| 
 
61 - EZÂN VE İKÂMET 
(Dürr-ül-muhtâr) kitâbından ve bunun açıklaması olan (Redd-ül-muhtâr)dan ezân 
bâbı terceme edilerek ve kısaltılarak aşağıda yazıldı: 
Ezân, herkese 
bildirmek demekdir. Belli olan arabca kelimeleri sırası ile okumakdır. 
Tercemesini okumak, ezân olmaz. Ma’nâsı anlaşılsa da, fârisî ve başka dillerle 
okunmaz. Ezân okumak, hicretden önce Mekkede, Mi’râc gecesi başladı. Hicretin 
birinci senesinde, nemâz vaktlerini bildirmek için emr olundu. Mahalle 
mescidinde, yüksek yerde okuması sünnetdir. Sesini yükseltmesi lâzımdır. Fekat, 
çok bağırmak için, kendini zorlamamalıdır. [Görülüyor ki, ezânı kendi 
mahallesine işitdirecek kadar, bağırmak lâzımdır. Sesi dahâ yükseltmek câiz 
değildir. Ho-parlör kullanmağa lüzûm yokdur. Ho-parlör ile ve hele radyo ile 
ezân ve ikâmet okumak bid’atdir. Bid’at ile yapılan ibâdet kabûl olmaz. Günâh 
olur.] Beş vakt nemâz ve kazâ nemâzları için ve Cum’a nemâzında hatîbin 
karşısında, erkeklerin ezân okuması sünnet-i müekkededir. Kadınların ezân ve 
ikâmet okuması mekrûhdur. Çünki, seslerini yükseltmeleri harâmdır. Ezân, 
başkalarına vakti bildirmek için, yüksekde okunur. Hâzır olan cemâ’at için veyâ 
kendi için olan ezân ve ikâmet yerde okunur. [(Tenvîr-ül-ezhân)da diyor 
ki, (Ezânı oturarak okumak tahrîmen mekrûhdur. Ayakda okunması tevâtür ile 
anlaşılmışdır.)] Vitr, bayram, terâvîh ve cenâze nemâzları için ezân ve ikâmet 
okunmaz. Ezânı vaktinden evvel okumak sahîh değildir ve büyük günâhdır. Vakt 
girmeden önce okunan ezân ve ikâmet, vakt girince tekrâr okunur. Ezân okunurken, 
hareke veyâ harf katacak veyâ harfleri uzatacak şeklde tegannî yapmak ve böyle 
okunan ezânı ve Kur’ân-ı kerîmi dinlemek câiz değildir. 
[(Mir’ât-ül 
haremeyn) kitâbının Medîne kısmında diyor ki, (Ezân okumak, hicretin birinci 
senesinde, Medînede başladı. Bundan önce, nemâz vaktlerinde yalnız (Essalâtü 
câmi’a) denirdi. Medînede ilk ezân okuyan, Bilâl-i Habeşîdir. Mekkede ise, 
Habîb bin Abdürrahmândır. Cum’a nemâzındaki birinci ezân, hazret-i Osmânın 
sünnetidir. Önceleri, bu da câmi’ içinde okunurdu. Abdülmelik zemânında Medîne 
vâlisi olan Ebbân bin Osmân hazretleri minârede okutdu. Melik Nâsır bin Mensûr, 
yediyüz [700] senesinde, Cum’a ezânından önce, minârelerde salâtü-selâm okutdu. 
