54 - GUSL ABDESTİ
Süâl:
İmâm-ı a’zam, diş yapdırmak husûsundaki zarûretin, gümüş kullanmak sûreti ile
giderileceğini buyurmuş. Bunu bir vâ’ızın kitâbında okudum. Yine o kitâbda,
İtkânî diyor ki, imâm-ı Muhammedin şöyle demesi müsâiddir: (Diş yapdırma
husûsundaki zarûretin, gümüş kullanmak sûreti ile giderilmiş olacağını teslîm
etmeyiz. Çünki, burunda koku yapan gümüş, dişde de koku yapar). Diş yapdırmakda
zarûret olduğu açıkca meydândadır, diye okudum. Siz buna ne dersiniz?
Cevâb:
Okuduğunuz kitâbın bir vâ’ız tarafından yazıldığı
doğru olmasa gerekdir. Fıkh kitâblarını bu kadar yanlış ve bozuk nakl eden
kimse, yâ çok câhil bir zevallı veyâ büyük bir yalancı ve sahtekâr olabilir.
Bakın (Redd-ül-muhtâr)da (Hazar-vel-ibâha) kısmında, bu satırlarda
nasıl buyuruyor: (İmâm-ı a’zam, dişi bağlamak ile burun yapmağı birbirinden
ayırdı. Burun gümüşden olunca, gümüşün koku yapması zarûretine binâen, altından
burun yapdırmak câizdir buyurdu. Çünki, harâm olan şey, ancak zarûret için mubâh
olur. Hâlbuki, dişde gümüş kullanınca bu zarûret kalkıyor. A’lâ olan altını
kullanmağa ihtiyâc kalmıyor. İtkânî dedi ki, bir kimse, imâm-ı Muhammed
hazretlerine yardım etmek için şöyle diyebilir: Dişi altınla bağlamakda olan
zarûretin, gümüş kullanmakla kalkacağını kabûl etmeyiz. Çünki, gümüş, burunda
olduğu gibi, dişde de koku yapar). Görülüyor ki, ne İmâm-ı a’zam, ne de imâm-ı
Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” (Diş yapdırmak husûsundaki zarûret) diye
birşey buyurmamışdır. Bu zarûreti, kaplama dişi bulunan bir kimse, cemâ’atin
gözünden düşmemek için veyâ diş kaplatanlara yaranmak için, kendisi uydurmuşdur.
İmâmlarımız diş bağlamakda (Gümüş koku yapınca, altın ile bağlamak zarûreti
hâsıl oluyor. Gümüş kullanmak koku yapmazsa, bu zarûret kalmıyor) buyuruyor.
Zarûret olup olmadığını söylemek, bizim gibi avâmın, ya’nî müctehid olmıyan din
adamlarının işi değildir. Dînimiz, burada söz hakkını müctehidlere vermişdir.
Müctehid olmıyan din adamlarının burada söz hakları yokdur. Söylerlerse,
sözlerinin kıymeti yokdur. Hicretin dörtyüz senesinden sonra ictihâd derecesine
yükselmiş bir âlim yetişmediğini, bulunmadığını âlimlerimiz sözbirliği ile
bildirdiler. Âlimlerimiz, müctehidlerin fetvâlarını bularak, fıkh kitâblarına
yazdılar. Diş çukurundaki yemek artıklarının altına su sızmadığı zemân gusl
abdestinin kabûl olmıyacağı ve bunda zarûret ve harac bulunmadığı fıkh
kitâblarında açıkca yazılıdır. Bunu yukarıda bildirmişdik. Çünki, gusl abdesti
alınacağı zemân, diş çukurundaki ve dişler arasındaki yemek artıklarını
temizlemek mümkindir ve bunu yapmakda harac, ya’nî güçlük yokdur. (Kâmûs)
tercemesinde diyor ki, (Farzı yapmakda haraca sebeb olan, ya’nî yapmağa mâni’
olan zarûret, yâ cebr, zor ile olur. Kadınların saçlarını uzatması böyledir.
