Nemâzın doğru olması için, abdestin ve guslün doğru olması
lâzımdır. İbni Âbidîn, (Dürr-ül-muhtâr) şerhinde
buyuruyor ki: (Cünüb olan her kadının ve erkeğin ve hayzdan ve nifâsdan
kurtulan kadınların, nemâz vaktinin sonuna o nemâzı kılacak kadar zemân
kalınca, gusl abdesti alması farzdır).
Farzları yapanlara çok sevâb vardır. Yapmıyanlara
da, büyük günâh vardır. (Gunyet-üt-tâlibîn) kitâbının
bildirdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor
ki: (Gusl abdesti almağa kalkan bir kimseye,
üzerindeki kıl adedince [ya’nî pekçok
demekdir] sevâb verilir. O kadar günâhı afv olur. Cennetdeki derecesi
yükselir. Guslü için ona verilecek sevâb, dünyâda bulunan herşeyden dahâ hayrlı
olur. Allahü teâlâ, Meleklere, bu kuluma bakınız! Gece, üşenmeden kalkıp, benim
emrimi düşünerek, cenâbetden gusl ediyor. Şâhid olunuz ki, bu kulumun
günâhlarını afv ve magfiret eyledim buyurur).
(Ey Oğul İlmihâli)nin doksanbirinci
sahîfesinde yazılı hadîs-i şerîfde, (Kirlenince,
çabuk gusl abdesti alın! Çünki kirâmen kâtibîn melekleri, cünüb gezen kimseden
incinir) buyuruldu. Yine, aynı sahîfede: İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki,
bir kimse, rü’yâda bana dedi ki, (Bir mikdâr zemân, cünüb kaldım. Şimdi üzerime
ateşden gömlek giydirdiler. Hâlâ ateş içindeyim). (Zevâcir)
ve (Risâle-i ünsiyye) kitâblarındaki
hadîs-i şerîfde, (Resim, köpek ve cünüb kimse
bulunan eve rahmet melekleri girmez) buyuruldu. Nemâz kılan ve
kılmıyan herkes, bir nemâz vaktini cünüb geçirirse, çok acı azâb göreceği (Zevâcir)de yazılıdır. Öğle ezânından sonra cünüb
olan, öğle nemâzını kılmamış ise, ikindi vaktine kadar; kılmış ise, akşam
nemâzına kadar gusl etmelidir. Yıkanamazsa, teyemmüm etmelidir. Hanefî mezhebinde guslün farzı
üçdür:
1 - Ağzın hepsini iyice
yıkamak. Ağız dolusu su içmekle de olur ise de, yutmak mekrûhdur
diyen de olmuşdur.
2
- Burnu
yıkamak. Burundaki kuru kir altını ve ağızdaki, çiğnenmiş ekmek altını
yıkamazsa gusl sahîh olmaz. Hanbelî mezhebinde,
mazmaza ve istinşâk, abdest alırken de, guslde de farzdır.
3 - Bedenin her yerini
yıkamakdır. Bedenin, ıslatılmasında harac olmıyan yerlerini yıkamak farzdır. Yıkanan yerleri oğalamak lâzım değil ise de, müstehabdır. İmâm-ı mâlik
ile İmâm-ı Ebû Yûsüf lâzımdır buyurdu. Göbek içini, bıyık, kaş ve sakalı ve
altlarındaki derileri ve başdaki saçları ve ferci yıkamak farzdır. Gözleri, kapalı küpe deliğini, sünnet derisi altını yıkamak farz
değildir, müstehabdır. Kadınlar, örülü saçın
diblerini ıslatınca, örgüyü yıkamak lâzım değildir. Saç dibleri ıslanmazsa,
örgüyü açmak lâzım olur. Örülmemiş saçların her tarafını da yıkamak farzdır. Traş olursa, kesilen saçları [ve diğer
kılları ve tırnakları] yıkamak lâzım değildir. İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”
beşinci cild ikiyüzyetmişbeşinci sahîfede diyor ki, (Cünüb iken, kasıkları traş
etmek mekrûhdur). [Cünüb iken saç, tırnak
kesmenin de mekrûh olduğu buradan
anlaşılmakdadır.] Pire, sinek kirlerinin ve kınanın ve insan kirinin, akıcı
yağların, çamurun altını yıkamak farz değildir.
Deriye yapışmış, hamur, mum, sakız, katı yağ, balık pulu, çiğnenmiş ekmek,
[Tırnakdaki oje denilen boya] gibi su geçirmiyen şeylerin altını yıkamak
lâzımdır. Dişlerin arasında ve diş çukurunda bulunan yemek artıklarının altına
su geçmezse, altı yıkanmazsa gusl abdesti câiz olmaz. Yüzük sıkı ise, çıkarmak
veyâ hareket etdirmek lâzımdır. Küpe de böyledir. Küpe deliğinde, küpe yoksa ve
delik açıksa kulağı ıslatırken, delik ıslanırsa, yetişir. Islanmazsa, deliği
parmakla ıslatmalıdır. Bütün bunlarda ıslandığını çok zan etmek yetişir. Ağzını
veyâ başka yerini yıkamağı unutup, nemâz kılsa, sonra hâtırlasa, orasını
yıkayıp farzı tekrâr kılar. Tenhâ yer yoksa,
başkasının yanında avret yerini açmaz. Tenhâ oluncıya kadar bekler. Nemâz vakti
daralır ise, başkaları yanında tahâretlenmez. Donunu da yıkamaz.
Necâset
ile nemâz kılar. Çünki, harâmdan kaçmak, farzı yapmakdan dahâ çok sevâbdır. Sonra tenhâ yer
bulunca tahâretlenir, donunu yıkar ve nemâzı iâde eder. Abdestin ve guslün vâcibleri yokdur. Guslün sünnetleri,
abdestin sünnetleri gibidir. Yalnız guslde,
abdestdeki sıra ile yıkamak, sünnet değildir. Müstehabları da, aynı olup yalnız, guslde kıbleye
dönülmez ve düâ okunmaz. Yalnız besmele çekilir ve kelime-i şehâdet söylenir.
Havuzda, nehrde, denizde, yağmur altında ıslanan, ağzını ve burnunu da yıkasa,
abdest ve gusl almış olur.
Sünnet üzere gusl abdesti almak için, önce, temiz
olsalar dahî, iki eli ve avret yerini yıkamalıdır. Sonra bedeninde necâset
varsa yıkamalı, sonra, tam bir abdest almalı, yüzünü yıkarken, gusle niyyet
etmeli, ayakları altında su toplanmıyorsa, ayakları da yıkamalıdır. Sonra bütün
bedene üç def’a su dökmelidir. Önce üç def’a başa, sonra sağ omuza, sonra sol
omuza dökmeli, her döküşde, o taraf temâm ıslanmalıdır. Birinci dökmede
oğmalıdır. Guslde, bir uzva dökülen suyu, başka uzvlara akıtmak câiz olup,
orası da temizlenir. Çünki, guslde bütün beden, bir uzv sayılır. Abdest alırken
bir uzva dökülen su ile, başka uzv ıslanırsa, yıkanmış sayılmaz. Gusl temâm
olunca, tekrâr abdest almak mekrûhdur. Gusl
ederken abdesti bozulursa, bir dahâ almak lâzım olur. Şâfi’îyi
ve mâlikîyi taklîd edenler buna dikkat
etmelidir. Abdest bozulmadan, başka yerde almak veyâ nemâz kılıp sonra almak
câizdir.
Abdestde ve guslde, lüzûmundan fazla su kullanmak isrâf
olup, harâmdır. Sekiz rıtl [ya’nî binkırk dirhem-i
şer’î veyâ üç buçuk kilo] su ile, sünnete uygun
gusl edilebilir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir Müd [ya’nî iki
rıtl, ya’nî 875 gr.] su ile abdest alır, bir sâ’ hacminde su ile gusl ederdi.
[Bir sâ’
[Hanefî mezhebinde dişlerin
arası ve diş çukuru ıslanmazsa gusl temâm olmaz. Bunun için, diş kaplatınca ve
doldurunca, gusl abdesti sahîh olmaz. İnsan cenâbetlikden kurtulmaz. Evet,
imâm-ı Muhammede göre sallanan dişleri altın tel ile bağlamak ve düşen,
çıkarılan diş yerine altın diş takmak câizdir. İmâm-ı a’zam ise, altın câiz
olmadığını ictihâd buyurmuşdur. İmâm-ı Ebû Yûsüf, bir rivâyetde, imâm-ı Muhammed
gibi buyurmuşdur. Eshâb-ı kirâmdan Arfece bin Sa’da, altın burun takması için
izn verilmesi, İmâm-ı a’zama göre, yalnız Arfeceye mahsûsdur denilmişdir.
Nitekim Zübeyr ve Abdürrahmân “radıyallahü teâlâ anhümâ” için, ipek giymelerine
izn verilmişdi ve yalnız bunlara mahsûsdu,
denilmişdir. Fekat, fetvâ, İmâm-ı Muhammed kavli ile olup, gusl abdesti
alırken çıkarılabilen takma diş, kulak ve burunun, altından olmaları câiz
görülmüşdür. İmâmlarımızın bu ayrılığı, takma dişin ve sallanan dişe sarılan
tellerin altından olup olmamasındadır ve gusle mâni’ olmıyacak şeklde
çıkarılması mümkin olduğu hâldedir. Yoksa, gusl bahsinde, hanefî mezhebinin bütün imâmları, dişlerin ıslanması
lâzım olduğunu söylemekdedir. Ya’nî, altın, gümüş ve necs olmıyan başka
maddelerden yapılan kaplama ve dolguların altlarına su geçmeyince, hanefî mezhebi âlimlerinin hepsine göre, gusl abdesti
câiz olmaz.
(Halebî-yi kebîr)de diyor ki, (Dişler
arasında yemek artığı kalıp, altı yıkanamazsa, gusl câiz olur. Çünki, su akıcı
olup, bu artıkların altına sızar. Fekat bu artıklar, çiğnenerek katılaşmış ise,
gusl abdesti câiz olmaz. Doğrusu da, budur. Çünki, su, bunun altına sızmaz.
Bunda zarûret ve harac da yokdur). (Kâdîhân),
(Nâtifî)den alarak diyor ki, (Diş arasında yemek artığı bulunursa,
gusl temâm olmaz. Bunu çıkarıp altını yıkamak lâzımdır).
(Mecmû’a-i Zühdiyye)de diyor ki, (Gerek az,
gerek çok, dişlerin arasında kalan yemek kırıntısı, katı hamur gibi olup da,
suyu geçirmezse, gusle mâni’dir).
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Dişlerin
arasında veyâ diş çukurunda bulunan şey, gusl abdestine zarar vermez diye fetvâ
veren olmuş ise de, bu şey, katı olup, altı-
na
su geçmez ise, gusl abdesti câiz olmaz. En doğrusu da budur). İbni Âbidîn
“rahmetullahi aleyh” bunu açıklarken buyuruyor ki, (Zararı olmaz diye fetvâ
verilmesi, su, dişdeki şeyin altına sızıp, ıslatacağı içindir. (Hulâsat-ül-fetâvâ)da da, böyle yazmakdadır. Bu
fetvâdan da anlaşılıyor ki, altına su geçmezse, gusl câiz olmaz. (Hilye) kitâbı da böyle diyor. (Münyet-ül-musallî) şerhinde de böyle yazılıdır.
Çünki, su dişe sızmadığı gibi, burda zarûret ve harac yokdur demekdedir).
(Merâkıl-felâh)ı açıklıyan Tahtâvî
buyuruyor ki, (Diş çukurunda veyâ dişler arasındaki yemek artıklarının altına
su geçerse, gusl câiz olur. Bunlar, sert olup altına su geçmez ise, gusl câiz
olmaz. (Feth-ul-kadîr)de de böyle
yazılıdır).
