Bu mektûb,
Molla Bedreddîne yazılmışdır. Âlem-i ervâh ve âlem-i misâl ve âlem-i ecsâd
üzerinde bilgi vermekde, kabr azâbını anlatmakdadır:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği kimselere
selâm olsun! Diyorsunuz ki, rûh bu bedene bağlanmadan önce, âlem-i misâlde idi.
Bedenden ayrıldıkdan sonra da, âlem-i misâle gidecekdir. Bunun için, kabr azâbı
âlem-i misâlde olacakdır. Âlem-i misâldeki elemi, acıları, rü’yâda duymak gibi
olacakdır. Sonra, bu bilginin çeşidli kolları vardır. Eğer izn verirseniz, bu
konuda size çok şeyler yazarım.
Cevâb: Böyle hayâller, aslsız
sözler, doğru olmakdan çok uzakdır. Böyle düşüncelerin, sizi doğru yoldan
sapdırmasından korkuyorum. Hiç vaktim yok ise de, bu
konuda birkaç kelime yazmak için kendimi zorlayacağım. İnsanları doğru yola
kavuşduran, yalnız Allahü teâlâdır.
Kıymetli kardeşim! Mümkinler âlemini, ya’nî mahlûkları, üç
kısma ayırmışlardır: (Âlem-i ervâh), (Âlem-i misâl)
ve (Âlem-i ecsâd). Âlem-i
misâle (Âlem-i berzah) da demişlerdir.
Çünki bu âlem, (Âlem-i ervâh) ile (Âlem-i ecsâd) arasındadır. Bu âlem, ayna
gibidir. Diğer iki âlemdeki hakîkî varlıklar ve ma’nâlar, bu âlemde latîf
şekllerde görünürler. Çünki, iki âlemdeki her hakîkate ve her ma’nâya uygun
birer şekl, heyet, bu âlemde bulunur. Bu âlemde, kendiliğinden hiçbir hakîkat,
hiçbir madde ve ma’nâ yokdur. Buradaki şekller, heyetler, öteki âlemlerden aks
eden görüntülerdir. Aynada hiçbir şekl ve sûret yokdur. Aynada bir şekl görünürse,
başka yerden gelen bir görünüşdür. Âlem-i misâl de böyledir. Bu iyi
anlaşılınca, deriz ki, rûh bu bedene te’alluk etmeden önce, kendi âleminde idi.
Rûh âlemi, âlem-i misâlden dahâ üstündür. Rûh, bedene te’alluk edince, bedene
âşık olarak, bu madde âlemine iner. Âlem-i misâl ile bir ilgisi yokdur. Rûh bu
bedene te’alluk etmeden, ilgilenmeden önce, âlem-i misâl ile ilgisi olmadığı
gibi, bedene olan ilgisi bitdikden sonra da, bu âlem ile ilgisi olmaz. Şu kadar
var ki, Allahü teâlânın dilediği zemânlarda, rûhun ba’zı hâlleri, bu âlemin
aynasında görünür. Rûhun hâllerinin iyiliği, kötülüğü buradan anlaşılır. Keşf
ve rü’yâlar, böyle hâsıl olmakdadır. İnsanın hisleri, duyguları gayb olmadan
da, âlem-i misâldeki şeklleri gördüğü çok olmuşdur. Rûh, bedenden ayrıldıkdan
sonra, ulvî ise, yükselir. Süflî ise, alçalır. Âlem-i misâl ile bir ilişiği
olmaz. Âlem-i misâl, görünen bir âlemdir. Bir varlık âlemi değildir. Varlık
âlemleri ikidir. Âlem-i ervâh ve Âlem-i ecsâd. Ya’nî rûh âlemi ile madde âlemi, varlık âlemidir. Bunlarda bulunan
şeyler, yalnız görünüş değildir. Kendileri de vardır. Âlem-i misâlde
ise, hiçbir varlık yokdur. Yalnız, âlem-i ervâhda ve âlem-i ecsâdda bulunan
varlıklar için bir ayna gibidir. Rü’yâda, âlem-i misâldeki elem, acı, sıkıntı
görünür. Bu da, görenin hak etdiği azâbın, âlem-i misâldeki görüntüsünün
görülmesidir. Onu gafletden uyandırmak için, kendini düzeltmesi için, kendisine
gösterirler.
Kabr azâbı, rü’yâda, âlem-i misâldeki görüntüleri görmek
değildir. Kabr azâbı, rü’yâ gibi değildir. Kabr azâbı, azâbın görüntüsü
değildir. Azâbın kendisidir. Bundan başka, rü’yâda görülen acı, azâb, azâbın
kendisidir denilse bile, dünyâdaki acılar, azâblar gibidir. Kabr azâbı ise,
âhıret azâblarındandır. Birbirlerine hiç benzemezler. Çünki, dünyâ azâbları, âhıret
azâbları yanında hiç kalır. Allahü teâlâ, o azâblardan bizi korusun! Eğer,
âhıret azâblarından bir kıvılcım dünyâya gelse, herşeyi yakar, yok eder. Kabr
azâbını, rü’yâda görülen azâb gibi sanmak, kabr azâbını bilmemekden, anlamamış
olmakdan ileri gelmekdedir. Azâbın kendisi ile, görünüşünü karışdırmakdan hâsıl
olmakdadır. Böyle yanlış düşünmek, dünyâ azâbı ile âhıret azâbını aynı
sanmakdan da olur. Böyle sanmak, pek yanlışdır. Yanlış ve bozuk olduğu
meydândadır.