Çünki, islâmiyyet, saçlarını kesmelerini yasak etmişdir. Yâhud hasta bir uzvu
sihhate kavuşdurmak ve tehlükeden korumak için olur. Yâhud da, başka şey yapmağa
imkân olmadığı için olur). Harac bulunduğu zemân, başka mezhebi taklîd mümkin
olmaz ise, zarûret aranır. Kadınların örgülü saçlarını çözmelerinde harac
vardır. Bu haracdan kurtulmak için, başka mezhebi taklîd etmeğe de imkân
olmadığı ve saçlarını uzatmalarında zarûret olduğu için, saçlarının örgülerini
açmaları afv olunmuşdur.
Dişi çürüyen,
ağrıyan kimse, müslimân, sâlih bir diş tabîbine gider. Diş tabîbi, pamuk ile
ilâc koyarak şiddetli ağrıdan kurtarır. Sonra, bu pamuk atılır. Ağrısı
giderilmiş diş için, ona iki yol gösterir: Birinci yol, çürümüş, telef olmuş
dişi çıkarıp, yerine protez yapdırmasını söyler. İkinci yol, çürümeğe başlamış,
hasta dişin sinirini alıp, dolgu veyâ kaplama, ya’nî kron yapdırmasıdır. Dişin
çürümesi yeni başlamış ise, dolgu yapılarak, çürümesi az veyâ çok zemân
durduruluyor. Diş tabîbinin mehâretine göre, bu diş uzun seneler, râhat
kullanılıyor. Çürüme ilerlemiş ise, dolgu yapılamıyor. Ancak, kaplama yapılarak,
dişin yalnız kökünden istifâde ediliyor. Kökü de çürümüş ise, diş çıkarılıp
yerine sun’î diş [protez] takılıyor. Protezi kullanmak, kaplama gibi, kaplama da
dolgu gibi râhat olmuyor. Kaplama ve dolgu, hasta dişi tedâvî etmiyor. Eski
sihhatine kavuşdurmuyor. Hasta olarak, ağrısız kullanılmasına yardım ediyor.
Dolgusu, kaplaması olan kimse, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd edince,
özrsüz kimseler gibi tam sevâb kazanıyor. Bu mezhebleri taklîd imkânı olmasaydı,
dolgu ve kaplama zarûret hâline dönerdi. Guslü ve nemâzları sahîh olurdu. Fekat,
özrlü olduğu için sevâbları az olurdu. Görülüyor ki, başka mezhebi taklîd
etmesi, ibâdet sevâbının çok olmasına sebeb olmakda, hem de dişlerin sökülmesine
mâni’ olmakdadır.
Diş de bir
uzvdur. Çürük dişi tedâvî etmek zarûret değil midir? Sallanan dişi bağlamanın
zarûret olduğunu siz de bildirmişdiniz diyerek kaplama ve dolgunun zarûret
olacağını söylemek doğru değildir. Çünki, kaplamak ve dolgu yapmak dişi tedâvî
etmek değildir. Çürük dişin sinirini alarak, bunu ölü olarak, protez, ya’nî
sun’î diş gibi kullanmakdır. Protez çıkarılabildiği için câizdir. Kaplama,
dolgu, çıkarılamadığı için, câiz değildir. Bugün ağrıyan dişi protez yapmakda
çok acı, harac olmıyor. Dişin sinirini öldürmek ise, çok acı, pek zahmetli
oluyor. (Protezi kullanmakda harac vardır. Dolguyu, kaplamayı kullanmakda ise
yokdur) diyene de şâfi’îyi taklîd câiz oluyor. Dolgu ve kaplama dişin kökünde
zemânla mikrop yuvası meydâna gelip, çeşidli organlarda hastalık yapıyor. Sun’î
diş ise, hiç mikrop yapmıyor.
Diş ağrısı veyâ
çürüğü olmadan, zînet için kaplama veyâ dolgu yapdırmış olan da, gusl abdesti
alırken şâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir. Harac bulunduğu zemân,
başka mezhebi taklîd etmek için, zarûret de bulunması şart olmadığı İbni
Âbidînde, nemâz vaktleri sonunda açıkca yazılıdır. Ağrı, çürük sebebi ile
kaplama, dolgu yapmanın da zarûret olmadığını yukarıda bildirdik. Bunun için,
diş yapdırmış müslimânları pis bilmemeli, bunlara şübheli gözle bakmamalıdır.
