Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerinin Kur’ân-ı azîm, Tevrat, İncil, Zebûr ve diğer semavî sayfalarda, sahih hadîslerde geçen şerefli isimleri, büyük evlâdı, temiz zevceleri, amcaları, halaları, süt kardeşleri, dedeleri, hizmetkârları, köleleri, âzadlıları, bekçileri, kâtipleri, İslâm ehline gönderdiği şerefli mektupları, etraf padişahlar ile olan yazışmaları, harb âletleri, yük ve binek hayvanları, şerefli hizmetlerine gelen rasüller bu bölümde zikredilmiştir. Bu bölümde on fasıl vardır.

1 . Fasıl

2 - 1   Peygamber Efendimizin Şerefli İsimleri

Hak teâlâ hazretleri, bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa sallâllahü aleyhi ve sellem hazretlerini Kur’ân-ı azim’de ve diğer semavî kitaplarında peygamberlerin lisanları üzere pek çok isimlerle yâd eylemiştir. Ama bütün bu şerefli isimlerin en meşhuru Muhammed’dir ki, dedesi Abdülmuttalib bu ismi koymuştur.

Rivâyet olunur ki:

— Oğlunun adını ne koydun? diye Abdülmuttalib’e sordular.

Muhammed koydum, diye cevap verdi.

— Niçin atalarında ve kavminde olmayan bir adla onu isimlendirdin? dediler.

— O ümitle koydum ki, bütün yer ehli ona hamd etsinler (onu övsün ve sevsinler), dedi.

Böyle demesinin sebebi şu idi: Abdülmuttalib bir gece rü’yasında görmüştü ki, kendi arkasından gümüş zincirler çıkmış. Birinin ucu göklere yetişmiş, birinin maşrıka ve birinin mağrıba erişmiş. Ondan sonra bu zincirler bir ağaç şeklini alır ki, her yaprağinin üzerinde nur görünür. Maşrık ve mağrib halkı sanki o ağacın dallarına ve budaklarına yapışıp asılmışlardır. Abdülmuttalib bu rü’yasını söyleyince tâbirciler şöyle tâbir ettiler:

— Senin evlâdından bir kimse gelecek ki, bütün maşrık ve mağrib halkı ona tâbi olacak, dediler. Onun için Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerinin şerefli ismini Muhammed koymuştu. Anası Emine Hâtun’a da rü’yasında şöyle demişlerdi:

— Sen bu ümmetin seyyidine hâmile oldun. Doğurduğun zaman onun adını Muhammed koyasın.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinden de rivâyet edilmiştir ki: “Resûlüllah Efendimiz hazretleri vücuda geldiği zaman dedesi Abdülmuttalib adını Muhammed koydu. Ona:

— Ya Ebâ Hâris! Niçin baba ve dedelerinin isimlerini koymadın? dediler.

— Dileğim şudur ki, gökte Allahü teâlâ hazretleri ve yerde Âdem oğullan ona hamd etsinler, dedi.

Muhammed bin Cübeyr bin Mut’im’den, o da babasından rivâyet etmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri şöyle buyurmuştur:

— Elbette benim birkaç adım vardır. Ben Muhammed’im, Ahmed’im, Mâhi’yim ki, Allahü teâlâ küfrü benimle mahveyler. Ben Hâşir’im ki, Âdem oğullan benim ayağıma haşrolunur. Ve ben Âkib’im (bütün resullerin arkasından gelenim, hepsinin sonuncusu ve takipçisiyim) .

Buharî ve Müslim (Allah onlara rahmet etsin) böyle rivâyet etmişlerdir, İmâmı Nevevî (Allah ona rahmet etsin) Müslim şerhinde buyurmuştur ki:

“Yahş ru’n-nâse alâ kademi — insanlar benim ayağım üzere haşrolurlar” sözünün mânası, “Halk benim eserim, zamanım ve risaletim üzere haşrolurlar” demektir. İmâm-ı Buhârî, Hâkim ve Ebû Nuaym’ın (Allah onlara rahmet etsin) rivâyetlerinde Nâfi’ bin Cübeyr’den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir ki: Sözü geçen beş ismi zikrettikten sonra Hâtem ismini de zikretmiştir.

Huzeyfe’nin (radıyallahü anh) hadîsinde: Ahmed, Muhammed, Hâşir, Muttaki ve Nebiyy-i Rahme isimleri geçmiştir. Ebû Nuaym’ın rivâyetinde görülen ifade şudur: “Muhammed, Ahmed, Hâtem, Hâşir, Âkib ve Nezîr. Hâşir denilmesi kıyamete yakın gönderildiği içindir. Sizi şiddetli azabdan korkutucu olduğu için de Nezîr denilmiştir. Nezîr diye korkacak haber veren kimseye denir. Âkib denilmesi de nebilerin akabinde geldiği içindir. Kendinden sonra peygamber gelmez demektir.”

Bu rivâyetlerin bâzısında beş, bâzısında altı isim zikrolunmuştur. Fakat bu, Resûlüllah Efendimizin şerefli isimleri sadece bunlardan ibaret demek değildir. Belki murad, bu isimler Resûlüllah Efendimiz hazretlerine mahsus isimlerdir; o hazretten başka kimse daha önce bu isimlerle anılmamıştır, demektir. Yahut geçmiş ümmetler arasında meşhur olan isimler bunlardır, demektir. Yoksa şerefli isimleri pek çoktur.

İbn-i Dıhye (Allah ona rahmet etsin) Müstevfî adlı kitabında buyurmuştur ki: “Eğer eski kitablarda, Kur’ân-ı azîm'de ve hadîs-i şeriflerde geçen isimleri toplansa bunların sayısı üç yüze yetişir.”

Bâzı rivâyette gelmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri: “Benim Kur’an’da yedi yerde ismim vardır” diye buyurmuştur. Ve bunlardan şu isimleri belirtmiştir: Muhammed, Ahmed, Yâsin, Tâhâ, Müzzemmil, Müddessir ve Abdullah. Kur’ân-ı azîm’de lâkablarından da çok nesne zikredilmiştir. Hattâ bâzı âlimler sayıp sayısını belirtmişlerdir. Bâzıları esmâ-i hüsnâ sayısınca doksan dokuza yetiştirmişlerdir.

Kadî lyâz buyurmuştur ki: “Hak teâlâ hazretleri Peygamber Efendimiz Hazretlerini kendi esmâ-i husnâsından otuz kadarı ile isimlendirmiştir.

Kadi Ebû Bekir bin Arabî (Allah rahmet etsin) Ahkâm-ı Kur’an adlı kitabında bâzı mutasavvıflardan nakletmiştir ki: “Hak teâlâ hazretlerinin bin şerefli ismi ve Peygamber Efendimiz hazretlerinin de bin şerefli ismi vardır, demişlerdir.”

Ama bu isimlerden murad vasıflardır. Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri nice nice güzel vasıflarla vasıflanmıştır. Bu güzel vasıfların her birinden bir isim çıkarılınca o kadar şerefli isimleri olur. Belki bu söylenenlerden fazla bile olur, demişlerdir.

İşte bütün bu isimler cümlesinden bâzıları sırf o hazrete mahsustur. O isimlerin başkalarına verilmesi ihtimali yoktur. Bâzıları da vardır ki, bu isimlerin ona verilmesi galip olmuştur. Bâzıları da vardır ki, müşterektir.

Müellif (Allah ona rahmet etsin) buyurmuştur ki: “Şeyhimizin Kafi-i Bedî’ adlı kitabında, Kadi lyâz’ın Şifa’sında, İbn-i Arabi’nin Kays ve Ahkâm adlı kitablarında ve İbn-i Seyyidü’l-Fâsın Kelâm’ında gördüğümüz şerefli isimleri dört yüzden fazladır. Biz de onu harf sırasına göre şöyle tertip ettik” demiştir:

Elif Harfi:

El-Eberru Billâhi: Allah için en iyi davranan, Allah katında en şerefli.