Süâl: Zümer
sûresinin kırkikinci âyetinin meâli, (Allahü teâlâ, insan
ölürken rûhunu bedeninden ayırır. Ölmediği zemân, uykuda da, rûhunu ayırır)dir.
Bu âyet-i kerîmeden anlaşılıyor ki, insan ölürken rûhu ayrıldığı gibi, uyurken
de ayrılmakdadır. Böyle olunca, rü’yâdaki azâbı, dünyâ azâblarından saymak,
kabr azâbını ise, âhıret azâblarındandır demek nasıl doğru olur?
Cevâb: Uykuda iken, rûhun
bedenden ayrılması, bir kimsenin, geziye, eğlenmek için, kendi vatanından,
gülerek, sevinerek ayrılmasına benzer ki, gezdikden sonra, sevinç içinde yine
vatanına döner. Rûhun gezinti yeri, âlem-i misâldir. Bu âlemde görecek meraklı
ve tatlı şeyler vardır. Ölürken rûhun ayrılması böyle değildir. Bu ayrılık,
vatanı yıkılan, evleri, binâları yok olan kimsenin vatanından ayrılması
gibidir. Bunun içindir ki, uykudaki ayrılmasında, sıkıntı ve acı yokdur.
Tersine, sevinç ve râhatlık vardır. Ölürken ayrılmasında ise, çok acılar ve
güçlükler hâsıl olur. Uyuyan insanın vatanı dünyâdır. Ona, dünyâdaki işler gibi
iş yaparlar. Ölen
kimsenin
ise, vatanı yıkılır. Âhırete göç eder. Ona âhıret işleri yaparlar. Bunun
içindir ki, [Deylemînin “rahmetullahi aleyh” bildirdiği hadîs-i şerîfde], (İnsan ölünce, kıyâmeti kopmuş olur) buyuruldu.
Sakın, hayâlde hâsıl olan keşflere ve âlem-i misâlde görünen
şeylere aldanarak, (Ehl-i sünnet ve cemâ’at) fırkası
âlimlerinin bildirdikleri i’tikâddan ayrılmayınız! Allahü teâlâ, o büyük
âlimlerin çalışmalarına bol bol mükâfât versin! Rü’yâlara, hayâllere
aldanmayınız! Çünki, bu kurtuluş fırkasına uymadıkca, âhıretde azâblardan
kurtulmak düşünülemez. Kıyâmetde kurtulmak
istiyenler, kendi görüşlerini bırakarak, bu büyüklere uymağa canla başla
çalışmalıdır. [Ehl-i sünnet fırkası âlimlerinin
bildirdikleri doğru i’tikâdı anlatan, her lisânda binlerce kitâb yazılmışdır.
Arabî (Emâlî kasîdesi) ve bunun arabî
şerhi olan (Nuhbe) kitâbı ve fârisî (Türpüştî risâlesi) meşhûrdur. Türkçe (Birgivî vasıyyetnâmesi) ve Hüseyn Hilmi Işıkın (Ehl-i sünnet kasîdesi) çok fâidelidir. Bu kasîde
(Fâideli bilgiler) ve (Cevâb veremedi) kitâblarında mevcûddur.]
Habercinin vazîfesi, bildiğini söylemekdir. Yazınızdaki gevşekliği görünce,
hayâllerinize kapılarak, bu büyüklere uymak se’âdetinden ayrılmak felâketine
düşeceğinizden ve kendi keşflerinizin akıntısına kapılacağınızdan çok korkdum.
Nefslerimizin kötülüklerinden ve işlerimizin bozukluğundan Allahü teâlâya
sığınırız. Şeytân, büyük düşmanımızdır. Doğru yoldan kaydırıp sapdırmaması
için, çok uyanık olmalısınız! Ayrılık bir sene olmadan, Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine [ya’nî Ehl-i sünnet fırkası âlimlerinin gösterdikleri yola]
uymak için yapdığınız titizlikler ve kurtuluşun, ancak o büyüklerin yoluna
sarılmakda olduğunu gösteren çalışmalarınız ne olmuş? Bunlar ne çabuk
unutulmuş. Hayâllerinizin arkasında sürükleniyorsunuz. Sizinle buluşmamızın çok
gecikeceği anlaşılıyor. Yaşayışına öyle düzen vermelisin ki, kendini kurtarmak
ümmîdi yok olmasın! Yâ Rabbî! Bizlere merhamet et! İşlerimizin iyi olmasını
nasîb eyle! Doğru yolda bulunanlara bizden selâm olsun.