61 - EZÂN VE İKÂMET
(Dürr-ül-muhtâr) kitâbından ve bunun açıklaması olan (Redd-ül-muhtâr)dan ezân
bâbı terceme edilerek ve kısaltılarak aşağıda yazıldı:
Ezân, herkese
bildirmek demekdir. Belli olan arabca kelimeleri sırası ile okumakdır.
Tercemesini okumak, ezân olmaz. Ma’nâsı anlaşılsa da, fârisî ve başka dillerle
okunmaz. Ezân okumak, hicretden önce Mekkede, Mi’râc gecesi başladı. Hicretin
birinci senesinde, nemâz vaktlerini bildirmek için emr olundu. Mahalle
mescidinde, yüksek yerde okuması sünnetdir. Sesini yükseltmesi lâzımdır. Fekat,
çok bağırmak için, kendini zorlamamalıdır. [Görülüyor ki, ezânı kendi
mahallesine işitdirecek kadar, bağırmak lâzımdır. Sesi dahâ yükseltmek câiz
değildir. Ho-parlör kullanmağa lüzûm yokdur. Ho-parlör ile ve hele radyo ile
ezân ve ikâmet okumak bid’atdir. Bid’at ile yapılan ibâdet kabûl olmaz. Günâh
olur.] Beş vakt nemâz ve kazâ nemâzları için ve Cum’a nemâzında hatîbin
karşısında, erkeklerin ezân okuması sünnet-i müekkededir. Kadınların ezân ve
ikâmet okuması mekrûhdur. Çünki, seslerini yükseltmeleri harâmdır. Ezân,
başkalarına vakti bildirmek için, yüksekde okunur. Hâzır olan cemâ’at için veyâ
kendi için olan ezân ve ikâmet yerde okunur. [(Tenvîr-ül-ezhân)da diyor
ki, (Ezânı oturarak okumak tahrîmen mekrûhdur. Ayakda okunması tevâtür ile
anlaşılmışdır.)] Vitr, bayram, terâvîh ve cenâze nemâzları için ezân ve ikâmet
okunmaz. Ezânı vaktinden evvel okumak sahîh değildir ve büyük günâhdır. Vakt
girmeden önce okunan ezân ve ikâmet, vakt girince tekrâr okunur. Ezân okunurken,
hareke veyâ harf katacak veyâ harfleri uzatacak şeklde tegannî yapmak ve böyle
okunan ezânı ve Kur’ân-ı kerîmi dinlemek câiz değildir.
[(Mir’ât-ül
haremeyn) kitâbının Medîne kısmında diyor ki, (Ezân okumak, hicretin birinci
senesinde, Medînede başladı. Bundan önce, nemâz vaktlerinde yalnız (Essalâtü
câmi’a) denirdi. Medînede ilk ezân okuyan, Bilâl-i Habeşîdir. Mekkede ise,
Habîb bin Abdürrahmândır. Cum’a nemâzındaki birinci ezân, hazret-i Osmânın
sünnetidir. Önceleri, bu da câmi’ içinde okunurdu. Abdülmelik zemânında Medîne
vâlisi olan Ebbân bin Osmân hazretleri minârede okutdu. Melik Nâsır bin Mensûr,
yediyüz [700] senesinde, Cum’a ezânından önce, minârelerde salâtü-selâm okutdu.
