41-BÖLÜM:041:
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İnsan bedeninde bulunan cinsleri ve kuvvet çeşitlerini,
uzuvlarının içlerinin başlangıcını ve hayat verici dört
nefsi, his ve kuvvet gibi hizmetçileri olan eşyayı altı madde ile
açıklar.
insan bedeninde olan kuvvetlerin tür ve cinslerini,
uzuvların içlerinin
başlangıçlarını kısaca bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki:
Kuvvetler ile fiiller birbirinden anlaşılmıştır. Zira
ki, her bir kuvvetin başlangıcı bir fiil olup, her bir fiil ancak bir kuvvetten
çıkmıştır. Şu halde fiiller gibi kuvvetler dahi iki cins olmuştur ki, biri tabii kuvvetler,
biri nefsanî kuvvetler bulunmuştur. Bu kuvvetlerden her birisi için bir
baş uzuv vardır ki, o uzuv o kuvvetin madeni olup, fiilleri o uzuvdan vücuda
gelmiştir.
Tabii cins ki, bitkisel nefs olmuştur. O iki türü içine almıştır. Bir türünün gayesi, bedeni tedbir ile
korumaktır. Bu tür gıda işinde mutasarrıftır ki, bedenin bekası sonuna dek ona
gıda vermiştir. Büyümesi sonuna dek ona gelişme
vermiştir. Bu türün yeri ve fiilinin çıkışı karaciğer bulunmuştur. ikinci
türün gayesi bedenin o türünü korumak bilinmiştir. Bu tür tenasül
işinde mutasarrıftır ki, beden karışımından meni cevherini ayırıp, ondan
Hak'kın emri ile bedenin benzeri şekillenmiştir. Bu türün yeri
ve fiilini çıkışı tenasül organları bulunmuştur.
Nefsanî cins ki, ona hayvanî nefs
denilmiştir. O iki türe kuşatıcı bilinmiştir. Onun bir türü müdrike
kuvveti iki, bir tür hareket kuvveti bulunmuştur. Müdrike kuvveti ki,
iki kısımdır. Birine
dış ve birine iç denilmiştir.
Bedenin dışında idrak edici olan beş kuvvettir ki: Duyma, görme, koklama, tatma ve dokunmadır. Bedenin içinde idrak
eden dahi beş kuvvettir: His, hayal, fikir, vehim ve hafızadır. Bu tür
müdrikenin yeri ve fiilinin çıkışı dimağ bulunmuştur.
Ama hareket kuvveti bir türdür ki, hareketlerin başlangıcı hasebince
kısımlara bölünmüştür. Zira ki her bir adele, bir başka
tabiatta yaratılmıştır. Bir tür damarların hareketi
olup, bedenin kirişlerini,
titreşim ile kavrama ve salıvermeyle yayan kuvvetlerdir ki,
bunlarla mafsallar yayılıp, uzuvlar hareket
kılmıştır. Bu kuvvetlerin yerleri ve
menfezleri adalelere bitişik olan sinirler olmuştur. Bu hareket kuvvetinin
bir kısmı gazap kuvveti, bir kısmı şehvet kuvveti kılınmıştır.
Hayvanî nef
gazabına ârız olan, kavrama bilinmiştir. Şehvet de ona ârız olan yayılma bulunmuştur. Gazapla
şehvetin yerleri ve hareketlerinin çıkış yerleri yürek
kılınmıştır. Hakikatte bütün kuvvetlerin
başlangıcı yürek bulunmuştur. Lakin bu merkezler, nitelendirilen kuvvetlerin
fiillerinin ortaya çıkış yeri bulunduğundan her biri
başlangıç yeri adını almıştır. Nitekim hislerin başlangıç yeri dimağ iken yine her
his için tek bir uzuv olunmuştur. Zira ilk o hissin fiili kendine mahsus o uzuvdan
meydana çıkmıştır. ama bazı tek fiiller,
gıdayı hazmetmek gibi, tek bir kuvvet ile tamam olmuştur. Bazısı
yemek iştihası gibi iki kuvvetle kemalini bulmuştur. Zira ki bu iştiha
çekici bir kuvvetle, bir de hem midede konulan hassas kuvvetle tamam
olmuştur. Çekme kuvvetini uzun lif, rutubetle harekete geçirir.
Midenin girişindeki his kuvveti, bu işlemle iştihayı uyaran siyah köpüğü
ekşidir. Zira ik bu hisse bir âfet ârız olsa, acıkma ve iştiha bâtıl
olup gider. Sebeblerin müsebbibi Allah münezzehtir. Rablerin rabbi Allah münezzehtir.
insan bedeninde olan
tabii nefsi ve bitkisel nefsi, bunların hizmetçileri
bulunan kuvvetleri
ayrıntılı olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki,
anatomi bilginleri demişlerdir ki: Ana karnından dünyaya gelen çocuk,
dört can ile zinde olduğu halde doğmuştur. O dört ruhun birisi tabii nefs,
biri bitkisel nefs, biri hayvanî nefs ve biri insanî nefs
bilinmiştir.
