Bu mektûb, Mîr
Muhibbullaha yazılmışdır. Sünnet-i seniyyeye yapışmağı ve bid’atlerden
sakınmağı bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun Peygamberlerine salât ve
size düâlar ederim. Kıymetli kardeşim seyyid Mîr Muhibbullah! Buradaki
fakîrlerin hâlleri, gidişleri çok iyidir. Bunun için Allahü teâlâya sonsuz hamd
etmek lâzımdır. Sizin de selâmetiniz için ve hâlinizin değişmemesi için ve
doğru yolda ilerlemeniz için Allahü teâlâya düâ ederim. Bu günlerde, ne hâlde
bulunduğunuzu bildirmediniz. Mesâfenin uzaklığı, haberleşmeyi güçleşdiriyor.
Nasîhat vermek, dînimizin birinci vazîfesidir ve Peygamberlerin en üstününe
uymakdır “Ona ve hepsine üstün düâlar ve selâmlar olsun!”. Ona uymak için Onun sünnetlerini, ya’nî bütün emr ve yasaklarını yerine
getirmek ve Onun beğenmediği bid’atlerden
sakınmak lâzımdır. O bid’atler, gecenin
karanlığını yok eden, tan yerinin ağarması
gibi parlak görünseler de hepsinden kaçmak lâzımdır. Çünki, hiçbir bid’atde nûr yokdur, ışık yokdur. Hiçbir hastaya şifâ
yokdur. Hiçbir hastaya ilâc olamazlar. Çünki, her bid’at,
yâ bir sünneti yok eder, yâhud sünnetle ilgisi olmaz. Fekat, sünnetle ilgisi olmıyan bid’atler, sünnetden aşırı, artık oldukları için, sünneti yok etmiş olmakdadırlar.
Çünki, bir emri emr olunandan ziyâde yapmak, bu emri değişdirmek olur. Bundan
anlaşılıyor ki, nasıl olursa olsun, her bid’at sünneti yok etmekdedir. Sünnete
ters düşmekdedir. Hiçbir bid’atde iyilik ve
güzellik yokdur. Keşki bilseydim ki, kâmil olan bu dinde ve Allahü teâlânın
râzı olduğu islâmiyyetde, ni’metler temâm oldukdan sonra, ortaya çıkan bid’atlerden ba’zılarına, nasıl olmuş da güzel
demişler? Bunlar niçin bilmemişler ki, birşey yükseldikden, temâm oldukdan,
beğenildikden sonra, buna yapılacak eklemeler güzel olamaz. Hak olan, doğru
olan birşeyde yapılacak her değişiklik, dalâlet ve sapıklık olur. Kâmil olan,
temâm olan bu dinde sonradan meydâna çıkarılan birşeye güzel demenin, dînin
kemâle ermediğini göstereceğini ve ni’metin temâm olmadığını bildireceğini
anlamış olsalardı, hiçbir bid’ate güzel
diyemezlerdi. Yâ Rabbî, unutduğumuz ve yanıldığımız şeyler için bizleri hesâba
çekme! Size ve yanınızda olanlara selâm ederim.
[Sünnet kelimesinin
dînimizde üç ma’nâsı vardır: (Kitâb ve sünnet) birlikde
söylenince, kitâb, Kur’ân-ı
kerîm, sünnet de, hadîs-i şerîfler
demekdir. (Farz ve sünnet) denilince, farz, Allahü teâlânın emrleri, sünnet ise, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti, ya’nî emrleri demekdir. Sünnet kelimesi yalnız olarak söylenince, islâmiyyet,
ya’nî bütün ahkâm-ı islâmiyye demekdir. Fıkh kitâbları böyle olduğunu
bildiriyor. Meselâ (Kudûrî muhtasarı)nda
(Sünneti en iyi bilen imâm olur) diyor. (Cevhere) kitâbında burayı açıklarken (Sünnet demek, burada ahkâm-ı islâmiyye demekdir)
diyor. Yetmişdördüncü maddenin sonuna bakınız!