İsrâîl Peygamberleri, sabâh ezânından önce tesbîh okurlardı. Eshâb-ı kirâmdan
Mesleme bin Mahled, Mısrda vâlî iken, ellisekiz [58] senesinde, hazret-i
Mu’âviyenin emri ile ilk minâreyi yapdırıp, müezzin Şerhabîl bin Âmire sabâh
ezânından önce salât verdirdi). (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Ezândan
sonra salât ve selâm okumak, ilk olarak yediyüzseksenbir senesinde, sultân Nâsır
Salâhuddînin emri ile Mısrda başladı). [Cenâze olduğunu bildirmek için,
minârelerde salât okunması mu’teber kitâblarda yazılı değildir. Çirkin
bid’atdir. Okutmamalıdır.] (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Hicretin
birinci senesinde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-ı kirâma
sordu. Kimisi, nemâz vaktlerini bildirmek için, nasârâ gibi nâkûs, ya’nî çan
çalalım dedi. Kimisi, yehûdîler gibi boru çalınsın dedi. Kimisi de, nemâz vakti
ateş yakıp yukarı kaldıralım dedi. Resûlullah, bunları kabûl etmedi. Abdüllah
bin Zeyd bin Sa’lebe ve hazret-i Ömer rü’yâda ezân okumasını görüp söylediler.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu beğenip, nemâz vaktlerinde böyle
ezân okunmasını emr buyurdu). (Medâric-ünnübüvve) ve (Tahtâvî)de
böyle yazıyor ve minârelerde ışık yakmanın, mecûsîlere benzediğini, bid’at
olduğunu bildiriyor. [Buradan, nemâz vaktini bildirmek için minârede ışık
yakmanın büyük günâh olduğu anlaşılmakdadır.] (Tebyîn-ül-hakâık)da ve
(Tahtâvî)de diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Bilâl-i
Habeşîye, (İki parmağını kulaklarına koy! Böylece, sesin çok çıkar)
buyurdu. Elleri kulaklara koyarsa iyi olur. Böyle yapmak, ezânın sünneti değil
ise de, sesin çoğalmasının sünnetidir. Çünki, rü’yâda, melek okurken böyle
yapmamışdır. Ezân okumak için değil, okumağı, sesi artdırmak için sünnet
olmuşdur. Çünki, sesini yükseltir buyurularak, sebeb gösterilmiş, hikmeti
bildirilmişdir. Parmaklar kulaklara konmazsa, ezân güzel olur. Konursa, sesi
yükseltmesi güzel olur). Görülüyor ki, parmakları kulaklara koymak, sesi
artdırdığı hâlde, ezânın sünneti değildir. Fekat, emr edilmiş olduğu için,
bid’at de değildir. Bugün ba’zı câmi’lerde kullanılan ho-parlör, sesi
yükseltiyor ise de, ezânın sünneti olmadığı, bid’at olduğu, ayrıca parmakları
kulaklara kaldırmak sünnetinin terk edilmesine sebeb olduğu anlaşılmakdadır.
Ho-parlör konan ba’zı câmi’lerde minâre yapılmadığı görülüyor. [(Fetâvâyı
Hindiyye) beşinci cild, 322. ci sahîfede diyor ki, (Sesi, mahalleye duyurmak
için, minâre yapmak câizdir. Buna lüzûm yoksa, câiz değildir). Ho-parlörün câiz
olmadığı buradan da anlaşılmakdadır.]
(İbni
Âbidîn)de
ve (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Minârede ve Cum’a hutbesi okunacağı
zemân, birkaç müezzinin birlikde ezân okumalarına (Ezân-ı Cavk) denir.
Sesin çoğalması için, bir ağızdan okumaları, mütevâris olduğu için, ya’nî
asrlardan beri yapıldığı için, sünnet-i hasenedir, câizdir. Müslimânların
beğendiğini Allahü teâlâ da beğenir). (Berîka)da, 94. cü sahîfesinde
diyor ki, (Müslimânların güzel demeleri, müctehidlerin güzel demeleridir.
Müctehid olmayanların beğenip beğenmemelerinin kıymeti yokdur). 302. ci sahîfe
sonuna bakınız! [Şimdi, ba’zı câhillerin ho-parlör ile ezân okumağı övmelerinin
kıymeti olmadığı buradan açıkça anlaşılmakdadır. Müctehid olmıyanların câiz
demeleri ile, yapmaları ile, ibâdetleri değişdirmek, bid’at olur, büyük günâh
olur.]
