27-BÖLÜM:027:
DOKUZUNCU BÖLÜM
Yeni astronominin şöhret bulduğunu, kaidelerinin kolay
ve muhtasar olduğunu; yerin dönüşüle hareket
kıldığını ve yerin ekseninin, âlemin eksenine paralel ve kutbuna karşı olduğunu; yeni
astronomların bunu ispat ettiğini; gezegenlerin bu astronomiye nispetle
duyduğunu, geri döndügünü ve düz gittiğini; bu yeni astronomiye itirazlar olup, hepsine
cevap verildiğini; feleklerin tabiatlarinde astronomların
ihtilaf kıldığını dokuz madde ile açıklar.
Yeni astronominin
şöhret bulup itibar kazandığını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki,
filozof ve astronom olan eski ve yeni bilginler, esiri cisim küreleri
(felekler) ve unsurî cisimlerden (dört unsur) ibaret olan âlem küresinin
yapı ve mahiyetini, konumlarını tertibini ve tavırlarını;
hareket ve duruş halindeki keyfiyetlerini; sair gizli durumlarını
açıkladıklarında iki görüşe
ayrılmışlardır. Filozofların çoğunluğunun
isabetli görüşleri üzere birini seçip onda karar etmeleriyle, eski astronomi nâmiyle
şöhret bulmuştur. Bu görüşü seçen eski astronomidir ki, kendini tanımak
ve Alah'ın yarattıklarını düşünmek için bu "Marifetnâme"
de buraya gelinceye dek, yazılmış ve
açıklanmıştır.
İkinci görüşe
meyl ve rağbet eden filozofların görüşlerine göre: Ateşten ibaret olan güneşi,
bütün unsurların en mükemmeli, bütün cisimlerin merkezi olmak üzere, âlemin
merkezinde hareketsiz durup topzemini, güneşin çevresinde gezegenlerden
biri gibi hareketli ve dönücü; gökleri bir hal üzere hareketsiz farz ve
itibar etmişlerdir. Sonra, bu görüşlerine düzen verip
sağlamlaştırmak için çalışıp ihtimam ettikçe,
sade dil olan avam, onlara, ta'n ve
saldırı taşlarını vururlardı. Zira ki onlar,
halkın akıl ve idrakine muhalif ve gördüklerine aykırı olan yerin
hareketine kail olurlardı. Böylece insanlardan soğukluk ve öfke ve
buğz bulurlardı. Lakin bu cümle ile bile, eski zamandan son günlere gelinceye değin
yerin döndüğü konusunda görüşler eksik olmayıp; Eflatun dahi ömrünün
sonunda yerin hareketine kail ve bu görüşe yönelmiştir. Asırlar
ilerledikçe devirler geçtikçe, rasatçılık gelişmiş ve gözetleme
işleri sürmüş olup, feleklerin durumları belirlenmiş olup; sonraki bilginler
zamanında rasat âletleri ve kanunları fazla kihtimam ve tecrübe edilip, gerekli gözlemlerle
feleklerin durumları nizam buldukça, ikinci görüş bir mertebe revaç
bulmuştur. Böylece sonrakiler çoğunun tercihi olup, yeni astronomi nâmıyle
yaygınlaşıp, meşhur olmuştur. Hata bu görüşe katılanlar, âlemin
yapısını taklitle evlerinde ve kiliselerde çerağ ve ateş yakarlar imiş. Ancak
gaflet olunmasın ki, bu durumlara itikat ve itimat etmek, dini işlerden ve kesin
şeylerden değildir. Zira ki, âlem küresi ne şekil ve yapıda
olursa olsun, gök ve yer cisimlerinin terkibi her ne keyfiyette bulunursa bulunsun ve bu
çarh-ı felek her ne takdir ile dönerse dönsün; hiçbir zaman âlemin
sonradan yaratıldığını inkâra mecal
olmadığına ve bütün bunları Allah'ın olgun bir şekilde yarattıkları olduğundan gayri hayal,
muhal bir iş olduğuna itimat ve itikat etmek dinî gereklerden ve kesin işlerdendir.
Filozofların bu cihanı çeşitli biçimlerde anlatması, cihanın
yaratıcısının acaip sanatındandır. Bu âleme ne
zan ile bakılsa, o yönle devranı âlemin
yaratıcısının kudretinin kemalindendir.
Yeni astronominin
kaidelerinin kolay ve mazbut olduğunu bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, yeni
astronomlar demişlerdir ki: Önce güneş sabit bir yıldız bulunmuştur
ki, âlemin merkezinde, ortada, kuşatıcı ve sâkin konulmuştur. Bundan sonra
güneşe yakın olup, güneşin cismini lâvi bulunan utarit dairesinin dairesidir. Burada
utarit yıldızı, güneşin çevresinde seyr ve deveran edip, üç ayda dairesini
kateder görünmüştür. Bundan sonra utaridin dairesini kuşatan zühre
dairesinin dairesidir. Zühre, dairesinin sekiz ayda dolaşır. Bundan
sonra zührenin dairesini kuşatır bir büyük daire ispat olunmuştur. Yerküre su ve
hava unsuruyle kuşatılmış olup, onlarla beraber yıldız misali
geniş daireyi bir sene tamamında dolaşır bulunmuştur. Yine bu büyük daire üzere yer cisminin
çevresinde ayın dairesi tayin olunmuştur. Ay dahi, yeri,
kendisine merkez edip, çevresinde seyr ve deveran edip bir ayda tamam kendi
dairesini kateder bulunmuştur. Bundan sonra merih dairesi, yerin büyük
dairesini kuşatıp; merih yıldızı iki seneye yakın zamanda, kendi
dairesinde bir devresini tamam eder, bulunmuştur. Bundan sonra merih
dairesini kuşatan müşteri dairesidir ki, müşteri yıldızı o
özel dairesini oniki senede kateder müşahede
kılınmıştır. Bundan sonra müşteri dairesini
kuşatanzühal dairesidir ki, o yıldız, o dairesini otuz senede kateder hesap
olunmuştur. Bu yıldızlardan başka, yerin büyük dairesinde
zikrolunduğu üzere, ay, yeri merkez edip, çevresinde seyir ve dev eran eylediği misali
dört yıldız, müşteriyi; beş yıldız, zühali merkez edinip; dördü
müşteri etrafında ve beşi zühal etrafında hareket eder ve döner görünmüştür. Bu dokuz yıldız,
sonraki bilginler zamanında asat olunmuştur. Yeni isimlerle bunlara:
Aycıklar adı verilmiştir.