Tabiî nefs: Bir
kuvvetten ibarettir ki, cismin cüzlerini koruyup, birbirinden
ayrılıp dağılmaktan mâni bulunmuştur. Bütün beden bu
nefsin yeri kılınmıştır. Bunun iki hizmetçisi
vardır. Birine hafiflik, birine ağırlık adı verilmiştir. Hafiflik o
kuvvettir ki, çevreye meyilli bulunmuştur. Ağırlık, onun aksidir ki, merkez
tarafına meyilli bulunmuştur.
Bitkisel nefs: Bir kuvvetten ibarettir ki, cismi, uzunluk,
genişlik ve derinlikte uzatıp, miktarını büyük
kılmıştır. Bu nefsin yeri kara ciğer olmuştur. Sözü edilen tabiî nefs, iki hizmetçisiyle birlikte
bu bitkisel nefsin hizmetini kılmıştır. Bitkisel nefsin,
bunlardan başka kendisi için dokuz yardımcısı dahi bulunmuştur: çekme
kuvveti, tutma kuvveti, hazmetme kuvveti, ayırt etme kuvveti, itme kuvveti, üreme kuvveti,
şekil verme kuvveti, gıda alma kuvveti ve büyüme kuvveti.
Çekme: Bir kuvvettir ki, faydalı gıdayı
dışarıdan cismin içine çeker, demişler. Bu kuvvet bu fiili, kendi yeri olan idenin üst
ağının uzun lifi ile işler.
Tutma: Bir kuvvettir ki, gıdayı içeride korur. Bu kuvvet
bu fiili, kendi yeri bulunan midenin alt ağzının enlemesine
kıvrık lifi ile eder.
Hazmetme: Bir kuvvettir ki, çekmenin çektiği, tutmanın
koruduğu faydalı gıdayı değiştirir. Onu bir kıvama getirir
ki, üremenin açıklanacak fiili için hazırlar. Kalanı karışıp,
uzuvların gıdası olur, gider. Bu işleme hazm adı verilir. Bu kuvvet, bu pişirme ve
karıştırmayı kendi yeri olan mide, karaciğer ve damarlar içinde onların hararetiyle
işler.
Ayırma: Bir kuvvettir ki, gıdayı içeride korur. Bu
kuvvet bu fiili, kendi yeri bulunan midenin alt ağzının enlemesine
kıvrık lifi ile eder.
İtme: Bir kuvvettir ki, gıdadan gıda almaya
layık olmayan fazlayı veya yeterli miktardan ziyade kalan fazlayı iki yoldan, ya ona
mutad olan menfezlerden çıkarır. Nitekim ağaçtan zamkı
çıkarır. Veya o ziyade yolan fazlayı, önemli azadan daha az
önemli azaya ve katıdan yumuşağa iter. Bu kuvvet bu fiilleri, mide altında
konulmuş olan enli ve sıkıcı lifin bir kirişinden toplamasıyle eder.
Üreme: Bir kuvvettir ki, en latif
gıdayı toplar. Ta ki ondan o cismin benzeri hâsıl ola. Nitekim o
toplama bitkilerde tohum, hayvanlarda nutfe denilmiştir. Bu kuvvet iki türdür
ki, bir türü erkek ve dişide meniyi doğurur. Bir türü, rahmin içine gelen nutfede olan
kuvvetleri, birbirinden ayırıp, her uzva mahsus bir mizaç hâsıl oluncaya dek
meczeder. Bu kuvvet, bu fiilleri, kendi yerleri olan beden damarlarında
işler.
Şekil verme: Bir kuvvettir ki, Hak'kın kudretiyle bütün
azanın teşekkül, karışım, miktar, yer, boşluk ve delikleri
sonlarına bağlı olan bütün işleri görüp, korumak için gıda türünde tasarruf sahibi olup, onu
cismin rengi eder. Bu kuvvet bu fiilleri, kendi yerleri olan atar damarlar
içinde eder.
Gıda alma: Bir kuvvettir ki, alınan gıdanın
benzerliğine çevirip, bedenden ayrılanın yerine verir. Bu
kuvvet bu fiilleri, kendi yerleri olan bütün azalarda eder.
Büyüme: Bir kuvvettir ki, cismin bütün
çaplarını tabii uygunluğu üzere ziyade eder. Büyümesinde imdat eder ki,
cisme giren gıda ile gelişir ve büyür. Bu kuvvet bu fiilleri, kendi
yerleri olan bedenin tümünde işler.