İkâmet, ezândan
dahâ efdaldir. Ezân ve ikâmet, kıbleye karşı okunur. Okurken konuşulmaz ve
selâma cevâb verilmez. Konuşursa, her ikisi de tekrâr okunur.
Hangi
nemâzlarda ezân ve ikâmet okunur? Bunu üç madde hâlinde bildirelim:
1 — Kırda,
bostânda, yalnız veyâ cemâ’at ile kazâ kılarken, erkeklerin ezânı ve ikâmeti
yüksek sesle okumaları sünnetdir. Sesi işiten insanlar, cinnîler, taşlar,
kıyâmetde şâhid olacakdır. Birkaç kazâyı bir arada kılan, önce ezân ve ikâmet
okur. Sonraki kazâları kılarken, hepsine ikâmet okur, ezân okumasa da olur.
Kadınlar,
vaktinde ve kazâ kılarken ezân ve ikâmet okumaz.
Câmi’de kazâ
kılan, ezân ve ikâmeti, kendi işiteceği kadar hafîf okur. Birkaç kişi, kazâ
nemâzını câmi’de cemâ’at ile kılarsa, ezân ve ikâmet okunmaz. Bütün câmi’ halkı,
kazâ kılarsa, bu zemân, ezân ve ikâmet okunur. Zâten câmi’de, cemâ’at ile kazâ
kılmak mekrûhdur. Çünki, nemâzı kazâya bırakmak, büyük günâh olup, bunu herkese
bildirmek câiz değildir. Kazâ nemâzını cemâ’at ile kılabilmek için, imâm ve
cemâ’atin aynı günün, aynı nemâzını kazâ etmeleri lâzımdır. Meselâ pazar gününün
öğle nemâzını kazâ edecek kimse, salı gününün öğle nemâzını kazâ edecek kimseye
veyâ o pazar gününün öğle nemâzını edâ eden kimseye uyamaz.
Evinde kazâ
kılan, şâhidleri çoğaltmak için, ezân ve ikâmeti, odada işitilecek kadar, yüksek
sesle okur. [Sünneti farz kazâsı niyyeti ile kılan da böyledir.]
2 — Evinde
yalnız veyâ cemâ’at ile vakt nemâzı kılan, ezân ve ikâmet okumaz. Çünki, câmi’de
okunan ezân ve ikâmet evlerde de okunmuş sayılır. Fekat, okumaları efdal olur.
Müezzinin sesini evden duymak lâzım değildir. Câmi’de ezân okunmazsa veyâ
şartlarına uygun olmazsa, evde yalnız kılan ezân ve ikâmet okur.
Mahalle
câmi’inde ve cemâ’ati belli kimseler olan her câmi’de, vakt nemâzı, cemâ’at ile
kılındıkdan sonra, yalnız kılan kimse, ezân ve ikâmet okumaz. Böyle câmi’lerde,
vakt nemâzları, imâm mihrâbda olarak, cemâ’at ile kılındıkdan sonra, tekrâr
cemâ’atler yapılabilir. İmâmlığı anlatırken buyuruyor ki, sonraki cemâ’atlerde
de, imâm mihrâbda bulunursa, ezân ve ikâmet okunmaz. İmâmları mihrâbda durmazsa,
ezânı ve ikâmeti, cemâ’at duyacak kadar sesle okurlar.
Yollarda
bulunan veyâ imâmı ve müezzini bulunmıyan ve cemâ’ati belli kimseler olmıyan
câmi’lerde, çeşidli zemânlarda gelenler, bir vaktin nemâzı için, çeşidli
cemâ’atler yaparlar. Her cemâ’at için, ezân ve ikâmet okunur. Böyle câmi’de,
yalnız kılan da, ezân ve ikâmeti kendi işiteceği kadar sesle okur.