Tahtâvî (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesinde
diyor ki, (Dişleri arasına veyâ diş çukuruna giren yemek parçası altına su
sızacağı için gusle mâni’ olmaz. Suyun sızdığında şübhe ederse, bunları çıkarıp
dişlerin arasını ve çukurunu yıkamalıdır).
Her müslimânın ibâdet yaparken ve harâmdan
sakınırken, kendi mezhebi âlimlerinin, (Fetvâ böyledir), (En iyisi budur), (En
doğru söz budur) gibi bildirdiklerine uyması lâzımdır. Kendi arzûsu ile yapdığı
bir şey, buna uymasına mâni’ olur ve bu mâni’ olmanın önlenmesinde (harac), meşakkat bulunursa, kendi mezhebinde
doğru olduğu bildirilen başka bir söze uyması lâzımdır. Meselâ, ödünç
verdiğinin senedine ödeme târîhi koymak harâmdır.
Fâiz olur. Fekat başkasına havâle edilmek yolu ile, ikisinin de belli târîhde
ödemeleri câiz olur. Böyle de yapamazsa, hanefî
mezhebinde bulunan kimse, hanefî mezhebindeki
âlimlerin fetvâ olarak seçilmemiş za’îf sözlerine uyarak, işini görür. İkinci
kısm, 1. ci maddeye ve üçüncü kısm, 12. ci maddeye bakınız! Böyle kurtuluş yolu
da bulamazsa, diğer üç mezhebden birini taklîd ederek, ya’nî bir mezhebe uyarak
o işi yapar. Hanefî mezhebinin âlimleri, bu
kimsenin başka mezhebi taklîd etmesinin vâcib
olduğunu bildiriyor. Meselâ, (İbni Âbidîn), üçüncü
cildin 190. cı sahîfesinde ta’zîri
anlatırken buyuruyor ki, (Büyük âlim İbni Emîr Hâc, (Tahrîr)
şerhinde: Şer’î delîl gösteriyor ki, bir müctehidin sözü ile
amel etmek ve ihtiyâc olunca, başka bir müctehidi taklîd etmek lâzımdır. Bu
delîl, (Bilenlerden sorunuz!) âyet-i
kerîmesidir. Belli bir hâdise ile karşılaşılınca, bunun nasıl yapılacağı
sorulur. Bu iş hakkında, bir müctehidin sözü biliniyorsa, o işi bu söze uyarak
yapmak vâcib olur demekdedir). Görülüyor ki,
başka mezhebi taklîd etmesi vâcib olmakdadır.
Başka bir mezhebi taklîd etmesi de mümkin olmazsa, haraca sebeb olan şeyi
yapmasında zarûret olup olmadığına bakılır:
A - Haraca sebeb olan şeyi yapmasında zarûret varsa, o farzı terk etmesi veyâ harâmı
zarûret mikdârı işlemesi câiz olur. Zarûret ile yapılan şeyde, zarûret bitince
harac devâm ederse, yine böyledir.
B - Haraca sebeb olan şey, zarûret olmadan yapılmış veyâ
zarûret ile birkaç şey yapılabilir ve bunlardan harac bulunan şeyi yapmağı
seçerse, farzı terk etmesi câiz olmaz. Fıkh
âlimleri, bu kâ’ideye uyarak birçok mes’eleyi çözmüşlerdir:
1 - Sallanan diş gümüş tel ile bağlanınca, imâm-ı Muhammed,
gümüş koku yapar, altın tel ise yapmaz dedi. Zarûret olduğu için altın ile
bağlamak harâm olmaz dedi. İmâm-ı a’zam ise,
gümüş tel de koku yapmaz. Altın tel ile bağlamak zarûret olmadığı için, harâm olur dedi. İmâm-ı Muhammedin “rahmetullahi teâlâ
aleyh” kavli ile amel olunur. Başka mezhebi taklîde ihtiyâc yokdur.
2
- Bir
erkeğin, zevcesi ile süt kardeş oldukları, fekat birinin veyâ her ikisinin bir
kerre emmiş olduğu anlaşılsa, hanefî mezhebine
göre nikâhları bozulur. Yâ, ayrılırlar. Yâhud, şâfi’î
mezhebini taklîd ederler. Nikâhlarında velîleri bulunmamış ise, yeniden şâfi’î mezhebine göre nikâh yaparak evli kalırlar.
Doyuncıya kadar beş kerre emmiş ise, şâfi’î mezhebini
taklîd mümkin olmaz. Ayrılmaları lâzım olur.
3
- Akşam
nemâzı için otobüsü durduramıyan, inip yerde vaktinde kılar. Sonra gelen başka
otobüse biner. Yâhud, vaktinden sonra, şâfi’îyi
taklîd ederek, yat-
sı
ile birlikde kılması câiz olur. İkindi nemâzı için otobüsü durduramıyanın, inip
yerde kılması şartdır. Çünki, şâfi’îde de
ikindi akşam ile birlikde kılınmaz.
4 - Fakîr olup, nafaka
te’mîn edemiyen kimseyi, zevcesi mahkemeye verip, boşanmak isterse, hanefî olan hâkim boşayamaz. Şâfi’î
mezhebinde olan hâkim boşar. Hanefî olan
zevce, şâfi’î olan hâkime mürâce’at eder. Bu
hâkim, boşar. Bu hâkimin hükmü nâfiz olur. İkinci kısmda, otuzsekizinci maddeye
bakınız!
İnsanı birşey yapmağa zorlıyan semâvî sebebe, ya’nî insanın
elinde olmıyarak hâsıl olan sebebe (Zarûret) denir.
İslâmiyyetin emr ve yasak etmesi ve tedâvî edilemiyen şiddetli ağrı ve bir
uzvun yâhud hayâtın telef olmak tehlükesi ve başka birşey yapamamak
mecbûriyyeti hep zarûretdir. Bir farzın
yapılmasına mâni’ veyâ harâm işlemeğe sebeb
olanı önlemenin meşakkatli, güç olmasına (Harac) denir.
Herhangi bir sebeb ile diş kaplatan veyâ diş doldurtan
kimsenin, hanefî mezhebi âlimlerinin
“rahmetullahi aleyhim ecma’în” sözbirliği ile gusl abdestinin sahîh olmıyacağı
yukarıda bildirilmişdi. Bunun gusl abdestinin sahîh olmasını sağlamak için
uyulacak hanefî mezhebi âlimlerinin başka
sözleri de yokdur. Ba’zı kimseler, bunun diş kaplatmadan veyâ doldurtmadan
evvel, gusl abdesti alması ve her zemân bunlar üzerine mesh etmesi câiz olur
diyor ise de, bu söz doğru değildir. Çünki, mest üzerine mesh ayaklara
mahsûsdur ve guslde değil, abdest almakdadır. Kaplama ve dolgunun yara
üzerindeki sargıya benzemediği de birkaç sahîfe ileride bildirilecekdir.
İbâdet yapmakda veyâ harâmdan
sakınmakda, harac olunca, harac bulunmıyan başka mezhebi taklîd etmek lâzım
olduğu, birçok kitâblarda, meselâ (İbni Âbidîn)de
ellibirinci ve ikiyüzellialtıncı ve ikinci cild beşyüzkırkikinci ve üçüncü cild
yüzdoksanıncı sahîfelerde ve (Mîzân)ın
onsekizinci sahîfesinde ve (Hadîka) ve (Berîka) kitâblarının sonunda ve (Fetâvâ-yı hadîsiyye)de ve (Fetâvâ-yı Hayriyye)nin edeb-ül-kâdî kısmı
sonunda ve imâm-ı Rabbânî (Mektûbât)ı
üçüncü cildinin 22. ci mektûbunda yazılıdır. Bu
mektûb birinci kısm 35.ci maddededir. Bu maddeye bakınız! Şâfi’î âlimlerinden molla Halîl Si’ridînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Ma’füvât) kitâbında
ve şerhinde de yazılıdır. Taklîde niyyet eden kimsenin, niyyet etmeden önce
kılmış olduğu, o vaktin nemâzı sahîh olur. Dahâ önceki vaktlerinkini kazâ etmesi
lâzım gelir. Tahtâvî, (Merâkıl-felâh) hâşiyesi,
doksanaltıncı sahîfesinde ve ayrıca bunun tercemesi olan (Ni’met-i islâm)da şöyle yazıyor: (Bir hanefînin kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi
yapabilmesi için şâfi’î mezhebini taklîd
etmesinde bir be’s yokdur. (Bahrürrâık) ve
(Nehrülfâık)da da böyle yazılıdır. Fekat
bu işi yaparken, şâfi’î mezhebinin şartlarını
da yerine getirmesi lâzımdır. Harac olmadan ve şartlarını yapmadan taklîd
ederse, buna (Müleffık) denir ki,
kolayları arayıp toplayıcıdır. Bu, câiz değildir.
Hanefî yolcunun şâfi’î
mezhebini taklîd ederek öğle ile
ikindi nemâzlarını ve akşam ile yatsı nemâzlarını birlikde kılabilmesi için, bunları
kılarken, imâm arkasında Fâtiha okuması, kendi (Sev’eteyn)ine,
ya’nî iki çirkin yerine eli ayası ve nikâh ile alması ebedî harâm olan onsekiz kadından başka kadının derisine
derisi değerse, abdest alması, abdeste niyyet etmiş olması ve az necâsetden de
sakınması lâzımdır). Mâlikîyi de taklîd
edebilir.
Mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini
taklîd etmek için, guslde, abdest almakda ve nemâzda niyyet ederken, bu mezhebe
de tâbi’ olduğunu hâtırlamak yetişir. Ya’nî, gusl abdesti almağa başlarken
(Niyyet etdim gusl abdesti almağa ve mâlikî
veyâ şâfi’î mezhebine uymağa) sözünü kalbinden
geçiren bir kimsenin gusl abdesti sahîh olur. Ağzında kaplama veyâ dolgu
bulunan hanefî mezhebindeki bir kimse, böyle
niyyet edince, boy abdesti sahîh olur.
Cünüblükden kurtulur, temiz olur. Böyle kimsenin, nemâz kılacağı ve Kur’ân-ı kerîmi tutacağı zemân, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebine
göre de abdest alması lâzımdır. Şâfi’î mezhebini
taklîd edince, çok ihtiyâr veyâ bâlig olmamış gösterişli çocuk da olsa,
nikâhlanmaları câiz olan erkekle kadının de-
rileri
birbirlerine dokununca ikisi de ve kendinin veyâ başkasının iki abdest bozma uzvlarına
elayası ile dokununca, nemâz abdesti almalıdır. Cemâ’at ile nemâz kılarken de,
her rek’atde Fâtiha okumalıdır. Necâsetden çok sakınmalıdır. Cemâ’ate geç
gelince, imâmla birlikde rükü’a eğilir. Fâtihanın bir kısmını veyâ hepsini
okumaz. Mâlikîyi veyâ şâfi’î
mezhebini taklîd etmesi, takvâ değildir, fetvâdır, ruhsatdır. Takvâ,
kaplama ve dolguları, takma dişle değişdirmeğe denir.
Kaplama ve dolgusu olan hanefîler,
dört mezheb için söylenmiş olan (Ümmetimin
müctehidleri arasındaki ayrılık, rahmet-i ilâhiyyedir) hadîs-i
şerîfindeki rahmete kavuşarak, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebine
uymakla, cenâbetlikden kurtuluyor. Çünki, şâfi’î
ve mâlikî mezheblerinde gusl abdesti
alırken, ağzı, burnu yıkamak farz değildir.
