28-BÖLÜM:028:
ONUNCU BÖLÜM
Bileşiklerin oluşum keyfiyetini, yani tam bileşik
cisimler olan üç bileşiği (mevalid-i selâse) ki maden, bitki ve hayvandır. Hepsini yedi madde ile açıklar.
Tabiilerden bulunan
bileşikleri tümünün asıllarını ve maddelerini; tam
mürekkep cisimlerin
cinslerini ve nevilerini toplucu bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar
demişlerdir ki: Oluşum ve bozuşum âlemi içinde meydana gelen atmosfer ve üç
bileşik, yüksek babaların aşağı analarda bulunan tesirlerinin
neticesidir. Yani ay feleğinin içinde vücuda gelen bileşik cisimlerin tamı
ve tam olmayanı, bütün yedi gezegen yıldızın dört unsurda olan tesirlerinden
hâsıldır. Yedi gezegen ise, gece gündüz, Hak'kın emrine itaatkâr ve boyun eğicidir. Hepsi onun güç ve kuvveti ile hareketli ve tesirlidir. Nitekim
Nazm-ı Kerim'inde buyurmuştur: "Güneşi, ayı ve yıldızları,
Allah, emrine bağlı kıldı. dikkat ediniz ki, hem yaratmak hem de emretmek
ona mahsustur. Alemlerin Rabbi olan Allah
ne kadar yücedir."(7/54)
BEYT
Çün yedi erden müdam hâmiledir çâr-zen
Tıfl-ı mevâlid hem
doğmadadır dembedem
(Yedi erkekten dört kadın sürekli hamiledir. Üç bileşik
çocuk sürekli doğmaktadır.)
Dört unsur ki, ateş, su, hava ve topraktır. Bu dördün
birbiri ile kaynaşıp birleşmesinden meydana gelen tam bileşik cisimlerin,
yani üç bileşiğin birincisi maden cinsidir ki, taş
nevileri dahi ondandır. Başlangıçta dumanlar ve buharlar, unsurlara geçer
ve değişir. Ama dumanlar yerin incelikleridir ki, güneşin
ısıtması ile havaya yükselir, onunla karışır. Buharlar, nehir ve deniz
sularının incelikleridir ki, yine güneşin
ısıtması ile havaya çıkıp onunla
karışır. Buhar ve dumandan yarı bileşikler oluşur ki, yukarıda açıklanan
atmosferdir. Suların özleri karlar ve yağmurlardır ki, yerin karnına
çekildiğinde, orada toprak parçaları ile karışarak koyulaşır. Bundan sonra yerin
derinliğine sirayet eden güneşin harareti o koyulaşan özleri kaynatarak maden,
bitki ve hayan maddesi eder. Bu üç bileşik ancak birbirine
şaşırtıcı bir tertiple, lâtif nizamla suret bulmuştur. Bütün bunları
yapın, zalimlerin söylediklerinden yüce olan, Allah'dır.
Bu kâinatın ilk mertebeleri kesif
topraktır. Son mertebeleri temiz nefstir ki, gayet lâtiftir. Zira ki madenlerin
evveli toprak ve suya, sonu bitkiye bitişiktir. Bitkileri nevveli
madene ve sonu hayvana bitişiktir. Hayvanların evveli bitkiye ve sonu
insana bitişiktir. İnsanî nefislerin evveli hayvan ve sonu melekî temiz
nefislere ulaşır. Olgunluğu ancak onda hâsıldır.
NAZM
Bu kâinat-ı cihan hep tebeddül
eyler ümîd
Semadan arza dek ve zerrelerle tâ
hurşîd
Cihan kevn ve fesâd içre cümle
rağbetle
Kemalini talib eyler mürebbiden cavid
Kemal-i hak nebat ve
kemal-i hayvandır
Kemal-i hayvan
insandır oldur asl-ı nüvîd
Kemal-i âde olur hem
visâl-i aşk-ı cemil
Ki oldur asl-ı
muradât gayet-i her ümid
Çü bahr-i mevc olur
ondan buhar ve gıym ve matar
Matar ki sel olur
aslın bulur garib ve bayid
Çü aşk seyreder
eşyayı devreder daim
Her anda kevn ve fesad
oldu başka halk-ı cedîd
O ki cihanı bu
hikmetle seyreder Hakkı
Ol ehl-i dildir o
vası-i dil oldu arş-ı mecîd
(Bu cihan kâinatı
ümit hep değiştirir; gökten yere dek zerrelerle ta güneşe. Hepsi,
oluşum ve bozuşum cihanı içire rağbetle, daii Mürebbi'den kemalini ister.