3 — Müsâfir
olanlar, kendi aralarındaki cemâ’at ile de, yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet
okur. Yalnız kılanın yanında, arkadaşları kılıyorsa, ezânı terk edebilir. Seferî
olan kimse, bir evde yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet okur. Çünki, câmi’de
okunan, onun nemâzı için sayılmaz. Seferî olanlardan ba’zısı, evde ezân okursa,
sonra kılanlar okumaz. Yola en az üç kişi çıkmalı ve biri emîrleri olmalıdır.
Akllı çocuğun,
a’mânın, veled-i zinânın, vaktleri ve ezân okumasını bilen câhil köylünün ezân
okuması, kerâhatsiz câizdir. Cünüb kimsenin ezân ve ikâmet okuması ve abdestsiz
ikâmet okumak ve kadının, fâsıkın, serhoşun, aklsız çocuğun ezân okumaları ve
oturarak ezân okumak tahrîmen mekrûhdur. Bunların ezânları tekrâr okunur. Ezânın
sahîh olması için, müezzin, müslimân ve akllı olmalı ve nemâz vaktlerini bilmeli
ve sözüne inanılan âdil bir kimse olmalıdır. [Takvîmlerin de böyle bir müslimân
tarafından hâzırlandığını bilmek veyâ sahîh olduklarına böyle bir müslimânın
şâhid olması lâzımdır. Yüzlerce senedir sâlih müslimânların hâzırladıkları ve
bütün müslimânların tâbi’ oldukları takvîmlerdeki vaktleri değişdirmemelidir.]
Nemâzın sahîh olması için, vaktinde kıldığını iyi bilmek şartdır. Fâsık kimsenin
[ya’nî içki içen, kumar oynayan, yabancı kadınlara bakan, zevcesini, kızını açık
gezdirenin] ezânı sahîh olmaması, ibâdetlerde bunun sözü kabûl edilmediği
içindir.
[Görülüyor ki,
radyo [Mizyâ’] ile ve minârede ho-parlör [Mükebbirüssavt] ile ezân okumak ve
vaktinden evvel okumak ve bunları, ezân olarak dinlemek câiz olmaz. Bunlar, hem
kabûl olmaz, hem de günâh olur. Bunları şartlarına uygun olarak tekrâr okumak
lâzımdır. Kim olduğu bilinmiyen ve görülmiyen kimsenin sesi sebebi ile,
elektriğin hâsıl etdiği sesler ve plâk ile hâsıl edilen sesler, her bakımdan
ezân değildir. Bundan başka, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
(İbâdetleri, bizim gibi yapmıyanlar, bizden değildir) buyurdu. Ezânı, sâlih
bir müslimânın, yüksek bir yere çıkarak, Onun okutduğu gibi okuması lâzımdır.
Hele, öğle ezânı vaktinden evvel okununca, öğlenin ilk sünneti kerâhet vaktinde
kılınmış oluyor. Küçük günâha devâm, büyük günâh olmakdadır.]
Sünnete uygun
olarak okunan ezânı duyan kimse, cünüb olsa da, câmi’ hâricinde Kur’ân-ı kerîm
okuyor ise de, işitdiğini yavaşça söylemesi sünnetdir. Başka birşey söylemez.
Selâma cevâb vermez. Bir iş yapmaz. Ezânı işiten erkeklerin işini bırakıp,
cemâ’ate gitmesi vâcibdir. Evinde ehli ile de cemâ’at yapabilir. Fekat, [câmi’de
sâlih imâm varsa] câmi’e gitmek efdaldir.
[(Cevhere)de
diyor ki, (Fârisî dil ile okunan ezânın sahîh olmadığı (Kerhî) şerhinde
yazılıdır. Zâhir ve en doğru söz de budur). (Merâkıl-felâh)da diyor ki,
(Ezân olduğu anlaşılsa da, arabcadan başka dil ile ezân okumak câiz değildir)].