İsrâîl Peygamberleri, sabâh ezânından önce tesbîh okurlardı. Eshâb-ı kirâmdan 
Mesleme bin Mahled, Mısrda vâlî iken, ellisekiz [58] senesinde, hazret-i 
Mu’âviyenin emri ile ilk minâreyi yapdırıp, müezzin Şerhabîl bin Âmire sabâh 
ezânından önce salât verdirdi). (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Ezândan 
sonra salât ve selâm okumak, ilk olarak yediyüzseksenbir senesinde, sultân Nâsır 
Salâhuddînin emri ile Mısrda başladı). [Cenâze olduğunu bildirmek için, 
minârelerde salât okunması mu’teber kitâblarda yazılı değildir. Çirkin 
bid’atdir. Okutmamalıdır.] (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Hicretin 
birinci senesinde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-ı kirâma 
sordu. Kimisi, nemâz vaktlerini bildirmek için, nasârâ gibi nâkûs, ya’nî çan 
çalalım dedi. Kimisi, yehûdîler gibi boru çalınsın dedi. Kimisi de, nemâz vakti 
ateş yakıp yukarı kaldıralım dedi. Resûlullah, bunları kabûl etmedi. Abdüllah 
bin Zeyd bin Sa’lebe ve hazret-i Ömer rü’yâda ezân okumasını görüp söylediler. 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu beğenip, nemâz vaktlerinde böyle 
ezân okunmasını emr buyurdu). (Medâric-ünnübüvve) ve (Tahtâvî)de 
böyle yazıyor ve minârelerde ışık yakmanın, mecûsîlere benzediğini, bid’at 
olduğunu bildiriyor. [Buradan, nemâz vaktini bildirmek için minârede ışık 
yakmanın büyük günâh olduğu anlaşılmakdadır.] (Tebyîn-ül-hakâık)da ve 
(Tahtâvî)de diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Bilâl-i 
Habeşîye, (İki parmağını kulaklarına koy! Böylece, sesin çok çıkar) 
buyurdu. Elleri kulaklara koyarsa iyi olur. Böyle yapmak, ezânın sünneti değil 
ise de, sesin çoğalmasının sünnetidir. Çünki, rü’yâda, melek okurken böyle 
yapmamışdır. Ezân okumak için değil, okumağı, sesi artdırmak için sünnet 
olmuşdur. Çünki, sesini yükseltir buyurularak, sebeb gösterilmiş, hikmeti 
bildirilmişdir. Parmaklar kulaklara  konmazsa, ezân güzel olur. Konursa, sesi 
yükseltmesi güzel olur). Görülüyor ki, parmakları kulaklara koymak, sesi 
artdırdığı hâlde, ezânın sünneti değildir. Fekat, emr edilmiş olduğu için, 
bid’at de değildir. Bugün ba’zı câmi’lerde kullanılan ho-parlör, sesi 
yükseltiyor ise de, ezânın sünneti olmadığı, bid’at olduğu, ayrıca parmakları 
kulaklara kaldırmak sünnetinin terk edilmesine sebeb olduğu anlaşılmakdadır. 
Ho-parlör konan ba’zı câmi’lerde minâre yapılmadığı görülüyor. [(Fetâvâyı 
Hindiyye) beşinci cild, 322. ci sahîfede diyor ki, (Sesi, mahalleye duyurmak 
için, minâre yapmak câizdir. Buna lüzûm yoksa, câiz değildir). Ho-parlörün câiz 
olmadığı buradan da anlaşılmakdadır.] 
(İbni 
Âbidîn)de 
ve (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Minârede ve Cum’a hutbesi okunacağı 
zemân, birkaç müezzinin birlikde ezân okumalarına (Ezân-ı Cavk) denir. 
Sesin çoğalması için, bir ağızdan okumaları, mütevâris olduğu için, ya’nî 
asrlardan beri yapıldığı için, sünnet-i hasenedir, câizdir. Müslimânların 
beğendiğini Allahü teâlâ da beğenir). (Berîka)da, 94. cü sahîfesinde 
diyor ki, (Müslimânların güzel demeleri, müctehidlerin güzel demeleridir. 
Müctehid olmayanların beğenip beğenmemelerinin kıymeti yokdur). 302. ci sahîfe 
sonuna bakınız! [Şimdi, ba’zı câhillerin ho-parlör ile ezân okumağı övmelerinin 
kıymeti olmadığı buradan açıkça anlaşılmakdadır. Müctehid olmıyanların câiz 
demeleri ile, yapmaları ile, ibâdetleri değişdirmek, bid’at olur, büyük günâh 
olur.] 