Toprağın kemali bitkidir, bitkinin kemali hayvandır, hayvanın kemali
insandır; müjdenin aslı odur. İnsanın kemali, Celil'in aşkına
ulaşmaktır ki odur muratların aslı ve her ümidin gayesi. Çünkü
dalgalı deniz olur
ve ondan buhar, bulut, yağmur ve ysel olur, aslını bulur ve uzak ve yakın.
Aşk, eşyayı seyreder ve sürekli devreder. Oluşum ve bozuşum her anda
yeni ve başka bir yaratılış oldu. Ey Hakkı! O ki,
cihanı bu hikmetle seyreder; o,
gönül ehlidir.O geniş gönül, Mecid'in arşı oldu.)
Üç bileşiğin
ilki olan madenlerin durumlarını ayrıntılı olarak ve
çeşitlerin toplu
olarak bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki,
filozoflar demişlerdir ki: Üç bileşiğin
başlangıcı bulunan madenlerin
cümlesi, yerin içinde hapsolan buhar ve dumanlardan oluşan cisimlerdir
ki, nicelik ve nitelikte muhtelif bulunan karışımlar ve bileşimler
olmuştur. Eğer bileşimi kavi olup, çekiş kabul ederse, yedi
meşhur cisimdir ki:
Altın, gümüş, bakır, kalay, demir, kurşun ve tunçtur. Bileşimi kavi olup,
çekiçle ezilmezse, taş cinsidir ki: Elmas, la'l, yakut, zümrüt, zebercet, seylan
ve pîruze gibidir.
Eğer buhar, duman
üzere üstün gelirse; yeşim, mermer, billur, civa vesair şeffaf olan
cevherler oluşur. Eğer duman buhar üzere üstün olursa; tuz, karbonat, kükürt,
nişadır ve şap gibi. Bazı taşlar, rutubetle çözülür; tuzlu cisimler gibi.
Bazısı ateşle çözülür; kalsiyum ve kükürt gibi. Yumuşak ise,
cıva olur.
Bütün madenlerin
asılları, bir miktar yer içinde oluşup durdukta; onlardan füruu,
asırların geçmesiyle zeminin dibine girip ve inip gitmektedir. Nitekim bütün bitkilerin
ve ağaçların asılları, yerin altında oluşup, bir süre durduktan sonra
onlardan füruu ve dalları zamanların geçmesiyle havaya çıkmaktadır.
Yedi meşhur cismin
oluşumu, ancak cıva ile kükürtün nicelik ve nitelikte farklılıklarından
ve karışmalarından hâsıl olur. Cıvanın oluşumu, o su parçalarındandır ki,
toprağın ince parçalarına karışıp, yüksek
hareketle kaynaşmıştır.
Kükürt ise, şiddetli hareketle karşılaşan ve su toprak parçalarından oluştur ki,
sıcaktan yağ gibi olmuştur.
Şeffaf ve katı cisimlerin
oluşumu; o tatlı sulardandır ki, madenlerde sert taşlar içinde nice bin yıl
uzun bekleyişle safa bulup, madeni, hareketinden taşlaşmıştır.
Şeffaf olmayan cisimlerin oluşumu; o yapışkan çamurla suyun
kaynaşmasındandır ki,
güneşin harareti ona, nice bin sene tesir etmiştir. Rutubetle ayrışan cisimlerin
oluşumu; yerin yakıcı ve kuru maddelerine suyun şiddetli
karışımından hâsıl olur.
