| 
 
84 
- 
HACCA GİTMEK 
İslâmın beşinci 
şartı hacdır. Ya’nî, ömründe bir kerre, Kâ’be-i mu’azzamaya gitmek farzdır. 
İkinci ve dahâ sonra yapılan haclar, nâfile olur. Hac, lügatda, kasd etmek, 
yapmak, istemek demekdir. İslâmiyyetde, belli bir yeri, belli bir zemânda, belli 
şeyleri yaparak ziyâret etmek demekdir. Bu belli şeylere (Menâsik) denir. 
Menâsikden herbirine (Nüsük) denir. Nüsük, ibâdet demekdir. Hac ve ömreye 
de nüsük denir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hicretin onuncu 
yılında, Kusvâ adındaki devesine binerek hacca gitdi. (Dürr-ül-muhtâr)da, 
Cum’a nemâzı sonunda diyor ki, (Ticâret yapmak ve hac etmek için giden kimsenin, 
hac niyyeti ziyâde ise, sevâb kazanır. [Sevâbın mikdârı, hac niyyetinin 
çokluğuna göre değişir.] Ticâret niyyeti çok ise veyâ iki niyyet eşit ise, hac 
sevâbı kazanamaz. Fekat, şartlarını yerine getirdi ise, yalnız farzı yapmış 
olur. Farzı yapmamak azâbından kurtulur. Gösteriş için yapılan her ibâdet ve 
hayrât ve hasenât sevâbı da böyledir). 
Hac yapan 
kimseye, hâcı denir. Üç dürlü hâcı vardır: 
1 - Müfrid 
hâcı: İhrâma girerken, yalnız hac yapmağa niyyet eden kimsedir. Mekkede 
oturanlar, yalnız müfrid hâcı olur. 
2 - Kârin hâcı: 
Hac ile ömreye birlikde niyyet eden kimsedir. Önce ömre için tavâf ve sa’y edip, 
sonra ihrâmdan çıkmadan ve traş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrâr tavâf 
ve sa’y yapar. Kırân hac sevâbı, diğer ikisinden fazladır. 
3 - Mütemetti’ 
hâcı: Hac aylarında ömre yapmak için ihrâma girip ve ömre için tavâf ve sa’y 
yapıp ve traş olup ihrâmdan çıkar. Memleketine gitmiyerek, o sene, terviye 
gününde veyâ dahâ önce, hac için ihrâma girerek, müfrid hâcı gibi hac yapan 
kimsedir. Yalnız, tavâf-ı ziyâretden sonra da sa’y yapar. Temettü’ hac sevâbı 
ifrâd hacdan çokdur. Hac ayları, Şevvâl, Zil-ka’de ayları ile, Zilhiccenin ilk 
on günüdür. Kârin ve mütemetti’ hâcıların şükr kurbanı kesmesi vâcibdir. Kurbanı 
kesemiyecek ise, Zilhiccenin yedi, sekiz ve dokuzuncu günlerinde ve bayramdan 
sonra yedi gün dahâ oruc tutması lâzım olur. Hepsi on gün olur. Mekkeliler kârin 
ve mütemetti’ olamaz. 
Ömre, hac 
zemânı olan beş günden başka, senenin her günü, ihrâm ile yapılan, tavâf ve sa’y 
yapmak ve saç kazımak veyâ kesmekdir. Ömre, ömründe bir kerre, hanefî ve 
mâlikîde müekked sünnet, şâfi’î ve hanbelîde farzdır. Farz olan hacca (Hacc-ı 
ekber) veyâ (Haccetül-İslâm) denir. Ömreye (Hacc-ı asgar) 
denir. 
Haccın 
şartları, farzları, vâcibleri ve sünnetleri vardır. Şartları da iki nev’dir: 
A - Vücûb 
şartları, İmâm-ı a’zama göre, sekizdir: 
1 - Müslimân 
olmak. 
2 - Kâfir 
memleketinde olanın, haccın farz olduğunu işitmesi. 
3 - Akllı 
olmak. 
4 - Bâlig 
olmak. 
5 - Hür olup, 
köle olmamak. 
6 - Geçim 
ihtiyâcından fazla olarak hacca götürüp getirecek ve geride kalanlara yetecek 
kadar, halâl parası olmak. Buradaki ihtiyâc da, zekâtdaki gibidir. [Birinci kısm, 
80. ci maddeye bakınız!]. Harâm malı olana, hacca gitmek değil, bunları 
sâhiblerine ödemek farzdır. Harâm mal ile hacca giden, hac yapmamak azâbından 
kurtulur ise de, hac sevâbı kazanamaz. Gasb edilen yerde nemâz kılmağa benzer. 
Böyle kimselerin ibâdetlerine mâni’ olmamalıdır. Günâhlar ibâdetlere mâni’ 
değildir. Parasının halâl olduğunda şübhesi olan, sevâb kazanmak için, (Yahyâ 
efendi fetvâsı)nda yazılı olduğu gibi, bir kimseden ödünc alıp bununla hacca 
gitmelidir. Borcunu şübheli parası ile ödemelidir. [Müttekîler, her 
ihtiyâclarını te’mîn ederken, böyle yapmışlardır.] 
7 - Hac vakti 
gelmiş olmak. Hac vakti, Arefe ve bayram günleri olmak üzere, beş gündür. Yolda 
geçen zemân da düşünülerek, vücûb şartları, bu zemân başında mevcûd olan 
kimsenin ömründe bir kerre hacca gitmesi farz olur. Dâr-ül-islâmda bulunup malı 
olan kimsenin, hac vakti gelince, kendine hac farz olup olmadığını bilmese de, 
hacca gitmesi farz olur. 
8 - Hacca 
gidemiyecek kadar, kör, hasta, çok ihtiyâr ve sakat olmamak. 
B - Edâ 
şartları dörtdür: 
1 - Mahbûs ve 
men’ edilmiş olmamak. 
2 - Hac için 
gideceği yolda ve hac yerinde selâmet ve emniyyet olmak. Gemi, tren, otobüs ve 
tayyâreden tehlükeli olan ile gitmek lâzım olduğu zemân, hacca gitmek farz 
olmaz. Eşkıyâların, hâcıların canına, malına saldırdığı yıllarda hacca gitmek 
farz olmaz. Birkaç hâcının öldürülmesi özr sayılmaz. Hac için ayak basdı parası, 
vergi, rüşvet vermek câizdir. Malını, canını, hakkını kurtarmak için rüşvet 
vermek, her zemân câizdir. Rüşvet istemek günâh olur. 
3 - Mekkeden üç 
gün üç gecelik uzak yerlerde bulunan hür kadının hacca gidebilmesi için, üç 
mezhebde, zevcinin veyâ nikâhı düşmeyen ebedî mahrem akrabâsından fâsık ve 
mürted olmıyan âkıl ve bâlig veyâ mürâhık bir erkeğin berâber gitmesi lâzımdır. 
Bunun yol parasını verecek kadar, kadının zengin olması da lâzımdır. 
(Künûz-üd-dekâık)da yazılı Bezzârın bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Kadın, 
yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez!) buyuruldu. Zemânımızda fesâd 
çoğaldığı için, nikâhdan ve redâ’dan olan mahrem akrabâ ile sefere gitmemelidir. 
Zengin olan kadının, mahremi ile bir kerre hacca gitmesine zevci mâni’ olamaz. 
Zîrâ zevcin farzlara mâni’ olmağa hakkı yokdur. (Hadîka)da, dil âfetleri 
sonunda buyuruyor ki, (Zevc, zevcesinin mahremi ile nâfile hacca gitmesine mâni’ 
olabilir. Gidip gelinceye kadar zevcenin nafakası, iznle gidince zevcine âid 
olur. İznsiz gidince zevcine âid olmaz). İkinci kısmda, otuzdördüncü maddede 
şartlı nikâha bakınız! Şâfi’î mezhebinde, mahremsiz olarak, iki kadın ile, farz 
olan hacca gidebilir. Kadının mahreminin hac yolunda ölmesi, şâfi’î mezhebini 
taklîd etmesi için özr olur. 
4 - Kadın, 
iddet hâlinde olmamakdır. Ya’nî kocasından yeni ayrılmış olmamakdır. 
Vücûb şartları 
bulunmakla berâber, edâ şartları da kendisinde bulunan kimsenin, o sene hacca 
gitmesi farz olur. O sene, hac yolunda ölürse hac sâkıt olur. Vekîl gönderilmesi 
için vasıyyet etmesi lâzım olmaz. O sene gitmez ise, günâh olur. Hacca gitmeği, 
dahâ sonraki senelere bırakırsa fâsık olur. Çünki küçük günâha devâm kebîre 
[büyük günâh] olur. Sonraki senelerde, hac yolunda veyâ evinde hasta veyâ habs, 
sakat olursa, yerine başkasını, kendi memleketinden bedel göndermesi veyâ bunun 
için vasıyyet etmesi lâzımdır. Bedel gönderdikden sonra iyi olursa, kendinin 
gitmesi de lâzım olur. Sonraki senelerde hacca giderse, te’hîr günâhı afv olur. 
İmâm-ı Muhammede ve imâm-ı Şâfi’îye göre, sonraki senelere bırakması câizdir. 