Niyyet etmek, farzdır. Başka mezhebi taklîd
ederken, o işin o mezhebde sahîh olmasına mâni’ olan, fekat kendi mezhebinde
veyâ diğer bir üçüncü mezhebde mâni’ olmıyan ikinci bir harac hâsıl olursa, bu
işi her üç mezhebe göre yapmağa devâm eder. İzzeddîn bin Abdisselâm şâfi’î ve imâm-ı Sübkî ve İbni Hümâm ve Kâsım gibi
âlimlerin câiz dedikleri telfîk, böyle iki özr ile yapılan taklîddir. Üçüncü
mezhebi taklîde imkân yoksa, kendi mezhebindeki özrü zarûret hâline girerek
ibâdeti sahîh olur. İkinci özr devâmlı değil ise, bu özr bulunmadığı
zemânlardaki ibâdeti, bu mezhebe göre sahîh olur. Görülüyor ki, ikinci mezhebe
göre de özrü hâsıl olanın, üçüncü mezhebi taklîd etmesi telfîk değildir.
Hanefî mezhebindeki bir kimsenin, dişleri kaplama ve dolgulu
iken gusl abdesti sahîh olmadığından, nemâzları da sahîh olmaz. Şâfi’î veyâ mâlikî mezhebini
taklîde başlayıncaya kadar kılmış olduğu nemâzları kazâ etmelidir. Nemâzların sünnetleri yerine kazâ nasıl kılınacağı
yetmişdördüncü maddede bildirilmişdir.
Ba’zıları, dişlerin yıkanması için âyet ve hadîs var mı
diyor. Şunu iyi bilmeli ki, (Edille-i şer’ıyye) dörtdür.
Yalnız ikisini söylemek mezhebsizlik olur. Âyet-i kerîmeden ve hadîs-i şerîfden
ma’nâ çıkaracak âlim, bugün yok gibidir. Bizler, âyetlerin ve hadîslerin
ma’nâlarını iyi anlamış ve fıkh kitâblarında bildirmiş olan büyük âlimlerden
birini, kendimize, imâm, rehber edindik. Onun gösterdiği gibi ibâdet ediyoruz.
Bizim rehberimiz, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfedir. Dört mezhebden birini taklîd eden
kimse, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere
uymuş olur.]
Onbir dürlü gusl abdesti vardır: Beşi farzdır. Bunlardan ikisi, kadının hayz ve nifâsdan
kurtulunca gusl abdesti almasıdır.
(Hayz), akmak demekdir. Sekiz
yaşını bitirip, dokuz yaşına basdıkdan birkaç gün veyâ ay, yâhud seneler sonra,
sıhhatli bir kızın veyâ âdet zemânı son dakîkasından i’tibâren (Tam temizlik) geçmiş olan kadının önünden çıkan
ve en az üç gün, ya’nî ilk görülmesinden i’tibâren yetmişiki mu’tedil ya’nî
vasatî sâat devâm eden kana denir. Buna (Sahîh kan)
da denir. Âdet zemânından sonra başlıyan onbeş veyâ dahâ ziyâde gün
içinde hiç kan görülmezse ve öncesi ve sonrası hayz günleri olursa, bu temiz
günlere (Sahîh temizlik) denir. Onbeş
veyâ dahâ ziyâde temiz gün içinde fâsid kan ya’nî istihâza kanı bulunursa, bu
günlerin hepsine (Hükmî temizlik) veyâ (Fâsid temizlik) denir. Hayz müddeti içinde kan
görülmiyen günlere de (Fâsid temizlik) denir.
Sahîh temizliğe ve hükmî temizliğe (Tam temizlik) denir.
Tam temizlikden önce ve sonra görülüp, üç vasatî gün devâm eden kanlar iki ayrı
hayz olurlar. Beyâzdan başka her renge ve bulanık olana hayz kanı denir. Bir
kız, hayz görmeye başlayınca (bâliga) olur.
Ya’nî kadın olur. Hayz görmiyen kızın ve menîsi olmıyan oğlanın, onbeş yaş
temâm olunca, bâlig sayılacağı (Dürr-i Yektâ) şerhinde
yazılıdır. Hayz kanı görüldüğü andan, kesildiği güne kadar olan günlerin
sayısına (Âdet zemânı) denir. Âdet
zemânı en çok on gündür. En az üç gündür. Şâfi’î
ve hanbelî mezheblerinde, en çoğu onbeş, en azı
bir gün, mâlikîde en çoğu 15 gün ise de, ilk
görülen kan hayz olur. Mâlikî ve şâfi’î mezhebini taklîd eden hanefî
mezhebindeki bir kadının âdeti on günü aşarsa, bu günlerde kılmadığı
nemâzlarını temizlendikden sonra kazâ eder.
Hayz kanının durmadan hep akması lâzım değildir. İlk görülen
kan kesilip, üç gün sonra tekrâr görülürse, aradaki temizlik, fâsid temizlik
olup, sözbirliği ile hep akdı kabûl edilir. Onuncu gününden önce görülürse,
imâm-ı Muhammedin imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden rivâyet etdiğine göre, on gün
içinde hep akdı kabûl edilir. İmâm-ı Muhammedin bildirdiği başka bir rivâyet de
vardır. İmâm-ı Ebû Yûsüfe ve şâfi’îye ve mâlikîye göre ise, onbeşinci günden önce görülünce, bütün temizlik günlerinde
hep akdı kabûl edilir. Bir kız, bir gün kan, sonra ondört gün temizlik,
sonra bir gün kan görse ve bir kadın, bir gün kan, on gün temizlik ve bir gün
kan görse veyâ üç gün kan, beş gün temizlik ve bir gün kan görse, imâm-ı Ebû
Yûsüfe göre, kızın ilk on günü hayz olur. Birinci kadının âdet günü kadarı hayz
olup, sonraki günlerin hepsi istihâza olur. İkinci kadında, dokuz günün hepsi
hayz olur. İmâm-ı Muhammedin birinci rivâyetine göre, yalnız ikinci kadının
dokuz günü hayz olur. İmâm-ı Muhammedin ikinci rivâyetine göre, yalnız ikinci
kadının ilk üç günü hayz olup, diğerleri hayz olmazlar. Biz, aşağıdaki
bilgilerin hepsini, (Mültekâ) kitâbından
terceme ederek, imâm-ı Muhammedin birinci rivâyetine göre yazdık. Bir gün, tam
yirmidört mu’tedil, ya’nî vasatî sâat demekdir. Evlenmemiş (Bâkire) kadınların, yalnız hayz zemânında, evli
olanların ise her zemân, fercin ağzına (Kürsüf) denilen
bez veyâ saf nebâtî pamuk koymaları ve buna koku sürmeleri müstehabdır. Sun’i pamuk sıhhate zararlıdır. Kürsüfün
hepsini fercin içine sokmaları mekrûhdur. Kürsüf
üzerinde, aylarca, hergün kan lekesi gören kız, ilk on gün hayzlı, sonra yirmi
gün istihâzalı kabûl edilir. (İstimrâr) denilen
bu kan kesilinceye kadar, hep böyle devâm eder.
Bir kız, üç gün kan görüp, bir gün
görmese, sonra bir gün görse, iki gün görmese, bir gün dahâ görüp bir gün
görmese, yine birgün görse, bu on günün hepsi hayz olur. Her ay, bir gün kan
görse, bir gün görmese, böyle on gün birer gün görüp görmese, gördüğü günlerde
nemâzı ve orucu terk eder. Ertesi günlerde gusl abdesti alıp nemâzlarını kılar [Mesâil-i şerh-i vikâye]. Mâlikî mezhebi s.889 dadır.
Üç günden, ya’nî yetmişiki sâatden, beş dakîka bile az olan
ve yeni başlıyan için on günden çok sürünce, onuncu günden sonra ve yeni
olmıyanlarda âdetden çok olup, on günü de aşınca, âdetden sonraki günlerde
gelmiş olan ve hâmile ve âyise [ihtiyâr] kadınlardan ve dokuz yaşından küçük
kızlardan gelen kanlar, hayz olmaz. Buna (İstihâza)
veyâ (Fâsid kan) denir. Kadın
ellibeş yaşlarında (Âyise) olur. Âdeti
beş gün olan, güneşin yarısı doğunca kan görüp, onbirinci sabâhı güneşin üçde
ikisi doğarken kan kesilse, ya’nî on günü birkaç dakîka aşmış olsa, âdet zemânı
olan beş günden sonra gelenler, istihâza olur. Çünki, güneşin doğma zemânının
altıda biri kadar, on günü ve on geceyi aşmışdır. On gün temâm olunca gusl
edip, âdetden sonraki günlerde kılmadığı nemâzları kazâ eder.
İstihâza günlerinde bulunan bir kadın, idrârını tutamıyan
veyâ sık sık burnu kanayan kimse gibi, özr sâhibi olur. Elliüçüncü maddede
bildirildiği gibi, nemâz kılması ve oruc tutması lâzım olur ve kan gelirken
dahî vaty câiz olur. İstihâza kanı hastalık alâmetidir. Uzun zemân akması,
tehlükeli olur. Tabîbe mürâce’at etmek lâzım olur. Kardeş kanı (Sang-dragon) denilen kırmızı sakızı toz edip
sabâh, akşam birer gramı su ile yutulursa, kanı keser. Günde beş gram
alınabilir.
İmâm-ı Muhammedin bir kavline göre, bir kız, ömründe ilk
olarak, bir gün kan görse, sonra sekiz gün görmese ve onuncu gün yine görse, on
günün hepsi hayz olur. Fekat, birgün görse, dokuz gün görmese, onbirinci günü
yine görse, hiçbiri hayz olmaz. Kan görülen iki gün istihâza olur. Çünki,
onuncu günden sonra görülen kandan önceki temizlik günlerinin, imâm-ı Muhammede
göre hayz sayılmıyacağı yukarıda bildirilmişdi. Onuncu ve onbirinci günleri kan
görürse, aradaki temizlikler de hayz sayılarak, on günü hayz, onbirinci günü
istihâza olur.
Bir kadının hayz ve temizlik zemânı çok def’a, her ay aynı
gün sayısında olur. Burada bir ay demek, bir hayz başından, ikinci hayz başına
kadar geçen zemân de-
mekdir.
Âdet zemânı belli olan kadın, bir kerre, başka sayıda sahîh kan görünce âdeti değişir. Temizlik sayısı da, bir kerre,
başka sayıda sahîh temizlik görmekle değişir. Fâsid kan ve fâsid
temizlik, âdeti değişdirmez.
Yeni hayzdaki kan müddeti, on günü
geçerse ve bunun üç veyâ ziyâde günü, önceki âdet zemânı günlerine rastlamazsa, âdet
zemânı değişirse de, gün sayısı değişmez. Âdet zemânına rastlarsa, rastladığı
gün sayısı hayz, kalanı istihâza olur. Âdeti beş gün kan ve ellibeş gün
temizlik olan kadın, beş kan, kırkaltı temizlik, onbir kan görse, âdet zemânı
değişir, sayısı değişmez. Beş kan, elliyedi temizlik, üç kan, ondört temizlik,
bir kan görse, sayısı üç olur. Zemânı değişmez. Buradaki ondört günlük fâsid
temizlik, devâmlı kan demekdir. Yeni hayzdaki kan müddeti, on günü geçmezse ve
sonra sahîh temizlik olursa, kan günlerinin hepsi yeni hayz olur. Sonra sahîh
temizlik olmazsa, önceki âdet sayısı değişmez. Âdetden sonra ve on günden önce
kesildiği nemâz vaktinin sonu yaklaşıncıya kadar beklemesi müstehab olur. Sonra gusl edip, o vaktin nemâzını
kılar. Sonra vaty câiz olur. Beklerken, guslü ve nemâzı kaçırırsa, nemâz vakti
çıkınca guslsüz vaty câiz olur.
Kızda ilk olarak ve kadında âdetinden
onbeş gün sonra görülen kan üç günden önce kesilince, nemâz vaktinin sonu
yaklaşıncaya kadar bekler. Sonra gusl etmeden yalnızca abdest alıp, o nemâzı
kılar ve önce kılmadıklarını kazâ eder. O nemâzı kıldıkdan sonra kan yine
gelirse, nemâz kılmaz. Yine kesilirse, vakt sonuna doğru yalnız abdest alıp, o
nemâzı kılar ve kılmadıkları varsa kazâ eder. Üç gün temâm oluncıya kadar böyle
yapar. Fekat gusl etse bile, vaty halâl olmaz.