Yağlı cisimlerin
oluşumu; yerin içinde bekleyen rutubetlerdendir ki, madenin hararetiyle incelip ve çözülüp,
bölgenin toprağına karıştığında, madenin harareti onu, pişirmekle
yağ gibi koyu olmuştur. Şu halde altın madeni, dağlar içinde ve
yumuşak taşlı, kumlu yerlerde oluşur. Gümüş ve benzerleri, dağların içinde
yumuşak toprak ile karışan taşlar içine oluşurlar. Kükürt madenleri;
nemli, ıslak, yağlı ve yumuşak toprakta oluşurlar. Tuz, yumuşak
yerlerde hâsıl olur. Kireç madeni, kireç ile karışan kumlu yerlerde
oluşur. Zaclar ve şaplar, kıraç ve sert yerlerde vücuda gelirler.
Bu kıyas üzere her maden, bir bölgeye mahsus
bulunmuştur. O madenin oluşumu, o bölgenin özelliklerinden bilinmiştir. Tek tek
çok olmalarına rağmen, madenler üç neve münhasır
kılınmıştır: Katı madenler, taş madenler, yağlı madenler.
Madenlerden katı cisimlerin oluşumunu,
tabiatlarını ve vasıflarını
bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Üç tür
madenden evvelkisi katılardır ki, adı geçen yedi meşhur
cisimdir. Onların hepsi ancak kükürtler ile cıvadan oluşurlar. Eğer kükürt
ve cıva saf olup, biribirine tamamen kaynaştılarsa, yer, suyun rutubetini
çeker ki; o kükürt, o cıvanın rutubetini emdiyse ve o kükürtün boyama gücü
olup, cıva ile uygun bir ölçü bulduysa, madeni, hararetiyle nice bin yıl
pişip yandıysa, o kaynaşıp sarı altın olur. Eğer kükürt ve
cıva safî olup, tamamen karıştıysa, ölçüleri de uygun gelip uzun zamanda pişip yandılarsa ve
kükürt beyaz olup, rutubetten kaldıysa, o kaynaşıp, beyaz gümüş
olur. Eğer pişmezden önce ona soğuk isabet ederse, kaynaşıp tunç olur. Eğer
cıva saf ve kükürt bozuk olup, piştiyse bakır oluşur. Eğer bozuk kükürt
yanmadıysa, kalay oluşur. Eğer kükürt ve cıva ikisi de bozuk olursa, kurşun
hâsıl olur.
Şu halde katı madenlere ârız olan
farklılık, kükürt nevileriyle cıvanın ya niceliklerinden veya keyfiyetlerinden hâsıl olduğu
tecrübe ile bilinmiştir. Ama katıların sultanı bulunan altının
tabiati sıcak, yumuşak ve latiftir. Ateşle yanmaz. Su zerreciklerinin toprak zerreciklerine
şiddetli kaynaşmasından, ayrışmasına ateş
bile kâdir olmaz. Toprak içinde bin yıl kalsa çürümez, paslanmaz. Rengi sarı ve berraktır.
Tabiatı tatlı, kokusu hoştur. Cismi paktır. Lekesi
olmaz. Ağırdır. Kendi güzeldir. Değerlidir. Şu halde tabii harareti, ateş rengi sarılığı
olduğundandır. Yumuşaklığı, yağlılığı fazla olduğundandır.
Berraklığı, suyu saf kaldığındandır.
Tadının tatlılığı ve kokusunun temizliği
kükürtünün saf olduğundandır.
Letafet ve nezafeti, cıvası saf ve pak olduğundandır.
Ağırlığı, topraktan olmasındandır. Güzellik ve değeri, tabii nefsin ona
şua saldığındandır. Bu sarı altın, nakittir. İki cihanın ender sermayesidir. Eşyanın en değerlisidir.
Hüda'nın nimetlerinin en şereflisidir. Zira ki sarı altın, din ve dünyanın
kıvamıdır. Alem halkının nizamıdır. Her
iklimde revaç bulmuştur. Herkes
ona muhtaç olmuştur. Dünya erkeklerine kuvvet ve izzettir. Süs isteyen kadınlara lezzettir. Nitekim
denilmiştir:
NAZM
Ey altın bütün lezzetlerin toplayıcısının
Cihandakilerin her zaman sevgilisi sensin
Şüphesiz Hüda değilsin velakin Hüda'ya yemin olsun
Ayıpların örtücüsü ve ihtiyaçların
kadısısın
Beyaz gümüş: Madeninde maddesi olan kükürt beyaz
olmayıp, karışım parçaları eksik kalsa, o sarı altın
olurdu. Gümüş, sürekli ateşle erir. Toprak içinde uzun zamanla çürür,
beyazlığı simsiyah olur. Zira ki, Lekesi en
yakınına gider. Ona cıva yaklaşsa
çekiç kabul demeyip, kırılır. Kükürt isabet ettiğinde, beyaz gümüş iken
simsiyah olur.