El-Ebtahiyyü: Kureyş’in en soylu boyuna mensup.

Etkayü’n-Nâsi: İnsanların en müttakîsi.

El-Ecved: En iyi, en cömert.

Ecvedü’n-Nâs: İnsanların en iyisi, en cömerdi.

El-Ahad: Bir, biricik.

El-Ahsen: En güzel.

Ahsenü’n-Nâs: İhsanların en güzeli.

Ahmed: En çok övülmüş (sevilmiş) olan.

Uhiyd Ahyed: Tevrattaki isimleri, ümmetini cehennem ateşinden koruyucu.

El-Ahîzu bil-hucezâti: İnsanları kuşaklarından tutarak cehennem ateşinden uzaklaştırıcı.

Âhizu’s-sadakati: Zekât ve sadakaları alıp yerine sarfedici.

El-Âhirü: Son, en sonda gelen, sonuç, gaye.

El-Ahşayullahe: Allah’dan en çok korkan.

Üzünü Hayrin: Hayrın kulağı.

Ercehu’n-Nâsi Aklen: Akılca insanların en üstünü.

Erhamü’n-Nâsi Bil-iyâli: Aile ferdlerine karşı insanların en merhametlisi.

EhEzher: Lekesiz beyazlık, ziyade parlaklık; nur yüzlü.

Eşcau’n-Nâs: İnsanların en yiğidi.

ELEsdaku Fillâhi: Allah için en doğru söyleyen.

Etyabü’n-Nâsi Riyhan: İnsanların en güzel kokulusu.

El-Aezzü: En aziz, en şerefli.

El-A’lâ: En yüce.

El'A’lemü billâhi: Allah’ı en iyi bilen.

Ekserü’n-Nâsi Tebean: Peşinden en çok gidilen; insanların en çok uyulanı. El-Ekremü: En şerefli, en cömert.

El'Ekremü’n-Nâs: Insanlarınn en şereflisi, en cömerdi.

Ekremü Veled-i Âdem: Âdem oğlunun en şereflisi, en cömerdi.

El-massu: Sorucu, emici; vahiy yoliyle Hakkın ilmini kendi özüne çekici. İmâmü’l-Hayr: Hayrın imâmı, iyi yola götüren başkan.

İmâmü’r-Rüsul: Resullerin başkanı.

İmâmü’l'Müttekîn: Günahtan sakınanların başkanı.

İmâmü’n-Nebiyyîn: Nebilerin başkanı.

İmâmü’l'Âmir: Buyruk sahibi başkan.

El'Âminü: Doğru, emin, duaları kabûl edici.

Emenetü Ashabihi: Sahâbelerinin güvendiği, kendisine inandığı kimse. El-Emîn: Doğru ve dürüst, güvenilir kimse.

El-Ummî; Anaya, fıtrata mensup; zuhurun ana maddesi.

En’amullah: Allah’ın en büyük nimeti.

El-Evvelü: İlk, her şeyden önce var olan.

Evvelü’ş-Şâfi: Şefaat edenlerin ilki.

Evvelü’l-Müslimîn: Müslümanların ilki.

Evvelü’l-Müşeffi’: İlk şefaat edilmiş olan.

Evvelü’l-Mü’minîn: Mü’minlerin ilki.

Evvelü men yenşakku anhü’l-ardu: Yerin kendisi için yardacağı ilk zat (ilk di rilecek olan).

Be Harfi:

El-Berru: Doğru sözlü, iyi, hayır işleyen kişi.

El-Barkılît: İncildeki ismi; Hakk’ın ruhu.

El-Bâtın: İç âlemin sahibi.

El-Bürhân: Sağlam delil, kuvvetli tanık.

Bişrun: Sevinç eseri.

Büşrâ İsa: İsa Peygamberin muştusu.

El-Beşîru: Müjdeci, sevindirici.

El-Basîru: Görücü, idrâk edici.

El-Belîğu; Her sözü yerinde söyleyici.

Bâliğun: Son mertebeye ulaşmış, kemâle ermiş.

El-Beyânu: Her şeyi açık seçik anlatan.

El-Beyyinetü: Kesin delillerle gerçeği açıkça ortaya koyucu.

Te Harfi:

Et-Tâlî: Okuyucu, Kur’an okuyan.

Et-Tezkiretü: Hatırlatıcı, anmaya vesile olan.

Et-Takiyyü: Korkutucu, sakmdırıcı; haramdan kaçınan.

Et-Tenzîlü: Aşağı indiren; kendisine kitap inen.

Et-Tihâmiyyu: Tihâmeli, Hicazlı; düşmanlarına vehim verici..

Se Harfi:

Es-Sâniyi’sneyni: ikinin İkincisi.

Cim Harfi:

El-Cebbâru: Kahredici, galip.

El-Ceddü: Ululuk, bahtlılık sahibi.

El-Cevâdu: Cömert.

Câmiu: Toplayıcı.

Ha Harfi:

Hâtimu: Hüküm verici, hâkim, tamamlayıcı.

Hizbullahi: Allah cemaati.

El-Hâşiru: Haşredici, insanları bir yere toplayıcı.

El-Hâkimu bimâ erâhullah: Allah’ın kendisine gösterdiği ile hükmeden. El-Hâfizu: Koruyucu, muhafaza edici.

El-Hâmidü: Hamd edici, övücü.

Hâmilu Livâi’l-Hamdi: Hamd sancağinin taşıyıcısı.

El-Hâidu li Ummeti ani’n-nâri: Ümmetini ateşten alıkoyucu.

El-Habîb: Sevgili, ziyade sevilen.

Habîbü’r-Rahman: Rahmanın sevgilisi.

Habibullah: Allah’ın sevgilisi.

El-Hicaziyyu: Hicazlı.

El-Hüccetü: Delil.

Huccetü’l-Bâliğatü: Tam ve kâmil delil.

Hucccetü’llahi ale’l-halâikı: Allah’ın yaratıklara karşı delili. Hırzü’l-Ümmiyyîne: Ümmîlerin sığmağı.

El-Haremiyyu: Allah’ın mahremiyetine mensup; Mekkeli.

El-Harîsu: Ümmetini korumağa karşı çok hırslı.

Harîsun ale’l-îmani: iman üzerinde çok hırslı.

El-Hasîbu: Değerli, soylu ve meziyetli kimse; her şeyin hesabını tutucu, her ihtimali hesap edici.

El-Hakîmu: Her işi hikmetle yapıcı, her şeyin hakikat ve hikmetini bilici.

El-Hafîzu: Çok koruyucu, unutmayıcı.

El-Hakku: Gerçeğin kendisi; hakikatin aynısı.

El'Halîmü: Yumuşak huylu, ince tavırlı, hoş sözlü.

Hammâdü: Çok hamdeden.

Himtâya yahut Himyâtâ: Haramları koruyucu.

Ha Mîm Ayın Sin Kaf: Kur’andaki rumuzların hakikati.

Hafiyyün: Hakikati mübalâğa ile arayıp inceleyerek bilen.

El'Hamdü: Övgünün (sevginin) kendisi; öven ve övülen.

El-Hanîfu: Hakikate sımsıkı sarılan.

Hı Harfi:

El-Habîru: Hakikati bilen ve bildiren.

Hâtemü’n'Nebiyyîne: Nebileri mühürleyen, tamamlayan.

Hâtemü’l-Mürselîne: Resulleri mühürleyen, tamamlayan.

El-Hâtemü: Mühür, yüzük; tamamlayıcı, kemâle erdirici, Allah’ın Saltanatinin arz üzerindeki belgesi, halifesi.

El-Hâzinu Li-Mâlillâhi: Allah’ın malinin haznedârı.

