(Dürr-ül-muhtâr)
kitâbından ve bunun açıklaması olan (Redd-ül-muhtâr)dan ezân bâbı terceme
edilerek ve kısaltılarak aşağıda yazıldı:
Ezân, herkese bildirmek demekdir. Belli olan arabca
kelimeleri sırası ile okumakdır. Tercemesini okumak, ezân olmaz. Ma’nâsı
anlaşılsa da, fârisî ve başka dillerle okunmaz. Ezân okumak, hicretden önce
Mekkede, Mi’râc gecesi başladı. Hicretin birinci senesinde, nemâz vaktlerini
bildirmek için emr olundu. Mahalle mescidinde, yüksek yerde okuması sünnetdir. Sesini yükseltmesi lâzımdır. Fekat, çok
bağırmak için, kendini zorlamamalıdır. [Görülüyor ki, ezânı kendi mahallesine
işitdirecek kadar, bağırmak lâzımdır. Sesi dahâ yükseltmek câiz değildir. Ho-parlör kullanmağa lüzûm yokdur.
Ho-parlör ile ve hele radyo ile ezân ve ikâmet okumak bid’atdir.
Bid’at ile yapılan ibâdet kabûl olmaz. Günâh
olur.] Beş vakt nemâz ve kazâ nemâzları için ve Cum’a nemâzında hatîbin karşısında,
erkeklerin ezân okuması sünnet-i müekkededir. Kadınların ezân ve ikâmet okuması mekrûhdur. Çünki, seslerini yükseltmeleri harâmdır. Ezân, başkalarına vakti bildirmek
için, yüksekde okunur. Hâzır olan cemâ’at için veyâ kendi için olan ezân ve
ikâmet yerde okunur. [(Tenvîr-ül-ezhân)da
diyor ki, (Ezânı oturarak okumak tahrîmen mekrûhdur. Ayakda okunması tevâtür ile
anlaşılmışdır.)] Vitr, bayram, terâvîh ve cenâze nemâzları için ezân ve
ikâmet okunmaz. Ezânı vaktinden evvel okumak sahîh değildir ve büyük günâhdır.
Vakt girmeden önce okunan ezân ve ikâmet, vakt girince tekrâr okunur. Ezân
okunurken, hareke veyâ harf katacak veyâ harfleri uzatacak şeklde tegannî
yapmak ve böyle okunan ezânı ve Kur’ân-ı kerîmi
dinlemek câiz değildir.
[(Mir’ât-ül haremeyn) kitâbının
Medîne kısmında diyor ki, (Ezân okumak, hicretin birinci senesinde, Medînede başladı. Bundan önce, nemâz vaktlerinde
yalnız (Essalâtü câmi’a) denirdi. Medînede ilk ezân okuyan,
Bilâl-i Habeşîdir. Mekkede ise, Habîb bin Abdürrahmândır. Cum’a nemâzındaki
birinci ezân, hazret-i Osmânın sünnetidir.
Önceleri, bu da câmi’ içinde okunurdu. Abdülmelik zemânında Medîne vâlisi olan
Ebbân bin Osmân hazretleri minârede okutdu. Melik Nâsır bin Mensûr, yediyüz
[700] senesinde, Cum’a ezânından önce, minârelerde salâtü-selâm okutdu. İsrâîl
Peygamberleri, sabâh ezânından önce tesbîh okurlardı. Eshâb-ı kirâmdan Mesleme
bin Mahled, Mısrda vâlî iken, ellisekiz [58] senesinde, hazret-i Mu’âviyenin
emri ile ilk minâreyi yapdırıp, müezzin Şerhabîl bin Âmire sabâh ezânından önce
salât verdirdi). (Dürr-ül-muhtâr)da
diyor ki, (Ezândan sonra salât ve selâm okumak, ilk olarak yediyüzseksenbir
senesinde, sultân Nâsır Salâhuddînin emri ile Mısrda başladı). [Cenâze olduğunu
bildirmek için, minârelerde salât okunması mu’teber kitâblarda yazılı değildir.