Bakır: Gümüşe
yakındır. Farkı, sadece renginin
kırmızılığı, kirinin çokluğu, tabiatının kuruluğu,
tadının kekreliği ve kokusudur. Onun
kırmızılığının fazlalığı, kükürtünün
hareketindendir. Şu halde onu, beyazlatmaya ve yumuşatmaya gücü yeten kimse, her
ihtiyacına zafer bulmuştur.
Demir'in siyahlığı,
hararetinin aşırılığından bilinmiştir. Diğer
katı madenlerden ziyade sulu
bulunmuştur.
Kalay: Beyaz gümüş cinsindendir. Lâkin
ana karnında cenine âfet erişip zayi olduğu gibi yerin karnında
gümüşe üç âfet eriştikte kalaya dönüşür. Üç âfet: Değişken su, kötü
kokuya rehavettir.
Kurşun: Bozuk
sınıfıdır, oluşumu ve bozuşumu onun gibidir. Tunç:
Tabiatı hepsinden daha soğuk ve daha
kurudur. Kokusu dahi pistir. Allah'ın sanatının
tefekkürü için katıların durumları bu miktar yeterlidir.
Madenlerden taş
cisimlerin oluşum ve renklenişini kısaca bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar
demişlerdir ki: Bütün şeffaf taşlar, yağmur sularından yerde
hapsolan rutubetlerden oluşup, doğarlar. Şeffaf olmayan taşlarsa, güneşin
hararetinin tesiriyle olan su ve yapışkan çamurun birleşmesinden oluşurlar.
Şeffat taşları
oluşumu ve renklenişi, yağmur suları ve rutubet, zemin ve maden taşları ve
mağaralar içinde hapsolup; madenler ile karışmayıp, nice bin yıl onda kalmakla ziyade safa
ve sertleşme ve katılık kazanıp, onlardan öyle sert taşlar oluşur ki,
su ve ateş ile etkilenip kırılmazlar. Muteber cevherle olup, yerde kalmazlar. Renklerinin
farklılığı, gezegenlerin ışıklarıyle vücut
bulmuştur. Her yıldız
cevherlerin nice nevillerine delalet edip,
şuasını o dağlar üzerine salıp, o madenlere böyle
istila etmiştir. Zira ki,
zühalin siyahlığı, müşterinin yeşilliği, merihin kırmızılığı,
güneşin sarılığı, zührenin maviliği, utaritin
rengi ve ayın beyazlığı
onları renklendirmiştir.
Cevherlerin
çeşitleri oldukça çoktur. Hepsinin sultanı ve kıymette
pahalısı elmas cevheridir ki,
madenlerin tümünden daha sert ve daha kavi muayene kılınmıştır.
bütün madenlerden daha değerli ve daha saf
yaratılmıştır. Hepsine üstün ve etkili
iken, fakat kurşunla mağlup ve etkilenmesi Hak'kın gayretinden
bilinmiştir. Buna yakın cevher zümrüttür ki, ona bakanın gözü nur ve gönlü sürur bulur. Şuasından yılan kör olur.
Zümrüt cevherinin faydaları ve özellikleri çoktur. Lakin burada kısa
kesilmiştir.
Şeffaf taşların doğuşu, yukarıda
anlatıldığı üzere, zamanların geçmesiyle güneşin hararetinin tesirlerinden kaynaşan su ve
yapışkan çamurdandır ki; o çamur taşlaşıp kalmıştır. Nitekim
ateşin tesirinden soğuk süt yoğurt olmuştur. Taşların farklılığı,
yerlerine bağlıdır. Eğer yer,
toprak ve sıcak çamurdan
bulunduysa, mutlak taş olunur Eğer sıcak yerde olursa, ondan tuz ve şaplar
oluşur. Eğer kıraç yerlerde bulunduysa,o yapışkan
çamurdan kırmızı,
sarı ve yeşil zaclar oluşur. Şu halde her yerin bir
başka özellikleri vardır
ki, onları yaratan alemin yaratıcısı Allah bilir. Kâh olur ki, taş suda
oluşur. Bunun sebebi, o suyun veya o yerin özelliklerindendir. Kâh olur ki, havaya
yükselen duman zerreciklerinin sıcaklığı
soğuk isabetiyle soğuyup, havada taş oluşur, düşe ki,
taş yağdı derler. Kâh olur ki,
yıldırım ile taş veya demir yahut bakır vâki olur.
