46 -
ÜÇÜNCÜ CİLD - 17.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb,
dînine çok bağlı olan bir hânıma yazılmış olup, i’tikâdları bildirmekde,
ibâdetlere teşvîk etmekdedir:
Görünen,
görünmiyen, bilinen, bilinmeyen bütün ni’metleri gönderen, bizlere kurtuluş
yolunu gösteren ve çok sevdiği Muhammed aleyhisselâmın ümmeti yapmakla
şereflendiren Allahü teâlâya hamd-ü senâlar olsun!
Bütün
mahlûklara her ni’meti, iyilikleri veren yalnız Allahü teâlâdır. Herşeyi var
eden, var olmak ni’metini veren Odur. Her ân, varlıkda durduran da Odur. Kâmil,
iyi sıfatlar, insanlara, Onun rahmeti ile, acıması ile verildi. Hayât, ilm,
sem’, basar, kudret ve kelâm sıfatlarımız hep Ondandır. Sayılamıyan ni’metleri
hep O vermekdedir. İnsanları sıkıntıdan kurtaran Odur. Düâları kabûl eden,
belâlardan kurtaran hep Odur. Öyle bir Razzakdır ki, kullarının rızklarını,
günâhlarından dolayı kesmiyor. Afvı ve merhameti o kadar boldur ki, günâh
işliyenlerin yüz karalarını meydâna çıkarmıyor. Hilmi o kadar çokdur ki,
kullarının cezâlarını vermekde acele etmiyor.
Öyle bir ihsân
sâhibidir ki, kerem ve ihsânlarını dost ve düşman, herkese saçıyor. Bütün
ni’metlerinin en şereflisi, en kıymetlisi, en üstünü olarak da, kullarına
müslimânlığı açıkca bildiriyor ve beğendiği yolu gösteriyor. Mahlûkların en
iyisine uyarak se’âdet-i ebediyyeye kavuşmağı emr buyuruyor. İşte, Onun
ni’metleri, ihsânları Güneşden dahâ açık ve Aydan dahâ âşikârdır. Başkalarından
gelen ni’metleri de gönderen Odur. Başkalarının ihsân etmesi, bir emânetcinin,
birisine emânet vermesi gibidir. Başkasından birşey istemek, fakîrden birşey
beklemekdir. Câhil de, bunu âlim gibi bilir. Kalın kafalı da, zekî kimse gibi
anlar.
Nazm:
Vücûdümün her zerresi, gelse de dile,
şükrünün binde birini yapamaz bile.
İyilik yapana
teşekkür edileceğini, herkes bilir. Bu, insanlık îcâbıdır. İyilik edenlere
hurmet edilir. Ni’met sâhibleri, büyük bilinir. O hâlde, her ni’metin hakîkî
sâhibi olan Allahü teâlâya şükr etmek, insanlık îcâbıdır. Aklın lüzûm gösterdiği
bir vazîfe, bir borcdur. Fekat, Allahü teâlâ, her ayb ve kusûrdan uzak, insanlar
ise, ayb kirlerine ve noksanlık lekelerine bulaşmış olduğundan, Onunla hiç
münâsebetleri, alâkaları yokdur. Onu nasıl büyük bileceklerini, nasıl şükr
edeceklerini anlıyamazlar. Ona karşı söylenmesini güzel sandıkları şeyler, Ona
çirkin gelebilir. Onu büyültmek, hurmet etmek sandıkları, hakâret ve küçültmek
olabilir. Ona hurmet ve şükr şeklleri, yine Ondan bildirilmedikce, Ona lâyık
olacağına güvenilemez ve Onun kabûl edeceği bir ibâdet olamaz. Çünki, insanların
hamd etmeleri, Ona belki hakâret olur. İşte, Onun tarafından bildirilen, ta’zîm,
hurmet ve şükr şekli, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”
bildirdikleri dinlerdir. Ona kalb ile yapılacak hurmetler, dinde bildirilmiş,
dil ile yapılacak şükrler, orada gösterilmişdir. Her uzvun yapacağı işleri, açık
ve geniş olarak, beyân buyurmuşlardır. O hâlde, Allahü teâlâya inanmak ile ve
kalbin ve bedenin yapması ile şükr etmek, ancak dîne uymakla olur. Allahü
teâlâya, dînin dışında yapılacak hurmete ve ibâdete güvenilemez. Çok def’a
tersine olup, sevâb sanılan, günâh olur. Bu söylenilenlerden anlaşılıyor ki,
dîne uymak, insanlık îcâbıdır ve aklın istediği ve beğendiği birşeydir. Allahü
teâlâya, Onun dîninin dışında şükr edilemez.
