kaçırma ve gevşek kılma, seve seve kıl! Allahü teâlâ kıyâmet günü, bu
âlimlerin ictihâdlarına göre cezâ verirse, ne yaparsın? (Tefsîr-i Mugnî)de diyor ki: (Büyüklerden biri
şeytâna dedi ki, senin gibi mel’ûn olmak istiyorum, ne yapayım? İblîs sevinip,
benim gibi olmak istersen, nemâza ehemmiyyet verme ve doğru, yalan, herşeye
yemîn et, ya’nî çok yemîn et! dedi. O kimse de, hiçbir nemâzı bırakmıyacağım ve
artık yemîn etmiyeceğim, dedi). Hanbelî mezhebinde,
bir nemâzı özrsüz kılmıyan, mürted gibi
katl olunur ve yıkanmaz. Kefenlenmez ve nemâzı kılınmaz. Müslimânların
mezârlığına gömülmez ve mezârı belli edilmez. Dağda bir çukura konur. Şâfi’î mezhebinde, nemâz kılmamakda ısrâr eden,
mürted olmaz ise de, cezâsı katldir. Mâlikî mezhebi de,
Şâfi’î gibi olduğu, (İbni
Âbidîn)de ve (Milel-nihâl) tercemesi
altmışüçüncü sahîfede yazılıdır. Hanefî mezhebinde
ise, nemâza başlayıncaya kadar habs olunur veyâ kan akıncaya kadar döğülür.
[Fekat nemâza ehemmiyyet vermiyen, vazîfe bilmiyen, dört mezhebde de kâfir
olur. Nemâzı bile bile kılmayıp, kazâ etmeği düşünmiyen ve bunun için azâb
çekeceğinden korkmıyan kimsenin, hanefî mezhebinde
de kâfir olacağı, (Hadîka)da, dil
âfetlerinde yazılıdır.] Allahü teâlâ, müslimân olmıyanlara nemâz kılmasını,
oruc tutmasını emr etmemişdir. Bunlar, Allahü teâlânın emrlerini almakla şereflenmemişlerdir. Nemâz kılmadığı için, oruc
tutmadığı için bunlara bir cezâ verilmez. Bunlar, yalnız küfrün cezâsı
olan Cehennemi hak etmişlerdir. (Zâdül-mukvîn) kitâbında
diyor ki; (Eski âlimler yazmış ki, beş şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrûm olur:
1
- Malının
zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez.
2
- Uşrunu
vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz.
3
- Sadaka
vermeyenin, vücûdünde sıhhat kalmaz.
4
- Düâ
etmeyen, arzûsuna kavuşamaz.
5
- Nemâz
vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefesde kelime-i şehâdet getiremez. Nemâz
kılmanın birinci vazîfe olduğuna inandığı hâlde, tenbellik ederek kılmıyan
fâsıkdır. Sâliha kızın küfvü değildir. Ya’nî o kıza lâyık ve uygun değildir).
Görülüyor ki, farz nemâzı
kılmamak, îmânsız gitmeğe sebeb olmakdadır. Nemâza devâm, kalbin nûrlanmasına
ve se’âdet-i ebediyyeye kavuşmağa vesîledir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi
ve sellem” (Nemâz nûrdur) buyurdu.
Ya’nî, dünyâda kalbi parlatır. Âhıretde sırâtı aydınlatır. Allahın dostlarına,
nemâzda neler oluyor, murâdlarına, nemâzda, nasıl kavuşuyorlar biliyor musunuz?
Hikâye: Horasan vâlîsi Abdüllah
bin Tâhir, çok âdil idi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâlîye
bildirmişlerdi. Hırsızlardan biri kaçdı. Hiratlı bir demirci, Nişâpûra
gitmişdi. Bir zemân sonra, evine dönüp gece giderken, bunu yakaladılar.
Hırsızlarla berâber, vâlîye çıkardılar. Habs edin! dedi. Demirci, habshânede
abdest alıp nemâz kıldı. Ellerini uzatıp, (Yâ Rabbî! Günâhım olmadığını, ancak
sen biliyorsun. Beni bu zindandan, ancak sen kurtarırsın. Yâ Rabbî! Beni
kurtar!) diye düâ etdi. Vâlî, o gece, rü’yâda, dört kuvvetli kimse gelip,
tahtını, tersine çevirecekleri vakt uyandı. Hemen abdest alıp, iki rek’at nemâz
kıldı. Tekrâr uyudu. Tekrâr, o dört kimsenin, tahtını yıkmak üzere olduğunu
gördü ve uyandı. Kendisinde, bir mazlûmun âhı bulunduğunu anladı. Nitekim şi’r:
Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,
Gözyaşının seher vakti yapdığını,
Düşman kaçıran süngüleri, çok def’a,
Toz gibi yapar, bir mü’minin düâsı.