Kan gelmesi üç günü geçdi ise, âdetden önce kesilince, âdet
zemânı geçinciye kadar, gusl etse bile, vaty halâl olmaz. Fekat nemâz vakti
sonuna kadar kan lekesi görmezse, gusl edip
o nemâzı kılar. Kılmadıklarını kazâ etmez. Oruc tutar. Kan kesildiği günden
sonra, onbeş gün hiç gelmezse, kesildiği gün, yeni âdetinin sonu olur. Fekat,
kan yine başlarsa, nemâzı bırakır. Tutmuş olduğu orucu Ramezândan sonra kazâ
eder. Kan durursa, yine nemâz vaktinin sonuna yakın gusl edip, nemâzını kılar.
Oruc tutar. On güne kadar böyle devâm eder. On günden sonra, kan görse de,
tekrâr gusl etmeden kılar ve guslden önce vaty halâl olur. Fekat vatyden önce
gusl abdesti almak müstehab olur. Fecr doğmadan
önce kan kesilse, fecrin doğmasına, yalnız gusl abdesti alıp elbisesini giyecek
kadar zemân olur da, Allahü ekber diyecek kadar fazla zemân kalmazsa, o günün
orucunu tutar. Fekat, yatsıyı kazâ etmesi lâzım olmaz. Tekbîri söyliyecek kadar
da zemân olursa, yatsıyı kazâ etmesi de lâzım olur. İftârdan önce hayz
başlarsa, orucu bozulur. Ramezândan sonra kazâ eder. Nemâz içinde hayz
başlarsa, nemâzı bozulur. Temizlenince farz
nemâzı kazâ etmez. Nâfileyi kazâ eder. Fecr doğdukdan sonra, uyanınca
kürsüfünde kan lekesi gören, o anda hayzlı olur. Uyanınca, yatarken koyduğu
kürsüfünü temiz gören, yatarken hayzdan kurtulmuşdur. İkisine de yatsıyı kılmak
farzdır. Çünki, nemâzın farz
olması, vaktinin son dakîkasında temiz olmağa bağlıdır. Vakt nemâzını kılmadan
önce hayz gören, bu nemâzı kazâ etmez.
İki hayz arasında (Tam temizlik)
bulunması lâzımdır. Bu tam temizlik (Sahîh
temizlik) ise, önceki ve sonraki kanların başka iki hayz olacakları,
sözbirliği ile bildirildi. On günlük hayz müddeti içinde, kan görülen günler
arasında bulunan temizlik günleri hayz kabûl edilmekde, on günden sonraki
istihâzalı günler ise, temiz kabûl edilmekdedir. Bir kız üç gün kan görüp,
sonra onbeş gün kesilse, sonra bir gün kan, sonra bir gün temizlik, sonra üç
gün kan görse, kan görülen ilk ve son üç günler, iki ayrı hayz olurlar. Çünki,
âdeti üç gün olacağından, ikinci hayz, aradaki bir günlük kandan başlıyamaz. Bu
bir gün, önündeki tam temizliği fâsid yapar. Molla Hüsrev “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Gurer)inin şerhinde diyor ki,
(Bir kız, bir gün kan, ondört gün temizlik, bir gün kan, sekiz gün temizlik,
bir gün kan, yedi gün temizlik, iki gün kan, üç gün temizlik, bir gün kan, üç
gün temizlik, bir gün kan, iki gün temizlik, bir gün kan görse, imâm-ı
Muhammede göre, bu kırkbeş gün-
den
yalnız, ondört günden sonra olan, on gün hayz olup, diğerleri istihâza olur).
Çünki, bu on günden sonra tam temizlik olmadığı için, yeni hayz başlamaz.
Sonraki temiz günler, hayz zemânında olmadıkları için, hep akdı kabûl edilmez.
(İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre ise, ilk on gün ve iki tarafı temizlik olan dördüncü on
gün hayz olurlar). Çünki, sonraki fâsid temizlik günleri, imâm-ı Ebû Yûsüfe
göre, hep akdı kabûl edilir. Aşağıdaki birinci maddeye göre, on gün hayzdan
sonra, yirmi gün temizlik, sonra on gün [dördüncü on gün] hayz olur.
Onbeş gün içinde hiç temiz gün
olmadan, kan (İstimrâr) ederse, âdetine
göre hesâb olunur.
Ya’nî, âdetinden sonra başlıyarak bir evvelki ay içindeki temizlik günü kadar
temizlik ve sonra âdeti kadar hayz kabûl edilir.
İstimrâr kızda olursa, arabî (Menhel-ül-vâridîn)
ve türkçe (Mürşid-ün-nisâ) kitâblarında,
bunun dört dürlü olduğu bildirilmekdedir:
1
- İlk
görülen kan istimrâr ederse, ilk on gün hayz, sonra yirmi gün temiz kabûl
edilir.
2
- Kız,
sahîh kan ve sahîh temizlik gördükden sonra istimrâr ederse, bu kız, âdeti
belli olan kadın olur. Meselâ, beş gün kan görse, sonra kırk gün temiz olsa,
istimrâr başından beş gün hayz, sonra kırk gün temiz kabûl edilir. Kan
kesilinceye kadar böyle devâm eder.
3
- Fâsid kan
ve fâsid temizlik görürse, ikisi de âdet kabûl edilmez. Temizlik onbeş günden az olduğu için fâsid ise, ilk görülen kan
istimrâr etmiş gibi kabûl edilir. Onbir gün kan ve ondört gün temiz
olsa, sonra istimrâr etse, birinci kan, on günü aşdığı için fâsiddir. Onbirinci
ve istimrârın ilk beş kan günleri temizlik günleri olup, bu beşinci günden
sonra, on gün hayz, yirmi gün temizlik olmak üzere devâm eder. Temizlik tam
olup, kanlı gün karışdığı için fâsid ise, böyle fâsid temizlik ile kan günleri
toplamı otuzu geçmezse, yine ilk kan istimrâr etmiş gibi kabûl edilir. Onbir
gün kan ve onbeş gün temizlikden sonra istimrâr etmesi böyledir. Onaltı günün
ilk günü kanlı olduğu için, fâsid temizlikdir. İstimrârın ilk dört günleri
temizlik olur. Toplamları otuzu aşar ise, ilk on gün hayz olup, sonra istimrâra
kadar olan günlerin hepsi temiz kabûl edilip, istimrârdan sonra on gün hayz,
yirmi gün temiz olarak devâm eder. Onbir gün kan, sonra yirmi gün temizlik,
sonra devâm etmek böyledir.
4
- Sahîh kan
ve fâsid temizlik görürse, sahîh kan günleri âdet olur. Sonra otuz güne kadar
temizlik kabûl edilir. Meselâ, beş gün kan ve ondört gün temizlikden sonra
istimrâr etse, ilk beş gün kan ve bundan sonra yirmibeş gün temiz olur. Bu
yirmi beş günü temâmlamak için, istimrârın ilk onbir günü temiz kabûl edilir.
Bundan sonra, beş günü hayz, yirmibeş günü
temiz olarak devâm edilir. Bunun gibi, üç gün kan, onbeş gün temizlik,
bir gün kan ve sonra onbeş gün temizlikden sonra istimrâr etse, ilk üç gün
sahîh kan ve sonra istimrâra kadar olan günlerin hepsi fâsid temizlik olup, üç
gün hayz, sonra otuzbir gün temiz olur. İstimrâr zemânında ise, üç gün hayz,
sonra yirmi yedi gün temiz olarak devâm eder. İkinci temizlik ondört gün
olsaydı, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre hep akdı kabûl edileceğinden, bunun ilk iki
günü de hayz, sonra onbeş gün temizlik olmak üzere devâm edilir. Çünki, ilk üç
gün kan ve onbeş gün temizlik sahîh olduklarından, âdet kabûl olunurlar.
Âdet zemânını unutan kadına (Muhayyire)
veyâ (Dâlle) denir.
(Nifâs), lohusa demekdir. Elleri,
ayakları, başı belli olan düşükde gelen kan da nifâsdır. Nifâs zemânının azı
yokdur. Kan kesildiği zemân, gusl edip nemâza başlar. Fekat, âdeti kadar gün
geçmeden, cimâ’ edemez. En çok zemânı kırk gündür. Kırk gün temâm olunca, kan
kesilmese de, gusl edip, nemâza başlar. Kırk günden sonra gelen kan, istihâza olur. Birinci çocuğunda, yirmibeş
günde temizlenen kadının âdeti, yirmibeş gün olur. Bu kadının ikinci
çocuğunda kan, kırkbeş gün gel-
se
nifâsı yirmibeş gün sayılıp, yirmi günü istihâza olur. Yirmi günlük nemâzlarını
kazâ eder. O hâlde nifâs gününü de ezberlemek lâzımdır. İkinci çocukda kan,
kırk günden önce, meselâ otuzbeş günde kesilirse, bunun hepsi nifâs olur ve
âdeti yirmibeş günden, otuzbeş güne değişmiş olur. Ramezânda, sahûrdan [ya’nî
fecrden] sonra, hayzdan veyâ nifâsdan kesilen o gün yimez, içmez. Fekat, o günü
kazâ eder. Hayz ve nifâs sahûrdan sonra başlarsa, ikindiden sonra da olsa, o
gün yiyip, içer.
Hayz ve nifâs günlerinde nemâz, oruc, câmi’ içine girmek, Kur’ân-ı kerîmi okumak ve tutmak, tavâf, cimâ’, dört
mezhebde de harâmdır. Orucları kazâ eder.
Nemâzları kazâ etmez. Nemâzları afv olur. Her nemâz vaktinde abdest alıp, o
nemâzı kılacak kadar zemân oturup zikr, tesbîh ederse, en iyi nemâzın sevâbını
kazanır.
[Sekiz yaşını temâmlıyan kıza, anasının, anası yoksa,
ninelerinin, ablalarının, hala ve teyzelerinin hayz ve nifâs ilmini
bildirmeleri farzdır. Bildirmezlerse, kendileri
ve zevcleri büyük günâha girerler.]
(Cevhere) kitâbında buyuruyor ki,
(Kadının, hayz başladığını kocasına bildirmesi lâzımdır. Kocası sorunca
bildirmezse, büyük günâh olur. Temiz iken, hayz başladı demesi de, büyük
günâhdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hayzın başladığını ve bitdiğini kocasından saklayan kadın
mel’ûndur) buyurdu. Hayz hâlinde de, temiz iken de kadına dübüründen
yaklaşmak harâmdır. Büyük günâhdır). Böyle
yapan, mel’ûndur. Puştluk, ya’nî cinsî sapıklık denilen oğlan kirletmek dahâ
büyük günâhdır. Buna (Livâta) denir.
Enbiyâ sûresinde, livâtaya (Habîs işdir) buyuruyor.
Kâdî zâdenin, (Birgivî) şerhinde,
Peygamberimiz, (Lût kavmi gibi livâta yapanları, suç üstü yakalarsanız, ikisini de
öldürünüz!) buyurdu.
Ba’zı âlimler, ikisini de yakmalıdır, dedi. Livâta yapanlar arasında
sür’at ile yayılan Aids denilen korkunç hastalığın domuz eti yiyenlerde dahâ
vahîm olduğu Amerikada tesbît edilmişdir. 1985 de virüsü teşhîs olunan bu
hastalığın ilâcı bulunamamışdır.