Çirkin bid’atdir. Okutmamalıdır.] (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Hicretin birinci senesinde, Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem”, Eshâb-ı kirâma sordu. Kimisi, nemâz vaktlerini bildirmek
için, nasârâ gibi nâkûs, ya’nî çan çalalım dedi. Kimisi, yehûdîler gibi boru
çalınsın dedi. Kimisi de, nemâz vakti ateş yakıp yukarı kaldıralım dedi.
Resûlullah, bunları kabûl etmedi. Abdüllah bin Zeyd bin Sa’lebe ve hazret-i
Ömer rü’yâda ezân okumasını görüp söylediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” bunu beğenip, nemâz vaktlerinde böyle ezân okunmasını emr buyurdu). (Medâric-ünnübüvve) ve (Tahtâvî)de böyle yazıyor ve minârelerde ışık yakmanın,
mecûsîlere benzediğini, bid’at olduğunu
bildiriyor. [Buradan, nemâz vaktini bildirmek için minârede ışık yakmanın büyük
günâh olduğu anlaşılmakdadır.] (Tebyîn-ül-hakâık)da
ve (Tahtâvî)de diyor ki, (Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, Bilâl-i Habeşîye, (İki
parmağını kulaklarına koy! Böylece, sesin çok çıkar) buyurdu. Elleri
kulaklara koyarsa iyi olur. Böyle yapmak, ezânın sünneti
değil ise de, sesin çoğalmasının sünnetidir.
Çünki, rü’yâda, melek okurken böyle yapmamışdır. Ezân okumak için değil,
okumağı, sesi artdırmak için sünnet olmuşdur.
Çünki, se-
sini
yükseltir buyurularak, sebeb gösterilmiş, hikmeti bildirilmişdir. Parmaklar
kulaklara konmazsa, ezân güzel olur. Konursa, sesi yükseltmesi güzel olur).
Görülüyor ki, parmakları kulaklara koymak, sesi artdırdığı hâlde, ezânın sünneti değildir. Fekat, emr edilmiş olduğu için, bid’at de değildir. Bugün ba’zı câmi’lerde kullanılan
ho-parlör, sesi yükseltiyor ise de, ezânın sünneti
olmadığı, bid’at olduğu, ayrıca parmakları
kulaklara kaldırmak sünnetinin terk edilmesine
sebeb olduğu anlaşılmakdadır. Ho-parlör konan ba’zı câmi’lerde minâre
yapılmadığı görülüyor. [(Fetâvâyı Hindiyye) beşinci
cild, 322. ci sahîfede diyor ki, (Sesi, mahalleye duyurmak için, minâre yapmak
câizdir. Buna lüzûm yoksa, câiz değildir).
Ho-parlörün câiz olmadığı buradan da anlaşılmakdadır.]
(İbni Âbidîn)de ve (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Minârede ve Cum’a
hutbesi okunacağı zemân, birkaç müezzinin birlikde ezân okumalarına (Ezân-ı Cavk) denir. Sesin çoğalması için, bir
ağızdan okumaları, mütevâris olduğu için, ya’nî asrlardan beri yapıldığı için, sünnet-i hasenedir, câizdir. Müslimânların
beğendiğini Allahü teâlâ da beğenir). (Berîka)da,
94. cü sahîfesinde diyor ki, (Müslimânların güzel demeleri, müctehidlerin güzel
demeleridir. Müctehid olmayanların beğenip beğenmemelerinin kıymeti yokdur).
302. ci sahîfe sonuna bakınız! [Şimdi, ba’zı câhillerin ho-parlör ile ezân
okumağı övmelerinin kıymeti olmadığı buradan açıkça anlaşılmakdadır. Müctehid
olmıyanların câiz demeleri ile, yapmaları ile, ibâdetleri değişdirmek, bid’at olur, büyük günâh olur.]