Bu iki nefs, adı geçen
hizmetçileriyle, açıklanacak hayvanî nefin hizmetçisi olmuştur. Hakîm ve
kadîr olan Allah'ın boyun eğdirmesiyle, o nefse boyun eğerek itaat
kılmıştır. Hayvanî nefs dahi, konuşucu nefsin binek ve atı olmuştur. (Bunu bizim
emrimize veren ve bizi onun emrinde etmeyen Allah münezzehtir. Şüphesiz biz Rabbimize
dönücüleriz.)
Üçüncü Madde
insan bedeninde olan hayvanî nefsi ve onun bedende olan
hizmetçilerinden
dıştaki beş duyuyu ayrıntılı
olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki:
Hayvanî nefs, bir kuvvetten ibarettir ki, o bedenin tümünde sirayet
kılmıştır. Beden onun ihtiyarıyle hareketli olup, hissiyle eşyayı
bilmiştir. Bu hayvanî nefsin yukarıda açıklanan hizmetçilerinden başka oniki
hizmetçisi dahi vardır ki; onu, on duyudur, biri
gazap ve biri şehvettir. On histen beşi bedenin dışınadır
ki, yerleri: Kulak, göz, burun, ağız ve bedenin tümüdür. Beşi bedenin içindedir ki;
onların yerleri, dimağ boşluklarıdır. Onlar: Ortak his, hayal, vehm, fik ve
hâfızadır. Bütün bu on histen her birinin özel bir şuğulu
vardır ki, onun işi o hizmettir.
Beş dış
hissin biri işitme kuvveti, biri görme kuvveti, biri koklama kuvveti, biri tatma
kuvveti ve biri dokunma kuvvetidir. İşitme kuvvetinin şuğulu budur
ki, sesleri ve harfleri işitip, birbirinden ayırt eder. Ancak bunun
vasıtasıyle kelam işitilip, anlanıp, intikal olunur. Bu
idrak, bu kuvvete mahsustur ki,
sair kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu işitmenin yeri, kulak içinde
sıvı olmuştur. O bir nohut kabı kadar zarf içinde latif buhar dolmuştur.
Görme kuvvetinin
şuğulu budur ki, şekilleri ve renkleri görüp, idrak eder ki; beyazı ve
siyahı, uzun ve kısayı, büyük ve küçüğü, uzak ve
yakını, güzel ve çirkini,
aydınlık ve karanlığı birbirinden fark edip
ayırmıştır. Bu idrak ise, bu kuvvetin kendine
özgü şanına gelmiştir ki, sair kuvvetler, bu işten âciz
kalmıştır. Bu kuvvetin yeri, gözbebeği olmuştur.
Koklama kuvvetinin
şuğulu bu olmuştur ki, güzel kokuları ve kötü kokuları
idrak edip, birbirinden
fark edip, ayırmıştır. Bu idraki bu özel kuvvet almıştır
ki, sair kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu kuvvetin
yeri, dimağın önünde
meme ucu gibi iki pâre et gelmiştir.
Tatma kuvvetinin
şuğulu, eşyanın tadını tatmaktır. Şu
halde acıyı tatlıdan, ekşiyi tuzludan
ayırmaktır. Bütün yiyecek ve meyvelerin tat ve lezzetleri idrakine yetmek bu
kuvvete mahsus olmuştur. Bu idrak ancak bu kuvvetin şanına
gelmiştir ki, sair kuvvetler bu tat ve lezzetten âciz
kalmıştır. Bu kuvvetin yeri,
boğaz içi ile di üstüne yayılmış olan adale olmuştur. Dokunma kuvvetinin
şuğulu budur ki, yumuşağı sertten,
sıcağı soğuktan, yaşı kurudan, hafifi
ağırdan teşhis edip, ayırmıştır. Bu idrak ise ancak bu kuvvetle vücuda gelmiştir ki, sair
kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu kuvvetin yeri, bedenin
dışının tümü olmuştur. Lakin el ayasında ve parmaklarda ziyade ortaya
çıkıp başın ortasında kemalini bulmuştur.
Bu konum ve düzen, o yaratıcı
Allah'ın kudretinin kemalini, nimet vericiliğinin nimetini
açıklamıştır. Hayret ediciler bu
sanattan nice ibret almıştır.
Dördüncü Madde
Hayvanî nefsin insan
bedeninde olan beyan olunan hizmetçilerinden beş iç
duyguyu
ayrıntılı olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi
bilginleri demişlerdir ki: Dimağın üç boşluğunda olan beş iç
hissin biri müşterek his, biri hayal kuvveti, biri fikretme kuvveti, biri vehmetme kuvvet
i ve biri hafıza kuvvetidir.