Farz olan guslün üçüncüsü, cünüb oldukdan sonra,
nemâz kılması lâzım olduğu zemân yıkanmakdır. Cünüb olmak üç dürlüdür: Haşefe,
ya’nî zekerin ucu [sünnet derisi altındaki,
yuvarlak kısm] ferce dâhil olunca veyâ erkekde koyu beyâz ve kadında akıcı sarı
menî, yerinden şehvetle kopup çıkınca veyâ ihtilâm ile, ya’nî rü’yâda
şehvetlenip uyandığı zemân, menî veyâ mezy akmış olduğunu görünce, erkek ve
kadın cünüb olur. Hanefîde ve şâfi’îde, vedî ve mezy çıkınca cünüb olmaz. Fekat,
çıkmış olan menî sıcakdan incelerek mezy gibi görünür.
Cum’a, fıtr bayramı ve kurban bayramı nemâzları için ve
Arefe günü, Arafât meydânında gusl abdesti almak sünnet-i
zevâiddir. Cünüb olduğunu unutan, Cum’a nemâzı için gusl ederse, temiz olur.
Fekat, farz sevâbına kavuşamaz.
Meyyiti gasl etmek, vâcib-i
kifâyedir. Cenâze yıkanmadan, nemâzı kılınmaz.
Kâfir, müslimân olunca, gusl abdesti alması müstehabdır.
Bu onbirden başka, hac ve ömre için ihrâma girerken,
Mekkeye, Medîneye girerken, Müzdelifede vakfeye dururken, cenâze yıkayacağı
zemân, hacamat oldukdan sonra, Kadr, Arefe, Berât gecesi ve deli iyi olunca,
çocuk onbeş yaşına girince gusl etmek müstehabdır.
Hayz bitince, cimâ’ ederse ikisi için bir gusl yetişir. Cum’a ve bayramda,
başka sebeble gusl edince, bu nemâzların gusl sevâbı hâsıl olur.
Dayak yimek, ağır birşey kaldırmak veyâ bir yerden düşmek
gibi sebeblerle menî çıkınca, hanefîde ve mâlikîde gusl lâzım olmaz. Şâfi’î
mezhebinde ise, lâzım olur. Şâfi’î mezhebini
taklîd eden hanefînin, buna da dikkat etmesi
lâzımdır.
Şehvet ile yerinden ayrılan menî, idrâr yolunda kalıp,
dışarı çıkmazsa, gusl lâzım olmaz. Sonra buradan, şehvetsiz de çıkınca, gusl
lâzım olur. İhtilâm olan, ya’nî rü’yâda şehvetlenen
kimse, uyanıp, eli ile zekerini sıkıp, menî akmasa, şehveti geçdikden sonra akınca,
gusl lâzım olur. Cünüb olup, bevl yapmadan gusl eden
kimseden,
sonra menînin geri kalan kısmı, şehvetsiz aksa, tekrâr gusl lâzım olur. Nemâz
kılmışsa, kazâ etmez. Bunun için, hanefîde ve hanbelîde guslden önce, idrâr çıkararak, idrâr
yolunda kalmış olan menî parçasını
çıkarmak, sonra gusl etmek lâzımdır. Şâfi’îde,
bevl etmiş ise de, tekrâr gusl abdesti alması lâzımdır. Mâlikîde, bevl etmemiş ise de, tekrâr gusl abdesti
lâzım olmaz.
Haşefe, ferce veyâ kadının veyâ erkeğin dübürüne girince,
menî aksa da, akmasa da, her ikisine gusl etmek farz
olur. (Sodomie)de, ya’nî hayvâna idhâl
edince ve (Nekrofili)de, ya’nî ölüye
idhâl edince akmazsa, hanefîde gusl lâzım
olmaz. İdhâl edilen hayvan, kesilip yakılır. Etini yimek de câizdir. Bu
ikisini, (Sadist) denilen rûh hastaları
yapar. Çok çirkin ve büyük günâhdır.
İhtilâm olan kimse, uyanınca, yatakda, elbise veyâ bacağında
yaşlık görse, bunun mezy denilen beyâz akıcı sıvı olduğunu anlarsa veyâ uyanık
iken mezy aksa, gusl lâzım olmaz. İhtilâm olduğunu hâtırlamadan, menî görse,
gusl lâzım olduğu, sözbirliği ile bildirildi. Mezy sansa ihtiyâten gusl lâzım
olur. İhtilâm olduğunu, hâtırlayan kimse, bir yerde menî görmezse, gusl etmez.
Kadın, gusl etdikden sonra, zevcinin menîsinin artığı çıksa, gusl etmez. Serhoş
ayıldığı zemân, üstünde menî görse, gusl lâzım olur. Bayılan da böyledir. Kadın
erkek uyanıp, yatakda menî görseler, ikisi de ihtilâm hâtırlamasa, ikisi de
gusl eder. Cin, insan şeklinde cimâ’ yaparsa, insana gusl lâzım olur. İnsan
şeklinde gelmezse, bundan lezzet alan, gusl etmez. Fercden başka yerine
sürtmekle çıkan erkek menîsi, rahme girse, kadın gusl etmez. Bu sûretle hâmile
kalsa, gusl eder ve o günden beri kıldığı nemâzları kazâ eder.
Çocuk zekeri, hayvan zekeri, ölü zekeri, zeker gibi herşey
veyâ parmak ve prezervatif kullanınca ferce sokuldukları zemân, lezzet duyarsa,
gusl lâzım olur. Lezzet duymazsa, gusl etmesi iyi olur. (Merâkıl-felâh)da diyor ki, (Kadın erkek,
birbirini görmekle, düşünmekle, menî akınca cünüb olur). Kadının gusl ve abdest
suları ve hamâm parasını zevci verir. İhtiyâc maddelerini, kadın zengin olsa
da, erkeğin alması lâzımdır. İdrâr yaparken, menî de çıkarsa, zekeri münteşir
ise, gusl eder.
Kadın cünüb iken hayz görürse, isterse hemen gusl eder.
İsterse, hayz bitinceye kadar bekleyip, sonra ikisi için bir gusl eder.
(Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (Erkeklerin
erkek hamâmına, kadınların kadın hamâmına gitmeleri câizdir. Avret mahallini
kalın ve bol havlı ile örtmek farzdır.
Başkasının ince ve dar havlı ile örtülü avret mahalline bakmak da harâmdır. Hamâmcının uylukları keselemesi ve örtülü
iken bakması câizdir. Havlı altındaki avret mahalline temâs etmesi, bakması harâmdır. Erkek erkeğin, kadın kadının avret olmıyan
yerlerine şehvetsiz bakması ve temâs etmesi câizdir. Erkeğin kâfir kadınlarına
da, şehvetsiz bakması da harâmdır). Nass ile
veyâ icmâ’ ile bildirilmiş olan harâma
ehemmiyyet vermiyenin îmânı gider, mürted olur.
Cünüb kimse, kılmadığı nemâz vakti çıkıncaya kadar gusl
etmezse, günâh olmaz. Dahâ gecikdirmesi büyük günâhdır. Cünüb iken uyumak,
cimâ’ yapmak günâh değildir. Zevce ile birlikde, bir kurnadan, bir kapdan gusl
etmek câizdir. Cünübün elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi tenzîhen mekrûhdur. Çünki ağzına, eline sürülen su, müsta’mel olur. Müsta’mel suyu içmek ise mekrûhdur. Hayz gören kadın böyle değildir. Çünki hayz
hâlinde iken gusl abdesti alması emr olunmadı. [Hayz hâlindeki kadın,
göğsünü yıkamadan, çocuğunu emzirebilir. Cünüb kadının, yıkamadan emzirmesi mekrûh olur.] Çocuk emziren kadının abdesti bozulmaz.
Kendi avret yeri açık iken ve avret yeri açık olanlar
yanında Kur’ân-ı kerîm okumak mekrûhdur. Bir yeri açık olan, başını yorgandan
çıkarıp okumalıdır.
Müsâfir olduğu evde cünüb olan kimse, gusl abdesti alırsa
iftirâya, şübheye uğrayacağından korkarsa, gusl etmez. Su varken teyemmüm
etmesi de câiz olmaz. Pis
olarak,
niyyet etmeden, iftitâh tekbîri söylemeden, ayakda birşey okumadan, rükü’ ve
secde gibi hareket yaparak nemâz kılar görünmesi câizdir. [Mezhebsiz, reformcu
imâm arkasında kılmak zorunda olan da böyle yapar.]
Cünüb veyâ hayzlı iken câmi’e girmek, hattâ câmi’ içinden
geçmek harâmdır. Geçecek başka yol bulamazsa
veyâ câmi’de cünüb olursa veyâ câmi’den başka yerde su bulamazsa, teyemmüm edip
girer ve çıkar. Kur’ân-ı kerîm okuması ve
Mushafı tutması ve Kâ’be-i mu’azzamayı tavâf etmesi, dört mezhebde de harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi
ve âyet-i kerîme yazılı şeyleri abdestsiz tutmak da harâmdır.
Yapışık olmıyan birşey içinde, meselâ
çantada iken tutmak câizdir. Fâtihayı ve düâ âyetlerini, düâ niyyeti ile
okuması ve her düâyı okuması harâm değil ise de,
düâyı abdestli okumak müstehabdır. Tefsîrler, Kur’ân-ı kerîm gibidir. Başka din kitâbları, düâ
gibidir. Fıkh yazılı kâğıdlara birşey sarmak câiz değildir.
Allahü teâlânın ve Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ismleri yazılı ise, bunları
silip, sonra birşey sarılabilir. Fekat, bunlara da sarmamak lâyıkdır. Çünki, Kur’ân-ı kerîmin harfleri de muhteremdir. (Hadîka)da ve (Letâif-ül-işârât) kitâbında (Meselâ, Hûd aleyhisselâma gelen kitâb islâm harfleri ile
idi) buyuruyor. (Hadîka), ikinci
cildi, altıyüzotuzüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Üzerinde, dokuyarak veyâ boya
ile mubârek yazı bulunan halıyı, hasırı, musallâyı ya’nî seccâdeyi yere sermek,
üzerine oturmak ve her ne sûret ile olursa olsun kullanmak ve paralar,
mihrâblar ve dıvarlar üzerlerine yazmak mekrûhdur.
Bunları dıvara asmak mekrûh olmaz). [Kâ’be-i
mu’azzama resmi de, yazı gibidir. Resm, nakş bulunmıyan seccâde kullanmalıdır.]
Tekrâr bildirelim ki, gusl abdesti alırken ağzın içini
yıkamak, hanefî ve hanbelî
mezheblerinde farzdır. O hâlde hanefîler, muhtâc olmadıkça, diş kaplatmamalı ve
doldurtmamalıdır. Dişleri çürütmemelidir. Bunun için de dişlere, dînimizin emr
etdiği gibi bakmalı ve misvâk kullanmalıdır. (Larousse illustré medical)
ismindeki Fransanın kıymetli tıb kitâbı, ağız temizliği husûsunda diyor ki,
(Bütün diş ma’cûnları ve tozları ve suları, dişlere zarar verir. En iyi diş
temizleme vâsıtası, sert bir fırçadır. Önce, dişleri kanatırsa da,
korkmamalıdır. Diş etlerini kuvvetlendirir ve artık kanamaz). Herkese uyarak,
ma’cûn kullanıyordum. İki dişim çürümeğe başladı. Fransızca kitâbı okuyunca,
misvâk kullanmağa başladım. Dişlerimin çürümesi durdu. Altmış seneyi geçdi,
dişlerimden ve mi’demden hiç şikâyetim olmadı. İbni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki, (Abdest alırken
misvâk kullanmak sünnet-i müekkededir. Hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Misvâk kullanarak kılınan
nemâz, misvâksız nemâzdan yetmiş kat üstündür). Misvâk, düz ve
ikinci küçük parmak kalınlığında, bir karış boyunda olmalıdır. Misvâk,
Arabistânda yetişen Erâk ağacının dalıdır. [Düzgün ucundan, iki santimetre
kadar, kabuğu soyulup, burası birkaç sâat suda tutulur. Sonra, ezilince, fırça
gibi açılır.] Erâk ağacı bulunmazsa, zeytin dalından yapılır. Nar ağacından
yapmamalıdır. Bunlar da bulunmaz ise veyâ bir kimsenin dişleri yok ise,
parmakları ile, bu sünneti îfâ etmelidir.
