Bu mektûb, hâce
Şerefüddîn Hüseyne yazılmışdır. Nasîhat etmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâm
olsun! Sevgili oğlum! Fırsat ganîmetdir. Ya’nî, zemân çok kıymetlidir. Bu
kıymetli zemânları fâidesiz şeylere harc etmemelidir. Allahü teâlânın râzı
olduğu, beğendiği şeyleri yapmakla geçirmelidir. Beş vakt nemâzı, dünyâ
işlerini düşünmiyerek ve cemâ’at ile kılmalıdır. (Ta’dîl-i
erkân) ile kılmağa dikkat etmelidir. Teheccüd nemâzını
kaçırmamalıdır. [Teheccüd, gece nâfile nemâz kılmak demekdir. Farz nemâz borcu olan geceleri de, kazâ nemâzlarını
kılmalıdır.] Seher vaktleri istiğfâr etmelidir. Gafletden, nefse uymakdan
lezzet almamalıdır. Dünyânın geçici lezzetlerine aldanmamalıdır. Ölümü
hâtırlamalı, âhıretin dehşet ve şiddetini göz önüne getirmelidir. Kısacası,
yüzümüzü dünyâdan âhırete çevirmelidir. Dünyâ işleri ile zarûret mikdârı
uğraşmalı, başka zemânlarda, hep âhıreti kazandıracak işleri yapmalıdır. Sözün
özü, gönül Allahdan gayrisine tutulmakdan kurtulmalı, beden ve a’zâları da,
ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla süslemelidir.
İş budur, bundan başka herşey hiçdir!
[(Ma’rifetnâme)de yazılı hadîs-i
şerîflerde buyuruyor ki, (Mes’ûd o kimsedir ki,
dünyâ onu terk etmezden önce, o dünyâyı terk etmişdir), (Arzûsu âhıret olup,
âhıret için çalışana, Allahü teâlâ dünyâyı hizmetci yapar), (Yalnız dünyâ için
çalışana, yalnız kaderinde olan kadar gelir. İşleri karışık, üzüntüsü çok
olur), (Âhıretin sonsuz olduğuna inanan kimsenin, bu dünyâya sarılması, çok
şaşılacak şeydir), (Dünyâ sizin için yaratıldı. Siz de âhıret için
yaratıldınız! Âhıretde ise, Cennetden ve Cehennem ateşinden başka yer yokdur),
(Paraya, yiyeceğe tapınan kimse helâk olsun!), (Sizlerin fakîr olacağınızı
düşünmiyor, bunun için üzülmiyorum. Sizden önce gelmiş olanlara olduğu gibi,
dünyânın elinize bol bol geçerek, Allahü teâlâya âsî ve birbirinize düşman
olmanızdan korkuyorum), (Mal ve şöhret hırsının insana zararı, koyun sürüsüne giren
iki aç kurdun zararından dahâ çokdur), (Dünyâyı terk eyle ki, Allahü teâlâ seni
sevsin. İnsanların malına göz dikme ki, herkes seni sevsin!), (Dünyâ, geçilecek
bir köprü gibidir. Bu köprüyü ta’mîr etmekle uğraşmayın. Hemen geçip gidin!),
(Dünyâya, burada kalacağınız kadar, âhırete de, orada kalacağınız kadar
çalışınız!)
Dünyâ zıll-i zâildir. Ona güvenen nâdimdir. O seninle kalsa
da, sen onunla kalmazsın. Dünyâdan çıkmadan önce, kalbinden dünyâ sevgisini
çıkar. Dünyâ lezzetlerine aldanmıyan, Cennet ni’metlerine kavuşur. İki âlemde
azîz ve muhterem olur. Dünyâ harâbdır. Şerbetleri serâbdır. Ni’metleri zehrli,
safâları kederlidir. Bedenleri yıpratır.
Emelleri artdırır. Kendini kovalıyandan kaçar. Kaçanı kovalar. Dünyâ bala,
içine düşenler de sineğe benzer. Ni’metleri geçici, hâlleri değişicidir.
Dünyâya ve buna düşkün olanlara inanılmaz. Çünki, bunlarda vefâ ve safâ
bulunmaz. Fânî olanın sevgisini kalbinden çıkar ki, bâkî olanı alasın. Kendini
bilen kişinin bu dünyâya düşkün olmasına şaşılır. Şakîler dünyâya sarılır.
Sa’îdler bâkî olana sarılır. Bedeninle dünyâda ol, kalbinle âhıreti bul! Nefsin
arzûlarını terk eden pâk olur, âfetlerden selâmet bulur. Allahü teâlânın râzı
olmadığını terk edene, Allahü teâlâ ondan iyisini ihsân eder. Dünyâyı anlıyan,
onun sıkıntılarından üzülmez. Dünyâyı anlıyan, ondan sakınır. Ondan sakınan,
nefsini tanır. Nefsini tanıyan, Rabbini bulur. Mevlâsına hizmet edene, dünyâ
hizmetçi olur. Dünyâ insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar. Kaçarsan, seni
kovalar. Dünyâ, âşıklarına mihnet yeridir. Lezzetlerine aldanmıyanlara, ni’met
yeridir. İbâdet edenlere kazanç yeridir. İbret alanlara hikmet yeridir. Onu
tanıyanlara selâmet yeridir. Ana rahmine nisbetle, Cennet gibidir. Âhırete
nisbetle çöplük gibidir. Yediyüzseksenaltıncı [786] sahîfeye bakınız!