Müşterek his kuvveti: ilk
hizmetçidir. Buna iki mânâ yönünden müşterek his denilmiştir. Birinci mânâ budur
ki, iki gözün idrak eylediği bir nesnenin sureti, müşterek hisde yine bir
müşahade kılmıştır. Zira ki bir kimsenin gözüyle müşterek hissi
arasında bir bozulma vâki olsa, o kimse şaşı olup, bir nesneyi iki görmüştür. İkinci
mânâsı budur ki, müşterek his, dış hislerin sonunda ve iç hislerin
evvelinde aracı olduğundan, dış hisler ile idrak olunan eşya, önce bu
müşterek hisse gelip, o nehirler bu denizde toplandıkta; ondan iç hislere
ulaşmıştır. Kalbe gelen fikirler, önce dimağa çıkıp, onda olan hisleri geçip bu müşterek hisse
gelip, o pınar ve kaynaklar ona doldukta; ondan dış hislere
ulaşmıştır. Şu halde onun için bu kuvvete üşüterek his denilmiştir. Bunun
şuğulu, yazılan tercümanlık bulunmuştur. Bu kuvvetin şanı, bir tercümanlık
bilinmiştir ki, sair kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu kuvvetin
yeri, fiilin başlangıcı beyan olunduğu üzere üç boşluktan birinci
boşluğun ön cüzü olmuştur.
ikincisi hayal kuvvetidir. Bunun
işi ve sanatı budur ki, dış hislerden bir nesne idrak olunsa, mesela bir kimseyi
görmüş bulunsa, o kimse hazır bulunmasa, bu hayal kuvveti, onu
kayıp iken müşahede edebilir. Yahut bir kimse bir şehri seyredip, bir
başka yere gitmiş olsa, o şehri murat eyledikçe, gaip iken müşahede
edebilir. Çünkü hayalin işi, hayal emekle mânâları idraktir. Şu halde
hakikatte hayal, kâtib misalidir ki, mânâları suretten uzak etmek onun halidir. Yani
madem ki bir kelam, telaffuzla suret bulmadıkça mânâsı hâsıl
olmaz ve bir kimseye ulaşmaz. Lakin suretsiz, kâtip, suret ve lafız olan mânâları
gayriye ulaştırabilir. Bunun gibi hayal de, sureti hazır olmayan
eşyayı, diğer hislere gösterebilir. Bu mânâların idraki, bu kuvvete mahsus
olmuştur. diğer kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu hayal
kuvvetinin yeri ve fiilinin başlangıcı, müşterek hissin arkasında, ona bitişik olan
birinci boşluğun diğer cüzü olmuştur.
Üçüncüsü fikretme kuvvetidir. Eğer
bunu, insanî konuşma kuvveti kendi faydasına kullanırsa, o anda
bu kuvvete mütefekkire, müfekkire, mutasarrıfa ve zâkire derler. Eğer hayvanî vehmetme kuvveti bunu
kullanıp, onun fiili için hazır olursa, o durumda bu kuvvete, hayal etme derler.
Bu fikretme kuvvetinin işi budur ki dış ve iç hislerden
hafıza kuvvetide her ne yazılış ise, bu, o şekilleri görüp, okur. Bu kuvvetle, birinci ve ikinci
kuvvetlerin farkı budur ki, hissolunanlardan çıkarak onlara
gelenleri ancak biri kabul ve toplayıp, biri o toplamı hıfzeder Lakin bu
üçüncü kuvvet, ikinci kuvvette olan suretlere mutasarrıf olduktan başka o suretlere
uygun ve uygunsuz olan muhalleri dahi hazır edebilir. Onun için bu fikretme kuvveti,
vehmetmeye âlet gibi gelmiştir. Bu idrak ancak buna mahsus olmuştur
ki, sair kuvvetler bu sanattan âciz kalmıştır. Bu fikretmenin yeri ve
fiilinin başlangıcı, dimağdan orta boşluğun ön cüzü olmuştur.
Dördüncü vehmetme kuvvetidir ki, bunun şuğulu ve
sanatı odur ki, gördüğü ve görmediği nesneleri, doğruyu ve yalanı nefse
gösterir. Şehadetler âleminde (dünyada) sureti olan ve olmayan mânâları idrak eder
bulunmuştur. Vehmetme kuvveti, mesela âlemde yüzbin güneş vehmedebilir. Halbuki
âlemde ütrü ferdine münhasır olan güneş, birden ziyade
değildir. Veyahut cıvadan bin deniz vehmeder. Halbuki biri dahi bulunmaz. Veyahut altın ve
gümüşten ve türlü cevherlerden binlerce tepe ve dağ vehmedebilir. Halbuki
âlemde iri dahi olmaz. konuşmayan hayvanın aklı, ancak bu
vehmetme kuvvetidir ki, bununla kuzu, bir sürüde annesi benzeri bin koyun içinde kendi
annesini bilir. Çobanın sadakatiyle kurdun
düşmanlığını bu kuvvetle hissedip, bilir. Şu halde bu vehmetme kuvveti diğer hayvanlardan insana
mahsus olan akıl makamında olur. Zira ki hisle değil akılla
algılanan sadakat ve düşmanlığı, koç, vehmetmenin hükmüyle bilir. İnsan dahi bu kuvvetin
bazı hükümlerine tâbi olup, hayvanlık eder. Zira ki vehmetme kuvveti, hayal
etme kuvvetini kullanıp, olan duruma aykırı ve işin
gerçeğine ters nice yollara gider Nice yalancı hayaller icat eder ki, akıl hükmünce muhal ve
âtıldır. Nakil hükmünde sapık ve bâtıldır. Onun için vehmetme
kuvvetine beden şeytanı adı vermişlerdir. Zira ki beden kuvvetlerinin tümü, insan
aklının hükmü altında emriyle gitmişlerdir. illa ki, vehmetme insana itaatkâr ve
boyun eğici değildi. Nice ki Rahman'ın mekleklerinin tümü, hazreti
Adem'e secde etmişlerdir, ancak iblis ona secde eder değildir.