Misvâkın otuzdan çok fâidesi vardır. Tahtâvînin (Merâkıl-felâh
hâşiyesi)nde hepsi yazılıdır. Birincisi, son nefesde îmân ile
gitmeğe sebeb olur. Erkeklerin, orucsuz iken de, özrsüz sakız çiğnemeleri mekrûhdur. Kadınlar, misvâk yerine, orucsuz iken, sünnete niyyet ederek sakız kullanmalıdır).
Süâl: Dînimizde diş
yapdırmanın câiz olduğunda bütün fukahâ ve müctehidlerin ittifâkı vardır
deniliyor. Gümüşden mi, yoksa altından mı yapdırılacağı husûsundaki
ihtilâfları, bu ittifâka te’sîr eder mi?
Cevâb: Diş yapdırmak deyince,
düşen dişin yerine konulan ve istenilince çıkarılabilen takma diş veyâ sallanan
dişi bağlamak anlaşıldığı gibi, diş doldurtmak ve kaplatmak da anlaşılır. Hanefî âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” sallanan dişleri altın ile de bağlamak câiz olduğuna fetvâ
vermelerini, (Diş yapdırmanın câiz olduğunda ittifâk vardır. Diş doldurtmak ve
kaplatmak câizdir) şeklinde değişdirmek, yâ fukahânın beyânâtını anlamamak veyâ
bu beyânları, kendi sin-
si
ve âdî isteklerine göre değişdirmek olur ki, her ikisi de hem ayb, hem de
günâhdır. Müctehidlerimiz, altın ile veyâ gümüş ile bağlamakda ihtilâf
etmişdir. Hanefî mezhebinin fıkh kitâblarında,
sallanan dişi (Şed etmek), (Tadbîb etmek) deniliyor.
Şed, tel ile kuvvetli bağlamak demekdir. Meselâ (Şedd-üz-zünnâr),
papasların kuşağını bağlamağa denir. Tadbîb, şerit ile, dadbe gibi, ya’nî kapı sürgü demiri gibi, enli, yassı birşey
ile şed etmek, sarmak demek olduğu, Tahtâvînin ve (İbni Âbidîn)in (Dürr-ül-muhtâr)
hâşiyelerinde, tadbîb edilmiş kürsî üzerine oturmağı bildirirken ve (Dürr-ül-müntekâ) ve (Câmi’ur-rumûz)da
yazılıdır. (Bezzâziyye) ve (Hindiyye)de diyor ki, (Gümüş ve altın şekller
ile süslenmiş kapdan yimek, içmek câizdir. Fekat, elini, ağzını gümüşe, altına
değdirmemek lâzımdır. İmâmeyn, böyle kapları kullanmak mekrûhdur
dedi. Tadbîb edilmiş kap da böyledir. Kürsîyi
[kanepeyi] ve hayvan semerini tadbîb etmek câiz ise de, altın ve gümüş bulunan yerlerine
oturmamak lâzımdır. Mushafın cildini tadbîb etmek câizdir. Fekat, altına,
gümüşe dokunmamak lâzımdır). Buradan da anlaşılıyor ki, tadbîb etmek, bütün
yüzeyi kaplamak demek değildir. Etrâfına metal şerid çevirmek demekdir. Fıkh
kitâblarında, (Sallanan dişi altın ile tadbîb etmek câizdir) diyor. Bu söz,
sallanan dişi, düşmekden korumak için altın tel veyâ şerîd ile bağlamak câizdir
demekdir. Çünki, bu tellerin altına su sızar. Hem de, gusl abdesti alırken,
şimdi takma dişler çıkarıldığı gibi, tel ve şerid bağlar da yerlerinden
çıkarılmakda, temizlenip, guslden sonra yerlerine konulmakdadır. Çıkarılıp
temizlenmezlerse, aralarında kalan yemek artıkları ağızda fenâ koku ve tahrîbat
yaparlar. (Sallanan dişi kaplatmak câiz olur dediler) demek, fıkh âlimlerine
iftirâ olur. Çünki, sallanan diş kaplanamaz, bağlanabilir. Görülüyor ki, (Tadbîb) sözüne kaplatmak diyerek bundan (diş
kaplatmak câizdir) fetvâsını uydurmak, hakîkî bir din adamının yapacağı şey
değildir. Fıkh kitâblarında, (çürüyen dişleri kaplatmak veyâ doldurtmak
câizdir) diye bir yazı bulunmadığı gibi, altın ile, gümüş ile doldurtmak ve
kaplatmak sözü de yokdur.
Fıkh bilgisi az olan ve müctehidlerin beyânâtını
anlamıyanlar, (sallanan dişleri bağlamak veyâ takma diş yapdırmak) sözü ile,
(diş kaplatmak ve doldurtmak) sözünü birbirine karışdırıyor. Müctehidlerin
beyânlarını, hepsine yaymağa çabalıyorlar. Zarûret olduğu için, hepsi câizdir
diyorlar. Bu zevallılar anlıyamıyor ki, oynayan dişi bağlamak ve çıkan diş
yerini müteharrik diş [protez] takdırmak için zarûret aramağa zâten lüzûm
yokdur. Çünki, yapması câiz olmıyan bir şeyi yapabilmek için, zarûret aranır.
Dişleri bağlamak veyâ diş takmak yasak edilmemişdir ki, bunları yapmak için
zarûret aransın. Kendi ağzındaki kaplama ve dolguların gusl abdestine zarar
vermediğine müslimânları inandırmağa kalkışan ba’zı kimseler, gümüş yerine
altın ile bağlamak için zarûret bulunduğunu görünce, bu zarûret kelimesini
büyük bir silâh olarak yakalamışlar. (Diş yapdırmanın zarûret olduğu ittifâkla
bildirilmişdir) yaygarasını koparmışlardır. Böylece, hanefî
mezhebindeki müslimânları şaşırtmış, kâtı’-i tarîk-ı ilâhî olmuşlardır.
Bunlar, sallanan dişlerin kaydsız şartsız
bağlanacağının beyân buyurulmasını biricik delîl olarak gösteriyorlar.
Hâlbuki, dişleri sallanmaz şeklde bağlayan teller ve çıkarılan diş yerine
protez denilen sun’î takma dişler, kolayca çıkarılabilmekde, temizlenip tekrâr
yerine konmakdadır. Âlimlerimiz “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, gusl
abdesti alırken çıkarılabilen bağları ve takma dişleri beyân buyurmakdadır.
(Gusl abdesti alırken, diş çukurlarını ve dişlerin arasını ıslatmak farzdır) buyuran âlimlerin, kaplama ve dolgu gibi suyu
geçirmiyen mâni’lere cevâz verdiklerini söylemek, bu büyük insanlara, çok
çirkin iftirâ olur. Bu âlimler, gümüş yüzük takmanın da câiz olduğunu
söylemişlerdir. Yüzük takmanın câiz olması, altındaki derinin ıslanması afv
olur demek olmamışdır. Yüzüğü, çıkararak veyâ oynatarak altını ıslatmak
lâzımdır demişlerdir. Dar yüzüğün altı ıslanmazsa, abdest ve gusl sahîh olmaz
buyurmuşlardır. Diş kaplatmak da yüzük takmak gibidir. Kaplamanın ve dolgunun
altı ıslanmadığı için, gusl sahîh olmaz.
Süâl: Gusl abdesti alırken
zarûret ve meşakkat olan yere suyu ulaşdırmak şart değildir. Gözlerin içini, sünnet derisinin içini ve kadınların örgülü saçlarını
yıkamak, bunun için, sâkıt oluyor. Başı ağrıyan kimse mesh edemezse, başını
mesh etmesi sâkıt oluyor. Zarûret ile diş yapdırınca, dişlerin ıslanması sâkıt
olmaz mı?
Cevâb: Islatılmasında (Harac) bulunan bir yer ıslanmazsa, gusl
abdestinin kabûl olacağı hükmü genel değildir. Bu hükm, bedende
zarûrî,kendiliğinden hâsıl olan veyâ islâmiyyetin emri ile yapılan bir şey
içindir. İnsanın yapdığı şey için değildir.
İnsan tarafından yapılan şeylerde harac olduğu zemân, harac
bulunmıyan mezheb taklîd edilir. Şiddetli baş ağrısı, kendiliğinden hâsıl olan
bir zarûretdir. Bu başa el dokunduramamak haracdır. Bunun için, bunun başını
yıkaması, mesh etmesi sâkıt olmakdadır. Bir yara iyi oldukdan sonra, üzerindeki
ilâca, merheme, sargıya mesh etmek câiz olmayacağı, bunları çıkarıp, altını
yıkamak lâzım geldiği, cebîre bahsinde bildirildi. Bunları kaldırmakda harac
olursa bunlar, kendiliğinden hâsıl olan bir zarûret olmadıkları için, başka
mezheb taklîd edilir. Başka üç mezhebde de harac varsa, altlarını yıkamak sâkıt
olur denildi. Çünki, bunlar, zarûret ile konulmuş idiler. Ya’nî yarayı tedâvî
etmek, eski hâline getirmek için konulmuşlardı. Gusl abdesti alırken, diğer üç
mezhebde de, bütün bedeni ve sudan zarar görmiyen yarayı yıkamak farz olduğu için, diğer üç mezhebden birini taklîd
etmeğe imkân yokdur. Harac, ya’nî meşakkat, zorluk bulunduğu zemân haraca sebeb
olan şey zarûrî var ise, buraları yıkamak sâkıt olur. Saçları örgülü kadının,
yalnız saç diplerini ıslatması farz oldu. İbni
Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (Kadınların saçlarını
kazımaları yasak olduğu için, örgüyü çözmeleri afv edildi. Erkeklerde ise, bu
zarûret yokdur.) Saçlarını kazımalarının sünnet
olduğu İbni Âbidînin beşinci cildinde yazılıdır. Bunun için, erkeklerin örgülü
saçı açıp yıkamaları lâzımdır. Kadınların örgülü saçlarını açmamaları,
erkeklerin örgüsünü açmamasına sebeb olmıyor. Çünki, birincisinde zarûret ve
harac birlikde vardır. Erkek saçında da harac varsa da, zarûret yokdur.
Sun’î takılan protez dişlerin guslde çıkarılmasında harac
[herhangi bir zorluk] yokdur. Kolayca çıkarılıp altlarındaki deri yıkanır.
Böyle diş yapdırılması câizdir. Bunların başka mezhebi taklîd etmelerine lüzûm
yokdur.
Süâl: İmâm-ı a’zam, diş
yapdırmak husûsundaki zarûretin, gümüş kullanmak sûreti ile giderileceğini
buyurmuş. Bunu bir vâ’ızın kitâbında okudum. Yine o kitâbda, İtkânî diyor ki,
imâm-ı Muhammedin şöyle demesi müsâiddir: (Diş yapdırma husûsundaki zarûretin,
gümüş kullanmak sûreti ile giderilmiş olacağını teslîm etmeyiz. Çünki, burunda
koku yapan gümüş, dişde de koku yapar). Diş yapdırmakda zarûret olduğu açıkca
meydândadır, diye okudum. Siz buna ne dersiniz?