İkâmet, ezândan 
dahâ efdaldir. Ezân ve ikâmet, kıbleye karşı okunur. Okurken konuşulmaz ve 
selâma cevâb verilmez. Konuşursa, her ikisi de tekrâr okunur. 
Hangi 
nemâzlarda ezân ve ikâmet okunur? Bunu üç madde hâlinde bildirelim: 
1 — Kırda, 
bostânda, yalnız veyâ cemâ’at ile kazâ kılarken, erkeklerin ezânı ve ikâmeti 
yüksek sesle okumaları sünnetdir. Sesi işiten insanlar, cinnîler, taşlar, 
kıyâmetde şâhid olacakdır. Birkaç kazâyı bir arada kılan, önce ezân ve ikâmet 
okur. Sonraki kazâları kılarken, hepsine ikâmet okur, ezân okumasa da olur. 
Kadınlar, 
vaktinde ve kazâ kılarken ezân ve ikâmet okumaz. 
Câmi’de kazâ 
kılan, ezân ve ikâmeti, kendi işiteceği kadar hafîf okur. Birkaç kişi, kazâ 
nemâzını câmi’de cemâ’at ile kılarsa, ezân ve ikâmet okunmaz. Bütün câmi’ halkı, 
kazâ kılarsa, bu zemân, ezân ve ikâmet okunur. Zâten câmi’de, cemâ’at ile kazâ 
kılmak mekrûhdur. Çünki, nemâzı kazâya bırakmak, büyük günâh olup, bunu herkese 
bildirmek câiz değildir. Kazâ nemâzını cemâ’at ile kılabilmek için, imâm ve 
cemâ’atin aynı günün, aynı nemâzını kazâ etmeleri lâzımdır. Meselâ pazar gününün 
öğle nemâzını kazâ edecek kimse, salı gününün öğle nemâzını kazâ edecek kimseye 
veyâ o pazar gününün öğle nemâzını edâ eden kimseye uyamaz. 
Evinde kazâ 
kılan, şâhidleri çoğaltmak için, ezân ve ikâmeti, odada işitilecek kadar, yüksek 
sesle okur. [Sünneti farz kazâsı niyyeti ile kılan da böyledir.] 
2 — Evinde 
yalnız veyâ cemâ’at ile vakt nemâzı kılan, ezân ve ikâmet okumaz. Çünki, câmi’de 
okunan ezân ve ikâmet evlerde de okunmuş sayılır. Fekat, okumaları efdal olur. 
Müezzinin sesini evden duymak lâzım değildir. Câmi’de ezân okunmazsa veyâ 
şartlarına uygun olmazsa, evde yalnız kılan ezân ve ikâmet okur. 
Mahalle 
câmi’inde ve cemâ’ati belli kimseler olan her câmi’de, vakt nemâzı, cemâ’at ile 
kılındıkdan sonra, yalnız kılan kimse, ezân ve ikâmet okumaz. Böyle câmi’lerde, 
vakt nemâzları, imâm mihrâbda olarak, cemâ’at ile kılındıkdan sonra, tekrâr 
cemâ’atler yapılabilir. İmâmlığı anlatırken buyuruyor ki, sonraki cemâ’atlerde 
de, imâm mihrâbda bulunursa, ezân ve ikâmet okunmaz. İmâmları mihrâbda durmazsa, 
ezânı ve ikâmeti, cemâ’at duyacak kadar sesle okurlar. 
Yollarda 
bulunan veyâ imâmı ve müezzini bulunmıyan ve cemâ’ati belli kimseler olmıyan 
câmi’lerde, çeşidli zemânlarda gelenler, bir vaktin nemâzı için, çeşidli 
cemâ’atler yaparlar. Her cemâ’at için, ezân ve ikâmet okunur. Böyle câmi’de, 
yalnız kılan da, ezân ve ikâmeti kendi işiteceği kadar sesle okur. 