Habib-i Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem hazretleri, hadis-i şerifte0 "Her
doğan ki, ana rahminden dünyaya gelir. Onunla şeytanı beraber doğar,"
buyurduğu vehmetme kuvvetinden kinayedir, demişler. İra ki vehmetme
kuvveti, yalan söylemekten ve eşyayı ters gösterip, hile yapmaktan asla hâli
kalmaz. Onun tasallutu oldukta; aklın hükmü kalmaz. Vehmin fehme galebesinden
Allah'a sığınırız. Bu kuvvetin yeri, dimağı tümüdür. Lakin fiilinin
başlangıcı, orta boşluğun sonu olmuştur.
Beşincisi hâfıza kuvvetidir. Bu kuvvet levhaya benzer
olmuştur. İnsanın levh-i mahfuzu bilinmiştir. Zira ki iç ve dış
hisler, buna her ne şekil ve suret gelirse, onun nakşı olduğu gibi bu levha
üzerinde sâbit olup, görünmüştür. Mesela iki kimse birbirini bir kere görmüş
olsalar, sonra bir dahi görüşmeseler, elbette birbirini tanıyıp
bilirler. Zira ki önce görüştüğünde, ikisinin de sureti hâfıza
kuvvetlerinde resim ve nakşolunmuştu. Şu halde o evvelki nakş ki,
hâfızalarda yazılmıştı. Bu ikinci kerede yazılan nakşa tatbik olunduğunda, iki
nakş uygun gelip, beraber olurlar. Ondan bilir ki, bundan önce bir dahi
görüşmüşlerdir. Bu hâfıza kuvveti, hissolunan ve olunmayan suretlerden,vehmetme
kuvvetine gelen mânâların hazinesi bulunmuştur. Nitekim hissolunan
suretler müşterek hisse gelen mânâların hazinesi hayal bilinmiştir. Bu
hıfz, ancak bu kuvvete mahsustur ki, sair kuvvetler bu işten me'yustur. Bu
hâfızanın yeri ve fiilinin başlangıcı, dimağın üç
karnından son karnının cüzünün başlangıcıdır. Şu halde hakikatte bu
hâfıza kuvveti yazılmış bir levha misalidir. Fikretme kuvveti onu okuyan âlim gibidir. Hayal kuvveti
kâtip misalidir, vehmetme kuvveti şeytan gibidir, müşterek his
bir deniz misalidir ki, dış nehirler ve iç kaynakların hem
toplamı, hem taksim edicisi bulunmuştur. Hemen yukarıda
açıklanmıştır. Beden şehrinin sultanı insanî ruh, nefsler ve kuvvetleri onun avanesi bilinmiştir.
NAZM
Tenin şehr oldu canın pâdişahı
Gönlün arş ve dimağın tahtgâhı
Hayalin kâtib hıfzın çü defter
Ulûm-u fikr o defterde musavver
Ases akl ve behimî nefs
bîdad
Çü şeytan vâhime
aşk oldu cellad
(Tenin şehir oldu,
canın onun padişahı. Gönlün arş, dimağın onun tahtgâhıdır.
Hayalin kâtib, hıfın defterdir. Fikrin ilimleri o defterde şekillenmiştir. Polisi
akıldır. Hayvanî, adaletsiz nefstir. Vehmetme şeytan gibidir. Aşksa cellat gibidir.)
