Bu mektûb,
mevlânâ Hamîd Ahmedî için yazılmışdır. Âlemin yokdan var edilmiş olduğunu
bildirmekde ve Yunan felsefecilerinin akl-ı fe’âl dedikleri şeyi red
etmekdedir:
Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun ve
Peygamberlerin en üstününe salât ve selâm olsun. Allahü teâlâ kendiliğinden
vardır. Allahü teâlânın varlığı kendisindendir. Şimdi var olduğu gibi, geçmişde
de hep vardı. İleride de hep vardır. Varlığından önce ve varlığının sonunda yok
olması mümkin değildir. Hep var olması lâzımdır. Yokluk, Ona yaklaşamaz. Allahü
teâlâdan başka herşeye (Âlem) denir.
Âlemin hepsi, maddenin fizik hâlleri, [ya’nî, katı, sıvı ve gaz cismler ve
atomlar, moleküller, enerjiler], gökler, akllar, nefsler, [hücreler, bütün
canlılar], elementler ve bileşik cismler, Onun yaratması ile var olmuşlardır.
Yok iken, sonradan vücûde gelmişlerdir. Sonsuz var olan yalnız Odur. Ondan
başka herşey, yok idiler. Sonradan var oldular. Sonra, yine yok olacaklardır.
Yer küresini iki günde yaratdı. Sonra, gökleri ve yıldızları da iki günde yaratdı.
Ya’nî yokdan var eyledi. (Ha-mîm Secde) sûresinin
dokuzuncu âyetinde meâlen, (Yeri iki günde
yaratdı) ve onikinci âyetinde meâlen, (Sonra,
yedi gökü de iki günde var eyledi) buyuruldu.
Bir kimse ortaya çıkıp, Kur’ân-ı kerîmin bu
âyetlerini inkâr ederek, mahlûklardan bir kısmına ve göklere, yıldızlara ve
elementlere, akllara, rûhlara kadîm derse, bunun ahmak olduğu anlaşılır. Bütün
dinler, Allahdan başka herşeyin hâdis olduklarını, ya’nî yok iken, sonradan var
edilmiş olduklarını bildirmişlerdir. Bütün dinlerin bu sözbirliğini,
Huccet-ül-islâm imâm-ı Muhammed Gazâlî, (El-münkızü
aniddalâl) ki-
-
116 -
tâbında
bildirmekdedir. Âlemde bulunan şeylerden birkaçına kadîm diyenin kâfir
olacağını yazmışdır. Görülüyor ki, mümkin, ya’nî mahlûk olan şeylerden birinin
kadîm olduğunu söylemek, dinden çıkmak ve felsefeci olmak demekdir. Allahü
teâlâdan başka herşey yok idi ve hepsi yine yok olacaklardır. Kıyâmet kopacağı
zemân, yıldızlar yerlerinden ayrılıp dağılacak, gökler parçalanacak, yeryüzü ve
dağlar da parça parça olacak, hepsi yok olacaklardır. Böyle olacaklarını Kur’ân-ı kerîm açıkca bildirmekdedir. Müslimânların
bütün fırkaları, bunu sözbirliği ile haber vermişdir. (El-hâkka)
sûresinde, bir âyet-i kerîmede
meâlen, (Sûra bir kerre üfürülünce, yeryüzü ve
dağlar, yerlerinden kaldırılıp silkilecekdir. O gün kıyâmet kopacak, gök
yarılacak ve dağılacakdır) ve (Tekvîr) sûresinde, bir
âyet-i kerîmede meâlen, (Güneşin
karardığı, yıldızların yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıkları zemâna...) ve (İnfitâr) sûresinde, bir âyet-i kerîmede meâlen, (Gökün yarıldığı ve yıldızların dağılıp yok oldukları
zemân...) ve (Kasas) sûresinin son âyetinde meâlen, (Herşey yok olacakdır. Yalnız O kalacakdır!) buyurulmuşdur.
Kur’ân-ı kerîmde, bunlar gibi, dahâ nice âyetler vardır.
Bunların yok olacaklarına inanmamak, câhillik olur. Yâhud, Kur’ân-ı kerîme inanmıyan felsefecilerin, yaldızlı
yalanlarına aldanmakdır. Görülüyor ki, mahlûkların yok olacaklarına inanmak,
yokdan var edildiklerine inanmak gibi, îmânın şartıdır. İnanmak elbet lâzımdır.
Âlimlerden birkaçı, yedi şey, ya’nî Arş, Kürsî, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem
ve Rûh denilen mahlûklar yok olmıyacak,
sonsuz var olacaklardır dediler. Bu sözleri, bunlar yok olamaz demek değildir.
Allahü teâlâ, var etmiş olduğu şeylerden, dilediklerini tekrâr yok edecek, dilediklerini
de, yalnız kendi bileceği fâide ve sebeblerden dolayı, hiç yok etmiyecek,
bunlar ebedî, ya’nî sonsuz var olacaklardır demekdir. Allahü teâlâ, dilediğini
yapar ve istediğini emr eder. Bütün bu yazılanlardan anlaşılıyor ki, âlem ya’nî
herşey, Allahü teâlânın dilemesi ve kudreti ile vardır. Var olmaları için ve
varlıkda kalmaları için Allahü teâlâya muhtâcdırlar. Çünki, bâkî olmak demek,
varlığın her an devâm etmesi demekdir. Başka birşey olmak demek değildir. Hem
var olmak, hem de varlıkda kalabilmek, Allahü teâlânın irâdesi, dilemesi ile
olur. Eski felsefecilerin (Akl-ı fe’âl) dedikleri
[ve şimdiki din düşmanlarının (Tabî’at kuvvetleri) dedikleri]
şey ne oluyor ki, mahlûkların varlığı ve yokluğu, onun emrinde olsun? Bunun
varlığında bile çeşidli lâflar ediyorlar. Çünki, bu ismi koydukları şey, kısa
aklları ile ortaya atılmışdır. İslâmın doğru bilgilerine göre, bunlar, Allahü
teâlânın yaratmasına sebeb olan şeylerdir. Bu sebebleri de, Allahü teâlâ yaratmışdır ve yaratmakdadır. Mahlûkların
varlıklarının, Allahü teâlâdan olduklarına inanmayıp, böyle hayâlî,
uydurma ismlere bağlamak, büyük ahmaklıkdır. Hattâ varlıklar, Allahın
mahlûkları olmayıp da, akllarının esîri olan kısa görüşlülerin uydurdukları
birşeyin kulları, köleleri olmağı aşağılık bilir, utanırlar. Böyle kul
olmakdansa, yok olmağı isterler. Herşeye gücü yeten, dilediğini yapabilen bir
yaratıcının mahlûku olmayıp da, uydurma birşeyin kulu olarak var olmak
istemezler. Böyle ahmaklara, ancak Kehf sûresindeki
âyet-i kerîmede bildirildiği gibi, (Ağızlarından
çıkan söz, çok kötüdür. Hep yalan söylüyorlar) denilir.
Îmânın tohumu beş vakt nemâzdır,
müslimânım diyen, kılsa gerekdir.
Nemâzın lezzetini duyamıyanlar,
rûhunu tedâvî, etse gerekdir.
Bilmek istersen kim, necât bulmayan,
nemâza hiç ehemmiyyet vermiyen!
Mîzân terâzîde hayrın bulmıyan,
ezânı işitip, gelmiyenlerdir.