3 — Müsâfir 
olanlar, kendi aralarındaki cemâ’at ile de, yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet 
okur. Yalnız kılanın yanında, arkadaşları kılıyorsa, ezânı terk edebilir. Seferî 
olan kimse, bir evde yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet okur. Çünki, câmi’de 
okunan, onun nemâzı için sayılmaz. Seferî olanlardan ba’zısı, evde ezân okursa, 
sonra kılanlar okumaz. Yola en az üç kişi çıkmalı ve biri emîrleri olmalıdır. 
Akllı çocuğun, 
a’mânın, veled-i zinânın, vaktleri ve ezân okumasını bilen câhil köylünün ezân 
okuması, kerâhatsiz câizdir. Cünüb kimsenin ezân ve ikâmet okuması ve abdestsiz 
ikâmet okumak ve kadının, fâsıkın, serhoşun, aklsız çocuğun ezân okumaları ve 
oturarak ezân okumak tahrîmen mekrûhdur. Bunların ezânları tekrâr okunur. Ezânın 
sahîh olması için, müezzin, müslimân ve akllı olmalı ve nemâz vaktlerini bilmeli 
ve sözüne inanılan âdil bir kimse olmalıdır. [Takvîmlerin de böyle bir müslimân 
tarafından hâzırlandığını bilmek veyâ sahîh olduklarına böyle bir müslimânın 
şâhid olması lâzımdır. Yüzlerce senedir sâlih müslimânların hâzırladıkları ve 
bütün müslimânların tâbi’ oldukları takvîmlerdeki vaktleri değişdirmemelidir.] 
Nemâzın sahîh olması için, vaktinde kıldığını iyi bilmek şartdır. Fâsık kimsenin 
[ya’nî içki içen, kumar oynayan, yabancı kadınlara bakan, zevcesini, kızını açık 
gezdirenin] ezânı sahîh olmaması, ibâdetlerde bunun sözü kabûl edilmediği 
içindir. 
[Görülüyor ki, 
radyo [Mizyâ’] ile ve minârede ho-parlör [Mükebbirüssavt] ile ezân okumak ve 
vaktinden evvel okumak ve bunları, ezân olarak dinlemek câiz olmaz. Bunlar, hem 
kabûl olmaz, hem de günâh olur. Bunları şartlarına uygun olarak tekrâr okumak 
lâzımdır. Kim olduğu bilinmiyen ve görülmiyen kimsenin sesi sebebi ile, 
elektriğin hâsıl etdiği sesler ve plâk ile hâsıl edilen sesler, her bakımdan 
ezân değildir. Bundan başka, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” 
(İbâdetleri, bizim gibi yapmıyanlar, bizden değildir) buyurdu. Ezânı, sâlih 
bir müslimânın, yüksek bir yere çıkarak, Onun okutduğu gibi okuması lâzımdır. 
Hele, öğle ezânı vaktinden evvel okununca, öğlenin ilk sünneti kerâhet vaktinde 
kılınmış oluyor. Küçük günâha devâm, büyük günâh olmakdadır.] 
Sünnete uygun 
olarak okunan ezânı duyan kimse, cünüb olsa da, câmi’ hâricinde Kur’ân-ı kerîm 
okuyor ise de, işitdiğini yavaşça söylemesi sünnetdir. Başka birşey söylemez. 
Selâma cevâb vermez. Bir iş yapmaz. Ezânı işiten erkeklerin işini bırakıp, 
cemâ’ate gitmesi vâcibdir. Evinde ehli ile de cemâ’at yapabilir. Fekat, [câmi’de 
sâlih imâm varsa] câmi’e gitmek efdaldir. 
[(Cevhere)de 
diyor ki, (Fârisî dil ile okunan ezânın sahîh olmadığı (Kerhî) şerhinde 
yazılıdır. Zâhir ve en doğru söz de budur). (Merâkıl-felâh)da diyor ki, 
(Ezân olduğu anlaşılsa da, arabcadan başka dil ile ezân okumak câiz değildir)]. 