İkâmet, ezândan dahâ efdaldir. Ezân ve ikâmet, kıbleye karşı
okunur. Okurken konuşulmaz ve selâma cevâb verilmez. Konuşursa, her ikisi de
tekrâr okunur.
Hangi nemâzlarda ezân ve ikâmet okunur? Bunu üç
madde hâlinde bildirelim:
1 - Kırda, bostânda, yalnız veyâ cemâ’at ile kazâ kılarken,
erkeklerin ezânı ve ikâmeti yüksek sesle okumaları sünnetdir.
Sesi işiten insanlar, cinnîler, taşlar, kıyâmetde şâhid olacakdır. Birkaç
kazâyı bir arada kılan, önce ezân ve ikâmet okur. Sonraki kazâları kılarken,
hepsine ikâmet okur, ezân okumasa da olur. Kadınlar, vaktinde ve kazâ kılarken
ezân ve ikâmet okumaz.
Câmi’de kazâ kılan, ezân ve ikâmeti, kendi işiteceği kadar
hafîf okur. Birkaç kişi, kazâ nemâzını câmi’de cemâ’at ile kılarsa, ezân ve
ikâmet okunmaz. Bütün câmi’ halkı, kazâ kılarsa, bu zemân, ezân ve ikâmet
okunur. Zâten câmi’de, cemâ’at ile kazâ kılmak mekrûhdur.
Çünki, nemâzı kazâya bırakmak, büyük günâh olup, bunu herkese bildirmek câiz değildir. Kazâ nemâzını cemâ’at ile kılabilmek
için, imâm ve cemâ’atin aynı günün, aynı nemâzını kazâ etmeleri lâzımdır.
Meselâ pazar gününün öğle nemâzını kazâ
edecek kimse, salı gününün öğle nemâzını kazâ edecek kimseye veyâ o pazar
gününün öğle nemâzını edâ eden kimseye uyamaz.
Evinde kazâ kılan, şâhidleri çoğaltmak için, ezân ve
ikâmeti, odada işitilecek kadar, yüksek sesle okur. [Sünneti
farz kazâsı niyyeti ile kılan da böyledir.]
2 - Evinde yalnız veyâ cemâ’at ile vakt nemâzı kılan, ezân ve ikâmet okumaz.
Çünki, câmi’de okunan ezân ve ikâmet evlerde de okunmuş sayılır. Fekat,
okumaları efdal olur. Müezzinin sesini evden duymak lâzım değildir. Câmi’de ezân
okunmazsa veyâ şartlarına uygun olmazsa, evde yalnız kılan ezân ve ikâmet okur.
Mahalle câmi’inde ve cemâ’ati belli kimseler olan her câmi’de, vakt nemâzı,
cemâ’at ile kılındıkdan sonra, yalnız kılan
kimse, ezân ve ikâmet okumaz. Böyle câmi’lerde, vakt nemâzları, imâm
mihrâbda olarak, cemâ’at ile kılındıkdan sonra, tekrâr cemâ’atler yapılabilir.
İmâmlığı anlatırken buyuruyor ki, sonraki cemâ’atlerde de, imâm mihrâbda
bulunursa, ezân ve ikâmet okunmaz. İmâmları mihrâbda durmazsa, ezânı ve
ikâmeti, cemâ’at duyacak kadar sesle okurlar.
Yollarda
bulunan veyâ imâmı ve müezzini bulunmıyan ve cemâ’ati belli kimseler olmıyan câmi’lerde,
çeşidli zemânlarda gelenler, bir vaktin nemâzı için, çeşid-
li
cemâ’atler yaparlar. Her cemâ’at için, ezân ve ikâmet okunur. Böyle câmi’de,
yalnız kılan da, ezân ve ikâmeti kendi işiteceği kadar sesle okur.