El-Hâşiu: Tevâzu sâhibi, alçak gönüllü.

El-Hâdiu: Tevazu, sâhibi, alçak gönüllü.

El-Hâlisu: Saf, ayıklanıp temizlenmiş.

Hatîbü’l-Enbiyâ: Peygamberlerin hatibi (sözcüsü).

Hatîbül-Ümemi: Ümmetlerin sözcüsü.

Hatîbü’l-Vâfidîne alellahi: Arzularını Allah’a iletmek isteyen hey’etlerin sözcüsü. El-Halîlü: Dost.

Halîlü’r'Rahmâni: Rahmanın (umum yaratıkların) dostu.

Halîlullahi: Allah’ın dostu.

El-Halîfetü: Allah’ın arz üzerindeki temsilcisi.

Hayru’l-Enbiya: Nebilerin en hayırlısı.

Hayru’l-Beriyyetü: Mahlûkatın en hayırlısı.

Hayru’l-Halkıllahi: Allah’ın yaratıklarının en hayırlısı.

Hayru’l-Âlemine Turrâ: Bütün âlemlerin en hayırlısı.

Hayrü’n-Nâsi: İnsanların en hayırlısı.

Hayru hâzihi’l-ümmeti: Bu ümmetin en seçkini.

Hayretu’llahi: Allah’ın seçtiği.

Dal Harfi:

Dâru’l-Hikmeti: Hikmet yurdu.

Ed-Dâî ilâllahi: Allah’a çağıran.

Da’vetü İbrahîme: İbrahim Peygamberin duası(nm gerçekleşmişi). Da’vetü’n-Nebiyyîne: Nebilerin duası(nın gerçekleşmişi).

Delîlü’l-Hayrâti: Hayırların kılavuzu.

Zal Harfi:

Ez-Zâkiru: Zikredici, Allah’ı anıcı.

Ez-Zikru: Anılan, çok şerefli kimse.

Zikrullahi: Allah’ın zikri.

Zü’l-Havzı’l'Mevrûdi: Daimî suyu gelen havuzun (Kevserin) sâhibi.

Zü’l'Hulûkı’l-Azîmi: Çok büyük ahlâk sâhibi.

Zü’s-Sırâtı’l-Müstakîmi: Dosdoğru yolun sâhibi.

Zü’l-Kuvveti: Güçlü, kuvvet sâhibi.

Zü’l-Mekâneti: Vekar, temkin ve metanet sâhibi.

Zü-Izzetin: İzzet, yücelik sâhibi.

Zû'Fadlin: Fazilet, üstünlük sâhibi.

Zü’l-Mu’cizâti: Mu’cizeler sâhibi.

Zü’l'Makami’l-Mahmûdi: Makam-ı Mahmûd’un sâhibi.

Zü’l'Vesîleti: “Vesile” derecesinin sâhibi.

Ra Harfi:

Er-Radî’: Süt emen, süt kardeş olan.

Er-Râzî: Kabûl eden, hoşnut olan.

Er-Râğibü: Rağbet eden, isteyen.

Er-Râfiu: Yükselten.

Râkibü’l-Bürâki: Bürakın binicisi.

Râkibü’l-Baîri: Deve binicisi.

Râkibü’l-cemeli: Erkek devenin binicisi.

Râkibü’n-Nâkati: Dişi devenin binicisi.

Râkibü’n-Necîbi: Asîl, temiz, güzel hayvanların binicisi.

Er-Rahmetü: Rahmet; sevgi, acıma ve koruma hissinin sâhibi. Rahmetü’l-Ümmeti: Ümmetini esirgeyen ve koruyan.

Rahmetül-Alemine: Âlemleri esirgeyen ve koruyan.

Rahmetü Mühdâti: Rahmet arınağanları (veren).

Er-Rahîmü: Mü’minleri çok seven, çok koruyan.

Er'Resûlü: Peygamber.

Resûlü’r-Râhati: Dinlenme, huzur ve sükûn Peygamberi.

Resûlü’r-Rahmeti: Rahmet Peygamberi.

Resûlüllahi: Allah’ın Peygamberi.

Resûlü’l-Melâhimi: Savaşlar Peygamberi.

Er-Reşîdü: Akıllı, olgun, iyi yola götürücü, mürşîd olan.

Er-Refîu’z-Zikri: Şânı yüce; zikri çok yükseltici.

Râfiu’r-Rütebi: Rütbeleri, insanların tekâmül derecelerini yükseltici. Râfiu’d-Derecâti: Dereceleri yükseltici; yüksek makam ve derecelere çıkarıcı. Er-Rakîbü: Koruyucu, gözetici.

Rûhu’l-Hakkı: Hakk’ın ruhu; gerçeğin özü.

Rûhu’l-Kudsi: Kutsallaşmış ruh; vahyin emini.

Er-Râfiu: Pek esirgeyen, çok merhamet eden.

Rüknü’l-Mütevâziîne: Tevazu sahiplerinin temeli (başı).

Za Harfi:

Ez-Zâhidü: Mâsivâdan yüz çeviren.

Zaîmü’l-Enbiyâi: Peygamberlerin kumandanı.

Ez-Zekiyyü: Temiz, pâk, akıllı.

Ez-Zemzemiyyü: Zemzemli; suyu çok yere mensub.

Zeynün men fî’l-kıyâmeti: Kıyamet gününde bulunanların süsü, en güzeli.

Sin Harfi:

Es-Sâbiku: Öncü, ilk, her şeyin başı.

Es-Sâbiku Bi’l-Hayrâti: Hayırlarda öncü.

Sâbiku’l'Arabi: Arabın öncüsü.

Es-Sâcidü Sebîlullahi: Allah yolunda secde eden.

Es-Sirâcü’l-Münîru: Işık saçan kandil.

Es-Sırâtü’l-Müstakîmü: Doğru yolun rehberi.

Es-Saîdü: Mutlu.

Sa’dullahi: Allah’ın iyiliği, mübarek kulu.

Sa’dü’l'Halâikı: Yaratıkların en iyisi.

Es-Selâmu: Noksan ve ayıptan emin olan.

Es-Semîu: Çok iyi dinleyen ve işiten.

Es-Seyyid: Efendi; bir topluluğun en şerefli ferdi.

Seyyid-i Veled-i Âdem: Âdem oğlunun efendisi, en şereflisi. Seyyidü’l-Mürselîn: Resullerin efendisi; en şereflisi, en üstünü. Seyyidü’n-Nâsi: insanların efendisi.

Seyyidül-Kevneyn: Dünya ve âhiretin efendisi.

Seyyidü’s-Sekaleyn: İnsanların ve cinlerin efendisi.

Seyfu’llahi’l-Meslûl: Allah’ın çekilmiş kılıcı (yalın kılıcı).

Şın Harfi:

Eş-Şârm: Kanun koyucu,

Eş-Şâfiu: Şefaat edici.

Eş-Şâkiru: Şükredici.

Eş-Şâhidü: Gören, tanık olan.

Eş-Şekûrü: Çok şükreden.

Eş-Şemsü: Güneş.

Eş-Şehîdü: Çok iyi gören, iyi tanıyan.

Sad Harfi:

Es-Sâbiru: Sabreden, güçlüklerden yılmadan dayanan.

Es-Sâhibü: Mâlik; yoldaş, arkadaş; sohbet edici.

Sâhibü’l-Âyâti: Âyetler sâhibi.

Sâhibü’l-Mu’cizâti: Mu’cizeler sâhibi.

Sâhibü’l-Bürhâni: Kuvvetli deliller sâhibi.

Sâhibü’l-Beyâni: Açık söz, açıklama sâhibi.

Sâhibü’t-Tâci: Tâc, saltanat sâhibi.

Sâhibü’bcihâdi: Cihad sâhibi.

Sâhibü’l-Hucceti: Kesin delil sâhibi.