Hutbe 
dinlerken, avret yeri açık iken, yemekde, din dersi okumakda iken ve câmi’ 
içinde Kur’ân-ı kerîm okurken ezân tekrâr edilmez. Fekat, ezân sünnete uygun 
okunmıyorsa, meselâ ba’zı kelimeleri değişdirilmiş, terceme edilmiş ise ve ba’zı 
yerinde tegannî ederek okuyorsa [veyâ ezân sesi, ho-parlör denilen âletden 
geliyorsa] bunu işiten, hiçbir parçasını tekrâr etmez. Fekat, bunları da hurmet 
ile dinlemek 725.ci sahîfemizde yazılıdır. 
[(Berîka)da 
binotuzbirinci ve binaltmışikinci sahîfelerinde diyor ki, (Nemâz vaktlerini 
bilmiyen ve tegannî, elhân ederek, ya’nî mûsikî perdelerine uyarak okuyan kimse, 
ezân okumağa ehl değildir. Bunu müezzin yapmak câiz değildir, büyük günâhdır. 
Kur’ân-ı kerîmi, zikri, düâyı elhân ile okumanın sözbirliği ile harâm olduğu 
(Bezzâziyye)de yazılıdır. Ezân okumak da ve vaktinden evvel okumak da 
böyledir. Ezân okurken, yalnız iki (Hayye alâ...) da tegannî etmeğe izn 
verilmişdir. Kur’ân-ı kerîm okumakda tegannîye izn verilmesi, Allahü teâlâdan 
korkarak okuyunuz demekdir. Bu da, tecvîd ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa, 
harfleri, kelimeleri değişdirerek ma’nâyı, nazmı bozarak tegannî etmek 
sözbirliği ile harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi ve ezânı tercî’ ile okumak, hadîs-i 
şerîf ile men’ edildi. Tercî’, sesi yükseltip alçaltarak okumakdır. Böyle 
okunanı dinlemek de harâmdır]. Vaktinden önce tegannî ile okunan ve arabî 
olmıyan ve cünübün, kadının okuduğu ezânı duyan da söylemez. Bir ezânı işitip 
söyliyen kimse, başka yerde okunan ezânları duyunca artık söylemez. (Hayye 
alâ)ları duyunca bunları söylemeyip (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) 
der. Ezândan sonra, salevât getirilir. Sonra ezân düâsı okunur. Ezân düâsı 
(Nemâz Kitâbı)nda yazılıdır. İkinci (Eşhedü enne Muhammeden resûlullah)
söyleyince, iki baş parmağın tırnaklarını öpdükden sonra, iki göz üzerine 
sürmek müstehabdır. Bunu bildiren hadîs-i şerîf, (Merâkıl-felâh)ın 
Tahtâvî hâşiyesinde yazılı ise de, (İbni Âbidîn) “rahmetulllahi teâlâ 
aleyhimâ” bu hadîsin za’îf olduğunu bildirdiği gibi, (Hazînet-ül-meârif) 
99. cu sahîfede de yazılıdır. İkâmetde böyle yapılmaz. İkâmeti işitenin tekrâr 
etmesi sünnet değil, müstehabdır. İkâmet okunurken câmi’e giren kimse, oturur, 
ayakda beklemez. Müezzin efendi, (hayye-alelfelâh) derken, herkesle 
berâber kalkar. 
İbni Âbidîn 
nemâzın sünnetlerinde buyuruyor ki, imâmın nemâza dururken ve rüknden rükne 
geçerken ve selâm verirken, cemâ’at işitecek kadar, sesini yükseltmesi 
sünnetdir. Dahâ fazla yükseltmesi mekrûhdur. İmâm, nemâza başlamak için, tekbîr 
getirmeli, cemâ’ate duyurmağı düşünmemelidir. Aksi takdîrde nemâzı sahîh olmaz. 