Vücûb 
şartlarından birisi bulunmıyan kimsenin hacca gitmesi farz olmaz. Vücûb 
şartlarını te’mîn etmek lâzım değildir. Meselâ, hacca gitmesi için, kendisine 
hediyye olunan malı, parayı alması lâzım olmaz. Vücûb şartları bulunup da edâ 
şartından biri bulunmıyan kimsenin hacca gitmesi farz olmaz ise de, bu âcizlik 
ölünciye kadar devâmlı ise, yerine bir müslimânı vekîl göndermesi veyâ öldükden 
sonra, yerine birinin gönderilmesi için vasıyyet etmesi lâzımdır. İbâdetler üç 
kısmdır: 
1 - Yalnız 
beden ile yapılan ibâdetdir. Nemâz, oruc, Kur’ân-ı kerîm okumak, zikr böyledir. 
Hiç kimse, başkası yerine, beden ibâdeti yapamaz. Herkesin kendisi yapması 
lâzımdır. Kendi yerine başkasını vekîl edemez. 
2 - Yalnız mal 
ile yapılan ibâdetlerdir. Mal zekâtı ve beden zekâtı, ya’nî sadaka-i fıtr ve 
toprak mahsûlleri zekâtı, ya’nî uşr ve keffâretler, ya’nî âzâd etmek, fakîrleri 
doyurmak ve giydirmek böyle ibâdetdir. Bir kimsenin özrü olsun, olmasın, bunun 
mal ile yapılacak ibâdetlerini başkası, hattâ zimmî de, bunun izni ve malı ile 
yapabilir. 
3 - Hem beden, 
hem mal ile yapılan ibâdetlerdir. Farz olan hac böyledir. Bir kimse hayâtda 
iken, ancak devâmlı özrü olduğu zemân, bunun emri ve malı ile yerine başkası hac 
yapabilir. Kendine hac farz olmıyan kimse, nâfile hac için, özr olmadan vekîl 
gönderebilir. 
Bir kimse, farz 
olsun, nâfile olsun, herhangi bir ibâdeti yaparken veyâ yapdıkdan sonra, meselâ, 
nemâz, oruc, sadaka, hatm-i tehlîl, Kur’ân-ı kerîm okumak, zikr, tavâf, hac, 
ömre, Evliyânın kabrini ziyâret ve meyyite kefen vermek gibi ibâdet ve 
tâ’atlerin sevâbını diri veyâ ölü başkasına hediyye edebilir. Şâfi’î ve Mâlikî 
mezheblerinde ise, beden ile yapılanlar hediyye edilemez. İmâm-i Sübkî ve sonra 
gelen Şâfi’î âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bunlar da hediyye 
olunur dediler. Ücret ile ibâdet yapdırmak veyâ ibâdetin sevâbını başkasına 
satmak bâtıldır. İbâdeti yapmadan pazarlık edilirse, ücret olur. Yapdıkdan sonra 
pazarlık edilirse, ibâdeti satmak olur. 
Vekîlin, ihrâma 
girerken, emr eden kimse için, kalb ile niyyet etmesi şartdır. Hac borcu olan 
kimsenin, öldükden sonra kendi için hac yapacak vekîlin adını bildirerek vasî 
olan kimseye emr vermesi lâzımdır. Meyyit veyâ meyyitin vasî yapdığı yabancı 
kimse, vârislerden birini, diğer vârisler izn vermedikce, vekîl yapamaz. Bir 
kimse izn vermeden, başkasının, bunun yerine hacca gönderilmesi câiz değildir. 
Yalnız vâris, ölen akrabâsı, vasıyyet etmemiş, ya’nî hac parası ayırmamış ise, 
kendine mîras kalan para ile, onun yerine hacca gidebilir veyâ başkasını 
gönderebilir. Böylece anasını, babasını hac borcundan kurtarmış olur. Kendine 
de, farz olmuş ise, kendi için, ayrıca gitmesi lâzımdır. Fekat, onları borcdan 
kurtarması, kendine on hac sevâbı kazandırır. Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde, 
onların yaşadığı şehrden hac yapılması lâzımdır. Meselâ, İstanbulda bulunan bir 
kimsenin babası Erzurumda sâkin iken vefât etse, babası vasıyyet etmedi ise, 
babası için birini vekîl göndermek isterse, Erzurumdan göndermesi farzdır. Başka 
yerden göndermesi Hanefîde câiz değildir. Şâfi’î mezhebinde Mîkât dışındaki 
heryerden göndermesi câizdir. Hattâ, hacca giden birine para vererek, Mekke-i 
mükerremede bir vekîl bulup, babası için, buna mîkâtdan hac yapdırtması Şâfi’îde 
câizdir. Hanefî olanlar, paraları az ise, Şâfi’î mezhebini taklîd ederek, 
vasıyyet etmemiş ana, baba ve yakınları için, Mekkede vekîl tutabilirler. Fekat, 
parayı verirken, imâm-ı Şâfi’îyi “rahmetullahi teâlâ aleyh” taklîd ediyorum diye 
niyyet etmesi lâzımdır. 
İznsiz vekîl 
olup hac edenin haccı, kendine olur. Ya’nî kendinin hac borcu varsa, ödenmiş 
olur. Sevâbını, vekîl olduğuna bağışlıyabilir. Her müslimân, her ibâdetinin 
sevâbını ölü, diri, her müslimâna hediyye edebilir. Fekat bağışladığı kimse, hac 
borcundan kurtulmaz. Vasî olan, ya’nî kendine vasıyyet edilen kimse, emr olunan 
vekîli gönderir. Vekîl de (istediğini yap) denilmedi ise, başkasını gönderemez. 
Vasıyyet ederken (vekîlim veyâ başkası) demiş ise veyâ vekîl ta’yîn etmemiş ise, 
vasî kendi de gidebilir, başkasını da gönderebilir. Hac farz olmıyan kimsenin, 
farz hac için vekîl göndermesi câiz değildir. Bâlig olmıyan âkıl çocuk vekîl 
olabilir. Belli parayı ücret diyerek vekîl ta’yîn etmek câiz değildir. Vekîle, 
âdet olan yol ve nafaka masrafı hesâblanarak (şu kadar para ile) denir. Verilen 
para ücret değildir, teberru’dur. (Eşbâh) kitâbının sâhibi “rahmetullahi 
aleyh” diyor ki: (Artan para, vârislere geri verilir. Vârisler kalan parayı 
kendine hediyye etmeğe ve nefsin için kabûl etmeğe, seni vekîl etdik derse, 
vekîl böyle yapar). Hac etmemiş, bâlig olmamış kimselerin ve kadının vekîl 
olmaları, Hanefîde câiz ise de, Şâfi’îde câiz değildir. Kendisi hâcı olan vekîl, 
başkası için hac etdikden sonra, Mekkede kalıp geri gelmezse câizdir. Fekat, 
geri gelmesini emr etmek efdaldir. (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Hac 
etmemiş fakîrin, başkası yerine hacca gitmesi câiz ise de, Hille gidince, 
kendisine de hac etmek farz olur. Mekkede kalıp, sonraki senede kendi haccını 
yapması lâzım olur. Fekat, evvelki haccında, memleketine dönmediği için, 
meyyitin haccı noksan kalmış olur. Vekîle para verilirken, istediğini yap 
denilirse, meyyit için başkasını vekîl edebilir) [ve kendi haccını da, o sene, 
kendi yapar]. Hâcının vekîl olarak gitmesi, kendi için tekrâr gitmesinden 
efdaldir. 
Fakîr kimse, 
nâfile olarak hacca gidince, mîkâta vardığı zemân, Mekkeli gibi olup, 
yürüyebiliyorsa hac etmesi farz olur ve farzı îfâya niyyet eder. Nâfile hac 
yapmağa niyyet ederse, tekrâr hac yapması lâzım olur. Fakîr olan vekîl böyle 
değildir. Çünki, başkasının kudreti ile oraya gelmiş ve dönecekdir. Zenginin hac 
sevâbı, fakîrin hac sevâbından dahâ çokdur. Fakîr, hac yolunda açlıkdan, 
yorgunlukdan ölürse, günâha girer. Yolda başkalarından yardım istemeğe muhtâc 
olan fakîrin hacca gitmesi mekrûhdur. Kendisi serbest bırakılan vekîl, yolda 
hasta olsa da, olmasa da, parayı başkasına verip, onu gönderebilir. İzn 
verilmemiş ise, gönderemez. #Arafâtda durmadan önce ölen bir hâcı, farz olduğu 
sene gidip öldü ise, hac vasıyyet etmez. Birkaç sene sonra gitmiş ise, kendi 
şehrinden vekîl göndermesi için vasıyyet etmesi vâcib olur. Bildirdiği yerden 
veyâ bildirdiği para ile yapılabilecek yerden de gönderilir. Vasıyyetde 
kullanılan kelimelere dikkat etmelidir. 
Bırakacağı 
mîrâsın üçde biri yetişdiği hâlde, kendi memleketinden göndermeğe yetişmiyecek 
parayı veyâ başka yerden gönderilmesini vasıyyet etmek günâhdır. Yer veyâ para 
bildirmedi ise, hac yolunda ölmüş olsa bile, yaşadığı memleketinden gönderilir. 