Sâhibü’l-Hatîmi: Çok faydalar sâhibi.

Sâhibü’l-Havzı’l-Mevrûdi: Daimî geliri olan havuzun (Kevser’in) sâhibi. Sâhibü’l-Hâtemi: Mühür sâhibi.

Sâhibü’l-Hayri: Hayır, iyilik sâhibi.

Sâhibü’d'Dereceti’l-âliyyeti’r-Refîati: Pek yüce derecenin sâhibi. Sâhibü’r-Ridâi: Belden yukarıya mahsus örtü sâhibi. Sâhibü’l-Ezvâci’t'Tâhirâti: Çok temiz eşlerin sâhibi olan. Sâhibü’s-Sücûdi Li-Rabbi’l-Mahmûdi: Övülen Rabbi için secdeler sâhibi. Sâhibü’S'Serâyâ: Askerî birlikler sâhibi.

Sâhibü’s'Sultâni: Mülk, iktidar ve adalet sâhibi.

Sâhibü’s-Seyfi: Kılıç sâhibi.

Sâhibü’ş-Şer’i: Şeriat, kanun sâhibi.

Sâhibü’ş-Şefâatil'Kübrâ: En büyük şefaatin sâhibi.

Sâhibü’l-Atâyâ: Bağışlar ve ihsanlar sâhibi.

Sâhibü’l-Alâmâti’l-Bâhirâti: Göz kamaştıran alâmetler sâhibi. Sâhibü’l-Uluvvi ve’d-Derecâti: Yücelikler ve yüce dereceler sâhibi. Sâhibü’l-Fazîletî: Fazilet, üstünlük sâhibi.

Sâhibü’l-Fereci: Üzüntü ve darlıktan kurtuluş sâhibi.

Sâhibü’l-Kadîbi: Kesici (kılıç) sâhibi.

Sâhibü’l'Kadîbi’l'Asfari: Sarı kesici (kılıç) sâhibi.

Sahibi kavl-i Lâ ilâhe illâllahu: Allah’dan başka ilâh yoktur sözünün sâhibi. Sâhibü’l'Kademi: Uğur ve öncelik sâhibi.

Sâhibü’l'Kevseri: Kevser’in sâhibi.

Sâhibü’l-Livâi: Sancak sâhibi.

Sâhibü’l-Mahşeri: Haşir (toplama) yerinin sâhibi.

Sâhibü’l-Medineti: Büyük şehir sâhibi.

Sâhibü’l'Miğferi: Miğfer sâhibi.

Sâhibü’l-Mağnemi: Ganimet malı sâhibi.

Sâhibü’l-Mi’râci: Mîrac sâhibi.

Sâhibü’l-Mazhari’l-Meşhûdi: Gözle görülen zuhur yeri sâhibi. Sâhibül-Makami’l-Mahmûdi: Kendine hamd edilme makaminin sâhibi. Sâhibü’l-Münîri: Nurlandırma sâhibi.

Sâhibü’l-Mi’zeri: Belden aşağıya mahsus örtü sâhibi.

Sâhibü’n-Nalîni: Nalın sâhibi.

Sâhibü’l-Herâveti: Yoğun asâ sâhibi.

Sâhibü’l-Vesîleti: Kulları Rabbına kavuşturma vasıtası sâhibi.

Es-Sâdiu Bimâ Ümire: Kendisine emredileni apaçık bildirici.

Es-Sâdiku: Doğrucu, gerçekçi.

Es'Sabûru: Çok sabreden, güçlüklerden yılmadan dayanan.

Es-Sıdku: Doğruluk, gerçeklik.

Sırâtullahi: Allah’ın yolu.

Sırâte’llezîne en’amte aleyhim: Kendilerine nimet verilen kimselerin yolu. Es-Sırâtü’l-Müstakîm: Dosdoğru yol.

Es-Sufûhu: Kusur ve ayıpları görmezlikten gelen.

Es'Sufûhu ani’z-Zellâti: Ayak kaymalarına, sürçmelere göz yuman.

Es-Safvetü: Arınmış, süzülmüş, seçkin kişi.

Es-Safiyyü: Ayıklanmış, seçilmiş iyi kişi.

Es-Sâlihu: iyi huylu, güzel ahlâklı.

Dad Harfi:

Ed'Dâribu Bi’l-Hısâmi’l-Meslûmi: Ağzı körelmiş kılıçla vuran. Ed-Dahhâkü: Çok gülen.

Ed-Dahhûkü: Güleç yüzlü.

Tı Harfi:

Tâb Tâb: Hoş, güzel, güzel kokulu.

Et-Tâhiru: Çok temiz.

Et-Tabîbü: Hekim, bilgin.

Tâ Sîn Mîm: Kur’an-ı Kerîm’deki rumuz ismi.

Tâ Sîn; Kur’an-ı Kerîm’deki rumuz ismi.

Tâ Hâ: Kur’ân-ı Kerîm’deki rumuz ismi.

Et-Tayyibü: Helâl, temiz, güzel, hoş olan.

Zı Harfi:

Ez'Zâhiru: Görünüşte olan, sırları görünüşe getiren, açıklayan. Ez-Zafûru: Çok zaferler kazanan.

Ayn Harfi:

El-Âbidü: Kul, ibadet edici.

El-Âdilü: Adalet sâhibi, adaletli.

El-Azîmü: Çok büyük.

El'Afî: Afvedici; kusurları silici.

El-Akıbü: En sonra gelen; tâkib eden.

El'Alimü: Bilgin, bilen.

Alemü'l-İmâni: îmanın bayrağı, işareti.

Alemü’l-yakîni: Kesin bilginin bayrağı, işareti.

El'Alimü Bil-Hakkı: Hakk’ı ve gerçeği bilen.

El-Amilü İşleyici; iş ve hareket adamı; eser yaratıcı.

Abdullah: Allah’ın kulu.

El'Abdü: Kul.

El-Adlü: Her şeyi yerli yerine koyan ve herkesi eşit tutan.

El-Arabiyyü: Şehirli; doğru, düzgün ve güzel konuşan.

El-Urvetü’l'Vüska: Sağlam kulp.

El-Azîzü: Çok yüce, çok şerefli olan.

El'Afvü: Afvedici, bağışlayıcı.

El-Atûfü: Şefkat ve merhamet edici.

El-Alîmü: Her şeyin hakikatini hakkıyle bilen.

El-Aliyyü: Çok yüce, şerefli, yüksek makam sâhibi.

El-Allâmetü: Çok bilgili.

Aynü’l'İzzi: Bol rahmet; şeref ve yücelikler kaynağı.

Abdü’l-Kerîm: Çok cömert olan Allah’ın kulu.

Abdü’l-Cebbâri: Kahredici ve galip olan Allah’ın kulu.

Abdül-Hamîdi: Çok öven ve övülen Allah’ın kulu.

Abdü’l-Mecîdi: Çok büyük ve şerefli Allah’ın kulu.

Abdü’l-Vehhâbi: Çok ihsan edici Allah’ın kulu Abdü’l-Kahhâri: Çok kahredici Allah’ın kulu.

Abdü’r-Rahîm: Çok acıyan, çok koruyan Allah’ın kulu.

Abdü’l-Hâlikı: Yaratıcinin kulu.

Abdü’l-Kadiri: Kudret sâhibi olan Allah’ın kulu.

Abdü’l-Müheymini: Korkudan koruyucu, emin kılıcı Allah’ın kulu. Abdü’l-Kuddûsi: Eksik sıfatlardan münezzeh Allah’ın kulu. Abdü’l-Gayyasi: Çok yardım edici Allah’ın kulu.

Abdü’r-Rezzâkı: Çok rızıklar verici Allah’ın kulu.