Allahü teâlânın
bildirdiği her din, iki kısmdır: İ’tikâd ve amel. Ya’nî îmân ve ahkâm. Bunlardan
i’tikâd, her dinde aynıdır. İ’tikâd, dînin aslı ve temelidir. Din ağacının
gövdesidir. Amel ise, ağacın dalları, yaprakları gibidir. [Eski dinlerde
bildirilmiş olan i’tikâdlar zemânla bozulmuşdur. Şimdi doğru i’tikâd, yalnız
islâm dîninin bildirdiği i’tikâddır. Bu doğru] İ’tikâdı olmıyan, Cehennemden
kurtulamaz. Kıyâmetde azâbdan kurtulmasına imkân yokdur. Ameli olmıyanların
kurtulması umulur. Bunların işi, Allahü teâlânın irâdesine kalmış olup, isterse
afv eder, isterse, günâhları kadar azâb ederek, sonra Cehennemden çıkarır.
Cehennemde ebedî kalmak, islâm dîninin bildirdiği doğru i’tikâdı olmayanlar,
ya’nî, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği islâm dîninden olan şeylere
inanmıyanlar içindir. Bu i’tikâdı olup da, ameli olmıyanlar, ya’nî kalb ile
beden ahkâmını yerine getirmiyenler, Cehenneme girseler bile, sonsuz
kalmıyacaklardır.
İ’tikâd
edilecek şeyler, dînin esâsı, müslimânlığın zarûrî, lâzım temeli olduğundan,
bunları bildirmek ve öğrenmek herkese lâzımdır. [Bunları öğrenmek, her insanın
birinci vazîfesidir. Îmân ve ahkâm bilgilerini öğrenmiyen ve çocuklarına
öğretmiyen, insanlık vazîfesini yapmamış olur. Bunları öğrenmek herkesin
hakkıdır. İnsan haklarının birincisidir.]
Ahkâmı, ya’nî
emrleri ve yasakları yerine getirmek, temel olmayıp, uzun ve geniş de
olduğundan, bunları fıkh [ve ahlâk] kitâblarına bırakarak, yalnız pek lâzım
olanları bildirilecekdir, inşâallahü teâlâ.
[Îmân ve
i’tikâd aynıdır. Bunları anlatan geniş ve derin ilme (İlm-i kelâm) denir.
Kelâm ilmi âlimleri, çok büyük insanlardır ve kelâm kitâbları pek çokdur. Bu
kitâblara, (Akâid kitâbı) da denir. Amel edilecek, ya’nî kalb ile ve
beden ile yapılacak ve sakınılacak şeylere, (Ahkâm-ı islâmiyye) veyâ
sâdece (İslâmiyyet) deriz. Beden ile yapılacak ahkâm-ı islâmiyyeyi
bildiren ilme (İlm-i fıkh) denir. Dört mezhebin kelâm kitâbları aynı
olup, fıkh kitâbları başka başkadır. Halk için, ya’nî tahsîli olmayanlar için
yazılmış olan ve herkesin bilmesi ve yapması gereken kelâm (ya’nî îmân) ve ahlâk
ve fıkh bilgilerini kısaca ve açıkca anlatan kitâblara (İlm-i hâl)
kitâbları denir. Dînini bilen ve seven ve kayıran mubârek insanların ilm-i hâl
kitâblarını alıp, çoluğuna ve çocuğuna öğretmek, her müslimânın birinci
vazîfesidir. Kendilerine din adamı ismini ve süsünü veren câhil ve sapık
kimselerin sözlerinden ve yazılarından din öğrenmeğe kalkışmak, kendini
Cehenneme atmakdır].
|