Yâ Rabbî! Büyük yalnız sensin! Sen öyle bir büyüksün ki,
büyükler ve küçük-
ler,
sıkışınca, ancak sana yalvarır. Sana yalvaran, ancak murâdına kavuşur.
Hemen, o gece, habshâne müdîrini
çağırıp, bir mazlûm kalmış mı, dedi. Müdîr, bunu bilemem. Yalnız, biri nemâz kılıp, çok
düâ ediyor. Göz yaşları döküyor deyince, onu getirtdi. Hâlini sorup anladı. Özr
dileyip, hakkını halâl et ve bin gümüş hediyyemi kabûl et ve herhangi bir arzûn
olunca bana gel! diye ricâ etdi. Demirci, hakkımı halâl etdim ve hediyyeni
kabûl etdim. Fekat işimi, dileğimi senden istemeğe gelemem, dedi. Niçin, deyince: Çünki, benim gibi bir fakîr için, senin
gibi bir sultânın tahtını birkaç def’a tersine çeviren sâhibimi bırakıp
da, dileklerimi başkasına götürmekliğim kulluğa yakışır mı? Nemâzlardan sonra
etdiğim düâlarla, beni nice sıkıntıdan kurtardı. Nice murâdıma kavuşdurdu.
Nasıl olur da, başkasına sığınırım? Rabbim, nihâyeti olmıyan rahmet hazînesinin
kapısını açmış, sonsuz ihsân sofrasını, herkese yaymış iken, başkasına nasıl
giderim? Kim istedi de, vermedi? İstemesini bilmezsen alamazsın. Huzûruna
edeble çıkmazsan, rahmetine kavuşamazsın. Şi’r:
İbâdet eşiğine, kim ki, bir gece baş kodu,
Dostun lutfu, açar ona, elbette binbir kapu.
Evliyânın büyüklerinden Râbia-i Adviyye “rahmetullahi
aleyhâ”, adamın birinin, düâ ederken (Yâ
Rabbî! Bana rahmet kapısını aç!) dediğini işitince; Ey câhil! Allahü teâlânın rahmet
kapısı, şimdiye kadar kapalı mı idi de, şimdi açılmasını istiyorsun? dedi.
[Rahmetin çıkış kapısı her zemân açık ise de, giriş kapısı olan kalbler,
herkesde açık değildir. Bunun açılması için düâ etmeliyiz!]
İlâhî! Herkesi sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin. Bizi
dünyâda ve âhıretde sıkıntıda bırakma! Muhtâclara, herşeyi gönderen, yalnız
sensin! Dünyâda ve âhıretde hayrlı, fâideli olan şeyleri, bize gönder! Dünyâda
ve âhıretde, bizi kimseye muhtâc bırakma! Âmîn. (Rıyâd-un-nâsıhîn)den
terceme temâm oldu.
(Kitâb-ül-fıkh-alel-mezâhib-il-erbe’a)da, nemâzı anlatmağa
başlarken diyor ki, (Nemâz, islâm dîninin direklerinden en ehemmiyyetlisidir.
Allahü teâlâ, kullarının yalnız kendisine ibâdet etmeleri için, nemâzı farz etdi. Nisâ sûresinin yüzüçüncü âyeti, nemâz
mü’minler üzerine, vaktleri belirli bir farz
oldu demekdir. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ,
hergün beş vakt nemâz kılmağı farz etdi. Kıymet vererek ve şartlarına uyarak, hergün beş vakt
nemâz kılanı Cennete sokacağını, Allahü teâlâ söz verdi) buyuruldu.
Nemâz, ibâdetlerin en kıymetlisidir. Hadîs-i şerîfde, (Nemâz kılmıyanın, islâmdan nasîbi yokdur!) buyuruldu.
(Mişkât)da ve (Künûz-üd-dekâ’ık)da ve (Sahîhayn)de
ve (Halebî)de bildirilen hadîs-i şerîfde
de, (İnsan ile küfr arasındaki fark, nemâzı terk
etmekdir!) buyuruldu. Bunun ma’nâsı, (İnsan ile küfr, ayrı ayrı iki
varlıkdır. İkisini birleşdiren yol, nemâz kılmamakdır. Aralarından, nemâz
kılmamak kalkınca, ya’nî bir insan nemâz kılarsa, bu insan ile küfr arasında
yol kalmaz. İkisi birbiri ile birleşmez. Bunun ma’nâsı (Küfr bir özellikdir.