Kullanması
erkeklere harâm olan altının, diş için mubâh olması, diş kaplatmanın ve hattâ
bağlamanın zarûret olacağını gösterir sanmak, pek yanlışdır. Erkeklerin gümüş
eşyâ kullanması câiz olmadığı hâlde, gümüş yüzük kullanmalarına izn verilmişdir.
Gümüş yüzük mubâh oldu diyerek, yüzük takmakda zarûret vardır sanmak ve altın,
gümüş burun, kulak takmak câiz olduğu için, bunları takmak zarûrî lâzımdır
sanmak ve bundan dolayı da (diş kaplatmak için zarûret olduğunda âlimler ittifâk
etdi) demek, yanlış ve iftirâ ve günâh olur.
Son ve en
kuvvetli delîl olarak bildirelim ki, dört mezhebin ince bilgilerine vâkıf, derin
âlim seyyid Abdülhakîm “rahmetullahi teâlâ aleyh” efendinin mubârek el yazısı
ile hâzırladıkları (Nemâz risâlesi) bu fakîrdedir. Burada buyuruyor ki,
(Şâfi’î mezhebinde guslün farzı ikidir: Birisi niyyetdir. Ya’nî, her uzva su ilk
temâs ederken, gerek ellere, gerek yüze ve gerek sâir bedene su dökerken “niyyet
eyledim cenâbeti ref’ [izâle] için gusl etmeğe” demekdir. Ya’nî her yerini
yıkarken gönlünde böyle bulundurmakdır. Hanefîde, bu niyyet şart değildir.
İkincisi, bütün bedeni su ile yıkamakdır. Bedeninde necâset varsa, izâle etmek
ayrıca farzdır. Ağzın ve burnun içini yıkamak, ya’nî buralara suyu îsâl etmek
şâfi’îde farz değildir. Hanefî mezhebinde ise, buralara suyu îsâl etmek farzdır.
Bunun içindir ki, hanefî mezhebinde olanlar, dişlerini kaplatamazlar ve
doldurtamazlar. Çünki, buralara su isâbet etmez. Dişini kaplatan veyâ doldurtan,
şâfi’î [veyâ mâlikî] mezhebini taklîd eder).
[(El-mukaddemet-ül-izziyye)de
diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, bir kabdaki temiz suya necâset düşse, üç vasfından
biri değişmez ise, bununla abdest ve gusl sahîh, lâkin mekrûhdur. Mâ-i müsta’mel
de böyledir. Halâya sol ayakla ve başı örtülü girilir. Eti yinen hayvanların
bevli ve pisliği temizdir. Bunların ve insanın ölüsü ve kemikleri ve tırnakları,
boynuz ve derileri ve menî, mezî ve alkollü içkiler necsdir. Necs yere serili
kalın şey üzerinde ve avuç içinden az kan, irin bulaşınca nemâz sahîh olur.
Gusle başlarken niyyet etmek, bütün vücûdü delk etmek, [avuç içi veyâ havlu ile
hafîf sıvamak], muvâlât [aralıksız] ve saçı, sakalı hilâllamak, sık örülü saç
çözülüp her tarafını hilâllamak farzdır. Ağız, burun ve kulak içini ve saçları
yıkamak sünnetdir. Yıkamadık yer kaldığını bir ay sonra bile hâtırlayınca,
yalnız orayı hemen yıkar. Hemen yıkamazsa, guslü bâtıl olur. Her guslden evvel
veyâ sonra abdest alınır.