Kalbi temizlemek için islâmiyyete uymak lâzım olduğu
anlaşıldı. İslâmiyyete uymak da, emrleri yapmakla ve yasaklardan ve bid’atlerden sakınmakla olur.
Bid’at, dinde sonradan yapılan şey demekdir.
Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve dört halîfesinin “radıyallahü
anhüm” zemânlarında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydâna çıkarılan,
ibâdet olarak yapılmağa başlanan şeylerdir. Meselâ, nemâzlardan sonra hemen (âyet-el-kürsî) okumak lâzım iken, önce (Salâten tüncînâ)yı ve başka düâları okumak bid’atdir. Bunları, (âyet-el-kürsî)den
ve tesbîhlerden sonra okumalıdır. Nemâzdan, düâdan sonra secde edip de kalkmak bid’atdir. Ezânı ho-parlörle okumak bid’atdir. Ho-parlör, ses çıkaran bir âletdir. Lugat
kitâblarında, meselâ (Müncid)de, ses
çıkaran âletlere (Mizmâr) denir.
Ho-parlör, mizmârın bir nev’idir. (Hâd-id-dallîn)de
diyor ki, (Ebû Nu’aym İsfehânînin (Hilyetül-Evliyâ)sında
yazılı hadîs-i şerîfde, şeytâna (Senin müezzinin
mizmârdır) buyuruldu). Ho-parlör ile okunan ezânın, şeytân ezânı
olduğu, bu hadîs-i şerîfden anlaşılmakdadır. Dinde yapılan her değişiklik ve
reform bid’atdir. Yoksa, çatal, kaşık, boyun
bağı kullanmak, kahve, çay, tütün içmek bid’at
değildir. Çünki, bunlar ibâdet değil, âdetdir ve mubâhdırlar. Harâm değildirler. Bunları yapmak, dînin emr etdiği
şeyi terk etmeğe veyâ nehy [yasak] etdiği şeyi yapmağa sebeb olmazlar. (Hadîka-tün-nediyye)de diyor ki, (Bid’at, dinden olmıyan, ibâdet olmıyan, âdet olan
birşey ise, dînimiz bunu red etmez. Yimekde, içmekde, elbisede, seyrü sefer
vâsıtalarında ve binâ, mesken, ev işlerinde, ibâdet yapmak, ya’nî Allahü
teâlâya tekarrüb niyyet etmeyip, yalnız dünyâ işi düşünülürse, bunlar bir
ibâdeti yapmağa mâni’ olmadıkça veyâ bir harâmı
işlemeğe sebeb olmadıkça, bid’at olmazlar.
Dînimiz bunları men’ etmez). Bid’at üç dürlüdür:
1
-
İslâmiyyetin küfr alâmeti dediği şeyleri zarûret olmadan kullanmak, en kötü bid’atdir. Dâr-ül-harbde kâfirlere hud’a olarak
kullanmak câiz olur denildiği (Berîka)da,
467. ci sahîfede ve (Mecmâ’ul-enhür)ün
696. cı sahîfesinde yazılıdır.
2
- Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” bildirdiklerine uymıyan inanışlar da kötü bid’atdir.
3
- İbâdet
olarak yapılan yenilikler, reformlar, amelde bid’at
olup büyük günâhdır. Âlimler, ameldeki, ibâdetdeki bid’atleri
ikiye ayırmışlar, hasene ve seyyie demişlerdir. İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi
aleyh” âlimlerin hasene dedikleri bid’atlere bid’at dememiş, sünnet-i hasene demişdir. Bid’at-i
seyyie dediklerine bid’at demiş, bunları çok kötülemişdir.
Vehhâbîler ise, hasene denilen, beğenilen bid’atlere
de, seyyie demiş, bunları yapanlara kâfir, müşrik demişlerdir. Üçüncü kısmda
birinci maddeye bakınız!]