Cemâ’atin hepsi, imâmı işitmediği zemân, müezzinin de herkese duyuracak kadar, 
sesini yükseltmesi müstehab olur. Müezzin de nemâza başlamağı düşünmeyip, yalnız 
cemâ’ate duyurmak için bağırırsa, nemâzı sahîh olmadığı gibi, imâmı duymayıp, 
yalnız bu müezzinin sesi ile nemâza duranların nemâzı da sahîh olmaz. Çünki, 
nemâzı kılmıyan birine uymuş olurlar. Cemâ’ate duyuracak kadardan dahâ yüksek 
bağırmak, müezzin için de, mekrûhdur. Dört mezheb âlimleri sözbirliği ile 
bildiriyor ki, cemâ’atin hepsi, imâmın sesini duyarken, müezzinin de tekbîr 
getirmesi, mekrûhdur ve çirkin bid’atdir. Hattâ (Bahr-ül-fetâvâ)da ve 
(Feth-ul-kadîr)de ve (Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli) kenârındaki 
(Üstüvânî) risâlesinin sonuna doğru diyor ki, (Küçük mescidlerde, imâmın 
tekbîri işitilirken, müezzin yüksek sesle tekbîr getirirse, nemâzı bozulur.) 
[Sesi 
lüzûmundan fazla yükseltmek günâh olduğu gibi, ho-parlörden çıkan, imâmın ve 
müezzinin sesi değildir. Bunların sesi elektrik ve miknâtis hâline dönüyor. Bu 
elektrik ve miknâtisin hâsıl etdiği ses duyuluyor. Aynı nemâzı kılan kimsenin 
sesine uymak şartdır. Aynı nemâzı kılmıyan başka bir kimseden ve bir âletden 
çıkan sese uyanların nemâzları sahîh olmaz. (Redd-ül-muhtâr) kitâbı, 
birinci cild, beşyüzonyedinci sahîfede (Hâfızın sesi, dağlarda, çöllerde, 
ormanlarda ve başka herhangi bir vâsıta ile etrâfa saçılırsa, bu ikinci sesler, 
Kur’ân-ı kerîm okumak olmaz. Bunlardan işitilen secde âyeti için, secde etmek 
lâzım gelmez) buyuruyor. Bunların insan okuması olmadıkları, insan okumasına 
benzedikleri (Halebî-yi kebîr)de de yazılıdır. Din mütehassıslarının bu 
açık yazıları, radyo ile, ho-parlör ile Kur’ân-ı kerîm ve ezân okumanın ve 
dinlemenin ve bunlarla nemâz kılmanın yanlış olduğunu göstermekdedir. Ho-parlör 
ve radyo ile ezân ve Kur’ân-ı kerîm okumanın câiz olmadığı, Elmalılı Muhammed 
Hamdi efendi tefsîrinin üçüncü cild, [2361]. ci sahîfesinde uzun yazılıdır. Hele 
başka binâda olan imâma ho-parlörle uyarak kılınan nemâz sahîh olmadığı gibi, 
çirkin bid’at olur. Büyük günâh olur. Yetmişinci maddenin 3. cü sahîfesine ve 
elliikinci maddeye bakınız! 
Mi’nârelere 
konulan ho-parlör, ba’zıları için bir tenbellik vâsıtası olmuş, ezânı karanlık 
odalarda oturarak ve sünnete uymıyarak okumalarına sebeb olmuşdur. (Fetâvâ-yı 
Hindiyye)de diyor ki, (Ezânı vaktinden evvel okumak, câmi’ içinde okumak, 
oturarak okumak ve sesini tâkatından fazla yükseltmek ve kıbleye karşı okumamak 
ve tegannî yaparak okumak mekrûhdur. İkâmet okunurken gelen, oturur. Sonra, 
müezzin Hayye-alelfelâh derken, herkesle kalkar). İbni Âbidîn nemâzı anlatmağa 
başlarken diyor ki, (Vaktinde okunan ezân, islâm ezânı olur. Vaktsiz okunan 
ezân, konuşmak olur. Din ile alay etmek olur). Asrlarca, göklere doğru uzanan, 
ma’nevî süslerimiz minâreler de, bu kötü bid’at yüzünden, birer ho-parlör direği 
hâline getirilmekdedir. İslâm âlimleri fennin bulduklarını hep iyi 
karşılamışdır. Radyo, televizyon ve ho-parlörle, her yerde fâideli yayınlar 
yapılması da sevâbdır. Fekat, ibâdetleri ho-parlörün tırmalayıcı sesi ile yapmak 
câiz değildir. Ho-parlörleri câmi’lere koymak, lüzûmsuz bir isrâfdır. Îmânlı 
kalblere ilâhî te’sîrler yapan sâlih mü’minlerin sesleri yerine, âdetâ kilise 
çanı gibi zırlayan bu âlet yok iken, minârelerde okunan ezânlar ve câmi’lerdeki 
tekbîr sesleri, ecnebîleri bile vecde getiriyordu. Her mahallede okunan ezânları 
işiterek câmi’leri dolduran cemâ’at, Eshâb-ı kirâm zemânında olduğu gibi, 
nemâzlarını huşû’ ile kılıyorlardı. Ezânın mü’minleri heyecâna getiren ilâhî 
te’sîri, ho-parlörlerin metalik sesleri, oğultuları ile gayb olmakdadır.] 