İmdi, madenlerin üç çeşidinin
ikinci nevi olan taşlar, bu kadarca açıklama üzerine kısa kesilmiştir.
Madenlerin üçüncü çeşidi bulunan
yağlı cisimler, unlara kıyas ile tamamiyle atlanmıştır. Zira ki
madenlerin sınıfları, unsurların mizaçlarının itidalinden uzak olduğundan, gayet
çok bulunmuştur. Bitkilerin cinsi, mizaç itidaline yakın olduğundan
çeşitleri onlardan az bulunmuştur. Hayvan cinsi mizaç itidaline bitkilerden daha
yakın olduğundan, çeşitleri dahi ondan daha az olup, onsekizbin nevi bulunup,
her nevhi, bir âlem olarak isimlendirilmiştir. Bir nevi dahi,
insanlık âlemi bilinmiştir. Bu insan cinsi, mizaç itidalinin olgunluğu
üzere bulunduğundan, fertleri hepsinden az olup, daha izzetli ve nâdir
bulunmuştur.
Şu halde
Yaratıcı'nın sanatını düşünmek için madenlerin
durumları bu miktar ile yetinilmiştir. Zira ki
Allah'ın kudreti sonsuz bilinmiştir.
Beşinci Madde
Üç bileşiğin
ikincisi olan bitkilerin durumlarını topluca bildirir.
ey aziz, malum olsun ki, filozoflar
demişlerdir ki: Üç bileşiğin ikincisi bitkilerdir. Onların bir
şuursuz kuvveti vardır. Yani bitki cinsinin bir tabiatı vardır ki, ondan
farklı hareketler ve değişik âletler vasıtasıyla muhtelif hareketler çıkar. O kuvvete bitkisel nefs derler ki,
o tabii cismin ancak doğuş, artış ve beslenme yönünden
ilk kemalidir. Ve bitkisel nefsin gıda kuvveti vardır ki, şahsın
bekası onunladır. Bu o kuvvettir ki, su gibi olan öteki cismi kendi
bulduğu cismin miraç, kıvam, renk ve cevheri benzerine değişip,
tabii hararetle cisminden çözülen eksikliğe bedel, ona benzediği ile
yapışır. Onun namlı kuvveti vardır ki,
şahsın olgunluğu onunla
hasıldır. Bu o kudrettir ki, olduğu cismi uzunluk, genişlik ve derinlik
taraflarından artırır. Tâ o cisim tabiatı gereğince yetişme olgunluğuna
ulaşıncaya dek gider. Onun üreme kuvveti vardır ki cinsinin bekası onunladır. Bu
o kudrettir ki kendi cisminden bir cüzü olup, kendi benzeri vücut bulmak için
başlangıç ve madde olur. Ona bitki tohumu denir. Beslenme kuvveti, besinleri çeker. Sonra tutar. Sonra hazmeder. Sonra fazlasını atar. Şu
halde onun dört hizmetçisi vardır ki; çekme kuvveti, tutma kuvveti, hazım
kuvveti ve atma kuvvetidir. Namlı kuvvet, bitki yetişme olgunluğunu
bulduğunda duraklar. Ama beslenme kuvveti âciz oluncaya dek işini sürdürür. O
âciz olduğunda bitkiye ölüp erişip, kurur. Bütün bitkiler, yerin bir miktar
derinliğinde oluşup eğlendiğinde yavaş yavaş havaya çıkar. Ama
bitkilerin bütün sınıf ve çeşitlerinin
sınırını ve hesabını ancak onların yaratıcısı
bilir. Doktorlara lazım olan bazı parçalar ve ilaçlar, özellikleri ile
tıp kitaplarında yazılmıştır. Halka lazım olan sebzeler ve meyveler,
bütün vasıfları ile insanların dillerinde meşhur olduğundan, batki
cinsinin nevi ve sınıflarının isim ve özelliklerini saymakla mevzu
uzatılmayıp: Tek yaratıcısına ve Allah'ı bilmeye vesile olmak için kühn ve
mahiyetini bu miktarca açıklama ile yetinilmiştir. Nitekim bitki
cinslerine ibretle bakmak için denilmiştir.