Abdü’s-Selâmi: Noksan ve ayıplardan emin olan Allah’ın kulu. Abdü’l-Mü’min: Emin kılan ve îman edilen Allah’ın kulu. Abdü’l-Gaffâri: Çok setredici ve yarlığayıcı Allah’ın kulu.

Gayn Harfi:

El-Galibu: Galip ve hâkim, üstün olan.

El-Gafûru: Çok setreden, çok bağışlayan.

El-Ganiyyü: Zengin.

El-Ganiyyü Billâhi: Allah ile zengin.

El-Gavsü: Yardım edici.

El-Gıyâsü: Çok yardım eden.

Fe Harfi:

El-Fâtihu: Açıcı; cehalet karanlığını bilgi ile giderici; göz ve gönül açıcı. El-Farkılıt: İncil’deki isimleri; Hakk’ın ruhu.

El-Fâruku: Hakkı ve bâtılı ayıran.

Fârûku: Hakla bâtılı ayırmada çok maharetli.

El-Fettâhu: Çok açıcı; açıklayıcı; aydınlatıcı.

El-Fecrü: Sabah aydınlığı.

El-Faratu: Herkesten önce ve ileri gelen.

El-Fasîhu: Doğru, düzgün ve açık konuşan.

Fadlullahi: Allah’ın üstün ihsanı.

Fevâtihu’n-Nuri: Nur açılışları.

Kaf Harfi:

El-Kasimü: Hisseleri ayırıcı ve dağıtıcı; bahşedici.

El-Kadî: Hüküm verici, kadı, yargıç.

El-Kanitü: İbadet eden, yalvaran.

Kaidü’l-Hayri: Hayra liderlik yapan.

Kaidü’l-Garri’l-Muhaccelîne: Abdest uzuvları parıldayacakların başı.

El-Kabilü: Kabul edici.

El'Kaimü: Ayakta duran, birinin yerini tutan.

El-Kattalü: Çok katleden; kâfirleri kıran.

El-Katûlü: Çok öldüren.

Kasm: Bütün hayırları kendinde toplayıcı.

El-Kassûmü: Hayırları kendinde toplayan.

Kademü sıdkın: Doğrulukta sebat eden, bastığı yerde duran.

El-Kureşiyyü: Kureyşli.

El'Karîbü: Ziyade yakınlık sâhibi.

El-Kameru: Ay.

El-Kayyimü: Görüp gözeten; işleri ve halleri düzenli yürüten.

El-Kaviyyü: Kuvvetli, dayanıklı, sağlam.

Kef Harfi:

Kâffetü’n-Nâsi: Bütün insanlara yeten.

El-Kefîlü: Boynuna alan, üzerine yüklenen, kefil olan.

El-Kâmilü fî cemîi umûrihi: Bütün işlerinde kusursuz ve mükemmel olan.

El-Kerîmü: Çok cömert, çok şerefli.

Kâf Hâ Yâ Aym Sad: Kur’an-ı Kerîm’deki rumuz ismin sâhibi.

Lâm Harfi:

El'Lisânü: Doğru ve düzgün konuşan, her dilden anlayan ve her dile hitap eden.

Mim Harfi:

El'Mâcidü: Yüce, cömert ve şerefli.

Mâzmâz: İbranice; çok güzel kokulu.

El-Müemmilü: Teemmül eden; çok iyi ve etraflıca düşünen.

El-Mâhi: Mahvedici.

El-Me’mûnü: Emin bulunan, korkusuz olan.

El-Mânihu: Atıyyye ve ihsanda bulunan.

El-Mâu: Su.

El-Muînü: Yardımcı, yardım eden.

El'Mübârekü: Uğurlu, hayırlı, bereketli olan.

El-Mübtehilü: Düşmanlarını lânetleşmeye çağırarak meydan okuyan.

El-Müberrâü: Temizlenmiş, arinmış.

El-Mübeşşirü. Müjdeleyici, iyi haberle sevindirici.

Mübeşşirü’l'Bâisîne: Bîçârelere müjde veren.

El-Meb’ûsü Bi’l-Hakkı: Hak ile gönderilen; Hak ile diriltilen.

El-Meb’ûsü: Diriltilmiş; gönderilmiş; peygamber, temsilci.

El-Mübelliğu: Tebliğ edici; Hak’dan aldığını halka duyurucu.

El-Mübîhu: İşlenmesi ve işlenmemesi gereken işleri açıklayan.

El'Mübînü: Kesin, açık delil, açık seçik söz söyleyen.

El'Metînü: Çok sağlam ve güçlü, dayanıklı.

El-Mütebettilü: Her şeyden kesilip yalnız Allah’a yönelen.

El-Mütebessimü: Gülümseyen, güleç yüzlü.

El-Müterabbisu: Bekleyen.

El-Müterahhimü: Merhamet eden, acıyan ve esirgeyen.

El-Mütezarriu: Gönlünü alçaltarak yalvaran.

El-Müttakî: Çok sakınan; kötülükten çok kaçman.

El-Metlüvvü aleyhi: Arkasından gidilen; kendisine Kur’an (vahiy) okunan.

El-Müteheccidü: Geceleri uyanık olan.

El-Mutavassıtu: Aracılık eden; kulu Rabbına kavuşturan.

El-Mütevekkilü: Allah’a güvenip dayanan.

El-Müsebbitü: Sebat eden; isbat eden; açık ve devamlı kılan.

Mücâbün: Duası kabûl edilen; isteğine cevap verilen.

Mücîbün: Duaları kabûl eden, cevap verici.

El-Müctebâ: Seçilmiş.

El'Mücîrü: Eman veren.

El-Muharrisu: (Ümmetini korumağa karşı) hırslı.

El-Muharrimü: Haram eden, yasaklayan.

El-Mahfûzu: Korunmuş olan.

El-Muhallilü: Helâl kılan; hulûl eden; halîl (dost) olan.

Muhammedün: Tekrar tekrar övülmüş.

El-Mahmûdü: Kendisine hamd olunan; övülen.

El-Muhayyirü: Seçim yapmayı serbest bırakan, insanlara seçme hakkı tanıyan.

El-Muhtâru: Seçkin; dilediğini yapmakta hür olan.

El-Mahsûsu Bi’ş-Şerefi: Şerefiyle özelleşmiş.

El-Mahsûsü Bi’l-Izzi: Yüceliğiyle özelleşmiş.

El-Mahsûsü Bi’l-Mecdi: Büyüklüğüyle özelleşmiş.

El-Mülâhhasu: Hulâsalaşmış, özleşmiş, kâinatın özü olmuş.

El-Müddessirü: Örtülere bürünmüş.

El-Medeniyyü: Şehirli; Medeni, her çağın çağdaşı.

Medinetü’l-İlmi: İlim şehri.

El-Müzekkiru: Zikreden ve zikrettiren.

El-Mezkûru: Zikredilen; çok anılan.

El-Mürtezâ: Hoşnut kılınmış; beğenilmiş, seçilmiş.

El-Mürettilü: Açık, parlak ve aydınlık konuşan.

El-Mürselü: Elçilikle gönderilmiş olan.

El'Mürtecâ: Ümit olunan, kendisine ümit bağlanan.

El-Merhûmü: Allah’ın rahmetiyle bezenmiş.

El-Mürfiu’d'Derecâti: Dereceleri yükselten.

El-Mer’ü: Erkek; er kişi.

El-Müzekkî: Temizlenmiş, temizleyen; zekât veren.

El-Müzzemmilü: Esvaba, örtülere bürünen.

El-Mesîhu: Okşayan, sığayan, silen, seyahat eden.

El-Müstağfirü: Günahların bağışlanmasını dileyen.

El-Müstağnî: İhtiyacı olmayan.

El-Müstakîmü: Dosdoğru olan.

El-Mesrûbe: Göğsünden göbeğine kadar bir tek çizgi halinde kılları olan.

El-Mes’ûdü: Saadetli, kutlu.