Hutbe
dinlerken, avret yeri açık iken, yemekde, din dersi okumakda iken ve câmi’
içinde Kur’ân-ı kerîm okurken ezân tekrâr edilmez. Fekat, ezân sünnete uygun
okunmıyorsa, meselâ ba’zı kelimeleri değişdirilmiş, terceme edilmiş ise ve ba’zı
yerinde tegannî ederek okuyorsa [veyâ ezân sesi, ho-parlör denilen âletden
geliyorsa] bunu işiten, hiçbir parçasını tekrâr etmez. Fekat, bunları da hurmet
ile dinlemek 725.ci sahîfemizde yazılıdır.
[(Berîka)da
binotuzbirinci ve binaltmışikinci sahîfelerinde diyor ki, (Nemâz vaktlerini
bilmiyen ve tegannî, elhân ederek, ya’nî mûsikî perdelerine uyarak okuyan kimse,
ezân okumağa ehl değildir. Bunu müezzin yapmak câiz değildir, büyük günâhdır.
Kur’ân-ı kerîmi, zikri, düâyı elhân ile okumanın sözbirliği ile harâm olduğu
(Bezzâziyye)de yazılıdır. Ezân okumak da ve vaktinden evvel okumak da
böyledir. Ezân okurken, yalnız iki (Hayye alâ...) da tegannî etmeğe izn
verilmişdir. Kur’ân-ı kerîm okumakda tegannîye izn verilmesi, Allahü teâlâdan
korkarak okuyunuz demekdir. Bu da, tecvîd ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa,
harfleri, kelimeleri değişdirerek ma’nâyı, nazmı bozarak tegannî etmek
sözbirliği ile harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi ve ezânı tercî’ ile okumak, hadîs-i
şerîf ile men’ edildi. Tercî’, sesi yükseltip alçaltarak okumakdır. Böyle
okunanı dinlemek de harâmdır]. Vaktinden önce tegannî ile okunan ve arabî
olmıyan ve cünübün, kadının okuduğu ezânı duyan da söylemez. Bir ezânı işitip
söyliyen kimse, başka yerde okunan ezânları duyunca artık söylemez. (Hayye
alâ)ları duyunca bunları söylemeyip (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)
der. Ezândan sonra, salevât getirilir. Sonra ezân düâsı okunur. Ezân düâsı
(Nemâz Kitâbı)nda yazılıdır. İkinci (Eşhedü enne Muhammeden resûlullah)
söyleyince, iki baş parmağın tırnaklarını öpdükden sonra, iki göz üzerine
sürmek müstehabdır. Bunu bildiren hadîs-i şerîf, (Merâkıl-felâh)ın
Tahtâvî hâşiyesinde yazılı ise de, (İbni Âbidîn) “rahmetulllahi teâlâ
aleyhimâ” bu hadîsin za’îf olduğunu bildirdiği gibi, (Hazînet-ül-meârif)
99. cu sahîfede de yazılıdır. İkâmetde böyle yapılmaz. İkâmeti işitenin tekrâr
etmesi sünnet değil, müstehabdır. İkâmet okunurken câmi’e giren kimse, oturur,
ayakda beklemez. Müezzin efendi, (hayye-alelfelâh) derken, herkesle
berâber kalkar.
İbni Âbidîn
nemâzın sünnetlerinde buyuruyor ki, imâmın nemâza dururken ve rüknden rükne
geçerken ve selâm verirken, cemâ’at işitecek kadar, sesini yükseltmesi
sünnetdir. Dahâ fazla yükseltmesi mekrûhdur. İmâm, nemâza başlamak için, tekbîr
getirmeli, cemâ’ate duyurmağı düşünmemelidir. Aksi takdîrde nemâzı sahîh olmaz.