Abdeste
başlarken veyâ yüzü yıkarken niyyet etmek ve başın hepsini ve sarkan saçları,
kulak üstündeki deriyi ve altındaki deri görünen hafîf sakalı mesh etmek, kesîf
sakalı yıkamak, muvâlât ya’nî a’zaları ard arda yıkamak, yıkanan yerleri,
kurumadan evvel delk etmek de farzdır. Örülü saç çözülmez. Avuç ve parmak içleri
ile zekere dokunmak, abdest aldığında veyâ bozulduğunda şübhe etmek, oğlanın
veyâ mahrem olmıyan genç kadının derisine veyâ saçına şehvet ile dokunmak,
abdesti bozar. [Lezzet kasd etmeden dokunursa ve dokunurken lezzet duymazsa,
abdesti bozulmaz. Yolda, nakl vâsıtalarında ve alış verişde temâs korkusu olan
şâfi’î, hanefî veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir.] Bedenden kan ve diğer
şeyler çıkması abdesti bozmaz. Kulakların içi ve dışı, yeni ıslatılmış parmak
ile mesh edilir. Tırnak kesince, traş olunca abdest bozulmaz. Sakal traşında
ihtilâflıdır. El ile istibrâ vâcibdir. Teyemmüm ederek giyilen mest üzerine mesh
edilmez. Mesh müddeti yokdur. İkindi vakti isfirâr vaktine kadardır. Yatsının
âhır vakti, gecenin ilk sülüsüdür. Mekkede olanın Kâ’beye, Mekkede olmıyanın
Kâ’be cihetine dönmesi farzdır. Nemâza başlarken (Allahü ekber) demek, Fâtiha
okumak, kavmede dikilmek, celsede oturmak, oturarak bir tarafa selâm vermek ve
selâm verirken (Esselâmü aleyküm) demek farzdır. İlk iki rek’atde Zamm-ı sûre
okumak, iki teşehhüdde oturmak, tehıyyât ve salevât okumak ve ikinci selâm
sünnetdir. Sabâh ikinci rek’atde sessiz kunût okumak, teşehhüdde şehâdet parmağı
kaldırmak müstehabdır. Sünneti unutunca, secde-i sehv lâzım olur. Bayram ve
cenâze nemâzları sünnetdir. Fâsık, imâm olamaz. Başka mezhebdeki imâma ve özrlü
olan imâma uymak câizdir.
Mâlikîde sefer
mesâfesi, şâfi’îde olduğu gibi, seksen kilometredir. Günâh olmıyan seferde dört
rek’at farzları iki kılmak sünnetdir. Dört gün kalmağa niyyet etdiği mahalde
mukîm olur. Müsâfir ile mukîmin birbirlerine imâm olmaları mekrûhdur. Mâlikîyi
taklîd eden hanefî müsâfir ile mukîm, birbirlerine imâm olurlar. İki nemâzı cem’
etmemek efdaldir. Vitr nemâzı ve bayramda onbeş nemâzın farzından sonra tekbîr-i
teşrîk sünnetdir.) Bir ibâdeti yaparken, başka bir mezhebi taklîd etmek, kendi
mezhebinden ayrılmak değildir. O mezhebin, farzlarına ve müfsidlerine tâbi’
olmak demekdir. Vâciblerde, mekrûhlarda ve sünnetlerde, kendi mezhebine uyar.
Meselâ, mâlikîyi taklîd eden hanefî müsâfirin, dört gün kalmağa niyyet etdiği
yerde, farzları dört rek’at kılması farz olduğu için, dört kılar. Mukîm olana
uyması veyâ imâm olması, mâlikîde mekrûh, hanefîde sünnet olduğu için, kendi
mezhebine uyarak, cemâ’at ile kılabilir. Bir ibâdeti yaparken, başka mezhebi
taklîd etmek için, kendi mezhebine göre yapmakda harac, meşakkat bulunması
lâzımdır. Meşakkat, zorluk yok iken, taklîd edilmez.]
Diş kaplatmış
veyâ doldurtmuş olanların guslde ve abdestde ve nemâz kılarken mâlikî veyâ
şâfi’î mezhebini taklîd etmeleri takvâ değildir. Mezheb taklîdi fetvâ yoludur,
kurtuluş çâresidir. Dinde meşakkat yokdur, kolaylık vardır gibi sözleri
zındıklar, silâh olarak kullanarak, birçok farzları terketmekdedir. Bu sözün
doğrusu, Allahü teâlânın bütün emrlerini yapmak kolaydır, zor birşey emr
etmemişdir, demekdir. Yoksa, îmânı za’îf olanların dediği gibi, nefse güç gelen
şeyleri, Allahü teâlâ afv eder. Herkes kolayına geleni yapmalıdır. O rahîmdir,
hepsini kabûl eder, demek değildir. Diş için, mâlikî veyâ şâfi’îyi taklîd etmek
meşakkat değildir.
