Se’âdet-i Ebediyye
Kitâbında Adı Geçenlerin
Hâl Tercemeleri
0617
— MUHAMMED “Aleyhisselâm”:
Allahü teâlânın Resûlüdür. Habîbidir. Peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur.
Babası Abdüllahdır. Mîlâdın beşyüzyetmişbir [571] senesi nisan ayının yirmisine
rastlayan, Rebî’ul-evvel ayının onikinci pazartesi gecesi, sabâha karşı, Mekkede
tevellüd etdi. Babası, dahâ önce ölmüş idi. Altı yaşında iken annesi, sekiz
yaşında iken dedesi öldü. Sonra, amcası Ebû Tâlibin yanında büyüdü. Yirmibeş
yaşında iken, Hadîce-tül-kübrâ ile evlendi. Bundan dört kızı, iki oğlu oldu. İlk
oğlunun adı Kâsım idi. Bundan dolayı, kendisine (Ebül-Kâsım) da denir.
Kırk yaşında iken, bütün insanlara ve cinne Peygamber olduğu bildirildi. Üç sene
sonra, herkesi îmâna çağırmağa başladı. Elliiki yaşında iken, bir gece Mekkeden
Kudüse ve oradan göklere götürülüp getirildi. Bu yolculuğuna (Mi’râc)
denir. Mi’râcda, Cennetleri, Cehennemleri ve Allahü teâlâyı gördü. Beş vakt
nemâz, bu gece farz oldu. Târîhcilere göre mîlâdın 622 senesinde, Allahü
teâlânın emri ile, Mekkeden Medîneye gitdi. Bu yolculuğuna (Hicret)
denir. Medîne şehrinin Kubâ köyüne geldiği, Rebî’ul-evvel ayının sekizinci
pazartesi gününe tesâdüf eden efrencî Eylül ayının yirminci günü müslimânların
(Hicrî şemsî) târîh başlangıcı oldu. Müslimânların (Hicrî kamerî)
seneleri de, o senenin Muharrem ayından başlar ve gökdeki ayın, dünyâ etrafında
oniki def’a dönmesi bir kamerî sene olur. Hicrî 11 [m. 632] senesinde, Rebî’ul-evvel
ayının onikinci pazartesi günü, öğleden evvel vefât etdi. Salıyı çarşambaya
bağlıyan gece [Çarşamba gecesi] yarısı, vefât etmiş olduğu odaya defn edildi.
Vefâtında, kamerî 63, şemsî seneye göre 61 yaşında idi.
Muhammed “aleyhisselâm”
beyâz idi. Bütün insanların en güzeli idi. Güzelliğini, herkese belli etmezdi.
Onun güzelliğini bir kerre gören, hattâ rü’yâda gören kimsenin ömrü, lezzet ve
neş’e ile geçmekdedir. O, her zemânda, dünyânın her yerinde olan ve gelecek olan
her insandan, her bakımdan üstündür. Aklı, fikri, güzel huyları, bütün
organlarının kuvveti her insandan ziyâde idi.
Çocuk iken iki kerre,
ticâret edenlerle Şâm tarafına gitdi ve Busrâ denilen yerden geri döndüler.
Başka hiçbir zemân, hiçbir yere gitmedi. Ümmî idi. Ya’nî hiç mektebe gitmedi.