Cemâ’atin hepsi, imâmı işitmediği zemân, müezzinin de herkese duyuracak kadar,
sesini yükseltmesi müstehab olur. Müezzin de nemâza başlamağı düşünmeyip, yalnız
cemâ’ate duyurmak için bağırırsa, nemâzı sahîh olmadığı gibi, imâmı duymayıp,
yalnız bu müezzinin sesi ile nemâza duranların nemâzı da sahîh olmaz. Çünki,
nemâzı kılmıyan birine uymuş olurlar. Cemâ’ate duyuracak kadardan dahâ yüksek
bağırmak, müezzin için de, mekrûhdur. Dört mezheb âlimleri sözbirliği ile
bildiriyor ki, cemâ’atin hepsi, imâmın sesini duyarken, müezzinin de tekbîr
getirmesi, mekrûhdur ve çirkin bid’atdir. Hattâ (Bahr-ül-fetâvâ)da ve
(Feth-ul-kadîr)de ve (Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli) kenârındaki
(Üstüvânî) risâlesinin sonuna doğru diyor ki, (Küçük mescidlerde, imâmın
tekbîri işitilirken, müezzin yüksek sesle tekbîr getirirse, nemâzı bozulur.)
[Sesi
lüzûmundan fazla yükseltmek günâh olduğu gibi, ho-parlörden çıkan, imâmın ve
müezzinin sesi değildir. Bunların sesi elektrik ve miknâtis hâline dönüyor. Bu
elektrik ve miknâtisin hâsıl etdiği ses duyuluyor. Aynı nemâzı kılan kimsenin
sesine uymak şartdır. Aynı nemâzı kılmıyan başka bir kimseden ve bir âletden
çıkan sese uyanların nemâzları sahîh olmaz. (Redd-ül-muhtâr) kitâbı,
birinci cild, beşyüzonyedinci sahîfede (Hâfızın sesi, dağlarda, çöllerde,
ormanlarda ve başka herhangi bir vâsıta ile etrâfa saçılırsa, bu ikinci sesler,
Kur’ân-ı kerîm okumak olmaz. Bunlardan işitilen secde âyeti için, secde etmek
lâzım gelmez) buyuruyor. Bunların insan okuması olmadıkları, insan okumasına
benzedikleri (Halebî-yi kebîr)de de yazılıdır. Din mütehassıslarının bu
açık yazıları, radyo ile, ho-parlör ile Kur’ân-ı kerîm ve ezân okumanın ve
dinlemenin ve bunlarla nemâz kılmanın yanlış olduğunu göstermekdedir. Ho-parlör
ve radyo ile ezân ve Kur’ân-ı kerîm okumanın câiz olmadığı, Elmalılı Muhammed
Hamdi efendi tefsîrinin üçüncü cild, [2361]. ci sahîfesinde uzun yazılıdır. Hele
başka binâda olan imâma ho-parlörle uyarak kılınan nemâz sahîh olmadığı gibi,
çirkin bid’at olur. Büyük günâh olur. Yetmişinci maddenin 3. cü sahîfesine ve
elliikinci maddeye bakınız!
Mi’nârelere
konulan ho-parlör, ba’zıları için bir tenbellik vâsıtası olmuş, ezânı karanlık
odalarda oturarak ve sünnete uymıyarak okumalarına sebeb olmuşdur. (Fetâvâ-yı
Hindiyye)de diyor ki, (Ezânı vaktinden evvel okumak, câmi’ içinde okumak,
oturarak okumak ve sesini tâkatından fazla yükseltmek ve kıbleye karşı okumamak
ve tegannî yaparak okumak mekrûhdur. İkâmet okunurken gelen, oturur. Sonra,
müezzin Hayye-alelfelâh derken, herkesle kalkar). İbni Âbidîn nemâzı anlatmağa
başlarken diyor ki, (Vaktinde okunan ezân, islâm ezânı olur. Vaktsiz okunan
ezân, konuşmak olur. Din ile alay etmek olur). Asrlarca, göklere doğru uzanan,
ma’nevî süslerimiz minâreler de, bu kötü bid’at yüzünden, birer ho-parlör direği
hâline getirilmekdedir. İslâm âlimleri fennin bulduklarını hep iyi
karşılamışdır. Radyo, televizyon ve ho-parlörle, her yerde fâideli yayınlar
yapılması da sevâbdır. Fekat, ibâdetleri ho-parlörün tırmalayıcı sesi ile yapmak
câiz değildir. Ho-parlörleri câmi’lere koymak, lüzûmsuz bir isrâfdır. Îmânlı
kalblere ilâhî te’sîrler yapan sâlih mü’minlerin sesleri yerine, âdetâ kilise
çanı gibi zırlayan bu âlet yok iken, minârelerde okunan ezânlar ve câmi’lerdeki
tekbîr sesleri, ecnebîleri bile vecde getiriyordu. Her mahallede okunan ezânları
işiterek câmi’leri dolduran cemâ’at, Eshâb-ı kirâm zemânında olduğu gibi,
nemâzlarını huşû’ ile kılıyorlardı. Ezânın mü’minleri heyecâna getiren ilâhî
te’sîri, ho-parlörlerin metalik sesleri, oğultuları ile gayb olmakdadır.]