El-Müsellimü: Teslim eden, veren, selâmete çıkaran.

El-Müsellemü: Teslim edilmiş, verilmiş; herkesçe tasdik edilmiş.

El-Müşâviru: İstişare edilen, kendisine danışılan.

El-Müşeffiu: Şefaat eden.

El-Meşfûu: Günahları bağışlanmış olan.

El-Müşeffah: Süryânî dilinde Hamd (övgü) demektir.

El'Meşhûdü’l-Münîri: Gözle görülen nurlandmcı, aydınlatıcı varlık.

El-Mısbâhu: Kandil, meş’ale.

El-Musâriu: Güreş tutucu, pehlivan.

El-Müsâfihu: Sevdiklerini kucaklayan; meyli daima Hakka olan.

Musahhihu’l-Hasenât: iyilikleri sağlayıcı, ıslah edici, düzeltici.

El-Masdûku: Tasdik edilmiş, doğruluğu sâbit olmuş.

El-Mustafâ: Tasfiye olunmuş, çok arınmış.

El-Muslihu: Islah edilmiş ve ıslah edici; dirlik ve düzene koyucu.

El-Musallâ aleyhi: Kendisine yardım erişen, salâvat getirilen.

El-Mutâü Kendisine itâat edilen, boyun eğilen.

El-Muzhiru: Her şeyi zuhura getiren; zuhura vesile olan.

El-Muzharu: Varlık kendisiyle zâhir olan.

El-Muttaliu: Bilgi sahibi, haberi olan.

El-Mutîu: Hakk’a itâat eden, boyun eğen.

El-Muzafferü: Zafer kazanan, üstün olan.

El-Muazzirü: Tazir eden, azarlayan.

El-Ma’sûmü: Suçsuz, günahsız.

El-Mu’ti: Veren, ihsanlar eden.

El-Muakkıbü: Kendisinden önce gelenlerin yolundan giden.

El'Muallimü: Öğretmen.

Muallimü ümmetihi: Ümmetinin öğretmeni.

El'Maallemü: İlimlerin kendisinde toplandığı ve tahsil edildiği yer. “Muallemü” şeklinde okunursa: Kendisine (Allah tarafından hakikatler) öğretilen, demek olur.

El'Mu’linü: İlân edici, bildirici, haber verici.

El-Muallâ: Yüce, yüksek.

El-Mufaddalü: Tafdîl edilmiş; başkalarına üstün kılınmış.

El-Mufaddılü: Tafdil eden, dilediğini üstün kılan.

El-Miftâhu: Anahtar.

Miftâhu’l-Cenneti: Cennetin anahtarı.

El-Muktesidu: Adalet üzre olan.

El-Muktefâ: Peşinden gidilen, kendisine uyulan.

El-Mukaddisü: Takdis eden mübarek ve kutsal kılan.

El-Mukrî: Okutan.

El-Muksitu: Doğru hareket eden, âdil.

El-Mü’minü: İman eden ve edilen; emin, korunmuş ve korkusuz olan.

El-Müebbedü: Ebedî olan; kendisine danışılan.

El-Müyessiru: İşleri kolaylaştıran.

Nun Harfi:

Nûn: Kur’an’daki rumuz ismi; balık, kılıç.

En-Nâbizü: Savaşçı, muharip.

En-Nâcizü: İş bitirici; vaadini yerine getirici.

En-Nâsü: Âdemoğlu, insan.

En-Nâsihu: Önceki şeriatların hükümlerini ortadan kaldıran.

En-Nâşirü: Neşredici, yayıcı.

En-Nâsıru: Yardım edici, zafer verici.

En-Nâsihu: Nasihat edici, öğüt verici.

En-Nâtıku: Konuşucu.

En-Nâhî: Nehyeden, kötülükleri yasaklayarak önleyen.

Nebiyyü’l-Ahmeri: Kırmızı ırkın peygamberi.

Nebiyyü’l-Esvedi: Siyah ırkın peygamberi.

Nebiyyü’t-Tevbeti: Tevbe Peygamberi.

Nebiyyül-Haremeyni: Mekke ve Medine’nin peygamberi.

Nebiyyü’r-Râhati: Huzur ve rahatlık peygamberi.

Nebiyyü’r-Rahmeti: Acıma ve esirgeme peygamberi.

Nebiyyü’s-Sâlihi: Sulh ve ıslahat peygamberi.

Nebiyyullahi: Allah’ın peygamberi.

Nebiyyü’l-Merhameti: Merhamet peygamberi.

Nebiyyü’l-Melhameti: Savaş peygamberi.

Nebiyyü’l'Melâhımi: Savaşların peygamberi.

En-Nebî: Haber veren.

En-Necmü: Yıldız; yolculara yol gösteren işaret; ölçü.

En-Necmü’s-Sâkıbü: Karanlığı yırtıcı ve yakıcı yıldız.

Neciyyullahi: Allah’ın sırdaşı.

En-Nezîru: Kötülüklerin sonucundan korkutucu.

En-Nesîbü: Soylu, asil, temiz soydan gelen.

Nasîhun: Öğüt veren, doğru yolu gösteren.

Nâsihu: Her kötülükten arınmış; öğütçü.

En-Ni’metü: İyilik, dirlik ve mutluluk.

Cebrâil aleyhisselâm geldi:

— Esselâmü aleyke yâ Ebâ İbrahim! dedi,” diye buyurulmuştur.

İbn-i Dıhye’nin zikrettiği üzre Ebû’l-Erâmil (bekârların, dulların ve kimsesizlerin babası) diye de künyelenmiştir. Başkalarının rivâyetlerinde ise Ebû’l-Mü’minîn (mü’minlerin babası) diye de künyelenmiştir.

Şöyle malûm olsun ki, zikrolunan şerefli isimlerden her birinin şerhine girişilecek olursa maksat özleştirerek anlatmadan sapmaya ve sözü uzatmaya sebep olup ciltler dolusu nice kitaplar yazmakla yine de tamamlanamayacağı kesindir. Fakat Allah’ın yardımı ile birkaçının kısaca açıklamasını yapmayı diledik.

Muhammed ve Ahmed ki, o Hazret’in isimlerinin en meşhurudur, ikisinin de kökü hamd kelimesidir. Bunlardan biri tef’il bâbından mef’ul isimdir ki, mânası tahmîd olunmuş (ziyade övülmüş) demektir. Bu siga çoğaltınaya ve kat kat arttırmaya delâlet eder. O halde Muhammed demek tekrar tekrar (kat kat) hamd olunmuş demektir. Nitekim mükerrem diye o kimseye derler ki, defalarca kendisine ikram olunmuş ola. Mümeddeh diye de tekrar tekrar medh olunmuş kimseye denir. Aynı sigadan olan diğer kelimelerin de mânaları bunun gibidir.

Ahmed, tafdil (en üstünlük derecesini bildiren) isimdir. Mânası, Hak teâlâ hazretlerine hamd edicilerin hepsinden daha ziyade hamd edici demektir. Bâzıları mef’ul mânasına hami edip bütün hamd olunmuşlardan (övülenlerden) ziyade hamd olunmuş (övülmüş) demektir dediler. Ama bu takdirde Hak teâlâ hazretlerinden başka hamd olunmuşlardan ziyade hamd olunmuş demenin murad olunması gerektir. Aksi halde uygun düşmez.

Bâzı âlimler buyurmuştur ki: “Bu şerefli iki isim, o Hazret’in güzel huylarından ve beğenilmiş ahlâkından alınmıştır ki, bunlar için Muhammed ve Ahmed ile isimlendirilmeğe hak kazanmıştır.”