Dartr veyâ
Kefeki denilen ve dişlerin dibinde hâsıl olan kireçlenmeler, salgılardan,
kendiliklerinden hâsıl oldukları için ve buna mâni’ olan çâre, ilâc bulunmadığı
için, bunların mevcûd olmasında zarûret vardır. İzâle edilmesinde harac olanlar,
derideki çıbanın, yaranın üstündeki zar, kabuk gibi olup, altlarını yıkamak,
dört mezhebde de lâzım olmaz. Bunun için, başka mezhebi taklîd lâzım olmaz.
(Diş kaplatma
ve dolgu meselesi hâl olmuş, câiz olduğuna fetvâ verilmişdir. Zararı olmadığı
bildirilmişdir) diyorlar. İttihâdcılar zemânında din işlerine karışan siyâset
adamlarının, sarıklı masonların, din büyüklerini kötülemek, din bilgilerini
bozmak için söyledikleri, yazdıkları yıkıcı propagandalara fetvâ diyorlar. 1329
[m. 1911] senesinde İstanbulda ikinci baskısı yapılan (Mecmû’a-i cedîde)
adındaki fetvâ kitâbında (Diş çukuru doldurulmuş kimse, gusl ederken, diş
çukuruna su vâsıl olmasa, bu vechle gusl zarûret olsa, gusl câiz olur)
demekdedir. Bu fetvâyı 113. ncü şeyh-ul-islâm Hasen Hayrullah efendinin verdiği
bildirilmekdedir. Hâlbuki, bu kitâbın [1299] daki birinci baskısında bu fetvâ
yazılı değildir. Hayrullah efendi ise, ikinci def’a olarak 18 Rebî-ul-evvel 1293
ve 11 Mayıs 1876 da Şeyh-ul-islâm olmuş ve 15 Receb 1294 ve 26 Aralık 1877 de
ayrılmışdır. Böyle fetvâsı olsaydı, kitâbın birinci baskısında bulunması
lâzımdı. İkinci baskının önsözünde (Birinci baskıda bulunmıyan birkaç fetvâyı,
zemânımız şeyh-ul-islâmı Mûsâ Kâzım efendinin emri ile biz ekledik) demekdedir.
Her fetvânın sonunda, buna kaynak olan fıkh kitâbının adı ve bildirdiği şey
yazılı olduğu hâlde, diş fetvâsı için böyle bir kaynak bildirilmemişdir.
Müslimânları yanlış yola sürüklemek için, sinsice hâzırlanmış böyle yeni türeyen
yazıları, fetvâ zan ederek aldanmamalı, îmânı, ibâdetleri bozmamalı, uyanık
olmalıyız.
Biz, diş
kaplatanların, dolduranların gusl abdestlerinin ve nemâzlarının sahîh
olmıyacağını anlatmak istemiyoruz. Dişlerini kaplatmış veyâ doldurtmuş olan
hanefîlere, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd ederek, gusl abdestlerinin ve
nemâzlarının sahîh olacağını anlatmak istiyoruz. Bu durumdaki din kardeşlerimize
kolay yolu, çıkar yolu göstermek istiyoruz. Diş doldurtmayın, kaplatmayın
demiyoruz. Kaplama veyâ dolgusu olan imâm arkasında nemâz kılmayınız da
demiyoruz. Birinci kısm, 74. cü madde, 5. ci sahîfeye bakınız! Kaplaması,
dolgusu olanlara, din büyüklerinin gösterdiği kolaylığı haber veriyoruz. Hanefî
mezhebinde olup da, mezhebinin bildirdiği gibi ibâdet etmek istiyenler için,
ya’nî mezheblere kıymet verenler için, bu kadar uzun yazıyoruz. Mezheb
kitâblarına kıymet vermeyip de, kendi aklına, görüşüne, düşüncesine göre ibâdet
etmek istiyenler için yazmıyoruz. İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, Ramezân
hilâlini anlatırken buyuruyor ki, (Birçok ahkâm, zemânın değişmesi ile değişir.