3 - Müsâfir olanlar, kendi aralarındaki cemâ’at ile de,
yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet okur. Yalnız kılanın yanında, arkadaşları
kılıyorsa, ezânı terk edebilir. Seferî olan kimse, bir evde yalnız kılarken de,
ezân ve ikâmet okur. Çünki, câmi’de okunan, onun nemâzı için sayılmaz. Seferî
olanlardan ba’zısı, evde ezân okursa, sonra kılanlar okumaz. Yola en az üç kişi
çıkmalı ve biri emîrleri olmalıdır.
Akllı çocuğun, a’mânın, veled-i zinânın, vaktleri ve ezân
okumasını bilen câhil köylünün ezân okuması, kerâhatsiz câizdir. Cünüb kimsenin
ezân ve ikâmet okuması ve abdestsiz ikâmet okumak ve kadının, fâsıkın,
serhoşun, aklsız çocuğun ezân okumaları ve oturarak ezân okumak tahrîmen mekrûhdur. Bunların ezânları tekrâr okunur. Ezânın sahîh olması için, müezzin,
müslimân ve akllı olmalı ve nemâz vaktlerini bilmeli ve sözüne inanılan
âdil bir kimse olmalıdır. [Takvîmlerin de böyle bir müslimân tarafından
hâzırlandığını bilmek veyâ sahîh olduklarına böyle bir müslimânın şâhid olması
lâzımdır. Yüzlerce senedir sâlih müslimânların hâzırladıkları ve bütün
müslimânların tâbi’ oldukları takvîmlerdeki vaktleri değişdirmemelidir.]
Nemâzın sahîh olması için, vaktinde kıldığını iyi bilmek şartdır. Fâsık
kimsenin [ya’nî içki içen, kumar oynayan, yabancı kadınlara bakan, zevcesini,
kızını açık gezdirenin] ezânı sahîh olmaması, ibâdetlerde bunun sözü kabûl
edilmediği içindir.
[Görülüyor ki, radyo [Mizyâ’] ile ve minârede ho-parlör
[Mükebbirüssavt] ile ezân okumak ve vaktinden evvel okumak ve bunları, ezân
olarak dinlemek câiz olmaz. Bunlar, hem kabûl olmaz, hem de günâh olur. Bunları
şartlarına uygun olarak tekrâr okumak lâzımdır. Kim olduğu bilinmiyen ve
görülmiyen kimsenin sesi sebebi ile, elektriğin hâsıl etdiği sesler ve plâk ile
hâsıl edilen sesler, her bakımdan ezân değildir. Bundan başka, Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” (İbâdetleri, bizim
gibi yapmıyanlar, bizden değildir) buyurdu. Ezânı, sâlih bir
müslimânın, yüksek bir yere çıkarak, Onun okutduğu gibi okuması lâzımdır. Hele,
öğle ezânı vaktinden evvel okununca, öğlenin ilk sünneti
kerâhet vaktinde kılınmış oluyor. Küçük günâha devâm, büyük günâh olmakdadır.]
Sünnete uygun olarak okunan ezânı duyan kimse, cünüb
olsa da, câmi’ hâricinde Kur’ân-ı kerîm okuyor
ise de, işitdiğini yavaşça söylemesi sünnetdir.
Başka birşey söylemez. Selâma cevâb vermez. Bir iş yapmaz. Ezânı işiten
erkeklerin işini bırakıp, cemâ’ate gitmesi vâcibdir.
Evinde ehli ile de cemâ’at yapabilir. Fekat, [câmi’de sâlih imâm varsa] câmi’e
gitmek efdaldir.
[(Cevhere)de diyor
ki, (Fârisî dil ile okunan ezânın sahîh olmadığı (Kerhî)
şerhinde yazılıdır. Zâhir ve en doğru söz de budur). (Merâkıl-felâh)da diyor ki, (Ezân olduğu
anlaşılsa da, arabcadan başka dil ile ezân okumak câiz
değildir)].