Ölürken, hac yapılmasını vasıyyet eden kimse için, hiç kimse kendi parası ile 
bunun yerine hacca gidemez. Giderse, hac, gidenin olur. Meyyitin hac borcu 
ödenmez. Hacdan sonra, sevâbını meyyite hediyye edebilir. Meyyitin bırakdığı 
malın üçde biri veyâ bundan ayırmış olduğu hac parası ile onun şehrinden 
gidilir. Vekîl kendi parasından da buna katabilir. Ayrılan para az ise, mümkin 
olan yerden gönderilir. Mümkin olmazsa, vasıyyet bâtıl olur. Diri olan âcizin, 
vekîl yapdığı kimseye, kendi şehrinden gitmesine yetişecek kadar vermesi 
lâzımdır. Meyyit eğer, ayırdığım maldan diye şart etmemiş ise, vâris sonra 
terekenin üçde birinden almak niyyeti olsa da, olmasa da, kendi malından vekîl 
gönderebilir. Meyyitin malından almak niyyeti var ise kendi gidemez. Temettü’ ve 
kırân haclarında kurban parası vekîle âiddir. Vekîl, haccı yapdığına yemîn 
ederse, inanılır. Kimse parayı geri isteyemez. Hıyânet eden vekîl ihrâmdan önce 
azl olunabilir. 
Zekât ve hac 
farz olan kimse, önce hemen hacca gider. Hacdan arta kalandan zekâtını verir. 
Hacca gidemezse, hepsinin zekâtını verir. Hac vakti geldikden, ya’nî farz 
oldukdan sonra, hac parası ile, ihtiyâcı olan eşyâyı, ya’nî ev, bir senelik 
yiyecek satın almak câiz olmaz. Hacca gitmesi lâzım olur. Hac vakti gelmeden 
önce satın alması câiz olur. Çünki hac, vakti gelmeden önce farz olmaz. 
[Zekâtı, nisâba 
mâlik oldukdan bir hicrî sene sonra, vermek farz olur. Zekât vermek farz olduğu 
bu zemân, herkes için başkadır. Bu zemân, hac zemânından evvel ise, mâlın, 
paranın hepsi için zekât verilip, geri kalan para ile hacca gidilir. Zekât 
vermek zemânı, hac zemânına rastlarsa veyâ hac zemânından sonra ise, önce hacca 
gidilir. Hacdan sonra, elde mevcûd paranın zekâtı verilir.] 
Edâ şartlarını 
te’mîn etmek lâzımdır. Yalnız, kadının hacca gitmek için evlenmesi veyâ şâfi’î 
mezhebini taklîd etmesi lâzım değildir. Çünki zevc, zevcesini hacca götürmeğe 
mecbûr değildir. Hacca giden bir erkek ile muvakkat nikâhlanması da lâzım 
olmadığı (Dürr-ül-müntekâ)da yazılıdır. 
Vücûb 
şartlarından biri bulunmıyan kimse hacca giderse, nâfile hac yapmış olur. 
Fakîrinki farz hac olur. Şartlar temâm bulununca, yeniden hac yapması lâzım 
olur. Edâ şartı noksan olan bir kimse hacca giderse, farzı edâ etmiş olur. 
Erkeksiz kadın 
hacca gidemez. Giderse, haccı kabûl olur ise de, harâmdır. Erkeği ile gidince 
de, otelde, tavâfda, sa’yde ve taş atarken, erkekler arasına karışması harâmdır 
ve haccın sevâbını giderdiği gibi, büyük günâha girer. Ebedî mahrem erkeği 
bulunmıyan kadın, ihtiyârlayınca, göremez olunca veyâ iyi olmıyacak bir 
hastalığa yakalanınca yerine vekîl gönderir. Dahâ önce göndermez. 
Bid’at sâhibi, 
câhil din adamlarının hac zemânında kitâblara uymıyan şeyler yapdıklarını ve 
bölücü sözler söylediklerini işitiyoruz. Bunları işiterek, hacca gitmeği terk 
etmemeli, bu mühim farzı yapmakdan mahrûm kalmamalı, hacca gidince de, o 
mezhebsizlere uymamalı ve zararlı sözlerine aldanmamalıdır. 
HACCIN FARZI 
ÜÇDÜR: 
Bu üçünden biri 
yapılmazsa hac sahîh olmaz. 
1 - İhrâmdır.
(İhrâm), niyyet ile birlikde zikrden [telbiye] ibâret olup, ba’zı şeyleri 
kendine yasak etmekdir. Nemâzda iftitâh tekbîri gibidir. Alâmeti, 
peştemal gibi, iki beyâz bez olup, biri belden aşağı sarılır, öteki, omuzlara 
sarılır. İple bağlanmaz, düğümlenmez. Bunun için kuşanılan bu iki beze de ihrâm 
denildi. Tavâfa başlarken, ihrâmın ortasını sağ koltuk altından geçirip, iki 
ucunu sol omuz üstüne getirmek sünnetdir. 
Hac için, ömre 
için, ticâret için veyâ herhangi birşey için uzakdan gelenlerin, mîkât denilen 
yerleri, ihrâmsız geçerek, Mekke-i mükerreme Haremine girmeleri harâmdır. 
Geçenin, geri mîkâta gelip ihrâma girmesi lâzımdır. İhrâma girmezse, kurban 
kesmek lâzım olur. (Mîkât) denilen yerler ile, Harem-i Mekke arasına 
(Hil) denir. Mîkâtdan geçerken, bir iş için Hilde kalmağı niyyet edenlerin 
ve Hilde oturanların, hacdan başka niyyet ile, ihrâmsız Hareme girmeleri 
câizdir. Meselâ Cidde şehri Hildedir. (Harem), Mekke-i mükerremeden biraz 
dahâ geniş olup, hududunu İbrâhîm aleyhisselâmın dikdiği taşlar göstermekdedir. 
Bu taşlar, çok kerre yenilenmişdir. Mescid-i harâma (Harem-i Kâ’be)  
veyâ
(Harem-i şerîf) denir. Hac için, Hilde oturanlar Hilde, Harem-i Mekkede 
oturanlar Haremde ihrâma girer. Mîkât yerlerini geçerken, niyyet ederek ve 
telbiye yaparak, ya’nî, emr olunan şeyi okuyarak, usûlü ile, ihrâma girilir. 
Mîkât yerinden önce, hattâ kendi memleketinde de giymek câiz, hattâ dahâ iyidir. 
Hac aylarından önce giymek de câiz ise de, mekrûhdur. Mekke ve Medîne şehrlerine
(Haremeyn-i şerîfeyn) denir. 
İhrâm giyen 
kimseye, ba’zı şeyler yasak olur. Meselâ, karadaki av hayvanlarını öldürmesi, 
dikilmiş elbise giymesi, bir yerini traş etmesi, cimâ’ etmesi, kavga ve münâkaşa 
etmesi, koku sürünmesi, tırnak kesmesi, erkeğin mest, ayakkabı giymesi ve başını 
örtmesi, hatmi ile başını yıkaması, eldiven, çorap giymesi, hamâma girmesi, 
kendiliğinden çıkan ot ve ağaçların koparılması, kendi üzerinde bulunan bitin 
öldürülmesi ve öldürmek için gösterilmesi câiz değildir. Bunları bilerek veyâ 
bilmiyerek, unutarak yapanlara, kurban, sadaka cezâları lâzım olur. Müt’a, ya’nî 
temettü’ kurbanı ve kırân kurbanı etinden sâhibi yiyebilir. Cezâ olarak 
kesilenlerin etlerinden yiyemez. Müfrid hacda bir kurban îcâb etdiren suçu, 
kârin hâcı işlerse, biri ömre için, iki kesmesi lâzımdır. 
İhrâmda iken 
pire, her dürlü sinek, başkasının üzerinde bulunan biti, fâre, yılan, akreb, 
kurt, çaylak gibi zararlı ve insana saldıran hayvanları öldürmek, başını sabun 
ile yıkamak, na’lîn ve onun gibi üstü açık ayakkabı giymek, diş çıkartmak, bit 
ölmemek ve saç dökülmemek üzere hafîf kaşınmak, renkli ihrâm giymek, gusl 
abdesti almak, başını dokundurmamak şartı ile, tavan, çadır, şemsiye altında 
gölgelenmek, başı âdet olmayan şey ile [tas, tepsi] örtmek, paket gibi şeyler 
koymak, beline kuşak, kemer, para kesesi, kılınç, silâh bağlamak, yüzük takmak, 
insanların dikip yetişdirdiği sebze ve ağaçları koparmak, düşman ile döğüşmek 
câizdir. 
Kadınların 
başını örtmesi lâzım olup, deriye değmemek üzere yüzlerini örtmeleri ve dikilmiş 
elbise, mest, çorab giymeleri, örtü altına zînet eşyâsı takmaları câizdir. 
2 - Arefe günü 
#Arafâtın, (Vâdi-yi Urene) denilen yerinden başka herhangi bir yerinde 
(Vakfe)ye durmak. Herkes, ehl olan imâma karşı ayakda durup, ayakda 
duramazsa, oturup imâmın düâsını dinler. Sonra, oturabilir, yatabilir. 