Kimseden ders almadı. Fekat, herşeyi biliyordu. Ya’nî herneyi düşünse, herneyi
bilmek istese, Allahü teâlâ Ona bildiriyordu. Cebrâîl “aleyhisselâm” adındaki
melek gelip, Ona her istediğini söylüyordu. Mubârek kalbi, güneş gibi, nûr
saçıyordu. Onun saçdığı ilm, ma’rifet nûrları, radyo dalgaları gibi, yerlere,
göklere, heryere saçılıyordu. Şimdi, kabrinden de yaymakdadır. Yayma kuvveti,
her ân artmakdadır. Elektro-manyetik dalgaları almak için, radyo alıcısı lâzım
olduğu gibi, Onun nûrlarını almak için de, Ona inanan ve seven ve gösterdiği
yolda giderek temizlenen kalb lâzımdır. Böyle kalbi olan insan, bu nûrları alır
ve bu da, etrâfa neşr eder, yayar. Böyle büyük insanlara (Velî) denir. Bu
Velîyi tanıyan, inanan ve seven kimse, bunun karşısında edeble oturur veyâ
uzakda, onu edeb ile, sevgi ile düşünürse, bu kimsenin de kalbi, nûr, feyz
almağa, temizlenmeğe, olgunlaşmağa başlar. Allahü teâlâ, bedenimizi, maddemizi,
yetişdirmek için güneş enerjisini sebeb kıldığı gibi, rûhlarımızı, kalblerimizi
olgunlaşdırmak, insanlıkda yükseltmek için de, Muhammed aleyhisselâmın kalbini,
oradan fışkıran nûrları sebeb kılmışdır. İnsanı besliyen, yapısını ve enerjisini
sağlıyan bütün besi maddeleri, güneş enerjisi, özümleme ile hâsıl oldukları
gibi, kalbe, rûha gıdâ olan, Evliyânın sohbetleri, sözleri ve yazıları da, hep
Resûlullahın mubârek kalbinden fışkıran nûrlarla hâsıl olmuşdur.
Allahü
teâlâ, Cebrâîl “aleyhisselâm” adındaki bir melek ile, Muhammed aleyhisselâma
(Kur’ân-ı kerîm)i gönderdi. İnsanlara dünyâda ve âhıretde lüzûmlu, fâideli
olan şeyleri emr etdi. Zararlı olanları yasak etdi. Bu emrlerin ve yasakların
hepsine (İslâm dîni) veyâ (İslâmiyyet) denir.
Muhammed aleyhisselâmın her
sözü doğrudur, kıymetlidir, fâidelidir. Böyle olduğuna inanan kimseye (Mü’min)
ve (Müslimân) denir. Muhammed aleyhisselâmın sözlerinden birine
inanmıyan, beğenmiyen kimseye kâfir denir. Allahü teâlâ, mü’min olanı sever.
Bunu Cehennemde sonsuz olarak bırakmaz. Yâ Cehenneme hiç sokmaz, yâhud, kabâhati
için, soksa da, sonra Cehennemden çıkarır. Kâfir olan kimse, Cennete giremez.
Doğru Cehenneme girer ve oradan hiç çıkmaz. Ona inanmak, Onu sevmek, bütün
se’âdetlerin, râhatlıkların, iyiliklerin başıdır. Onun Peygamber olduğuna
inanmamak ise, bütün felâketlerin, sıkıntıların, kötülüklerin başıdır. Aklı,
zekâsı, güzel ahlâkı ve deryâ gibi olan her nev’ ilmi ve mu’cizeleri,
islâmiyyetin hak din olduğunu gösteren vesîkalardır. 4, 17, 18, 21, 22, 23, 32,
33, 34, 36, 40, 41, 43, 44, 45, 48, 49, 51, 52, 53, 56, 57, 59, 65, 68, 70, 94,
98, 103, 104, 106, 109, 166, 209, 229, 263, 267, 274, 285, 311, 313, 327, 329,
332, 337, 352, 353, 354, 355, 356, 358, 364, 367, 368, 369, 370, 372, 373, 374,
378, 384, 385, 386, 387, 388, 390, 393, 404, 406, 408, 411, 435, 449, 450, 457,
475, 479, 480, 485, 486, 488, 489, 492, 495, 501, 509, 510, 525, 528, 529, 535,
564, 575, 598, 625, 698, 717, 737, 738, 761, 770, 771, 908, 952, 960, 961, 969,
995, 1017, 1043, 1057, 1070, 1075.
|