Hutbe dinlerken, avret yeri açık iken, yemekde, din dersi
okumakda iken ve câmi’ içinde Kur’ân-ı kerîm
okurken ezân tekrâr edilmez. Fekat, ezân sünnete
uygun okunmıyorsa, meselâ ba’zı kelimeleri değişdirilmiş, terceme edilmiş ise
ve ba’zı yerinde tegannî ederek okuyorsa [veyâ ezân sesi, ho-parlör denilen
âletden geliyorsa] bunu işiten, hiçbir parçasını tekrâr etmez. Fekat, bunları
da hurmet ile dinlemek 725.ci sahîfemizde yazılıdır.
[(Berîka)da
binotuzbirinci ve binaltmışikinci sahîfelerinde diyor ki, (Nemâz vaktlerini
bilmiyen ve tegannî, elhân ederek, ya’nî mûsikî perdelerine uyarak okuyan
kimse, ezân okumağa ehl değildir. Bunu müezzin yapmak câiz
değildir, büyük günâhdır. Kur’ân-ı kerîmi,
zikri, düâyı elhân ile okumanın sözbirliği ile harâm
olduğu (Bezzâziyye)de yazılıdır. Ezân okumak da ve vaktinden evvel
okumak da böyledir. Ezân okurken, yalnız iki (Hayye alâ...) da tegannî
etmeğe izn verilmişdir. Kur’ân-ı kerîm okumakda
tegannîye izn verilmesi, Allahü teâlâdan korkarak
okuyunuz
demekdir. Bu da, tecvîd ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa, harfleri,
kelimeleri değişdirerek ma’nâyı, nazmı bozarak tegannî etmek sözbirliği ile harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi
ve ezânı tercî’ ile okumak, hadîs-i şerîf ile men’ edildi. Tercî’, sesi
yükseltip alçaltarak okumakdır. Böyle okunanı dinlemek de harâmdır]. Vaktinden önce tegannî ile okunan ve arabî
olmıyan ve cünübün, kadının okuduğu ezânı duyan da söylemez. Bir ezânı işitip
söyliyen kimse, başka yerde okunan ezânları
duyunca artık söylemez. (Hayye alâ)ları
duyunca bunları söylemeyip (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) der. Ezândan sonra,
salevât getirilir. Sonra ezân düâsı okunur. Ezân düâsı (İslâm Ahlâkı) kitâbında yazılıdır. İkinci (Eşhedü enne Muhammeden resûlullah) söyleyince,
iki baş parmağın tırnaklarını öpdükden sonra, iki göz üzerine sürmek müstehabdır. Bunu bildiren hadîs-i şerîf, (Merâkıl-felâh)ın Tahtâvî hâşiyesinde yazılı ise
de, (İbni Âbidîn) “rahmetulllahi teâlâ
aleyhimâ” bu hadîsin za’îf olduğunu bildirdiği gibi, (Hazînet-ül-meârif) 99. cu sahîfede de yazılıdır. İkâmetde
böyle yapılmaz. İkâmeti işitenin tekrâr etmesi sünnet
değil, müstehabdır. İkâmet okunurken câmi’e
giren kimse, oturur, ayakda beklemez. Müezzin efendi, (hayye-alelfelâh) derken, herkesle berâber
kalkar.
İbni Âbidîn nemâzın sünnetlerinde
buyuruyor ki, imâmın nemâza dururken ve rüknden rükne geçerken ve selâm
verirken, cemâ’at işitecek kadar, sesini yükseltmesi sünnetdir.