Hacca geç giden 
bir kimse, doğru #Arafâta gider. Bunun, artık (Tavâf-ı kudûm) yapması 
lâzım olmaz. Bir hâcı Arefe günü, öğle ezânından bayramın birinci günü, sabâh 
nemâzı vaktine kadar olan zemân içinde, biraz Arafâtda dursa veyâ ihrâmlı olarak 
Arafâtdan geçse veyâ ihrâmlandıkdan sonra hasta olup uykuda iken, baygın iken 
sedye içinde veyâ başka birşeyle taşınarak nüsükler yapdırılırsa veyâhud ihrâma 
girmeden önce, hasta olan, bayılan yerine başkası ihrâma girip, bu uyanmadan, 
ayılmadan önce, o bunun yerine de nüsükleri ayrıca yaparsa veyâ Arefe günü 
olduğunu bilmiyerek, Arafâtda dursa, haccı sahîh ve tavâf-ı kudûm sâkıt olur. O 
yerin Arafât olduğunu bilmek ve niyyet etmek lâzım değildir. O gün veyâ gece, 
Arafâtda bulunmıyan veyâ Arafâtdan geçmiyen veyâ tayyârede uçarak geçen, hâcı 
olmaz. Vehhâbîlerin haccı bir gün önce yapdıkları senelerde hac sahîh 
olmamakdadır. Hilâl, güneşin gurûb etdiği yere yakın ve şemsden sonra gurûb 
eder. Şişkinliği garb tarafındadır. Terbî’ ya’nî yedinci gecede kamer şemsden 
altı sâat sonra gurûb eder. Bedr-i tamda, ya’nî 14. cü gecede tam dâire olup, 
şems gurûb ederken tulû’ ve sabâh vakti gurûb eder. 28 Temmuz 1987 Salı günkü 
Türkiye gazetesinde diyor ki, (Kayseride Pazar günü Zilhicce ayının hilâli 
görülemedi. Pazartesi günü 19 u 50 geçe güneş gurûb etdi. 20 yi 20 geçe Hilâl 
görülüp, bu da 20 yi 55 geçe gurûb etdi). Buna göre Zilhiccenin birinci günü 
salı olup, dokuzuncu çarşamba günü Arefe olmakdadır. Vehhâbî hükûmeti, hâcıları 
pazartesi günü Arafâta götürdüler. Çarşamba günü tekrâr gitmek istiyenlere mâni’ 
oldular. 
3 - Kâ’be-i 
mu’azzamayı (Tavâf-ı ziyâret) etmekdir. Tavâf, Mescid-i harâm içinde, 
Kâ’be-i mu’azzama etrâfında dönmek demekdir. Dördü farz, üçü vâcib olmak üzere 
yedi kerre dönülür. Zemzem kuyusunun ve Makâm-ı İbrâhîmin dışından dolaşarak da 
tavâf etmek câizdir. Kadınların tavâf ederken, Kâ’beye yaklaşmamaları efdal 
olduğu (Eşbâh)da yazılıdır. Kadına dokunmak ihtimâli çok ise, şâfi’îlerin 
hanefî veyâ mâlikîyi taklîd etmesi lâzım olur. Tavâfı mescid dışından yapmak 
câiz değildir. Tavâfa niyyet etmek de, ayrıca farzdır. Tavâf-ı ziyâreti, #Arafâtdan 
sonra yapmak da farzdır. Tavâf ederken ve sa’y ederken, ezân okunursa, bunlar 
bırakılıp, nemâzdan sonra temâmlanır. Tahtâvînin 
(Merâkıl-felâh) hâşiyesi, bayram nemâzında diyor ki, (Kâ’beden başka bir 
câmi’ etrâfında ibâdet için dönenin kâfir olmasından korkulur). 
HACCIN 
VÂCİBLERİ YİRMİBİRDİR: 
1 - Tavâf-ı 
kudûmdan sonra ve hac ayları içinde olmak şartı ile, Safâ ile Merve tepeleri 
arasında, sa’y etmek, ya’nî, yedi kerre usûlü ile yürümek. Tavâfsız sa’y sahîh 
olmaz.  
2 - #Arafâtdan 
dönüşde, Müzdelifede, vakfeye durmakdır. Âdem “aleyhisselâm”, hazret-i Havvâ
ile ilk olarak Müzdelifede buluşdu. 
3 - Şeytân 
taşlamak, ya’nî Minâda, üç gün, üç ayrı yerde temiz taş veyâ teyemmüm câiz olan 
şey atmakdır. 
4 - İhrâmdan 
çıkmadan önce, başın en az dörtde birini ustura ile traş etdirmek veyâ en az üç 
santimetre, kendisi veyâ başkası kırkmakdır. Berber veyâ ustura bulamamak özr 
sayılmaz. Başında saç olmıyan veyâ başı yara olan da, usturayı, değmeden başdan 
geçirmelidir. Kadınlar, saçını traş etmez. Makas ile biraz keser. 
5 - (Âfâkî) 
olan, ya’nî Mîkât denilen yerlerden dahâ uzak memleketlerin hâcıları, Mekkeden 
son ayrılacağı gün (Tavâf-ı sadr), ya’nî (Tavâf-ı vedâ) yapmakdır. 
Hayzlı kadına bu tavâf vâcib değildir. Bu tavâfda Remel ve ardında sa’y yokdur. 
6 - #Arafâtda, 
güneş batdıkdan sonra da, biraz kalmakdır. (Cevhere) ve (Mecmû’a-i 
Zühdiyye) kitâblarında diyor ki, (Güneş batmadan önce Arafât meydânından 
dışarı çıkanın kurban kesmesi lâzım olur. Cünüb iken Arafâtda durulabilir). 
7 - Tavâf-i 
ziyâretde, Kâ’be-i mu’azzama etrâfında dörtden sonra üç kerre dahâ dönmekdir. 
Tavâf-ı ziyâretden sonra Minâda gecelemek hanefîde sünnetdir. 
8 - Tavâfda 
abdestsiz ve cünüb olmamakdır. 
9 - Elbise 
temiz olmakdır. 
10 - Tavâf 
yaparken, Hatîm denilen yerin dışından dolaşmakdır. 
11 - Tavâfda, 
Kâ’be-i mu’azzama, sol tarafda kalmakdır. 
12 - Tavâf-ı 
ziyâreti, bayramın üçüncü gününün güneşi batıncıya kadar yapmakdır. 
13 - Tavâf 
ederken, avret yeri kapalı olmakdır. Kadınlar için çok mühimdir. 
14 - Safâ 
tepesi ile Merve tepesi arasında sa’y ederken, Safâdan başlamakdır. 
Safâ tepesine 
çıkınca, Kâ’beye döner. Tekbîr, tehlîl ve salevât getirir. Sonra, iki kolunu 
omuz hizâsında ileri uzatıp ve avuçlarını semâya doğru açıp düâ eder. Sonra 
Merveye doğru yürür. Safâdan Merveye dört, Merveden Safâya üç kerre gidilir. 
15 - Her 
tavâfdan sonra, (Mescid-i harâm) içinde iki rek’at nemâz kılmakdır. 
16 - Şeytân 
taşlamasını bayram günlerinde yapmakdır. 
17 - Traşı, 
bayramın birinci günü ve Harem hudûdu içinde yapmakdır. 
18 - Sa’yı 
yürüyerek yapmakdır. İki yeşil direk arasında erkek hızlı gider. 
19 - Kırân ve 
temettü’ hac yapan, şükr kurbanı kesmekdir. 
20 - Kurbanı, 
bayramın birinci günü kesmekdir. 
21 - Cimâ’ gibi 
yasak olan şeyler, #Arafâtda durmadan önce yapılırsa, haccı bozar. Bunları 
Arafâtdan önce yapmamak farzdır. Cimâ’dan başkalarını, ihrâmı çıkarıncaya, 
cimâ’ı, tavâf-ı ziyâreti yapıncaya kadar terk etmek vâcibdir. 
Bilerek veyâ 
bilmiyerek, bir vâcibi vaktinde ve yerinde yapmıyana cezâ lâzım olur. Cezâ, 
Kurban kesmek veyâ bir fıtra sadaka vermekdir. Hastalık, ihtiyârlık veyâ 
galabalık gibi bir özr ile terk edince, birşey lâzım gelmez. [Bir vekîle 
yapdırması lâzım olmaz.] Hayzlı veyâ nifâslı kadın Mescid-i harâma giremez. 
Tavâfdan başka nüsükleri yapar. Tavâf-ı ziyâreti temizlenince yapar. Her günün 
nüsükü, sonraki gecesinde de yapılabilir. 
Kâ’benin içinde 
farz veyâ nâfile kılmak ve cemâ’at ile kılmak câizdir. Sırtını imâmın sırtına 
dönerek de kılınır. Sırtını imâmın yüzüne dönmek ve Kâ’benin üstünde kılmak 
mekrûhdur. Kâ’be etrâfında halka olup kılarken, imâmın iki yanındakilerden 
başkaları, Kâ’beye imâmdan dahâ yakın olabilirler. 