Harac olunca, za’îf rivâyet ile amel olunur). Bundan da anlaşılıyor ki, ahkâmın
zemân ile değişmesi demek, zor vaziyyetde bulunan kimse, mezheb âlimlerinin
meşhûr olmıyan ictihâdlarına uyabilir demekdir. Herkes kolayına geleni yapsın
demek değildir. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cild, yüzdoksanıncı sahîfede
buyuruyor ki, (Mezhebden çıkan kimse ta’zîr olunur. Ya’nî cezâlandırılır).
(Sirâciyye fetvâsı)nda da böyle yazılıdır. İbni Âbidîn burada buyuruyor ki,
(Dünyâ menfe’ati için mezhebini bırakan kimsenin son nefesde îmânsız gitmesinden
korkulur.)
Diş kaplatan
veyâ doldurtan hanefîlerin, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd etmeleri, hanefî
mezhebinden çıkmak demek, ya’nî mezheb değişdirmek demek değildir. Yalnız
guslde, abdestde ve nemâzda, hanefî mezhebi ile birlikde mâlikî veyâ şâfi’î
mezhebinin şart ve müfsidlerine de uymakdadır. Özrü olmıyanların da, başka
mezhebin farzlarına ve müfsidlerine uymasının müstehab olduğu (ibni Âbidîn)in
abdest bahsinde ve imâm-ı Rabbânînin (Mektûbât)ının birinci cild
ikiyüzseksenaltıncı mektûbunda bildirilmekdedir. Hanefîde câiz olmıyan birşeyi,
şâfi’îde veyâ mâlikîde câiz olduğu için, zarûret ve harac olmadan yapamaz.
Meselâ sağlam olanın veyâ kaplama dişi olduğu için, mâlikî mezhebini taklîd eden
hanefînin, derisinden kan akınca veyâ idrâr kaçırınca, abdest alması lâzımdır.
Bunun, vitr nemâzını vâcib olarak kılması, yüzdört kilometreden az uzak yerde
seferî olmaması ve dört günden az seferî olduğu yerde nemâzlarını cem’ etmemesi
lâzımdır. Hastalık veyâ ihtiyârlık sebebi ile, ya’nî, zarûret ile idrâr kaçıran
hanefînin, tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, mâlikî
mezhebini taklîd ederek, hemen özr sâhibi olur, abdesti bozulmaz. Ellidokuzuncu
maddenin sonuna bakınız! (Tahrîr) kitâbını şerh eden, ya’nî açıklıyan
İbni Emîr Hâc buyuruyor ki, (Nahl sûresi kırküçüncü ve Enbiyâ sûresi yedinci
âyetinde, (Zikr ehline sorunuz!), ya’nî bir hâdise, olay karşısında ne
yapacağınızı, bilenlerden sorunuz buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, müctehide tâbi’
olmak, uymak ve başka mezhebi taklîd etmek vâcib olduğunu göstermekdedir. Tâbi’
olduğu mezhebe uyarak, bir işi yaparken, harac hâsıl olursa, bu iş, diğer üç
mezhebden, harac bulunmıyan birini taklîd ederek yapılır. Diş dolduran, kaplatan
hanefînin, şâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmesi, böyledir. Diğer üç
mezhebde de harac varsa, zarûret aranır. Zarûret de varsa, bu işi terk etmek,
yapmamak câiz olur. Yara üzerindeki sargıyı çıkarıp, yarayı yıkamak yaraya zarar
verdiği zemân, başka mezhebi taklîde imkân olmadığı için, yarayı yıkamanın afv
olarak, sargıya mesh etmenin câiz olması böyledir. Müctehid olmayan bizim gibi
mukallidlerin, Eshâb-ı kirâm böyle yapardı diyerek veyâ âyet-i kerîmeden ve
hadîs-i şerîflerden ma’nâ çıkararak, kendi anladığımıza göre hareket etmemiz
câiz değildir.) İbni Âbidîn tahâreti anlatmağa başlarken buyuruyor ki,
(Mukallidin, müctehidden gelen bilgilerin delîllerini sorması lâzım değildir).
[İkinci kısm, onyedinci maddeye bakınız!].
Hak teâlâ intikâmın, kul eli ile alır.
İlm-i hâli bilmiyenler, onu kul yapdı sanır.
|