Kadı İyaz (Allah rahmet etsin) Şifâ’sında buyurmuştur ki: “Ahmed’in mânası hamd edicilerin en büyüğü ve hamd olunmuşların en ulusu demektir. Peygamber Efendimiz, Hazret-i Mûsâ ve İsâ’nın lisanlarında Ahmed ismiyle zikredilmiştir. Bu isim Muhammed isminden öncedir. Peygamber Efendimiz hazretleri Muhammed olmadan önce Ahmed olmuştu. Nitekim vücuda gelişi de öyle gerçekleşmiştir. Zira Ahmed ismiyle geçmiş kitaplarda zikredildi. Muhammed ile isimlendirilmesi ise Kur’an’da vâki oldu.”

Bu sözünün sebebini açıklarken de: “Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin Hak teâlâ hazretlerini hamd etmesi halkın kendisine hamd etmesinden daha önce vâki oldu” demiştir. Velhasıl bu husustaki sözleri biraz karışıklıktan hâli değildi. Eğer muradları, “Ahmed ismi daha öncedir. Şu mânada ki, eski kitaplarda ve nebilerin lisanında o isimlerle zikredilmiştir. Muhammed ismiyle halk arasında zikredilmesi saadetle varlık âlemine ayak bastıktan sonra vâki olmuştur,” demekse gerçekten böyle olmuştur. Ama eğer mutlak olarak Ahmed ismi Muhammed isminden öncedir demekse bu makul olmayan bir sözdür. Zira ikisi de Kur’an-ı azîm’de zikredilmiş olan şerefli isimlerindendir. Mademki Kur’an-ı azîm mevcut idi, bu isimler de onunla beraber mevcut idiler. Şek ve şüphe yoktur ki, Allah’ın kelâmı kadîmdir. Hiç bir zaman geçmemiştir ki, Allah’ın kelâmı onda mevcut olmamış olsun. Zamanın parçalarının her birinde, belki daha zaman yaratılmadan önce Kur’an mevcut idi. O halde bu isimler de kadîm (ezelî) olur. Biri birinden öncedir veya sonradır demeğe imkân olmaz.

Muhammed ismine dair bâzı hususiyetler zikretmişlerdir. Bu cümleden biri şudur ki: İbn-i Asâkir’in (Allah ona rahmet etsin) rivâyetinde Kâ’bu’l-Ahbar’dan (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir.

Hazret-i Âdem aleyhisselâm oğlu Şît aleyhisselâm’a vasiyetinde buyurmuştur ki:

— Hak teâlâ hazretlerini her zikrettiğinde onun yanında Muhammed ismini de yâd edesin. Zira şüphesiz olarak ben Arş’ın tavanında O’nun ismini yazılmış gördüm. Şu halde ki, ben ruhla balçık arasında idim. (Yâni: Ruhum bedenime ilişmeden önce böyle görmüştüm, demektir). Ondan sonra ben gökleri tavaf eyledim. Oralarda bir yer görmedim ki, onda Muhammed ismi yazılmış olmasın. Sonra Rabbim beni cennete yerleştirmiştir. Cennette de bir köşk veya bir çardak görmedim ki, orada Muhammed ismi yazılmış olmasın.

Daha bu türlü çok sözler söyleyip:

— O halde Muhammed aleyhisselâm’ın ismini çok zikreyle. Zira melekler her saatte O’nu çok zikrederler, diye buyurdu.

Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyetinde gelmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri şöyle buyurdu:

— Beni göklere çıkardıkları zaman bir göğe uğramadım ki, orada “Muhammedün Resûlüllah” diye ismimin yazılmış olduğunu görmeyeyim. Ebû Bekir’in ismi de benim ardımda yazılmıştı.

Kadı lyâz (Allah rahmet etsin) Şi/â’sında yazmıştır ki: “Eski taşlar üstünde Muhammed takiy (kötülüklerden sakımcı), muslih (ıslahatçı ve barıştırıcı), emîn (inandırıcı ve güvendirici) diye yazılı bulunmuştur. Bir taşın üstünde de İbranî harfleriyle şöyle yazılı bulunmuştur:

“Ey Allah’ım, senin isminle. Rabbinden, her şeyi en açık bir dille beyan eden Hak (Resul) sana geldi. Allah’dan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın resûlüdür. Bunu yazan İmrân oğlu Mûsâ’dır.”

İbn-i Zafer, Muammer’den, o da Zührî’den (Allah onlara rahmet etsin) şöyle rivayet etmiştir:

Bir zamanlar Horasan beldesinde bir çocuk dünyaya gelmişti. Çocuğun bir yanında “Lâ ilâhe illâllah”, diğer yanında “Muhammedün resûlüllah” yazılı idi. Halk bunu gördüler, diye Şs/â’da yazılmıştır.

İbn-i Merzuk Abdullah bin Sûhan’dan şöyle rivâyet etmiştir:

— Bir zaman denizin ortasında idik. Kuvvetli bir yel çıkıp bizi Hind Denizi adalarından birine düşürdü. Orada karaya çıktık. Çok güzel kokulu kırmızı bir gül gördük. Yaprağinin üstünde beyaz hatla “Lâ ilâhe illâllah Muhammed Resûlüllah” yazılı idi. Bir de ak gül gördük. Sarı hatla yaprağında şöyle yazılı idi:

“Rahman ve Rahîm’den naîm (sıhhat, eminlik, lezzet) cennetlerine berat: Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Resûlüllah.”

İbn-i Adîm (Allah rahmet etsin) Tarih’inde Ali bin Abdullah El-Hâşimî Er-Râkî’den rivâyet etmiştir ki: “Hindistan memleketlerinden bâzı köylerde güzel kokulu, büyük ve siyah renkli bir gül gördüm. Üzerinde beyaz hatla: “Lâ ilâhe illâllah Muhammedün resûlüllah — Ebû Bekir Sıddık, Ömerü’l-Fâruk,” yazılıydı. Bunu görünce şüpheye düştüm. Acaba ilâçla mı böyle yazdılar? dedim. Bunun insan işi olduğunu sandım. Açılmamış bir goncasını açıp baktım, onda da aynen böyle yazılı olduğunu gördüm.”

Böyle hikâye ettikten sonra dedi ki: “ memlekette bu türlü güllerden sayısız derecede çok vardı. Ama halkı taşlara taparlardı. Hak teâlâ hazretlerini bilmezlerdi.”

Kadı Ebü’l-Beka bin Ziya (Allah rahmet etsin) Mensek adlı kitabında Ebû Abdullah bin Mâtek’ten nakletmiştir ki, şöyle dedi:

“Hind beldelerinden Nemîle adlı bir şehre vardım. Orada büyük bir ağaç gördüm. Onda badem gibi kabuklu bir meyve biter. Alıp kabuğunu kırdığın gibi içinden dürülmüş, yeşilce bir yaprak çıkar. Üzerinde kızıl hatla: “Lâ ilâhe illâllah Muhammedün resûlüllah” yazılıdır. Hindistan halkı onu mübarek tutarlar. Yağmur yağmadığı zaman onunla yağmur duasına çıkarlar.”

İmâm-ı Yâfiî (Allah rahmet etsin) Ravzu’r-Reyyâhîn adlı kitabında şöyle yazmıştır: “Hind beldelerinde bir ağaç bulunmuştur ki, yemişinin badem kabuğu gibi kabuğu vardır. Kabuğunu kırdıkları zaman içinden taze ve yeşil bir yaprak çıkar. Üzerinde “Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Resûlüllah” yazılıdır. O kadar açık ve parlak şekilde yazılmıştır ki, Hind halkı onu uğurlu ve mübarek sayarlar.”

İmâm-ı Yâfiî der ki: “Bu hikâyeyi Ebû Yâkub Zeyyâd’a anlattığım vakit bana:

— Ne şaşıyorsun? Ben bir zaman Ible Nehrinde balık avlıyordum. Bir balık tuttum. Sağ yanında “Lâ ilâhe illâllah”, sol yanında “Muhammed Resûlüllah” yazılı olduğunu gördüm. Bunu görünce hürmet edip balığı yine suya attım, dedi.”