HACCIN 
SÜNNETLERİ ONBİRDİR: 
1 - Temettüe 
niyyet etmemiş âfâkî olanların, hemen Mescid-i harâma girerek (Tavâf-ı kudûm) 
yapmalarıdır. Kâ’beyi görünce tekbîr, tehlîl ve düâ edilir. Erkekler, Hacer-i 
esvede el ve yüz sürer. Süremezse, uzakdan istilâm eder. Ya’nî ellerini 
kaldırıp, “Bismillâhi, Allahü ekber” deyip yüzüne sürer. Tavâf-ı kudûmdan ve iki 
rek’at nemâzdan sonra, Safâ ile Merve arasında sa’y yapılır. Bundan sonra, 
ihrâmı çıkarmadan, Mekke şehrinde oturup, Terviye gününe kadar, istenildiği 
mikdâr, nâfile tavâf yapılır. Müfrid olan ve kârin olan hâcılar, taş atıp traş 
oluncıya kadar ihrâmı çıkarmıyacağı için, ihrâmın men’ etdiği şeylerden, hergün, 
sakınmaları lâzım olur. Bu şeylerden sakınamıyacak kimselerin, mütemetti’ hâcı 
olması uygundur. Mescid-i harâm içinde nemâz kılanların önünden geçmek günâh 
değildir. 
2 - Tavâfa 
(Hacerül-esved)den başlamak ve burada bitirmekdir. 
3 - İmâmın üç 
yerde hutbe okumasıdır. Birisi, Zil-hicce ayının yedinci günü Mekkede; ikincisi, 
dokuzuncu günü, öğle nemâzı olunca, öğle ve ikindi nemâzlarından önce, #Arafâtda; 
üçüncüsü, onbirinci günü, Minâda okunur. Arafâtda, hutbe bitince öğle ve hemen 
sonra ikindi nemâzı, cemâ’at ile kılınır. İmâma yetişemiyen, ikindi nemâzını, 
ikindi vaktinde kılar. Nemâzdan sonra, imâm ve cemâ’at, mescid-i Nemreden, 
Mevkıfe gelip, imâm hayvanda, hâcılar ise yerde, kıbleye karşı, ayakda veyâ 
oturarak vakfeye dururlar. Cemâ’atin de hayvanda olması efdaldir. 
(Cebel-i rahme) kayaları üstüne çıkmak ve vakfe için niyyet etmek lâzım 
değildir. [Bid’at fırkasındaki imâm ile kılınan nemâzı iâde etmek lâzımdır. 
Çünki, bid’at ehlinin ibâdetlerinin kabûl olmıyacağı hadîs-i şerîflerde 
bildirildi.] 
4 - Arafâta 
gitmek için, Mekkeden, (Terviye günü), ya’nî Zil-hiccenin sekizinci günü, 
sabâh nemâzından sonra çıkmakdır. Mekkeden Minâya gidilir. 
5 - Arefe 
gününden önceki ve bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinin geceleri, 
Minâda yatmakdır. Üçüncü gece ve günü Minâda kalmak mecbûrî değildir. 
Seksenbeşinci maddenin birinci paragrafına bakınız! 
6 - #Arafâta 
gitmek için, Minâdan, güneş doğdukdan sonra yola çıkmakdır. 
7 - Arefe 
gecesi Müzdelifede yatmakdır. #Arafâtdan Müzdelifeye gelip, burada, yatsı vakti 
olunca, akşam ve yatsının farzları birbiri ardınca, cemâ’at ile kılınır. Akşam 
nemâzını Arafâtda veyâ yolda kılanların Müzdelifede tekrâr cemâ’at ile veyâ 
yalnız olarak, yatsı ile birlikde kılması lâzımdır. 
8 - Müzdelifede, 
vakfeye, fecr ağardıkdan sonra durmakdır. Gece Müzdelifede yatıp, fecr 
açılırken, sabâh nemâzını hemen kılıp, sonra, (Meş’arilharâm) denilen 
yerde, ortalık aydınlanıncaya kadar, vakfeye durulur. Güneş doğmadan önce, 
Minâya hareket edilir. Yolda (Muhasser) denilen vâdîde durmamalıdır. 
Burası (Eshâb-ı fîl) durak yeridir. Minâya gelince 
(Mescid-i Hîf)e en uzak olan ve (Cemre-i Akabe) denilen yerde, 
sağ elin baş ve şehâdet parmakları ile, iki buçuk metreden veyâ dahâ uzakdan, 
Cemre yerini gösteren dıvarın dibine nohud kadar yedi taş atılır. Dıvarın üstüne 
veyâ insana, hayvana çarpdıkdan sonra dibine düşerse câiz olur. Ertesi fecre 
kadar câiz ise de, o gün öğleden önce atmak sünnetdir. Sonra, hiç durmadan 
buradan gidilip, isterse kurban keser. Çünki, seferî olana kurban kesmek vâcib 
değildir. Seferî olan hâcıların, müfrid oldukları zemân kurban kesmeleri vâcib 
değildir. Kurbandan sonra traş olur ve ihrâmdan çıkar. Bayramın birinci günü 
Minâda olanlar ve bütün hâcılar, bayram nemâzı kılmaz. Sonra, o gün veyâ ertesi 
gün veyâ dahâ ertesi gün Mekkeye gidip, Mescid içinde ve niyyet ederek 
(Tavâf-ı ziyâret) yapar. Buna (Tavâf-ül ifâda) da denir. Tavâf-ı 
ziyâreti ve traşı bayramın üçüncü günü güneş batdıkdan sonraya bırakmak 
mekrûhdur ve kurban kesmek lâzım olur. Yalnız baygın olanın yerine başkası tavâf 
yapabilir. Tavâf-ı ziyâretde, önceden bu tavâf için sa’y yapdıysa, artık bir 
dahâ (Remel) ve (Sa’y) yapmaz. Yapmadıysa, sa’y yapması vâcibdir. 
Bu tavâfda (Iztıba’), ya’nî ihrâmın üst kısmını sağ koltuk altından 
geçirip, sol omuz üzerine koymak yokdur. Tavâf nemâzından sonra Minâya gelir. 
Öğle nemâzını Mekkede veyâ Minâda kılar. Bayramın ikinci günü, öğle nemâzından 
sonra Minâda hutbe okunur. Hutbeden sonra, üç ayrı yerde, yedişer taş atılır. 
(Mescid-i Hîf)e yakın olandan başlanır. Üçüncü günü de böyle yedişer taş 
atılır ki, hepsi kırkdokuz taş olur. Bunları öğleden önce atmak câiz değildir 
veyâ mekrûhdur. Üçüncü günü güneş batmadan önce, Minâdan ayrılır. Dördüncü gün 
de Minâda kalıp, fecrden güneşin gurûbuna kadar dilediği zemân yirmibir taş dahâ 
atmak müstehabdır. Dördüncü günü fecre kadar Minâda kalıp da taş atmadan 
ayrılırsa, koyun kesmek lâzım olur. Birinci ve ikinci yerlerinde taş atdıkdan 
sonra, kollar omuz hizâsına kaldırılarak ve el ayaları semâya veyâ kıbleye 
çevrilerek düâ edilir. Atılacak yetmiş taş, Müzdelifede veyâ yolda toplanır. 
Hayvan üstünde taş atmak câizdir. (Tavâf-ı sadr)dan sonra, zemzem suyu 
içilir. Kâ’benin kapı eşiği öpülür. Göğüs ve sağ yanak (Mültezem) denilen 
yere sürülür. Sonra, Kâ’be perdesine yapışıp, bildiklerini okur ve düâ eder. 
Ağlıyarak Mescid kapısından dışarı çıkar. 
Minâ, Mekkenin; 
Müzdelife, Minânın; #Arafât da, Müzdelifenin şark cihetindedir. Son yapılan 
asfalt caddelere göre, Minâ ile Mekke arası dörtbuçuk, Minâ ile Müzdelife arası 
3,3 ve Müzdelife ile Arafât arası 5,4 kilometre, Safâ ile Merve arası üçyüzotuz 
metre, Safâ tepesindeki kemer ile Kâ’be arası yetmiş metre oldu. 
9 - Arafâtda, 
vakfeden önce gusl etmekdir. 
10 - Minâdan 
Mekkeye son dönüşde, önce Ebtah denilen vâdiye gelip, burada bir mikdâr 
durmakdır. Buradan Mekkeye gelip dilediği kadar kalır. 
11 - Hacca 
giderken, muhtâc olmıyan ana, babadan, alacaklılardan, kefîlinden izn almak 
sünnetdir. Ana baba muhtâc ise, iznsiz gitmek harâmdır. Nafaka bırakmadı ise, 
zevcesinden iznsiz gitmesi de harâm olur. Mekke şehrine (Mu’allâ) 
kapısından, Mescide (Bâbüsselâm)dan ve gündüz girmek müstehabdır. 
Haccın 
sünnetini yapmıyana cezâ lâzım gelmez. Mekrûh olur. Sevâbı, azalır. Arefe günü 
Cum’aya rastlarsa, yetmiş hac sevâbı hâsıl olur. Halk arasında buna hacc-ı ekber 
deniliyor. Bu söz doğru değildir. 
Mekke şehri, 
şimâlden cenûba doğru uzanan karşılıklı iki sıra dağ arasında olup, şehrin 
uzunluğu üç, genişliği bir kilometre idi. Evleri kârgir olup, üç dört katlı idi. 