Dahâ fazla yükseltmesi mekrûhdur. İmâm, nemâza
başlamak için, tekbîr getirmeli, cemâ’ate duyurmağı düşünmemelidir. Aksi
takdîrde nemâzı sahîh olmaz. Cemâ’atin hepsi, imâmı işitmediği zemân, müezzinin
de herkese duyuracak kadar, sesini yükseltmesi müstehab
olur. Müezzin de nemâza başlamağı düşünmeyip, yalnız cemâ’ate duyurmak için
bağırırsa, nemâzı sahîh olmadığı gibi, imâmı duymayıp, yalnız bu müezzinin sesi
ile nemâza duranların nemâzı da sahîh olmaz. Çünki, nemâzı kılmıyan birine
uymuş olurlar. Cemâ’ate duyuracak kadardan dahâ yüksek bağırmak, müezzin için
de, mekrûhdur. Dört mezheb âlimleri sözbirliği
ile bildiriyor ki, cemâ’atin hepsi, imâmın sesini duyarken, müezzinin de tekbîr
getirmesi, mekrûhdur ve çirkin bid’atdir. Hattâ (Bahr-ül-fetâvâ)da
ve (Feth-ul-kadîr)de ve (Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli) kenârındaki (Üstüvânî) risâlesinin sonuna doğru diyor ki,
(Küçük mescidlerde, imâmın tekbîri işitilirken, müezzin yüksek sesle tekbîr
getirirse, nemâzı bozulur.)
[Sesi lüzûmundan fazla yükseltmek günâh olduğu gibi,
ho-parlörden çıkan, imâmın ve müezzinin sesi değildir. Bunların sesi elektrik
ve miknâtis hâline dönüyor. Bu elektrik ve miknâtisin hâsıl etdiği ses
duyuluyor. Aynı nemâzı kılan kimsenin sesine uymak şartdır. Aynı nemâzı
kılmıyan başka bir kimseden ve bir âletden çıkan sese uyanların nemâzları sahîh
olmaz. (Redd-ül-muhtâr) kitâbı, birinci
cild, beşyüzonyedinci sahîfede (Hâfızın sesi, dağlarda, çöllerde, ormanlarda ve
başka herhangi bir vâsıta ile etrâfa saçılırsa, bu ikinci sesler, Kur’ân-ı kerîm okumak olmaz. Bunlardan işitilen secde
âyeti için, secde etmek lâzım gelmez) buyuruyor. Bunların insan okuması
olmadıkları, insan okumasına benzedikleri (Halebî-yi
kebîr)de de yazılıdır. Din mütehassıslarının bu açık yazıları, radyo
ile, ho-parlör ile Kur’ân-ı kerîm ve ezân okumanın
ve dinlemenin ve bunlarla nemâz kılmanın yanlış olduğunu göstermekdedir.
Ho-parlör ve radyo ile ezân ve Kur’ân-ı kerîm
okumanın câiz olmadığı, Elmalılı Muhammed Hamdi efendi tefsîrinin üçüncü cild,
[2361]. ci sahîfesinde uzun yazılıdır. Hele başka binâda olan imâma hoparlörle
uyarak kılınan nemâz sahîh olmadığı gibi, çirkin bid’at
olur. Büyük günâh olur. Yetmişinci maddenin 3. cü sahîfesine ve elliikinci
maddeye bakınız!
Mi’nârelere konulan ho-parlör, ba’zıları için bir tenbellik
vâsıtası olmuş, ezânı karanlık odalarda oturarak ve sünnete
uymıyarak okumalarına sebeb olmuşdur. (Fetâvâ-yı
Hindiyye)de diyor ki, (Ezânı vaktinden evvel okumak, câmi’ içinde
okumak, oturarak okumak ve sesini tâkatından fazla yükseltmek ve kıbleye karşı
okumamak ve tegannî yaparak okumak mekrûhdur.
İkâmet okunurken gelen, otu-
rur.
Sonra, müezzin Hayye-alelfelâh derken,
herkesle kalkar). İbni Âbidîn nemâzı anlatmağa başlarken diyor ki,
(Vaktinde okunan ezân, islâm ezânı olur. Vaktsiz okunan ezân, konuşmak olur.