Ölümden önce olan herşeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden
sonra fâidesi olanlar, dünyâdan sayılmaz. Âhıretden sayılırlar. Çünki dünyâ,
âhıret için tarladır. Âhırete yaramıyan dünyâlıklar, zararlıdır. Harâmlar, günâhlar ve mubâhların fazlası
böyledir.Dünyâda olanlar ahkâm-ı islâmiyyeye uygun kullanılırsa, âhırete
fâideli olurlar. Hem dünyâ lezzetine, hem de âhıret ni’metlerine kavuşulur. Mal
iyi de değildir, kötü de değildir. İyilik,
kötülük, onu kullanandadır. O hâlde, mel’ûn olan, kötü olan dünyâ, Allahü teâlânın
râzı olmadığı, âhıreti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demekdir. Kendini ve
Rabbini unutup, lezzetlerine, şehvetlerine düşkün olanlar, yolda hayvanının
süsü ile, palanı ile, otu ile uğraşıp, arkadaşlarından geri kalan yolcuya
benzer. Çölde yalnız kalıp, helâk olur. İnsan da, ne için yaratılmış olduğunu
unutup, dünyâ zînetlerine aldanır, âhıret hâzırlığı yapmazsa, ebedî felâkete
sürüklenir. Dünyâ sevgisi âhırete hâzırlanmağa mâni’ olur. Çünki, kalb onu
düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu elde etmeğe uğraşarak ibâdet yapamaz
olur. Dünyâ ile âhıret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden
uzak olur. Bir kimse, ibâdetini yapmaz ve geçiminde, kazancında Allahü teâlânın
emrlerini ve yasaklarını gözetmezse, dünyâya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ
herkesin kalbini bundan soğutur. Bunu kimse sevmez. (Ma’rifetnâme)nin
yazısı temâm oldu.
Dünyâ, arabî bir kelimedir. Fen ilminde (En yakın şey)
demekdir. Erd küresi, güneşden, aydan, yıldızlardan dahâ yakın olduğu için, Erd
küresine dünyâ denir. Kıyâmetden önceki zemân, kıyâmetden sonraki zemândan dahâ
yakın olduğu için, birincisine (Dünyâ hayâtı), ikincisine (Âhıret hayâtı)
denir. Dünyâ kelimesinin din bilgisindeki
ma’nâsı, (En zararlı, fenâ şey) demekdir. Küfre sebeb olan şeyler, harâmlar, mekrûhlar,
dünyâ demekdir. Mubâhlar, islâmiyyete uymağa mâni’ olunca, dünyâ olurlar. Muhabbet,
sevmek, hep berâber olmağı istemek, berâber olmakdan zevk, lezzet duymak
demekdir. İnsan sevdiğini hiç unutmaz. Muhabbetin yeri kalbdir. Kalb, yürek
dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvetdir. Bu kuvvete gönül diyoruz.
Birşeyi öğrenmek, akl ile olur. Akl, dimâg, beyn dediğimiz et parçasında
bulunur. Küfrü, harâmları, mekrûhları sevmek, beğenmek küfr olur. Farzları, sünnetleri,
beğenmemek de küfr olur, dünyâ olur. Müslimân olmak için, dünyâya ya’nî harâmlara kıymet vermemek
lâzımdır. Dünyâyı hâtırlamağı da kalbinden çıkarana (Sâlih)
müslimân denir. Halâl olsun, mubâh olsun, mâ-sivâyı, ya’nî
Allahü teâlâdan başka herşeyi hâtırlamağı kalbinden çıkarmağa (Fenâ-fillah) denir. Buna kavuşan müslimâna (Velî) denir, (Evliyâ)
denir.İnsanları müslimân ve sâlih yapmak için uğraşan velîye (Mürşid) denir. Evliyâ, herşeyi öğrenir, bilir.
Ahkâm-ı islâmiyyeye uymakda, dünyâ işlerinde aklını kullanır. Hesâbını yapmakda,
san’atında, ticâretinde hiç hatâ yapmaz. Fekat, aklındaki düşünceler, kalbine
sirâyet etmez, bulaşmaz. Dünyâyı seven, hâtırlayan kalb, hastadır. Kalbin temiz
olması, dünyâ dediğimiz şeyleri sevmekden, hâtırlamakdan kurtulması demekdir.
Kalb hastalığının ilâcı, ahkâm-ı islâmiyyeye uymak ve Allahü teâlâyı çok zikr
etmek, ya’nî ismini ve sıfatlarını hâtırlamak, kalbe yerleşdirmekdir. (Müjdeci Mektûblar) 253.cü sahîfeye bakınız!
Mürşid-i kâmilin sohbeti veyâ kitâblarını okumak, bu tedâvîyi kolaylaşdırır. Bu
sohbete, bu kitâblara kavuşmak, dünyâ ve âhıret se’âdetlerine kavuşmağa
sebebdir. Bu tedâvîye fâidesi olmayan sohbetin ve kitâbların, taklîd, sahte ve
zararlı olduğu, felâkete sebeb olacağı anlaşılır.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri (Mektûbât)
kitâbının 1.ci cild, 275.ci mektûbunda buyuruyor ki: Sizin bu
ni’mete kavuşmanız, islâmiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini
yaymakla olmuşdur. Oralara cehâlet yerleşmişdi ve bid’atler
yayılmışdı. Allahü teâlâ, sevdiklerinin sevgisini size ihsân etdi. İslâmiyyeti yaymağa
sizi vesîle eyledi. Öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkâmını
yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. Bu ikisi bütün se’âdetlerin başı,
yükselmenin vâsıtası ve kurtuluşun sebebidir. Çok uğraşınız! Din adamı olarak
ortaya çıkınız! Oradakilere emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparak, doğru yolu
gösteriniz! Müzzemmil sûresinin ondokuzuncu âyetinde
meâlen, (Rabbinin rızâsına kavuşmak istiyen için, bu
elbette bir nasîhatdir) buyuruldu.]