Kendi kendine bulunmaz. Ba’zı insanda bulunur. Küfr bulunan insanda nemâz kılmamak
vardır. Küfr bulunmıyan insanda nemâz kılmamak yokdur. Küfr bulunan insan ile
küfr bulunmıyan insan arasındaki fark, nemâz kılıp kılmamakdır) demekdir. Bu
hadîs-i şerîf, (İnsan ile ölüm arasındaki fark, nefes almamakdır) sözüne
benzemekdedir. Ölüm bulunan insan nefes almaz. Ölüm bulunmayan insanda nefes
almamak yokdur. Nefes almamak bulunan insanın ölü olduğu anlaşılır. Bu hadîs-i
şerîf, nemâz kılmakda tenbellik edenleri şiddetle korkutmakdadır. Nemâz kılmak,
Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünerek, Onun karşısında kendi küçüklüğünü
anlamakdır. Bunu anlıyan kimse, hep iyilik yapar. Hiç kötülük yapamaz. Nefsine
uyanın nemâzı sahîh olsa da, bu meyvelerini veremez. Hergün beş kerre, Rabbinin
huzûrunda olduğuna niyyet eden kimsenin kalbi ihlâs ile dolar. Nemâzda
yapılması emr olunan her hareket, kalbe ve bedene fâideler sağlamakdadır.
Câmi’lerde cemâ’at ile nemâz kılmak, müslimânların kalblerini birbirlerine
bağlar. Birbirlerinin kardeşleri olduklarını anlarlar. Büyükler, küçüklere
merhamet-
li
olur. Küçükler de, büyüklere saygılı olur. Zenginler, fakîrlere ve kuvvetliler
za’îflere yardımcı olur. Sağlamlar, hastaları, câmi’de göremeyince, evlerinde
ararlar. (Din kardeşinin yardımına koşanın,
yardımcısı Allahdır) hadîs-i şerîfindeki müjdeye kavuşmak için yarış
ederler.)
Âkıl isen kıl nemâzı, çün se’âdet tâcıdır.
Sen
nemâzı öyle bil ki, mü’minin mi’râcıdır!
(Kurretül’uyûn) kitâbındaki hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Nemâzı özrsüz kılmıyan
kimseye, Allahü teâlâ onbeş sıkıntı verir. Bunlardan altısı dünyâda, üçü ölüm
zemânında, üçü kabrde, üçü kabrden kalkarkendir. Dünyâda olan altı azâb:
1 - Nemâz
kılmıyanın ömründe bereket olmaz.
2 - Allahü
teâlânın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendinde kalmaz.
3 - Hiçbir
iyiliğine sevâb verilmez. [Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, farzları
vaktinde kılmıyanların sünnetleri kabûl olmaz.
Ya’nî sünnetlerine sevâb verilmez.]
4 - Düâları
kabûl olmaz.
5 - Onu kimse
sevmez.
6 -
Müslimânların iyi düâlarının buna fâidesi olmaz.
Ölürken çekeceği azâblar:
1 - Zelîl,
kötü, çirkin can verir.
2 - Aç olarak
ölür.
3 - Çok su içse
de, susuzluk acısı ile ölür.
Kabrde çekeceği acılar:
1 - Kabr onu
sıkar. Kemikleri birbirine geçer.
2 - Kabri
ateşle doldurulur. Gece, gündüz onu yakar.
3 - Allahü teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünyâ
yılanlarına benzemez. Hergün, her nemâz vaktinde onu sokar. Bir ân bırakmaz.
Kıyâmetde çekeceği azâblar:
1 - Cehenneme
sürükliyen azâb melekleri yanından ayrılmaz.
2 - Allahü
teâlâ, onu kızgın olarak karşılar.
3 - Hesâbı çok çetin olup, Cehenneme atılır).
Geçirme
ömrünü mü’min, sakın ki, kîl-ü kal üzre!
sözün
ma’nâsını anla, ne yürürsün hayâl üzre?
Bu dünyânın süslerine, amân aldanma ey gâfil!
buna her kim gönül verse, geçer ömrü melâl üzre.
Bir
dikkatli nazar etsen, bu dünyâ ehline cânım,
kazanırlar
para dâim, bunlar cenk ve cidâl üzre.
Bu dünyâya neler geldi, ben diyenler geçüp gitdi,
bilmeli, bu fânî mülkü, yaratdı Hak zevâl üzre.
Kaçarsan
arkandan gelir, kovalarsan yetişmezsin, ki,
dünyâ
gölgeye benzer, denildi bu misâl üzre.
Akıllı olan bir kişi, gönül vermez bu dünyâya,
düşkün olmaz ondan yana, bilir onu kemâl üzre.
Bir
kalb dünyâya bağlansa, ibâdet zevkını duymaz,
onunçün
Zâtî bu şi’ri, getirdi hasbihâl üzre.