BEYT
Her bitki ki yerde biter
Allah birdir ve benzersizdir der
BEYT
Akıllı olanın gözünde ağazların
yeşil yaprakları
He yaprağı
Allah'ı tanıtan bir defterdir.
Altıncı Madde
Üç bileşiğin
üçüncüsü olan hayvanların durumunu topluca bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki,
filozoflar demişlerdir ki: Üç bileşiğin üçüncüsü hayvan cinsidir ki, o hayvani nefstir. Mümtaz
olmayan nefs, tabii cismin ilk kemalidir. İradi hareketle hareket eder. Bu hayvani nefs için mahsus olan eserlerden iki
kuvveti vardır ki: Anlama kuvveti ve hareket kuvvetidir. Anlama
kuvveti, ya bedenin dışında olur veya içinde olur. Bedenin
dışında olan beş kuvvettir ki: İşitme, görme,
koklama, tatma ve dokunmadır.
İşitme bir
kuvvettir ki: Kulağın alt yüzeyinde döşenmiş olan
sinirlerde konulmuştur. Bu
sinirlerde davul gibi hava hopsolmuştur. Eğer şiddetli mağaradan veya
kuvvetli kaleden hasıl olan sesin keyfiyeti ile nitelenen hava
dalgalandığında, yakın olursa, o sinirlere ulaşıp
onu titrettiğinde orada bulunan işitme duyusu o sesi
idrak eder.
Görme bir kuvvettir ki; Dimağın
önünde bitip biribirine yaklaşması ile raslaşıp ve kesişip
ondan uzaklaşmakla gözün yağ tabakalarına ulaşan iki içi boş sinirin
ulaştığı yerde konulmuştur. Ona iki nurun
toplanması dahi derler.
Koklama bir kuvvettir ki:
Dimağın önünde olan ee başları gibi iki fazlalık içere konulmuştur.
Tatma bir kuvvettir ki: Dilin cismi
üzerine döşenmiş olan sinirler içinde bulunur. Onun idraki tükrük rutubetinin
aracılığı iledir. Ona yiyecekten ince zerrecikler karımış
olup, ondan dilin cismine değdiğinde, yiyeceğin tadını hisseder.
Dokunma bir kuvvettir ki; Hayvan
cisminin çoğuna karışmış olan sinirlerde konulmuştur.
Hayvanın içinde olan kuvvetler
beştir ki: Müşterek his, hayal, vehmetme, hafıza ve tasarruftur.
Müşterek his bir kuvvettir ki:
Dimağda olan üç boşluğun birinci boşluğu önüne bağlanmıştır.
Dış duyulara ulaşan suretlerin hepsini, müşterek his, kabul edip iç güçlere tev zi eder.
Hayal bir kuvvettir ki:
Dimağın birinci boşluğunun sonunda konulmuştur. Hissedilen bütün suretleri,
müşterek histen alıp, bu suretlerin koybolmasından sonra hepsini
korur, nakşeder, tasvir eder ve temsil eder. Bu hayal, müşterek
hissin hazinesidir.
Vehmetme bir kuvvettir
ki: Dimağda olan orta boşluğun sonunda konulmuştur. Bu kuvvet,
hissolunanlarda mevcut olup, dış hislerle idrak olunmayan cüzî mânaları idrak
eder. Nitekim vehmetme kuvveti hükmeder ki, kurt kendisinden kaçılması gereken bir hayvandır.
Hafıza bir kuvvettir ki: Dimağın arka
boşluğunun önünde konulmuştur. Vehmetme kuvvetinin cüzî mânaların hissolunamayanlarından
idrak ettiklerini hıfzeder. Bu hafıza, vehmetmenin hazinesidir.