Cevâb: Okuduğunuz kitâbın bir
vâ’ız tarafından yazıldığı doğru olmasa gerekdir. Fıkh kitâblarını bu kadar
yanlış ve bozuk nakl eden kimse, yâ çok câhil bir zevallı veyâ büyük bir
yalancı ve sahtekâr olabilir. Bakın (Redd-ül-muhtâr)da
(Hazar-vel-ibâha) kısmında, bu
satırlarda nasıl buyuruyor: (İmâm-ı a’zam, dişi bağlamak ile burun yapmağı birbirinden ayırdı. Burun gümüşden
olunca, gümüşün koku yapması zarûretine binâen, altından burun yapdırmak
câizdir buyurdu. Çünki, harâm olan şey, ancak
zarûret için mubâh olur. Hâlbuki, dişde gümüş kullanınca bu zarûret kalkıyor.
A’lâ olan altını kullanmağa ihtiyâc kalmıyor. İtkânî dedi ki, bir kimse, imâm-ı
Muhammed hazretlerine yardım etmek için şöyle diyebilir: Dişi altınla
bağlamakda olan zarûretin, gümüş kullanmakla kalkacağını kabûl etmeyiz. Çünki,
gümüş, burunda olduğu gibi, dişde de koku yapar). Görülüyor ki, ne İmâm-ı
a’zam, ne de imâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” (Diş yapdırmak
husûsundaki zarûret) diye birşey buyurmamışdır. Bu zarûreti, kaplama dişi
bulunan bir kimse, cemâ’atin gözünden düşmemek için veyâ diş kaplatanlara
yaranmak için, kendisi uydurmuşdur. İmâmlarımız diş bağlamakda (Gümüş koku
yapınca, altın ile bağlamak zarûreti hâsıl oluyor. Gümüş kullanmak koku yap
mazsa,
bu zarûret kalmıyor) buyuruyor. Zarûret olup olmadığını söylemek, bizim gibi
avâmın, ya’nî müctehid olmıyan din adamlarının işi değildir. Dînimiz, burada
söz hakkını müctehidlere vermişdir. Müctehid olmıyan din adamlarının burada söz
hakları yokdur. Söylerlerse, sözlerinin kıymeti yokdur. Hicretin dörtyüz
senesinden sonra ictihâd derecesine yükselmiş bir âlim yetişmediğini,
bulunmadığını âlimlerimiz sözbirliği ile bildirdiler. Âlimlerimiz,
müctehidlerin fetvâlarını bularak, fıkh kitâblarına yazdılar. Diş çukurundaki
yemek artıklarının altına su sızmadığı zemân gusl abdestinin kabûl olmıyacağı
ve bunda zarûret ve harac bulunmadığı fıkh kitâblarında açıkca yazılıdır. Bunu
yukarıda bildirmişdik. Çünki, gusl abdesti alınacağı zemân, diş çukurundaki ve
dişler arasındaki yemek artıklarını temizlemek mümkindir ve bunu yapmakda
harac, ya’nî güçlük yokdur. (Kâmûs) tercemesinde
diyor ki, (Farzı yapmakda haraca sebeb olan, ya’nî
yapmağa mâni’ olan zarûret, yâ cebr, zor ile olur. Kadınların saçlarını
uzatması böyledir. Çünki, islâmiyyet, saçlarını kesmelerini yasak etmişdir.
Yâhud hasta bir uzvu sihhate kavuşdurmak ve tehlükeden korumak için olur. Yâhud
da, başka şey yapmağa imkân olmadığı için olur). Harac bulunduğu zemân, başka
mezhebi taklîd mümkin olmaz ise, zarûret aranır. Kadınların örgülü saçlarını
çözmelerinde harac vardır. Bu haracdan kurtulmak için, başka mezhebi taklîd
etmeğe de imkân olmadığı ve saçlarını uzatmalarında zarûret olduğu için,
saçlarının örgülerini açmaları afv olunmuşdur.
Dişi çürüyen, ağrıyan kimse, müslimân,
sâlih bir diş tabîbine gider. Diş tabîbi, pamuk ile ilâc koyarak şiddetli
ağrıdan kurtarır. Sonra, bu pamuk atılır. Ağrısı giderilmiş diş için, ona iki yol gösterir:
Birinci yol, çürümüş, telef olmuş dişi çıkarıp, yerine protez yapdırmasını
söyler. İkinci yol, çürümeğe başlamış, hasta dişin sinirini alıp, dolgu veyâ
kaplama, ya’nî kron yapdırmasıdır. Dişin çürümesi yeni başlamış ise, dolgu
yapılarak, çürümesi az veyâ çok zemân durduruluyor. Diş tabîbinin mehâretine
göre, bu diş uzun seneler, râhat kullanılıyor. Çürüme ilerlemiş ise, dolgu
yapılamıyor. Ancak, kaplama yapılarak, dişin yalnız kökünden istifâde ediliyor.
Kökü de çürümüş ise, diş çıkarılıp yerine sun’î diş [protez] takılıyor. Protezi
kullanmak, kaplama gibi, kaplama da dolgu gibi râhat olmuyor. Kaplama ve dolgu,
hasta dişi tedâvî etmiyor. Eski sihhatine kavuşdurmuyor. Hasta olarak, ağrısız
kullanılmasına yardım ediyor. Dolgusu, kaplaması olan kimse, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini
taklîd edince, özrsüz kimseler gibi tam
sevâb kazanıyor. Bu mezhebleri taklîd imkânı olmasaydı, dolgu ve kaplama
zarûret hâline dönerdi. Guslü ve nemâzları sahîh olurdu. Fekat, özrlü
olduğu için sevâbları az olurdu. Görülüyor ki, başka mezhebi taklîd etmesi,
ibâdet sevâbının çok olmasına sebeb olmakda, hem de dişlerin sökülmesine mâni’
olmakdadır.
Diş de bir uzvdur. Çürük dişi tedâvî etmek zarûret değil
midir? Sallanan dişi bağlamanın zarûret olduğunu siz de bildirmişdiniz diyerek
kaplama ve dolgunun zarûret olacağını söylemek doğru değildir. Çünki, kaplamak
ve dolgu yapmak dişi tedâvî etmek değildir. Çürük dişin sinirini alarak, bunu
ölü olarak, protez, ya’nî sun’î diş gibi kullanmakdır. Protez çıkarılabildiği
için câizdir. Kaplama, dolgu, çıkarılamadığı için, câiz
değildir. Bugün ağrıyan dişi protez yapmakda çok acı, harac olmıyor.
Dişin sinirini öldürmek ise, çok acı, pek zahmetli oluyor. (Protezi kullanmakda
harac vardır. Dolguyu, kaplamayı kullanmakda ise yokdur) diyene de şâfi’îyi taklîd câiz oluyor. Dolgu ve kaplama dişin
kökünde zemânla mikrop yuvası meydâna gelip, çeşidli organlarda hastalık
yapıyor. Sun’î diş ise, hiç mikrop yapmıyor.
Diş ağrısı veyâ çürüğü olmadan, zînet için kaplama veyâ
dolgu yapdırmış olan da, gusl abdesti alırken şâfi’î
veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir. Harac
bulunduğu zemân, başka mezhebi taklîd etmek için, zarûret de bulunması şart
olmadığı İbni Âbidînde, nemâz vaktleri sonunda açıkca yazılıdır. Ağrı, çürük
sebebi ile kaplama, dolgu yapmanın da zarûret olmadığını yukarıda bildirdik.
Bunun için, diş yapdırmış müslimânları pis bilmemeli, bunlara şübheli gözle
bakmamalıdır.
Kullanması erkeklere harâm
olan altının, diş için mubâh olması, diş kaplatmanın ve hattâ bağlamanın zarûret
olacağını gösterir sanmak, pek yanlışdır. Erkeklerin gümüş eşyâ kullanması câiz
olmadığı hâlde, gümüş yüzük kullanmalarına izn verilmişdir. Gümüş yüzük mubâh
oldu diyerek, yüzük takmakda zarûret vardır sanmak ve altın, gümüş burun, kulak
takmak câiz olduğu için, bunları takmak zarûrî lâzımdır sanmak ve bundan dolayı
da (diş kaplatmak için zarûret olduğunda âlimler ittifâk etdi) demek, yanlış ve
iftirâ ve günâh olur.
Son ve en kuvvetli delîl olarak bildirelim ki, dört mezhebin
ince bilgilerine vâkıf, derin âlim seyyid Abdülhakîm “rahmetullahi teâlâ aleyh”
efendinin mubârek el yazısı ile hâzırladıkları (Nemâz
risâlesi) bu fakîrdedir. Burada buyuruyor ki, (Şâfi’î mezhebinde guslün farzı
ikidir: Birisi niyyetdir. Ya’nî, her uzva su ilk temâs ederken, gerek ellere,
gerek yüze ve gerek sâir bedene su dökerken “niyyet eyledim cenâbeti ref’
[izâle] için gusl etmeğe” demekdir. Ya’nî her yerini yıkarken gönlünde böyle
bulundurmakdır. Hanefîde, bu niyyet şart
değildir. İkincisi, bütün bedeni su ile yıkamakdır. Bedeninde necâset varsa,
izâle etmek ayrıca farzdır. Ağzın ve burnun
içini yıkamak, ya’nî buralara suyu îsâl etmek şâfi’îde
farz değildir. Hanefî
mezhebinde ise, buralara suyu îsâl etmek farzdır.
Bunun içindir ki, hanefî mezhebinde olanlar,
dişlerini kaplatamazlar ve doldurtamazlar. Çünki, buralara su isâbet etmez.
Dişini kaplatan veyâ doldurtan, şâfi’î [veyâ mâlikî] mezhebini taklîd eder).
[(El-mukaddemet-ül-izziyye)de
diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, bir kabdaki temiz
suya necâset düşse, üç vasfından biri değişmez ise, bununla abdest ve gusl
sahîh, lâkin mekrûhdur. Mâ-i müsta’mel de
böyledir. Halâya sol ayakla ve başı örtülü girilir. Eti yinen hayvanların bevli
ve pisliği temizdir. Bunların ve insanın ölüsü ve kemikleri ve tırnakları,
boynuz ve derileri ve menî, mezî ve alkollü içkiler necsdir. Necs yere serili
kalın şey üzerinde ve avuç içinden az kan, irin bulaşınca nemâz sahîh olur.[1] Gusle başlarken niyyet etmek,
bütün vücûdü delk etmek, [avuç içi veyâ havlu ile hafîf sıvamak], muvâlât
[aralıksız] ve saçı, sakalı hilâllamak, sık örülü saç çözülüp her tarafını
hilâllamak farzdır. Ağız, burun ve kulak içini
ve saçları yıkamak sünnetdir. Yıkamadık yer
kaldığını bir ay sonra bile hâtırlayınca, yalnız orayı hemen yıkar. Hemen
yıkamazsa, guslü bâtıl olur. Her guslden evvel veyâ sonra abdest alınır.
Abdeste başlarken veyâ yüzü yıkarken niyyet etmek ve başın hepsini ve sarkan saçları, kulak üstündeki deriyi ve altındaki deri görünen hafîf sakalı mesh etmek, kesîf sakalı yıkamak, muvâlât ya’nî a’zaları ard arda yıkamak, yıkanan yerleri, kurumadan evvel delk etmek de farzdır. Örülü saç çözülmez. Avuç ve parmak içleri ile zekere dokunmak, abdest aldığında veyâ bozulduğunda şübhe etmek, oğlanın veyâ mahrem olmıyan genç kadının derisine veyâ saçına şehvet ile dokunmak, abdesti bozar. [Lezzet kasd etmeden dokunursa ve dokunurken lezzet duymazsa, abdesti bozulmaz. Yolda, nakl vâsıtalarında ve alış verişde temâs korkusu olan şâfi’î, hanefî veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir.] Bedenden kan ve diğer şeyler çıkması abdesti bozmaz. Kulakların içi ve dışı, yeni ıslatılmış parmak ile mesh edilir. Tırnak kesince, traş olunca abdest bozulmaz. Sakal traşında ihtilâflıdır. El ile istibrâ vâcibdir. Teyemmüm ederek giyilen mest üzerine mesh edilmez. Mesh müddeti yokdur. İkindi vakti isfirâr vaktine kadardır. Yatsının âhır vakti, gecenin ilk sülüsüdür. Mekkede olanın Kâ’beye, Mekkede olmıyanın Kâ’be cihetine dönmesi farzdır. Nemâza başlarken (Allahü ekber) demek, Fâtiha okumak, kavmede dikilmek, celsede oturmak, oturarak bir tarafa selâm vermek ve selâm verirken (Esselâmü aleyküm) demek farzdır. İlk iki rek’atde Zamm-ı sûre okumak, iki teşeh-
---------------------------------
[1] Mâlikî mezhebinde, ikinci kavle göre, her necâset, ne kadar çok
olsa dahî, nemâza mâni’ değildir. Yıkaması farz değil, sünnetdir.
hüdde
oturmak, tehıyyât ve salevât okumak ve ikinci selâm sünnetdir.