[Muhammed Hayât-i Sindînin (Gâyetüt-tahkîk) kitâbındaki 6.cı risâle
(Hâd-üd-dâllîn)dir. Bu risâlede diyor ki, imâm-ı Ebû Nu’aym İsfehânî
(Hilyetül-Evliyâ) kitâbı, üçüncü cildinde, Abdüllah ibni Abbâs diyor ki,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (İblîs yer yüzüne
indirilince, Allahü teâlâya sordu: Âdem aleyhisselâm indirilince, kullarına
Cennet, se’âdet yolunu göstermek için, ona kitâb ve Peygamberler verdin. Ona
vereceğin kitâb ve Peygamberler nelerdir? Allahü teâlâ: Melekler ve meşhûr
Peygamberler ve dört meşhûr kitâbdır, buyurdu. Kullarını azdırmak için, bana
hangi kitâbları ve Peygamberleri vereceksin, dedi. Senin kitâbın, nefsi azdıran
şi’rler ve mûsikîdir. Peygamberlerin, kâhinler, falcılar, büyücülerdir ve aklı
gideren, kalbleri karartan gıdaların da, Besmelesiz yinilen, içilen şeyler ve
serhoş eden içkilerdir. Nasîhatların yalan, evin spor sahaları ve hamamlar ve
tuzakların, çıplak gezen kızlar, mescidlerin, fısk meclisleridir. Müezzinlerin
mizmârlar [çalgılar]dır) buyurdu. Ya’nî Cehennem yolunu gösteren,
müezzinlerin çalgılardır. Allahü teâlânın ve Peygamberimizin, (şeytânın
müezzini, ezânı) dediği radyoları, ho-parlörleri ibâdetlerde kullanmanın büyük
günâh olduğu, buradan da anlaşılmakdadır.]
Sünnete uygun
olarak okunan ezân ile alay eden, beğenmiyen, söz ile, hareket ile, hakâret eden
kâfir olur. Müezzin ile alay eden kâfir olmaz.
İmâm olmak,
müezzinlik yapmakdan ve ikâmet okumak, ezân okumakdan efdaldir.
(Se’âdet-i
ebediyye)
kitâbı hakkında şi’r:
Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim,
gençler!
Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir
bu!
İlm ile ma’rifetdir, hep
içindekiler,
Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir
bu!
En büyük âlimlerin, en büyük
velîlerin,
En meşhûr sîmaların, en ulvî
gönüllerin,
Âleme ışık tutan, hayât sunan
ellerin,
Kalem ve kalblerinden, sızan bir
katredir bu!
Resûlullahın yolu, hakîkî
müslimânlık,
Ve her iki cihânda, aranılan
sultânlık,
Sulhda her an çalışan, harblerde
kahramanlık,
Gösteren ceddimizden, bize
emânetdir bu!
Her kelimesi huccet, ilmdir her
cümlesi,
Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin
sesi.
Kalbden pasları siler ve artdırır
hevesi,
İşte başlı başına, bir
islâmiyyetdir bu!
|