Şehrin ortasında (Harem-i Kâ’be) veyâ (Mescidülharâm) denilen 
büyük câmi’ vardır. Mescidül harâmın üstü açıkdır. İstanbul câmi’lerinin 
avlularında olduğu gibi, avlu etrâfında üç sıra kubbe vardır. Kubbeleri beşyüz 
adeddir. Kubbelerin altında 462 direk vardır. Direklerin 218 adedi mermer olup, 
yuvarlakdır. 224 adedi (Hacer-i şemis) taşından yontmadır ve altı veyâ sekiz 
köşeli ve sarı renklidir. Mescid-ül harâm, dikdörtgen (Müstatîl) gibi olup, 
şimâl dıvârı 164, cenûbu 146, şark dıvârı 106, garbı 124 metre uzunluğunda idi. 
Vehhâbîler 1375 [m. 1955] de, dört dıvarı da uzatdı. Safâ ve Merveyi de, Mescid 
dâhiline aldılar. Yüzaltmışbin metre kare oldu. İstanbuldaki Ayasofya câmi’-i 
şerîfinin uzunluğu ise 77 metre ve genişliği 72 metredir. Sultân Ahmed câmi’-i 
şerîfinin uzunluğu 72, genişliği 64 metredir. Mescidül harâmın 19 kapısı olup, 
şark dıvârında dört, garbda üç, şimâlde beş, cenûbda yedi idi. Yedi minâresi 
vardır. Osmânlılar zemânında, Mekke ile Cidde iskelesi arasındaki yol 75 km., 
Medîne ile Cidde arası 424 km., Medîne ile Bedr arası 150 km. idi. Mekke ile 
Medîne arasında en kısa yol 335 km. idi. Resûlullahın hicret buyurduğu sâhil 
yolu 400 km. idi. Mekke, denizden 360 metre yüksekdir. Medîne, denizden 160 km. 
uzakdır. Mescid-i harâma sığınan kâtile, hanefîde, çıkıncaya kadar, cezâ 
yapılmaz. 
Ömer 
“radıyallahü anh” zemânından önce, Mescidül harâmın dıvarları yokdu. Kâ’benin 
etrâfında, bir meydâncık ve sonra evler vardı. Halîfe Ömer “radıyallahü anh”, 
evlerin bir kısmını yıkdırıp, Kâ’be etrâfına, bir metreye yakın yükseklikde 
dıvar çevirerek, Mescidülharâm meydâna geldi. Mescidülharâm, muhtelif zemânlarda 
yenilenmişdir. Son şekli, Kâ’be-i mu’azzamanın onbirinci ta’mîri ile birlikde, 
17.ci pâdişâh dördüncü sultân Murâd hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından 
1045 [m. 1635] de yapılmışdır. Şimdi Vehhâbîler, genişletmek behânesi ile, o 
târihî islâm eserlerini yıkıp, yok edip, yalnız maddî kıymeti fazla şeyler 
yapıyorlar. Kâ’be-i mu’azzamaya saygısızlık edip, ondan dahâ yüksek binâlar, 
oteller yapıyorlar. 
Kâ’be-i 
mu’azzama, Mescidül harâm ortasında, dört köşe taşdan bir oda olup 11,4 metre 
yüksekdir. Şimâl dıvarı 9,25 metre, cenûbu 8,5 metre, şark dıvarı 13,5; garbı 
13,3 metredir. Şark ve cenûb dıvarları arasındaki köşede (Hacerül-esved) taşı 
vardır ve yerden bir metreden ziyâde yüksekdir. Peygamberler ve hâcılar 
öpdükleri için, çukurlaşmışdır. Kâ’benin şark dıvarında, bir kapısı vardır. 
Kapısı, yerden 1,88 metre yüksekdedir ve genişliği 1,7, yüksekliği 2,6 metredir. 
Dıvarlarının iç yüzü ve zemîni renkli mermerlerle kaplıdır. Rükn-i Irâkî 
hizâsında yedisi mermer, diğer basamakları ağacdan, 27 basamaklı, minâre 
merdiveni gibi yuvarlak merdiveni, ikinci Mustafâ hân yenilemişdir. Kapının sağ 
tarafında bir de çukur ve tavana kadar yükselen üç direk vardır. Kâ’benin dış 
yüzü siyâh, ipek perde ile örtülüdür. Kapısının perdesi, yeşil atlasdır. 
Zemzem kuyusu, 
Mescidül harâm içinde, Hacer-i esved köşesi karşısında ve köşeden ondörtbuçuk 
metre uzakda bir odada olup, 1,9 metre yüksek olan taş bileziği vardır. İkibuçuk 
metre kutrunda ve otuz metre umkundadır. Bu odayı, İstanbulda Beğlerbeği 
câmi’ini yapdırmış olan, birinci sultân Abdülhamîd hân yapdırmış olup, zemîni 
mermer döşeli ve dıvarlara doğru meyillidir. Dıvar diblerinde olukları vardır. 
Kuyuya su sızmıyacak şeklde ustalıklı yapılmışdır. Kuyu ağzı, bu hizâdan bir 
buçuk metre kadar yüksekdir. Târîhin kıymetli yâdigârı olan bu güzel san’at 
eseri 1383 [m. 1963] yılında, yıkdırıldı. Kuyu ağzını ve birkaç metre çevresini, 
yer yüzünden birkaç metre aşağı indirdiler. 
Kâ’benin dört 
köşesine, dört rükn denir. Şâma karşı olana (Rükn-i şâmî), Bağdâda karşı olana (Rükn-i 
ırâkî), Yemen cihetinde olana (Rükn-i yemânî), dördüncü köşeye de (Rükn-i hacer-il 
esved) denir. 
Her tavâfdan 
sonra zemzem içmek müstehâbdır. Yüzbinlerce hâcı, içdiği ve yıkandığı ve 
memleketlerine götürdüğü hâlde, kuyudaki zemzem tükenmiyor. Şimdi hergün, 
motorla ve bir geniş hortum ile, gece gündüz çekildiği hâlde, bitmek bilmiyor. 
Kâ’benin şimâl 
dıvarı üzerinde (Altın oluk) vardır. Yerde bu oluk hizâsında kavs şeklindeki 
dıvarcık ile Kâ’be-i mu’azzama arasında kalan yere (Hatîm) denir. Tavâf ederken, 
bu Hatîm dıvarının dışından dolaşmak lâzımdır. 
Yer yüzünde, 
bir dâne Kâ’be vardır. O da, Mekke-i mükerreme şehrindedir. Mü’minler, hac etmek 
için Mekke-i mükerreme şehrine gider ve orada, Allahü teâlânın emr etdiği 
şeyleri yaparak hâcı olurlar. Kâfirler, başka memleketlere giderek, başka 
yerleri dolaşır. Bunlara hâcı denmez. Müslimânların ibâdetleri başkadır. 
Kâfirlerin gâvurlukları başkadır. 
Hilde oturup da 
Mekkeye ihrâmsız girenlerin hac veyâ ömre yapması vâcib olur. 
Hac yapdıkdan 
sonra, Medîne-i münevvereye gidip, Resûlullahın mubârek kabrini ziyâret etmek 
lâzım olduğu, (Eshâb-ı Kirâm) kitâbının (Müslimânların iki gözbebeği) 
kısmının son sahîfesinde uzun yazılıdır. (Hucre-i se’âdet), mescid-i 
şerîfin kıble dıvarının şark köşesine yakın olup, mihrâbda kıbleye dönen 
kimsenin sol tarafında kalır. Minber ise, bu kimsenin sağ tarafındadır. Hucre-i 
se’âdet ile minber arasına (Ravda-i mutahhera) denir. Hucre-i se’âdet, iç 
içe iki dıvarla çevrilmişdir. İç dıvarın tavanının ortasında bir delik vardır. 
Dış dıvar, mescidin tavanına kadar yüksek olup, üzerindeki yeşil kubbe 
uzaklardan görünür. Dış dıvarların ve dışardaki yüksek parmaklığın etrâfı 
(Sitâre) denilen birer perde ile örtülüdür. Dıvarların içine kimse giremez. 
Çünki, kapıları yokdur. (Mir’ât-i Medîne)nin 384. cü sahîfesinde diyor 
ki, Mescid-i se’âdet yapılırken, eni 60 zrâ’ [25 metre], boyu 70 zrâ’ [29 metre] 
idi. Bedr gazâsından iki ay evvel, ya’nî ikinci senenin Receb ayında, Kıblenin 
Kâ’be cihetine tahvîli emr olununca, kapısı cenûb dıvarından şimâl dıvarına 
alınırken, mescidin tûlü ve arzı yüzer zrâ’ [42 metre] yapıldı. Bu kapıya (Bâb-üt-tevessül) 
denir. Velîd bin Abdülmelikin ve üçüncü Abbâsî halîfesi Mehdînin “rahmetullahi 
teâlâ aleyhim ecma’în” 165 [m. 781] de yapdırdıkları ta’mîrde mescidin tûlü 126, 
arzı da 76 metre oldu. Vehhâbîler 1375 [m. 1955] senesinde genişletip, tûlü 128, 
arzı 91 metre oldu. Mescid-i Nebîdeki târihî ismleri değişdirip, Vehhâbîlerin 
ismlerini koydular. 