Tasarruf bir kuvvettir ki: Dimağdan orta boşluğun
önünde konulmuştur. Bu kuvvetin durum ve şânı, hayal ve hafızadan olan
suret ve mânaların bazısını bazısına bileştirip, bazısını
bazısından ayırmaktır. Eğer bir tasarruf etme kuvvetini, akıl, kendi algıladıklarında
kullanırsa buna: Düşünme derler. Eğer bunu, vehmetme kuvveti, kendi hissetliklerinden
kullanırsa buna: Hayal etme derler.
Hayvanî nefsin hareket etme kuvveti iki kısımdır
ki: Sebeb olucu kuvvet ve yapıcı kuvvettir. sebeb olucu ki, şevk kuvveti dahi
derler, o bir kuvvettir ki, kaçan hayalde istenen ybir suret veya istenmeyen bir suret
resmolunsa, yapıcı kuvveti azaları tahrike sevk eder. Eğer
sebeb olucu, yapcıyı lezzetlerin meydana gelmesi için olan hayal edilen yararlı
eşyayı veya zararlıyı isteyecek tahrike sevkederse, ona:
Şehvanî kuvvet derler. Eğer sebeb olucu, yapıcıyı üstün istek için hayal olunan
zararlı eşyayı veya faydalıyı defedecek tahrike sevkederse, ona: Gazap
kuvveti derler. Yapıcı, bir kuvvettir ki; sinir, bağ, et ve zardan bileşen
kasları, sıkmak ve gevşetmekle azaların hareketi için hazırlar.
Yedinci Madde
Hayvan cinsini en şerefli nevileri ve en güzel
sınıfları bulunan insan
fertlerinin mahiyetini
topluca bildirir:
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar
demişlerdir ki: Hayvan cinsinin en güzel nevileri bu insan nevidir ki,
varlıkların şerefi, kâinatın neticesi ve konuşucu nefse sahip ve ayna
odur. Konuşan nefs, bir cevherdir ki:
Kendisi hattızatında maddeden mücerrettir. Lakin işlerinde
maddeye yakındır. Külli işleri ve mücerret cüz'ileri idrak edip, fikri işler
etmek yönünden vasıta ve âlet olan tabii cismin ilk kemalidir. Bu
konuşan nefsin akıl edici bir kuvveti vardır ki, onunla tasavvur ve tasdik
edilen işleri idrak eder. Bu kuvvete nazari akıl ve nazari kuvvet derler. Konuşucu
nefsin bir yapıcı kuvveti dahi vardır ki, onunla insan bedeni
cüz'i fiillerden yana kendine mahsus olan görüş ve itikat gereği üzere tahrik eder. Bu konuşucu nefsin
akıl edilenlerin tümünden halî olup, çocuğun yazı yazma istidadı
gibi akıl edilen şeylerin hepsine istidadı olmasıdır. Bu mertebede ona kaos
akıl derler. İkinci mertebesi: Ona bedihi akla uygun şeyler hasıl olup bedihi
olanlardan, fikir ile nazarıyata geçiştir. Bunda,
ona, meleke ile akıl derler. Bu akıl öyle latif olsa ki, ona bütün nazarıyat
düşünmeden hasıl olup, fikre ihtiyacı kalması, buna; Kutsî kuvvet derler. Üçüncü mertebesi; Ona
akla uygun nazarî şeyler mütalaasız hasıl olup, yanında bi
haysiyetle saklanmaktır ki, istediğinde ihtiyaçsız hepsini hazır etmesidir.
Bunda nefse: Fiille akıl derler. Dördüncü mertebesi: kazanılmış, akla uygun
şeyleri mütala etmesidir. Bu mertebede konuşucu nefse: Mutlak akıl derler.
