Bu mektûb, mîr
Muhammed Emînin annesine yazılmışdır.
Nasîhatlerin birincisi, Ehl-i
sünnet âlimlerinin, kitâblarında bildirdiklerine göre, i’tikâdı
düzeltmekdir. Çünki, Cehennemden kurtulan yalnız bu fırkadır. Allahü teâlâ, o
büyük insanların çalışmalarına, bolbol mükâfât versin! [Dört mezhebin ictihâd
derecesine yükselmiş müctehidlerine ve bunların yetişdirdikleri büyük âlimlere (Ehl-i sünnet) âlimi denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâbları çokdur. Meârif
nezâretinin 465 numaralı ruhsatı ile 1217
senesinde İstanbulda yazılmış olan türkçe (Necât-ül
müsallî) kitâbında Ahmed Şevkı efendi çok güzel
anlatmakdadır.] İ’tikâdı (Îmânı) düzeltdikden sonra, fıkh ilminin bildirdiği
ibâdetleri yapmak, ya’nî islâmiyyetin emrlerini yapmak, yasak etdiklerinden
kaçınmak lâzımdır. Beş vakt nemâzı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına
ve ta’dîl-i erkâna dikkat ederek, kılmalıdır. Nisâb mikdârı malı ve parası
olan, zekât vermelidir. İmâm-ı a’zam buyuruyor ki, (Kadınların süs olarak
kullandıkları altın ve gümüşün de zekâtını vermek lâzımdır).
Kıymetli ömrü, lüzûmsuz mubâhlara bile harcamamalıdır. Harâm ile geçirmemek, elbette lâzımdır. Tegannî ve
şarkı [ve çalgı âletleri] ile meşgûl olmamalı, bunların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. Bunlar bal
karışdırılmış, şekerle kaplanmış zehrdir.
(Gîbet) etmemelidir. Gîbet harâmdır. [Gîbet, bir müslimânın veyâ zimmînin gizli
bir kusûrunu, arkasından söylemekdir. Harbîlerin ve bid’at
sâhiblerinin ve açıkca günâh işliyenlerin bu günâhlarını ve müslimânlara zulm
edenlerin ve alış verişde onları aldatanların bu fenâlıklarını müslimânlara
duyurarak, bunların şerrinden sakınmalarına sebeb olmak ve müslimânlığı yanlış
söyliyenlerin ve yazanların bu iftirâlarını söylemek lâzımdır, gîbet olmaz (Redd-ül muhtâr: 5-263).]
Nemîme, ya’nî müslimânlar arasında söz taşımamalıdır. Bu iki
günâhı işleyenlere çeşidli azâblar yapılacağı bildirilmişdir. Yalan söylemek ve
iftirâ etmek de harâmdır, sakınmak lâzımdır. Bu
iki fenâlık, her dinde de harâm idi. Cezâları
çok ağırdır. Müslimânların ayblarını örtmek, gizli günâhlarını yaymamak ve
kusûrlarını afv etmek çok sevâbdır. Küçüklere, emr altında bulunanlara
[zevceye, çocuklara, talebeye, askere], fakîrlere merhamet etmelidir.
Kusûrlarını yüzlerine vurmamalıdır. Olur olmaz sebeblerle o zevallıları
incitmemeli, dövmemeli ve sövmemelidir. [Hiç kimsenin dînine, malına, canına,
şerefine, nâmûsuna saldırmamalı, herkese ve hükümete olan borcları ödemelidir. Rüşvet almak ve vermek harâmdır. Yalnız zâlimin zulmünden kurtulmak için ve
ikrâh edilince vermek rüşvet olmaz. Fekat, bunu almak da harâm olur.] Herkes, kendi kusûrlarını görmeli, Allahü
teâlâya karşı yapdığı kabâhatleri düşünmelidir. Allahü teâlânın, kendisine cezâ
vermekde acele etmediğini, rızkını kesmediğini bilmelidir. [Ananın, babanın,
hükümetin, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun emrlerine itâ’at etmeli, ahkâm-ı
islâmiyyeye uygun olmıyanlara ısyân etmemeli, karşı gelmemeli, fitneye sebeb
olmamalıdır.] [(Mektûbât-ı Ma’sûmiyye) ikinci
cild, 123. cü mektûba bakınız!]
İ’tikâdı düzeltdikden ve fıkhın emrlerini yapdıkdan sonra, bütün
zemânları, Allahü teâlâyı zikr ile geçirmelidir. Buna, büyüklerin bildirdiği
gibi, devâm etmelidir. Buna, ya’nî kalbin, Allahü teâlâyı zikr etmesine mâni’
olan herşeyi, düşmân bilmelidir. Ahkâm-ı islâmiyyeye ne kadar çok yapışılırsa,
Onu anmanın lezzeti artar. Ahkâm-ı islâmiyyeye uymakda, gevşeklik, tenbellik
artdıkca, o lezzet de azalır ve kalmaz olur. [Zikrin çeşidleri vardır.
Bunlardan biri, (Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber.
Allahü ekber ve lillâhilhamd)dır. Buna (Tekbîr-i
teşrîk) de denir. Her gün çok söylemelidir. (İstigfâr düâsı) da, fâidesi pek çok olan bir
zikrdir. İslâm düşmanlarının yalanlarına,
iftirâlarına aldanıp da, onların tuzaklarına düşmemeğe çok dikkat etmelidir.] Dahâ
ne yazayım? Aklı olana bu kadar yetişir. Allahü teâlâ hepimize se’âdet-i
ebediyyeye kavuşduran şeyleri yapmak nasîb eylesin! Âmîn.