[Muhammed Hayât-i Sindînin (Gâyetüt-tahkîk) kitâbındaki 6.cı risâle 
(Hâd-üd-dâllîn)dir. Bu risâlede diyor ki, imâm-ı Ebû Nu’aym İsfehânî 
(Hilyetül-Evliyâ) kitâbı, üçüncü cildinde, Abdüllah ibni Abbâs diyor ki, 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (İblîs yer yüzüne 
indirilince, Allahü teâlâya sordu: Âdem aleyhisselâm indirilince, kullarına 
Cennet, se’âdet yolunu göstermek için, ona kitâb ve Peygamberler verdin. Ona 
vereceğin kitâb ve Peygamberler nelerdir? Allahü teâlâ: Melekler ve meşhûr 
Peygamberler ve dört meşhûr kitâbdır, buyurdu. Kullarını azdırmak için, bana 
hangi kitâbları ve Peygamberleri vereceksin, dedi. Senin kitâbın, nefsi azdıran 
şi’rler ve mûsikîdir. Peygamberlerin, kâhinler, falcılar, büyücülerdir ve aklı 
gideren, kalbleri karartan gıdaların da, Besmelesiz yinilen, içilen şeyler ve 
serhoş eden içkilerdir. Nasîhatların yalan, evin spor sahaları ve hamamlar ve 
tuzakların, çıplak gezen kızlar, mescidlerin, fısk meclisleridir. Müezzinlerin 
mizmârlar [çalgılar]dır) buyurdu. Ya’nî Cehennem yolunu gösteren, 
müezzinlerin çalgılardır. Allahü teâlânın ve Peygamberimizin, (şeytânın 
müezzini, ezânı) dediği radyoları, ho-parlörleri ibâdetlerde kullanmanın büyük 
günâh olduğu, buradan da anlaşılmakdadır.] 
Sünnete uygun 
olarak okunan ezân ile alay eden, beğenmiyen, söz ile, hareket ile, hakâret eden 
kâfir olur. Müezzin ile alay eden kâfir olmaz. 
İmâm olmak, 
müezzinlik yapmakdan ve ikâmet okumak, ezân okumakdan efdaldir. 
(Se’âdet-i 
ebediyye) 
kitâbı hakkında şi’r: 
  
Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim, 
gençler! 
Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir 
bu! 
İlm ile ma’rifetdir, hep 
içindekiler, 
Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir 
bu! 
  
En büyük âlimlerin, en büyük 
velîlerin, 
En meşhûr sîmaların, en ulvî 
gönüllerin, 
Âleme ışık tutan, hayât sunan 
ellerin, 
Kalem ve kalblerinden, sızan bir 
katredir bu! 
  
Resûlullahın yolu, hakîkî 
müslimânlık, 
Ve her iki cihânda, aranılan 
sultânlık, 
Sulhda her an çalışan, harblerde 
kahramanlık, 
Gösteren ceddimizden, bize 
emânetdir bu! 
  
Her kelimesi huccet, ilmdir her 
cümlesi, 
Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin 
sesi. 
Kalbden pasları siler ve artdırır 
hevesi, 
İşte başlı başına, bir 
islâmiyyetdir bu! 
                                                |