Mescid-i 
Nebînin şimdi beş kapısı vardır. Bunlardan: İkisi garb dıvarında olup kıbleye 
yakın olana, (Bâbüsselâm), şimâl köşesine yakın olana, (Bâbürrahme) 
denir. Şark dıvarının, kıble tarafında kapı yokdur. Şark dıvarında, Bâbürrahme 
karşısında (Bâbül Cibrîl) vardır. (Fâideli Bilgiler) kitâbının 1. 
ci kısmının sonundaki resme bakınız! 
(Dürr-ül-muhtâr)da 
diyor ki, (Farz olan hac önce yapılmalı, sonra Medîne ziyâret edilmelidir. 
Ziyâreti önce yapmak da câizdir. Nâfile hac yaparken, önce, yolun düşdüğü şehre 
gidilir. Medîneye girince, yalnız kabr-i Nebîyi “aleyhisselâm” ziyâreti niyyet 
etmelidir. Mescid-i Nebîde bir nemâz, başka yerlerdeki bin nemâzdan dahâ 
üstündür. Oruc, sadaka, zikr ve Kur’ân-ı kerîm okumak gibi ibâdetler de 
böyledir. Medîneye girerken ihrâma girilmez. Mekkede ihrâmlı iken olan yasaklar, 
Medînede yasak değildir. İbni Teymiyye, kabr-i Nebîyi ziyâret için Medîneye 
gidilmez dedi ise de, Ehl-i sünnet âlimleri buna cevâb vermişlerdir. İmâm-ı Ebû 
Hasen Alî Sübkî “rahmetullahi teâlâ aleyh” [(Erreddü li-İbni Teymiyye) ve
(Şifâ-üs-sikâm fî ziyâret-i Seyyid-il enâm) kitâblarında] İbni 
Teymiyyenin sapık sözlerini kuvvetli delîllerle çürütmekdedir. Kadınların da, 
tenhâ zemânlarda, örtülü olarak ziyâret etmeleri câizdir). İmâm-ı Sübkînin ve 
başka âlimlerin, İbni Teymiyyeyi red eden yazıları, (İslâm Âlimleri) 
kitâbında arabî olarak neşr olunmuşdur. 
(Merâkıl-felâh)da 
ve hâşiyesinde diyor ki, (Medîne şehri uzakdan görülünce, salât ve selâm 
getirilir. Sonra, (Allahümme hâzâ harem-ü Nebiyyike ve mehbit-ü vahyike 
femnin aleyye biddühûl-i fîhi vec’alhü vikâyeten lî minennâr ve emânen minel 
azâb vec’alnî minelfâizîne bi-şefâ-atil-Mustafâ yevmelmeâb) denir. Şehre 
veyâ mescide girmeden önce gusl abdesti alınır. Güzel ve alkolsüz koku 
sürünülür. Yeni, temiz elbise giyilir. Şehre yürüyerek girmek iyi olur. 
Eşyâlarını bir yere yerleşdirdikden sonra, o yerlerin kıymetini ve yüksekliğini 
düşünerek, boynu bükük, kalbi kırık olarak; (Bismillah ve alâ Milleti 
Resûlillah) der ve hicret gecesi gelmiş olan (İsrâ) sûresinin 
sekseninci âyetini  ve nemâzda okunan salevât-ı şerîfleri okuyarak ve (Vagfir 
lî-zünûbî veftah lî ebvâbe rahmetike ve fadlike) diyerek mescide gelir. Bâb-ı 
selâmdan veyâ bâb-ı Cibrîlden mescide girip, minber yanında iki rek’at 
(Tehıyyetül-mescid) nemâzı kılar. Minberin direği sağ omuzu hizâsına 
gelmelidir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” burada kılardı. İki rek’at 
da şükr nemâzı kılar. Düâdan sonra, kalkıp edeble Hucre-i se’âdete gelir. 
Muvâcehe-i se’âdet dıvarına karşı, arkasını kıbleye dönerek, Resûlullahın 
mubârek yüzüne karşı, iki metre kadar uzakda, edeble durur. Resûlullahın 
kendisini gördüğünü, selâmını, düâlarını işitdiğini ve cevâb verdiğini, âmîn 
dediğini düşünür. (Esselâmü aleyke yâ seyyidî, yâ Resûlallah...) diyerek 
kitâbdaki uzun düâyı okur. Emânet olan selâmları söyler. Sonra salevât okuyup, 
dilediği düâyı yapar. Sonra yarım metre sağa gelip, (Esselâmü aleyke yâ 
halîfete Resûlillah...) diye başlıyan kitâbdaki uzun düâyı okuyarak hazret-i 
Ebû Bekre selâm verir. Sonra, yarım metre sağa gidip, hazret-i Ömere de 
kitâbdaki uzun düâyı okuyarak selâm verir. Sonra kendine ve ana babasına ve düâ 
etmesini istemiş olanlara ve bütün müslimânlara düâ eder. Sonra yine 
Resûlullahın mubârek yüzü karşısına gelir. Kitâbdaki düâyı okur ve dilediği 
düâları da yapar. Sonra Ebû Lübâbe hazretlerinin kendini bağlayarak tevbe etmiş 
olduğu direğe gelir. Burada ve Ravda-i mutahherada nâfile, kazâ kılar. Tevbe ve 
düâ eder. Dilediği zemânlarda (Mescid-i Kubâ) ve (Mescid-i kıbleteyn),
Uhud şehîdleri ve Bakî’deki mezârları ve birçok meşhûr mübârek yerleri de 
ziyâret etmelidir). 
İbni Kayyım, (Resûlullahın 
kabrine arka çevirerek düâ edilir. Ebû Hanîfe de böyle söylüyor) diyor. Âlûsînin 
de, tefsîrinde böyle dediği, (Dürer-üs-seniyye)de yazılıdır. Hâlbuki, 
bütün Ehl-i sünnet âlimleri, Kabr-i se’âdete dönmüş, kıble dıvarı arkada kalmış 
olarak düâ edileceğini yazmakdadırlar. Âlûsînin oğlu Nu’mân bile, İbni 
Teymiyyenin ve İbni Kayyımın yolunda olduğu hâlde, insâf ederek, bu hakîkati 
saklıyamayıp, (Gâliyye)sinde, (Mescidde iki rek’at nemâz kıldıkdan sonra, 
hucre-i se’âdete gelip, mübârek yüzüne karşı döner. Diri iken olduğu gibi 
huzûrunda edeb ile durup, salât ve selâm verir ve islâmiyyetin bildirdiği 
düâları okur. Çünki, Resûlullah, kabrinde de diridir. Âlimlerin çoğu, yalnız 
kabr-i se’âdeti ziyâret için uzaklardan gelmek de sünnetdir dediler. Çünki, 
hadîs-i şerîfde, (Beni ziyâret için gelip, başka bir iş yapmıyarak, yalnız 
ziyâret edene kıyâmetde şefâ’at etmek, bende hakkı olur) ve (Bana selâm 
verene ben de selâm veririm) buyuruldu) demekdedir. 
Abdülhak-ı 
Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Cezb-ül-kulûb) kitâbında, fârisî 
olarak diyor ki, (Mescid-i şerîf) yapılırken, Âişe ve Sevde “radıyallahü 
anhümâ” için birer oda yapıldı. Sonra, her evlendikce bir oda yapılarak, 
adedleri dokuz oldu. Odalar, arab âdeti üzere, hurma dalından idi. Üstleri 
kıldan keçe ile örtülü idi. Kapılarında yalnız perde asılı idi. Odalar mescidin 
cenûb şark ve şimâl taraflarında idi. Kerpiçden yapılmış olanı da vardı. Çoğunun 
kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir 
karış fazla idi. Hazret-i Fâtıma ile hazret-i Âişenin odaları arasında kapı 
vardı. Vefâtından birkaç gün önce, Ebû Bekrden başka eshâb odalarının mescide 
açılan kapılarını kapatdırdı. 
Hazret-i Ömer 
“radıyallahü anh”, hicretin onyedinci senesinde, mescid-i şerîfi garb ve 
şimâlden genişletdi. Zevcât-i tâhirâtın “radıyallahü teâlâ anhünne” odaları 
bulunduğu için, şark tarafını genişletmedi. Şimâl-cenûb arası, yüzkırk zrâ’ 
[yetmiş metre] ve şark-garb dıvarları arası yüzyirmi zrâ’ oldu. (Mescidimi 
genişletmek lâzımdır!) emrini işitmeseydim, genişletmezdim dedi. Yeni 
dıvarları, eskisi gibi kerpiç ile hurma ağaçlarından yapdırdı. Hazret-i Abbâs, 
garb dıvarına bitişik odasını hediyye etdi. Bu oda ve buna bitişik, Ca’fer 
Tayyârın evinin yarısı satın alınıp mescid-i şerîfe katıldı. Hazret-i Ömer, bu 
arada, (Hücre-i se’âdet)i de, kerpiçden yeniledi. Hazret-i Osmân 
“radıyallahü anh” hicretin otuzuncu senesinde, bunları ve şimâl dıvarını yıkıp 
genişletdi. Yeni dıvarları ve direkleri taşdan, tavanını sac ağacından yapdı. 
Ebû Hüreyrenin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Mescidimi Yemendeki San’â 
şehrine kadar genişletseler, hepsi mescidim olur) buyuruldu. 