Hayvanî nefsin insan
bedeninde bulunan bu hizmetçilerinden, ahlakın kaynağı
olan asabî kuvveti ve
şehvanî kuvveti ayrıntılı olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi
bilginleri demişlerdir ki: Her bir hareket ki o, muzırı def için veya
gayre üstünlük için hayvanî nefsten yürekte meydana gelmiştir; o hareketin
ismi gazap kuvveti olmuştur. Bu gazap, o def ve galebeyi, kendisine şuğul
ve rehber kılmıştır. Bunun yeri ve fiilinin başlangıcı yürek
olmuştur. Gazabın itidali şecaattir ki, onunla öne alınacak işler, öne
alınmıştır. O övülmüş ahlak olup, şeriat ve
mürüvvette makbul bulunmuştur. Gazabın
ifratı, tehevvürdür ki, onunla öne alınmayacak iş, öne
alınmıştır. O, kötü ahlak bilinmiştir. Gazabın
azlığı cübündür. Onunla öne alınacak işlerden
imtina olunmuştur. Bu kötü ahlak, tehevvür gibi bulunmuştur.
Her bir hareket ki, o menfaati çekmek
için veya lezzeti istemek için hayvanî nefsten yürekte
bulunmuştur.O harekete şehvet kuvveti denilmiştir. Bu şehvetin şuğulu ve
sanatı o çekme ve isteme bilinmiştir. Bunun dahi yeri ve filinin
başlangıcı yürek fiili bulunmuştur. Bu şehvetin
itidali iffettir ki, onunla şeriat ve
mürüvvete uygun olan arzulara girişilmiştir. Bu iyi ahlak, güzel bulunmuştur. Şehvetin
ifratı şerehtir ki, onunla şeriat ve mürüvvete uygun gelmeyen arzulara
girişilmiştir. O kötü ahlak bulunmuştur. Şehvetin
azlığı hamuttur ki, onunla yararlanılması lazım
gelen arzuları edadan kusur olunmuştur.
Bu kötü ahlak,onun gibi kötü bilinmiştir. Şu halde eğer gazap kuvveti
ve şehevhi kuvvet, açıklanacak insani nefsin hükmü altına gelip, köleler gibi
her durumda emrine itaatli ve boyun eğici oldularsa, ikisi dahi itidal bulup, iki
iyi ahlak hâsıl olur ki, biri şecaat, biri iffettir. Gazap ve
şehvete üstün ve mâlik olan insâni, nefs, hür ve olgundur. Eğer iş, aksine dönüp, gazap ve
şehvet insani nefsin üzerie üstün gelip, onu hükümleri altına alıp, köleler
gibi kullandılarsa, o zaman gazap ve şehve itidalden kalıp, ikisinden dört
kötü ahlak vücuda gelir ki, onlar: Tehevvür, cübün, şereh ve hamuttur. Nice
kötü ahlak, bu dördünden doğup, çoğalır. Gazap ve şehvete
mağlup olan insanî nefs, esir ve eksiktir ki, kendini bilmez. Cahildir. Mevla'sından dahi
gâfildir.
Çün nefs-i behimî kuluyuz kıl bizi âzad
Kul eyle sana kıl gazab ve şehvete mâlik
insan bedeninde mutasarrıf olan dört nefin sonuncusu
insanî nefsi,
hizmetçileriyle hakimâne bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:
Konuşan insanî nefs ki, insanî ruh ve rabbanî emridir. O bir cevherdir ki, kendi zatında her maddeden mücerret iken aşk
ile bağlandığı bedenin işlerini tedbir için hayvanî nefsin yeri olan
yüreğin ortasında bulunan siyah nokta süveydada hayvanî nefs ile
yakınlaşmış ve kucaklaşmıştır. Onun
vasıtasıyle beden cüzlerenin tümünde mutasarrıf
olmağa yer bulmuştur. Zira ki toprak cisim gayet kesif, pak ruh gayet latif ve
hayvaî nefs önemli ve önemsiz arasında olduğundan ikisinin arasında
aracı olmuştur. Bununla kesif bedene milli olan latif ruh münasebet kazanmıştır. Hayvanî nefs ile
kucaklaşmaktan bu ulvi ruhun ismi gönül olmuştur. Bu şerifli nefsin bir semtini,
hayvanî nefsin kesafeti karanlık kılmıştır. Onun için Cemal'in
aynası ve Zü'l-Celal'in nazargâhı olmuştur. Bu mertebe itibar, izzet ve şeref
bulmuştur. lakin bu ayna, hayvanî sıflarla tozlanmıştır. Enâniyet
kılıfında örtülü kalmıştır. Onun içi bu ruh, kendini bilmez ve Mevla'yı bulmaz olmuştur.
Kendi âleminden yüz çevirmiştir. hayvanî nefsin hükmü altına gelmiştir.
Kendi hizmetçisinin hizetinde esir olup kalmıştır. Halbuki sözü edilen
üç nefs, hizmetçilerle bile bu insanî nefs sultanı için, beden memleketine
hizmetçiler ve reaya gelmiştir. Bu sultanın bunca hizmetçisinden başka
üç özel hizmetçisi dahi vardır ki, biri nutuk, biri nazarî akıl ve biri amelî
akıldır.