Sabâh ikinci rek’atde sessiz kunût okumak, teşehhüdde şehâdet parmağı kaldırmak
müstehabdır. Sünneti
unutunca, secde-i sehv lâzım olur. Bayram ve cenâze nemâzları sünnetdir. Fâsık, imâm olamaz. Başka mezhebdeki imâma
ve özrlü olan imâma uymak câizdir.
Mâlikîde sefer mesâfesi, şâfi’îde
olduğu gibi, seksen kilometredir. Günâh olmıyan seferde dört rek’at farzları iki kılmak sünnetdir.
Dört gün kalmağa niyyet etdiği mahalde mukîm olur. Müsâfir ile mukîmin
birbirlerine imâm olmaları mekrûhdur. Mâlikîyi taklîd eden hanefî
müsâfir ile mukîm, birbirlerine imâm olurlar. İki nemâzı cem’ etmemek efdaldir.
Vitr nemâzı ve bayramda onbeş nemâzın farzından
sonra tekbîr-i teşrîk sünnetdir.) Bir ibâdeti
yaparken, başka bir mezhebi taklîd etmek, kendi mezhebinden ayrılmak değildir.
O mezhebin, farzlarına ve müfsidlerine tâbi’ olmak demekdir. Vâciblerde, mekrûhlarda
ve sünnetlerde, kendi mezhebine uyar. Meselâ, mâlikîyi taklîd eden hanefî
müsâfirin, dört gün kalmağa niyyet etdiği yerde, farzları
dört rek’at kılması farz olduğu için, dört
kılar. Mukîm olana uyması veyâ imâm olması, mâlikîde
mekrûh, hanefîde
sünnet olduğu için, kendi mezhebine uyarak,
cemâ’at ile kılabilir. Bir ibâdeti yaparken, başka mezhebi taklîd etmek için,
kendi mezhebine göre yapmakda harac, meşakkat bulunması lâzımdır. Meşakkat,
zorluk yok iken, taklîd edilmez.]
Diş kaplatmış veyâ doldurtmuş olanların guslde ve abdestde
ve nemâz kılarken mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd etmeleri takvâ değildir.
Mezheb taklîdi fetvâ yoludur, kurtuluş çâresidir. Dinde meşakkat yokdur,
kolaylık vardır gibi sözleri zındıklar, silâh olarak kullanarak, birçok farzları terketmekdedir. Bu sözün doğrusu, Allahü
teâlânın bütün emrlerini yapmak kolaydır, zor birşey emr etmemişdir, demekdir.
Yoksa, îmânı za’îf olanların dediği gibi, nefse güç gelen şeyleri, Allahü teâlâ
afv eder. Herkes kolayına geleni yapmalıdır. O rahîmdir, hepsini kabûl eder,
demek değildir. Diş için, mâlikî veyâ şâfi’îyi taklîd etmek meşakkat değildir.
Dartr veyâ Kefeki denilen ve dişlerin dibinde hâsıl olan
kireçlenmeler, salgılardan, kendiliklerinden hâsıl oldukları için ve buna mâni’
olan çâre, ilâc bulunmadığı için, bunların mevcûd olmasında zarûret vardır.
İzâle edilmesinde harac olanlar, derideki çıbanın, yaranın üstündeki zar, kabuk
gibi olup, altlarını yıkamak, dört mezhebde de lâzım olmaz. Bunun için, başka
mezhebi taklîd lâzım olmaz.
(Diş kaplatma ve dolgu meselesi hâl olmuş, câiz olduğuna
fetvâ verilmişdir. Zararı olmadığı bildirilmişdir) diyorlar. İttihâdcılar
zemânında din işlerine karışan siyâset adamlarının, sarıklı masonların, din
büyüklerini kötülemek, din bilgilerini bozmak için söyledikleri, yazdıkları
yıkıcı propagandalara fetvâ diyorlar. 1329 [m. 1911] senesinde İstanbulda ikinci
baskısı yapılan (Mecmû’a-i cedîde) adındaki
fetvâ kitâbında (Diş çukuru doldurulmuş kimse, gusl ederken, diş çukuruna su
vâsıl olmasa, bu vechle gusl zarûret olsa, gusl câiz olur) demekdedir. Bu
fetvâyı 113. ncü şeyh-ul-islâm Hasen Hayrullah efendinin verdiği
bildirilmekdedir. Hâlbuki, bu kitâbın [1299] daki birinci baskısında bu fetvâ
yazılı değildir. Hayrullah efendi ise, ikinci def’a olarak 18 Rebî-ul-evvel
1293 ve 11 Mayıs 1876 da Şeyh-ul-islâm olmuş ve 15 Receb 1294 ve 26 Aralık 1877
de ayrılmışdır. Böyle fetvâsı olsaydı, kitâbın birinci baskısında bulunması
lâzımdı. İkinci baskının önsözünde (Birinci baskıda bulunmıyan birkaç fetvâyı,
zemânımız şeyh-ul-islâmı Mûsâ Kâzım efendinin emri ile biz ekledik) demekdedir.
Her fetvânın sonunda, buna kaynak olan fıkh kitâbının adı ve bildirdiği şey
yazılı olduğu hâlde, diş fetvâsı için böyle bir kaynak bildirilmemişdir.
Müslimânları yanlış yola sürüklemek için, sinsice hâzırlanmış böyle yeni türeyen yazıları, fetvâ zan ederek aldanmamalı,
îmânı, ibâdetleri bozmamalı, uyanık olmalıyız.
Biz, diş kaplatanların, dolduranların gusl abdestlerinin ve
nemâzlarının sahîh olmıyacağını anlatmak
istemiyoruz. Dişlerini kaplatmış veyâ doldurtmuş olan
hanefîlere, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd ederek, gusl abdestlerinin ve
nemâzlarının sahîh olacağını anlatmak istiyoruz. Bu durumdaki din
kardeşlerimize kolay yolu, çıkar yolu göstermek istiyoruz. Diş doldurtmayın,
kaplatmayın demiyoruz. Kaplama veyâ dolgusu olan imâm arkasında nemâz
kılmayınız da demiyoruz. Birinci kısm, 74. cü madde, 5. ci sahîfeye bakınız!
Kaplaması, dolgusu olanlara, din büyüklerinin gösterdiği kolaylığı haber
veriyoruz. Hanefî mezhebinde olup da,
mezhebinin bildirdiği gibi ibâdet etmek istiyenler için, ya’nî mezheblere
kıymet verenler için, bu kadar uzun yazıyoruz. Mezheb kitâblarına kıymet
vermeyip de, kendi aklına, görüşüne, düşüncesine göre ibâdet etmek istiyenler
için yazmıyoruz. İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, Ramezân hilâlini anlatırken
buyuruyor ki, (Birçok ahkâm, zemânın değişmesi ile değişir. Harac olunca, za’îf
rivâyet ile amel olunur). Bundan da anlaşılıyor ki, ahkâmın zemân ile değişmesi
demek, zor vaziyyetde bulunan kimse, mezheb âlimlerinin meşhûr olmıyan
ictihâdlarına uyabilir demekdir. Herkes kolayına geleni yapsın demek değildir. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cild, yüzdoksanıncı
sahîfede buyuruyor ki, (Mezhebden çıkan kimse ta’zîr olunur. Ya’nî
cezâlandırılır). (Sirâciyye fetvâsı)nda
da böyle yazılıdır. İbni Âbidîn burada buyuruyor ki, (Dünyâ menfe’ati için
mezhebini bırakan kimsenin son nefesde îmânsız gitmesinden korkulur.)
Diş kaplatan veyâ doldurtan hanefîlerin,
mâlikî veyâ şâfi’î
mezhebini taklîd etmeleri, hanefî mezhebinden
çıkmak demek, ya’nî mezheb değişdirmek demek değildir. Yalnız guslde, abdestde
ve nemâzda, hanefî mezhebi ile birlikde mâlikî veyâ şâfi’î mezhebinin
şart ve müfsidlerine de uymakdadır. Özrü
olmıyanların da, başka mezhebin farzlarına ve müfsidlerine
uymasının müstehab olduğu (İbni Âbidîn)in abdest bahsinde ve imâm-ı Rabbânînin
(Mektûbât)ının birinci cild ikiyüzseksenaltıncı
mektûbunda bildirilmekdedir. Hanefîde câiz
olmıyan birşeyi, şâfi’îde veyâ mâlikîde câiz olduğu için, zarûret ve harac olmadan
yapamaz. Meselâ sağlam olanın veyâ kaplama dişi olduğu için, mâlikî mezhebini taklîd eden hanefînin,
derisinden kan akınca veyâ idrâr kaçırınca, abdest alması lâzımdır. Bunun, vitr
nemâzını vâcib olarak kılması, yüzdört
kilometreden az uzak yerde seferî olmaması ve dört günden az seferî olduğu
yerde nemâzlarını cem’ etmemesi lâzımdır. Hastalık veyâ ihtiyârlık sebebi ile,
ya’nî, zarûret ile idrâr kaçıran hanefînin,
tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, mâlikî mezhebini taklîd ederek, hemen özr sâhibi
olur, abdesti bozulmaz. Ellidokuzuncu maddenin sonuna bakınız! (Tahrîr) kitâbını şerh eden, ya’nî açıklıyan İbni
Emîr Hâc buyuruyor ki, (Nahl sûresi kırküçüncü ve Enbiyâ sûresi yedinci âyetinde, (Zikr ehline sorunuz!), ya’nî
bir hâdise, olay karşısında ne yapacağınızı, bilenlerden sorunuz buyuruldu. Bu
âyet-i kerîme, müctehide tâbi’ olmak, uymak ve başka mezhebi taklîd etmek vâcib olduğunu göstermekdedir. Tâbi’ olduğu mezhebe
uyarak, bir işi yaparken, harac hâsıl olursa, bu iş, diğer üç mezhebden, harac
bulunmıyan birini taklîd ederek yapılır. Diş dolduran, kaplatan hanefînin, şâfi’î
veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmesi, böyledir.
Diğer üç mezhebde de harac varsa, zarûret aranır. Zarûret de varsa, bu işi terk
etmek, yapmamak câiz olur. Yara üzerindeki sargıyı çıkarıp, yarayı yıkamak
yaraya zarar verdiği zemân, başka mezhebi taklîde imkân olmadığı için, yarayı yıkamanın
afv olarak, sargıya mesh etmenin câiz olması böyledir. Müctehid olmayan bizim
gibi mukallidlerin, Eshâb-ı kirâm böyle yapardı diyerek veyâ âyet-i kerîmeden
ve hadîs-i şerîflerden ma’nâ çıkararak, kendi anladığımıza göre hareket etmemiz
câiz değildir.) İbni Âbidîn tahâreti anlatmağa
başlarken buyuruyor ki, (Mukallidin, müctehidden gelen bilgilerin delîllerini
sorması lâzım değildir). [İkinci kısm, onyedinci maddeye bakınız!].
Hak teâlâ intikâmın , kul eli ile alır .
İlm-i
hâli bilmiyenler, onu kul yapdı sanır.