Halîfe Velîd, 
seksensekiz senesinde, Medîne vâlîsi Ömer bin Abdül’Azîze emr vererek, dört 
dıvar da yıkılıp, şark tarafındaki zevcât-ı tâhirât odaları mescide katıldı. 
Hucre-i se’âdetin dört dıvarı yıkılıp, temelden yontma taşlarla yeniden yapıldı. 
Temel açılırken hazret-i Ömerin bir ayağı görüldü. Hiç çürümemişdi. Hücrenin 
etrâfına ikinci bir dıvar dahâ yapıldı. Hiç kapısı yokdu. Hücrenin tavanı 
mescidden yarım metre dahâ yüksek oldu. Uzunluk ikiyüz, genişlik yüzaltmışyedi 
zrâ’ oldu. Rum Kayserinden kırk usta getirilip, dıvarlar, direkler, tavan altın 
ile süslendi. İlk olarak mihrâb ve dört minâre yapdırdı. Bu iş üç sene sürdü. 
Abbâsî halîfelerinden Mehdî, yüzaltmışbir senesinde, yalnız şimâl tarafına on 
direk dikerek genişletdi. Halîfe Me’mûn da ikiyüziki 202 [m. 817] senesinde 
biraz genişletdi. Beşyüzelli senesinde, Cemâleddîn-i İsfehânî, ikinci dıvar 
etrâfına sandal ağacından parmaklık yapdı. Bu parmaklığa (Şebeke-i se’âdet) 
denir. O sene Mısrdan gönderilen, üzerinde kırmızı ipekle Yasîn sûresi yazılı 
beyâz ipek perde, Şebeke etrâfına asıldı. Bu perdeye (Sitâre) denir. Mısr 
Türkmen sultânı Seyfeddîn Sâlih Klavûn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, 
altıyüzyetmişsekiz 678 [m. 1279] senesinde, Hucre-i se’âdet üzerine bugünkü 
(Kubbe-i hadrâ)yı ilk olarak yapdırıp kurşun ile kaplatdı. Mescidin bugünkü 
binâsı, Mısrdaki Çerkes sultânlarından Eşref Kaytebay “rahmetullahi teâlâ aleyh” 
tarafından 888 [m. 1483] senesinde yapdırılmış ve Osmânlı sultânları tarafından 
ta’mîr ve tezyîn edilmişdir. (Cezb-ül-kulûb)dan terceme temâm oldu. 
Pâkistânda 
Mîrpûr şehrinde bulunan (Da’vet-ül-islâmiyyet-ül-âlemiyye) merkezinin 
1398 [m. 1978] de, bütün müslimân memleketlerine gönderdiği bildiride diyor ki: 
Sü’ûdî Arabistânda çıkan (Ed-da’ve) mecmû’asının 1397 [m. 1977] Şa’bân 
nüshâsında, Sa’dülharemeyn ismindeki bir vehhâbînin (Kubbet-ül-hadrâ)nın 
yıkılmasını istiyen yazısını, (Da’vet-ül-islâmiyyet-ül-âlemiyye) 
merkezimiz nefretle karşılamışdır. Üyelerimiz Pâkistânın Mîrpûr şehrinde, bu 
yazıyı protesto etmek için toplandı. Allâme Muhammed Beşîr “rahmetullahi teâlâ 
aleyh” başkan idi. Pek çok dinleyici arasında konuşan hatîblerin sözlerinin 
özeti şöyledir: 
Kubbet-ül-hadrâ, bütün müslimânların gözbebeğidir. Müslimânlar, bu mübârek 
hucreyi ziyâret etmeği, kurtulmalarına sebeb bilirler. Çünki, Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kabrimi ziyâret edene şefâ’atim vâcib olur) 
buyurdu. Sa’dül-haremeynin bu çok çirkin yazısı, büyük fitne ve islâm düşmanının 
gizli bir hiylesidir. Bir müslimân böyle düşünebilir mi? İslâm dîninin şi’ârını 
yok etmeğe önayak olabilir mi? Vallahi olamaz! Bu çirkin yazının arkasında gizli 
ellerin, yehûdî güçlerinin bulunduğuna inanıyoruz. Eshâb-ı kirâmın mubârek 
cesedlerini ve Resûlullahın babası Abdüllahın cesedini kabrlerinden çıkarmaları, 
Kubbe-i hadrâyı yıkmak çirkin düşüncesine cesâret verdiğinde hiç şübhe yokdur. 
Bu çirkin yazı, büyük fitnelere yol açacakdır. Bunda hiçbir fâide yokdur. 
Kalbleri Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sevgisi ile ve Kubbet-ül-hadrânın 
sevgisi ile dolu olan müslimânları yaralıyan bu çirkin yazıya nasıl cesâret 
olunduğunu Sü’ûdî arab hükûmetinin açıklaması lâzımdır. Müslimânların, 
Haremeyn-i şerîfeyne ve Kubbet-ül hadrâya hizmet etdikleri için, arabları 
sevdikleri şübhesizdir. Arablar bu mübârek makamlara saygısızlık ederlerse, 
müslimânların kalblerinde, onların sevgisi kalır mı? Bu çirkin oyundan meydâna 
gelen üzüntünün dehşetini Sü’ûdî Arabistân hükûmetine bildirmeleri ve bu kötü 
hîlenin yok edilmesi için çalışmaları için bütün dünyâ müslimânlarına çağrıda 
bulunuyoruz! 
Yukarıdaki 
çağrının arabî olan aslı, (El-medâric-üs-seniyye) kitâbının 1978 
baskısının sonuna eklenmişdir. 
İbni Âbidîn, 
hac bahsinin sonunda buyuruyor ki, (Hacca giden fakîr, Mekkeye gidinceye kadar 
nâfile ibâdet yapmakdadır. Nâfile sevâb almakdadır. Mekke şehrine girince, hac 
etmesi farz olur. Zengin ise, memleketinden hac için çıkdığı ânda farz sevâbı 
kazanmakdadır. Farzın sevâbı, nâfilenin sevâbından dahâ çokdur. Fakîr, 
memleketinde ihrâma girerek yola çıkarsa, yolda da farz sevâbı kazanarak, 
zenginin sevâbına kavuşur. Anası veyâ babası kendisine muhtâc olmıyan bir kimse, 
onlardan iznsiz farz olan hacca gidebilir. [Fekat nâfile olan hacca iznsiz 
gidemez. Câmi’, Kur’ân-ı kerîm kursu ve benzeri, islâma fâidesi olan şeyleri 
yapmak, nâfile hacdan ve ömreden dahâ sevâbdır. Nâfile hac ve ömre yaparken sarf 
edilen paralar, müslimânların muhtâclarına veriliyorsa, nâfile hac ve ömre 
yapmak, kendi memleketinde sadaka vermekden dahâ efdal olur. Çünki, hem mal ile, 
hem beden ile ibâdet yapılmakdadır. (Makâmât-i mazheriyye)de, 26. cı 
mektûbda diyor ki, (Hacda bir farzı veyâ vâcibi özrsüz terk etmemek veyâ harâm, 
mekrûh işlememek lâzımdır. Aksi hâlde, nâfile hac ve ömre yapmak sevâb değil, 
günâh olur). Birinci kısmda, 74. cü madde sonuna ve kırkaltıncı maddenin zekât 
kısmına ve (Müjdeci mektûblar)da 29 ve 123 ve 124. cü mektûblara 
bakınız!] Asker olarak veyâ yazı ve propaganda ile islâmiyyete hizmet etmek, 
nâfile hacdan ve ömreden dahâ sevâbdır. Böyle cihâd hizmeti olmıyan için, 
memleketinde fakîr, muhtâc ve sâlihlere yâhud seyyidlere ve Ehl-i sünnet 
bilgilerini yayanlara para yardımı etmek, nâfile haclardan ve câmi’, Kur’ân-ı 
kerîm kursu ve benzeri hizmetleri yapmakdan dahâ sevâbdır). 
  
Hak teâlâ, ilmi çok yerde övdü, Kur’ânda, 
Resûlün, ilmi emr eden sözleri, meydânda. 
  
İslâmın en büyük düşmanıdır, bil, cehâlet, 
çünki, cehl mikrobunun hastalığı, Felâket! 
  
Cehâlet olan yerden, din gider dedi, Nebî, 
Dîni seven, o hâlde ilmi, fenni sevmeli! 
  
Cennet, kılınc gölgesinde, demedi mi hadîs, 
atom gücü, jet uçuşuna bu emr, pek vecîz! 
  
İslâmın zilletine cehldir, bütün illet! 
Ey derdi cehâlet, sana düşmekle, bu millet! 
  
Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne 
nâmûs, 
ey sine-i islâma çöken, kapkara kâbus. 
  
Ey, biricik düşman, seni öldürmeli evvel, 
sensin, bize kâfirleri, üstün çıkaran el! 
  
Ey, millet, uyan cehline kurban gidiyorsun! 
İslâm gerilikdir, diye bir damga yiyorsun! 
  
Allahdan utan, bâri bırak, dîni elinden, 
gir, leş gibi, topraklara kendin, 
gireceksen! 
  
Lâkin bu sözüm de, te’sîr etmez ki câhile, 
Allahdan utanmak da, olur elbet, ilm ile. 
  
                                                |