Nutuk, bir idrak kuvvetidir ki, onunla mânâların incelikleri
birbirinden fark edilip, seçilir. Bu nutkun itidali
hikmettir ki, onunla sevap hatadan fark olunmuştur. Nutkun
ifratı cerbezedir ki, anlaşılması mümkün olmayan mânâların idraki arzu
kılınmıştır. Nutkun azlığı, belâdettir
ki, onunla hayır şerden farkolunmaz,
ikisi eşit bilinmiştir. Şu halde nutkun durum ve şânı mânâları idraktir.
Nazarî aklın iş ve sanatı, nizam ve işleri
tasavvur etmektir. Mesela bina olacak imaretleri, önce bu nazari akıl tasavvur eder ki, kaç
oda ve kaç penceresi olmak lazımdır hepsini münasebeti ile tasavvur
eder ki, bunun işi budur.
Amelî aklın şuğul ve rehberi budur ki, nutkun
idrakini ve nazari akıl ile tasavvurunu kuvvetten fiile getirip, amel etmiştir. Şu
halde bu yeryüzünde olan bütün şehir ve kasabalarda bulunan binalar, sanatlar,
zinetler, lisanlar, lügatlar, yiyecekler, giyecekler, kitaplar,
ilimler,nakışlar, çizgiler, bostanlar, umumî ve hususî âdetler ki, âlemde
vardır; hepsi nutuk kuvvetinden ve nazarî akıl kuvveti ile vücut bulmuştur.
Ameli aklın onlara itaatinden bilfiil vücude gelmiştir. Nitekim bu
yaratıklar âlemi o emirler âleminden ortaya çıkmıştır. Bunun gibi
adı geçen eşyalar, nazarî akıldan ve nutuk kuvvetinden amelî akıl vasıtası ile vücuda
gelip, bu nizamı bulmuştur. Zira ki, amelî akıl ise nazarî akıl
bilinmiştir. Hepsi ona boyun eğici ve itaatli bulunmuştu. Şu halde kendisine hizmet
edilen bu mükerrem insanî nefs bedende bulunan hizmetçileri tamamen yirmisekiz
kuvvettir ki,
açıklanmıştır. Bu insanî nefse gölge akıl
odur ki, o akıl, vacib'ül-vücut olan Allah'ın nurundan vücut bulmuştur. Bu küllî
akıl, izafî ruh ve ilâhî aşk namını almıştır. Şu halde
iradî ölümle bu nefsten fena bulan o ruh ile zinde olmuştur. Her ne ki âlemde vardır, kendi vücudunda
bulunmuştur Gönül yüzünde enaniyet perdesi
kalkıp, kedini ve rabbini bilmiştir. Ruhu, dolunay gibi zevalsiz güneşe mukabil gelmiştir. Gönlü
nûr, huzur ve sürûr ile dolmuştur. Bu cihan görüntülerinden, bu cisim ve candan
geçip, kal âlemine göçüp aslî vatanına dönmüştür. Nereden gelip
gittiğini bilip, muradını alıp, olmazdan evvel olup, ebedî ahayt
bulup, düşmandan kurtulup, dostu ile kalmıştır. Meselâ insan bedeni bir duvar
benzeridir ki, onun bir semti mücerret kayıplar âlemi, öbür semti şehadet
alemidir. O duvarı yenilenmesi ve tamiri, yeme ve içme uyku ile gün gün adettir. Onun
kalınlığı içinde bin kadar boş çatlaklar
ve değişik açıları vardır ki; kemik boşlukları ve damarlara işarettir. O
duvarın gayıp semtinde bir ayna konulmuştur ki,o gönülden ibarettir. Onun billûr yüzü gayba
yöneliktir ki,o durum insanî ruhtur. Billûrun arkası duvar içinde gölgelidir
ki, onu gazap ve şehvet sarmıştır. Aynanın arkası
o yalımlı lambanın mekanıdır ki, hayvanî ruh misalidir. Onun bekası fitili ile yağın
kavuşması zamanıdır ki,onlar hararet ve ruhî rutubettir. O lambanın nuru, hisler
ve kuvvetlerdir ki, duvarın açıları ve yarıkları
onunla aydınlanmıştır. O bütün azaların hayatıdır. O duvarın
şehadet semtinde beş penceresi açık olup, onlar beş ruhî ış duyudur. O aynanın
yüzüne tozlar durulmuştur ki, kötü ahlaktan ona bulanıklık gelmiştir. Kendi
kılıfında örtülmüştür ki, enaniyetinde mahcup ve şaşkın
kalmıştır. O halde, onun için gazap
şehvetine mağlup ve enaniyetinde mahcup olan
gönül, kendi nefsini cahildir ve Mevlasından gafildir. Kendini