Bürdeyi Busayrt şerhinde İbn-i Merzuk (Allah rahmet etsin) bâzı seleften rivâyet etmiştir ki:

— Bir zamanda bir balık getirdiler. Bir kulağında “Lâ ilâhe illâllah” , öbür kulağında “Muhammed resûlüllah” yazılı olduğunu gördüm, dedi.

Bir cemaat nakletmişlerdir ki, bir zamanda sarı bir karpuz bulundu. Üzerinde kudretten türlü türlü nice hatlar vardı. Bu hatlardan biri şöyle idi: Arabi hatla bir yanında “Allah” lâfzı, bir yanında da “İzz Ahmed” kelimesi yazılmıştı. O kadar açık yazılmış bir yazı idi ki, gören bir kimsenin asla şüphesi kalmazdı.

809 tarihinde bir üzüm çekirdeği gördüler. Siyah hatla üzerinde “Muhammed” ismi yazılı idi.

İbn-i Tuğrul (Allah rahmet etsin) Nutku’l'Mefhum adlı kitabında bâzı seleften rivâyet etmiştir ki, şöyle dedi:

— Bir adada büyük bir ağaç gördüm. Çok güzel kokulu yaprağı olur. Üzerinde kızıl ve beyaz hatlarla üç satır yazı bulunur. Birincisi: “Lâ ilâhe illâllah”. Diğeri: “Muhammed resûlüllah”. Öbürü: “İnne’ddîne indallahi’l-İslâm” diye nakletti.

İbn-i Kuteybe (Allah rahmet etsin) buyurmuştur ki: “Resûlüllah Efendimiz Hazretlerinin nübüvvetinin işaretlerinden biri de şudur ki, kendinden önce Muhammed ismiyle hiç kimse isimlendirilmemiştir. Hak teâlâ hazretleri tarafından bu şerefli isim Resûlüllah Efendimiz hazretleri için saklanmıştır. Nitekim Yahya ismi de saklanıp ondan evvel hiç kimseye konmamıştı. Şu sebeple Muhammed ismi saklanmıştı ki, Hak teâlâ hazretleri eski kitaplarda bu şerefli ismi zikredip peygamberlerine onu müjdeledi. Eğer başkalarında da bu şerefli isim bulunsa şüphe vâki olurdu, demişlerdir. Ancak şu var ki, Peygamber Efendimiz hazretlerinin vücuda gelmesi yaklaştığı zaman kitap ehli halka müjdeleyip:

Muhammed aleyhisselâm’ın gelmesi yaklaştı, dediler.

Bunun üzerine halk, vücuda gelen oğlancıklarının adını Muhammed koymağa başladılar. Her biri, nolaydı o peygamber benim oğlum olaydı, diye tamaha düştüler. Alimler, o zamanda Muhammed ismiyle isimlendirilmiş olan kimselerin kaç kişi olduğunu ve babalarının isminin ne olduğunu tayin etmişlerdir.”

Ebû’l-Fazl bin Hacer’in (Allah ona rahmet etsin) kavlince bunlar on beş kişi idi. Bunların en meşhuru Muhammed bin Adiy bin Rebia’dır ki, sonradan Resûlüllah Efendimiz hazretlerine yetişip îman getirerek sahâbe-i kirâmdan olmuştur.

Biri de Muhammed bin Ecnaha’dır ki, Evs kabilesindendir.

Biri de Muhammed bin Usâme bin Mâlik’dir.

Biri de Muhammed bin Berâ’dır. Bu da Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin zamanına kalıp ashâbdan olmuştur.

Biri de Muhammed Hâris bin Hadîc bin Harîs’dir. Biri de Muhammed Harmâz bin Mâlik’dir.

Biri de Muhammed bin Hamrân’dır.

Biri de Muhammed bin Huzâî’dir, Benî Zekvân kabilesindendir.

Biri de Muhammed bin Huveylid’dir. Biri de Muhammed bin Süfyân’dır.

Biri Muhammed bin El-Bahmedü’l-Ezdî’dir.

Biri Muhammed bin Yezid bin Rebia’dır.

Biri Muhammed bin El-Esedî’dir. Biri Muhammed El-Fakimî’dir.

Bu zikrolunanların hepsi Resûlüllah Efendimiz hazretlerinden önce dünyaya gelmişlerdir. Ama Kadı lyaz’ın zikrettiği Muhammed bin Mesleme-i Ensarî, Peygamber Efendimiz hazretlerinden yirmi yıl belki daha ziyade sonra dünyaya gelmiştir.

Peygamber Efendimiz, Mahmud ismiyle Zebûr’da anılmıştır. Hak teâlâ Hazretlerinin bir ismi Hamîd (ziyade öğülen)dir. Bunun da mânası Mahmud demektir. Zira Hak teâlâ, hazretleri kendine hamd etmiştir ve kulları da ona hamd eylemiştir. Şüphesiz olarak Hak teâlâ hazretleri Mahmud (kendisine ziyade hamd olunan) dır.

Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin Mâhî (mahvedici) ismine gelince, hadîs-i şerifte tefsir olunduğu üzere küfürleri mahvedici demektir. Zira Peygamber Efendimiz gönderildiği zaman bütün yeryüzünde olan insanlar hep küfür üzere idiler. Kimisi putatapıcı idi. Kimisi de dalâlete düşmüş Yahudi ve Hıristiyanlar idi. Kimisi sâbiiyye-i dehriyye (ilkel materyalistler) idi; asla ne Hak bilirler, ne âhiret bilirlerdi. Bazısı da yıldızlara taparlardı. Bir kısmı ateşperest idi. Bazıları da felsefeci idi; peygamberlerin şeriatlarına kail değillerdi. Peygamber Efendimiz hazretleri geldiği gibi İslâm dini öyle bir şekilde zuhur etti ki, geri kalan bâtıl dinler tamamen mahvoldu. Hüküm ve galebe onun oldu.

Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin Hâşir (toplayıcı) ismi daha önce geçen hadîs-i şerifte zikredilmiş olduğu üzere halkın Resûlüllah Efendimizin İsri (izi, mesleği, gidişi) üzre haşrolundukları mânasını ifade eder. Yâni haşr, lügatte toplamağa derler. Yaratıklar da Fahr-i Âlem Efendimiz’in sünneti ve şeriatı üzre toplandıkları için Resûlüllah Efendimiz hazretlerine Hâşir (toplayıcı) denmiştir.

Resûlüllah Efendimiz’e Âkib diye şunun için denilmiştir ki, kendisinden başka ne kadar peygamber varsa hepsinin akabinde gelmiştir.

Mukaffî (diğerlerinin başı olan) ismi de öbür peygamberlerden sonra geldiği için verilmiştir.

El-Evvel denilmesi şunun içindir ki, daha önce zikrolunduğu üzre bütün peygamberlerden önce yaratılmıştır. Kıyâmet günü kabrinden çıkarılması da herkesten önce olacaktır.

El-Ahir denilmesi bütün peygamberlerden sonra gönderildiği içindir.

Ez-Zâhir ismiyle isimlendirilmesi, zuhur âleminde olan görünüşe gelmiş şeylerin hepsine zuhurda galip olduğu içindir.

El-Bâtın denilmesi Hak teâlâ hazretlerinin vahyi vasıtasiyle bâtına (görünmez âleme) ait işlerden bilgi sahibi olduğu içindir. El-Fâtih ve El-Hâtem (veya El-Hâtim) birincisi Açıcı ve İkincisi Mühürleyici, Sona erdirici demektir isimleriyle isimlendirilmesi, Ebû Hüreyre’den rivâyet olunan Mi’rac hadîsinde Resûl-i Ekrem Efendimiz hazretlerinin: “Hak teâlâ beni Fâtih ve Hâtem kıldı,” buyurmasından dolayıdır.