Din ile alay etmek olur). Asrlarca, göklere doğru uzanan, ma’nevî süslerimiz
minâreler de, bu kötü bid’at yüzünden, birer
ho-parlör direği hâline getirilmekdedir. İslâm âlimleri fennin bulduklarını hep
iyi karşılamışdır. Radyo, televizyon ve ho-parlörle, her yerde fâideli yayınlar
yapılması da sevâbdır. Fekat, ibâdetleri ho-parlörün tırmalayıcı sesi ile
yapmak câiz değildir. Ho-parlörleri câmi’lere
koymak, lüzûmsuz bir isrâfdır. Îmânlı kalblere ilâhî te’sîrler yapan sâlih
mü’minlerin sesleri yerine, âdetâ kilise çanı gibi zırlayan bu âlet yok iken,
minârelerde okunan ezânlar ve câmi’lerdeki tekbîr sesleri, ecnebîleri bile
vecde getiriyordu. Her mahallede okunan ezânları işiterek câmi’leri dolduran
cemâ’at, Eshâb-ı kirâm zemânında olduğu gibi, nemâzlarını huşû’ ile kılıyorlardı.
Ezânın mü’minleri heyecâna getiren ilâhî te’sîri, ho-parlörlerin metalik
sesleri, oğultuları ile gayb olmakdadır.] [Muhammed Hayât-i Sindînin (Gâyetüt-tahkîk) kitâbındaki 6.cı risâle (Hâd-üd-dâllîn)dir. Bu risâlede diyor ki, imâm-ı
Ebû Nu’aym İsfehânî (Hilyetül-Evliyâ) kitâbı,
üçüncü cildinde, Abdüllah ibni Abbâs diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” buyurdu ki, (İblîs yer yüzüne indirilince,
Allahü teâlâya sordu: Âdem aleyhisselâm indirilince, kullarına Cennet, se’âdet
yolunu göstermek için, ona kitâb ve Peygamberler verdin. Ona vereceğin kitâb ve
Peygamberler nelerdir? Allahü teâlâ: Melekler ve meşhûr Peygamberler ve dört
meşhûr kitâbdır, buyurdu. Kullarını azdırmak için, bana hangi kitâbları ve
Peygamberleri vereceksin, dedi. Senin kitâbın, nefsi azdıran şi’rler ve
mûsikîdir. Peygamberlerin, kâhinler, falcılar, büyücülerdir ve aklı gideren,
kalbleri karartan gıdaların da, Besmelesiz yinilen, içilen şeyler ve serhoş
eden içkilerdir. Nasîhatların yalan, evin spor sahaları ve hamamlar ve
tuzakların, çıplak gezen kızlar, mescidlerin,
fısk meclisleridir. Müezzinlerin
mizmârlar [çalgılar]dır) buyurdu. Ya’nî Cehennem yolunu
gösteren, müezzinlerin çalgılardır. Allahü teâlânın ve Peygamberimizin,
(şeytânın müezzini, ezânı) dediği radyoları, ho-parlörleri ibâdetlerde
kullanmanın büyük günâh olduğu, buradan da anlaşılmakdadır.]
Sünnete uygun olarak okunan ezân ile alay eden,
beğenmiyen, söz ile, hareket ile, hakâret eden kâfir [Allahın düşmanı] olur.
Müezzin ile alay eden kâfir olmaz.
İmâm olmak, müezzinlik yapmakdan ve ikâmet okumak, ezân
okumakdan efdaldir.
(Se’âdet-i ebediyye) kitâbı hakkında şi’r:
Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim, gençler!
Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir bu!
İlm ile ma’rifetdir, hep içindekiler,
Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir bu!
En büyük âlimlerin, en büyük velîlerin,
En meşhûr sîmaların, en ulvî gönüllerin,
Âleme ışık tutan, hayât sunan ellerin,
Kalem ve kalblerinden, sızan bir katredir bu!
Resûlullahın yolu, hakîkî müslimânlık,
Ve her iki cihânda, aranılan sultânlık,
Sulhda her an çalışan, harblerde kahramanlık,
Gösteren ceddimizden, bize emânetdir bu!
Her kelimesi huccet, ilmdir her cümlesi,
Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin sesi.
Kalbden pasları siler ve artdırır hevesi,
İşte başlı başına, bir islâmiyyetdir bu!