duvar ve lamba anladığı bâtıl bir hayaldir. O ancak beş pencereden
duvarın yüzüne eğiktir. Açık durumlar ise uyuyanın uykusu ve gidenin gölgesidir. Çünkü o
aynanın kılıfı kendisi ile gayp âlemi arasında gölgedir. Şu halde o
âlemden tamamıyle yüz çevirmekle zuhur etmiştir. Halkı tarafına
dönücü ve beş his penceresinden şehadet âlemine tam bir iltifatla yönelik ve
meyledicidir. Zira ki o gönül, bu dalı kök ve bu ayrılığı
kavuşma, bu bulanığı saf ve bu karanlığı
aydınlık, bu gurbeti vatan ve bu mezbeleyi mesken, bu
gerilemeyi ilerleme ve bu noksanı kemal, bu nikbeti nimet ve bu hapishaneyi
cennet sanıp, bu gurur dünyası ile mağrur olmuştur. Hayvanî
nefsin esiri olup, kötü ahlakı ile dolmuştur. İnsan suretinde hayvan olup, iki
âlemde ör kalmıştır. Enaniyet gölgesi ile cehalet karanlığında
şaşkın olmuştur. Hakk'ı anmaktan yüz çevirip, nefsanî vesveselerle belasını bulmuştur. Cemiyet nimetinden
mahrum olup, tefrika gazabına düşüp kalmıştır. Hakk'ın
huzurunda uzak olup, masiva fikirlerine dalmıştır. Ömrünün vakitlerini ziyan edip, kendini
yüksekten alçağa salmıştır. Zira ki Mevlâ'nın huzurundan
düşmanın kucağına gelmiştir. Eşyanın en lezzetlilerini verip, dünya nimetini
almıştır. işimiz hemen Hakk'ın hidayetine kalmıştır.
NAZIM
Ahir-i dirhem ki hemdir ahir-i dinar nâr
Ahir-i devlet ki lettir âhir-i timâr mâr
Zevk-i ruhâniden ol kim meyl-i zevk-i cism eder
Saltanattan eylemiştir irtikâb-ı zül-ü dâr
Iz ve câh-ı fâniyi bil zül-ü akl ve çah-ı cân
Ey azîzim çâh-ı zilletten hazer kıl zinhâr
Gazaba ve şehvet, nefse galip olur ve cihan nimetinden kendi
âlemine kaçar. Mevlâ'nın muhabbet ve marifetini talip olan gönül enaniyet
perdesini yırtıcı ve açıcı, nefsini ve Rabbini
müahedeci ve ârif, bütün durumlarla anlatmıştır ki, gayp semasının nûrû o
aynaya ulaşır. Ve kendisini ayın gözü
bilmiştir ki, vacib'ü-l vücudun
güneşine karşıdır. Küllî aklın
ışığını kendinde bulmuştur ki, âleme
şamildir. Küllî akıl ise ruhalrı vatanı benzerlerin aslıdır ki, onu
bulan ârif ve Rabbi'ne ulaşıcıdır. Her muradı onunla
hâsıldır. Şu halde o gönül ki, kendi âleminde bu devlete
naildir. O duvar, lamba ve aynadan
geçmiş dolunaydır.
NAZIM
Gnöül hülasa-i âlemsin esfer-i eflak
Veli ne faide kim kendin etmedin idrak
Çü âfitab-ı ıyansın
zemin-i tende nihan
Misal-i gevherkânsın mekarin-i kül
ve hâk
Cemal-i aşk-i ilâhî için bir
âyinesin
Veli ne hâsıl ol âyineden ki
olmaya pâk
Vücud-u cümle cihandan garaz vücudundur
Femâ tekünü fi'l-kevn keenne levlak
Cümle seninle olur
şâd ve hurrem ve handan
Niçin yatıp
oturursun hemişe sen gamnâk
O ruhu nur-u basit anla
mevc-i bahr-i muhit
Bu cismi ko ki budur zulme
ve has ve hâşâk
Hayat buldu o kim bildi
nefsin ey Hakkı
Kim olduğun bilen
asla ne gam görür ve helâk
(Gönül, âlemin
hülasasısın ve feleklerin tacısın. Fakat ne fayda ki, kendini idrak etmedin. Güneş gibi
açıksın, ten zemininde gizlisin. Benzersiz bir cevhersin, gül ve toprakla birliksin. İlâhî
aşkın cemali için bir aynasın. Fakat pak olmayana aynadan ne hâsıl olur. Bütün cihanı varlığından maksat, senin
varlığındır. Sen
olmasaydın cihanda hiçbir şey olmazdı. Cihan
seninle şâd, sevinçli ve handan olur. Niçin sürekli gam çekerek yatıp
oturursun?Y O ruhu,basit bir nur anla, okyanus dalgası bil. Bu cismi kor ki, budur
karanlık, yararsız ot ve çerçöp. O ki nefsini bildi, hayat buldu ey
Hakkı! Kim olduğunu bilen asla ne gam ne helak görür.)