Hayvanların bütün nev'i ve isimlerini, tabiat ve
şekillerini, vasıf ve durumlarını ancak onları yaratan Allah Teâlâ
Hazretleri bilir. Bazı kitaplarda yazılmış ve dillerde meşhur olan
budur ki: Hayvan cinsi onsekizbin nevidir.Her nevi başka alemdir. Şu halde
toplamı onsekizbin âlem olur. Bu onsekizbin âlemi icad ve halkedip, sayısı
hesaba gelmeyen sınıfları ve ferteri her an dirilten, terbiye eden
ve öldüren Allah'ın kudret ve azametini fikretme ve düşünmeye vesile olmakla;
büyük âlemin durumları ve içinde bulunan âlemleri bu miktar açıklama
ile yetinilip, sonsuz sırların hakikatleri ve bediî sanatların
yaratıcısı bulunan cismanî âlem ilminde sınırsız deniz olan rabbanî hikmete
bundan ziyade dalınmayıp; kâinatın aynası olan birinci kitap burada
bitmiştir. Zira ki, insanın zarfı ve kabuğu bulunan felekler ve unsurlar âleminden geçilip,
insanın emrinde olan madenler, bitkiler ve hayvandan geçilip, cihanın
özlerinin öçü nişansız sultanın dergah ve kapusu olan insanın can ve cisminin anatomi
ilmine girilmiştir. Çünkü yüce istek ve en kısa maksat Hazreti
Mevla'nın huzuru bulunmuştur. Şu halde âlemin
yaratıcısından gaflet edip, âlemin durumları ile meşgul olmak; padişahın huzurunda bulunan köle,
sultandan yüz döndürüp sarayın süslerini seyre dalıp kalmak misali
bilinmiştir. Nitekim şu beyitler ile ona işaret kılınmıştır:
BEYT
Hanenin lazım olan sahibidir
Bilmeyen hanesinin talibidir
Tâ ki bu cihan hey'etine olmalı hayran
Eflâk u dil câna gel et âlemi seyrân
(Lazım olan evin sahibidir.
Bilmeyen evi ister. Bu cihanın yapısına hayran olmalı. Gönül ve can göklerine
gel, âlemi seyret.)
NAZM
Nazar eyle bu devr-i eflâke / Daire
oldu nokta-i hâke
Daire içre âlem-i imkân / Alem içre
behâim ve insan
Oldu insan içinde arş-ı âzîm
/ Kâbe'tullah yani kalb-i selîm
Kalb içinde muhabbet-i şüphân /
Ahsen'el-hâlikîn ve âlişân
Anın ile vücuda geldi cihân / Bahr
ile sanki mevc-i bîpayân
Katreden âdemi kılur peydâ /
Anı bahr-ı ulûm eder mahzâ
(Bu dönen feleklere bak,
toprağın noktasına daire oldu. İmkân âlemi daire içinde âlem içere hayvanlar ve
insanlar: İnsan içinde oldu büyük arş, Allah'ın kâbesi yani selim kalb. Kalb
içinde şanı yüksek, yaratıcıların en güzeli süphan olan Alah'ın sevgisi
vardır. Onunla cihan vücuda geldi; sanki denizle ölçüsüz dalga. Damladan
insanı peyda eder, onu ilimler denizi kılar.)
NAZM
Kendedir cehl ile zulmet nefs-i
şebânındadır
Kandedir ilim ile hikmet bil ânı
cânındadır
Zâhiren ahkâm-ı eflâkin eğer
mahkûm isen
Bâtınen ây u gün felekler cümle
fermanındadır.
Sûretâ bu harman-ı âlemde sen bi
danesin
Mânâ yüzünde ne kim var cümle
harmanındadır
Saykal ur mirât-ı kalbe
taşraya bakmağı ko
ASen sana bak cümle âlem halkı
divanındadır
Vech-i Hakk'a âyinesin sen özünü bir
hoş gözet
Men arafe sırrındaki mâden
senin kânındadır
(Bilgisizlikle ykaranlık nerdedir?
Doymayan nefsindedir. ilimle hikmet nerdedir? Onun
canındadır bil. Görünüşte feleklerin hükümlerinin mahkumusun, aslında
ay, gün ve felekler hepsi senin fermanındadır. Sureta bu âlem harmanında
bir tanesin. Mâna yüzünde ne varsa hepsi senin harmanındadır. Kalp
aynasına cilâ vur, dışarıya bakmayı bırak. Sen,
sana bak; âlemin bütün halkı
divanındadır. Hakk'ın yüzüne aynasın sen. Özünü iyice gözet, "kendini bilen,
Rabbi'ni bildi" sırrındaki maden, senin kanındadır.