Bütün bunlardan sonra bu dairelerin tümünü kuşatan sabit
yıldızlar feleği burçlar göğünden bilinmiştir. Onun
kalınlığı, hoşluğunun genişliği
sayısız sabi yıldızlarla süslü bulunmuştur. Sabit
yıldızlardan her biri, büyük bir güneş cismi menendi olup, âlemin merkezinde konulmuş ve
kuşatıcı güneşin beyan olunan tavır
ve tarzı üzerine, basitlerden her birinin cismi çevrecinde, nice gezegen
yıldızın hareket ve dönüş üzere oldukları rasat üzere bilinmiştir.
Bu görüşe göre, âlemin yapısını tahlil içi vazolunan şekiller ve
daireler, bu bölümün sonuna bırakılmıştır.
Üçüncü Madde
Ey aziz, malûm olsun ki,
yeni astronomlar demişlerdir ki: Evvela yerküre kendi büyük dairesi
üzerinde hareketiyle, batıdan doğuya hareket edip, burçlar dairesini beher
gün terti üzere kat ederek, sene tamamında o büyük dairesini tamamen bir
kere devreder bilinmiştir. ikinci olarak, yer o senelik hareketinden
başka, yine batıdan doğuya kendi ekseni üzerinde hareketiyle dönüp, beher
gün yirmidört saatte bir dönüşünü tamam eder hesap olunmuştur.
Yer, günlük hareketiyle batıdan doğuya hareket eylediğinden, bize
nispetle güneş ve bütün yıldızlar günlük hareketle doğudan batıya
hareket eder görünmüştür. Yerin bu iki hareketinin misali budur ki: Mücessem bir
küre, düz bir araziye atılıp, çevresinde dönüyor farzolunsa, dönen küre,
o düz yerin uzunlamasına meydanına tamamen geçinceye dek kendi
ekseni üzere hareketiyle dönüp, dolanmadan geri kalmadığı
gibi; yerküre dahi kendi büyük dairesinde batıdan doğuya hareket ve seyir ile burçlar
feleğinin meydanını tamamiyle dolanıncaya dek, kendi merkezi çevresinde kendi
ekseni üzere dönüp, sürekli dolanır bulunmuştur. Çünkü yer, güneş
ile burçlar feleği arasında vâki bulunmuştur. Çünkü yer, güneş ile burçlar
feleği arasında vâki bulunmuştur. Şu halde yer, burçlardan birinin hizasına
gelse, kaçınılmaz olarak o vakitte güneş, o burçların
karşısında olan burcu gelir görünmüştür. Mesela yer, koç
ile güneş arasında
bulunup, koçun hizasında iken, elbette güneş onun
karşısında olan terazide bulunmuştur. Bunun
gibi yer, Yengeçte olduğunda yani yengecin hizasına geldiğinde, elbette
o anda güneş, yengecin karşısında olan oğlak burcunda gözlenmiştir.
Velhasıl yer, kuzey
burçlarının birinin hizasında olduğunda, elbette o esnada güneş dahi kuzey
burçlarının karşısında bulunan güney burçlarının
birinde görünmüştür. Aksi dahi
buna kıyas ile bilinmiştir. Güneşin kuzey burçlarında sekiz-dokuz gün kadar
fazla eğlenmesi, yerin güney burçlarında o kadar zaman gecikmesinden bulunmuştur. Zira ki yer, güney
burçları hizasından hareket ederken senelik dairesini bir miktar
genişletmekle, dairesinin güney yarısında ziyadece duraklamak
lazım gelir bilinmiştir. (Durumun hakikatini en iyi Allah bilir.)
Yerkürenin ekseni, senevî dairesinin üzerinde
güneşitleyici dairenin
eksenine paralel; kutupları, kutuplarının
hizasında olduğunu ve onunla gece
ve gündüz saatlerinin muhtelif olup, dört mevsimin
oluştuğunu bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, yeni astronomlar demişlerdir ki:
Yerkürenin ekseni, senelik dairesinin üzerinde kendisine ve
güneşitleyicinin yani âlemin eksenine paralel ve kutupları kutuplarının
hizasında bulunmuştur. Yerin kuşağı olan ekvator, senelik dairesiyle
güneşitleyicinin yüzeyinden güney ve kuzeyde bulunmuştur. Eğer yerin ekseni,
dairesinin ekseni gibi burçlar dairesinin eksenine paralel bulunsaydı, daima her
yerde gece ile gündüz eşit olup, asla bir vakitte ve hiçbir mekanda dört
mevsimin değişimi ve birbirini takibi olmazdı. Şu
halde yer dairesinin ekseni, âlemin eksenine paralel olmayıp, burçlar
ekseninin dairesi gibi yirmiüçbuçuk derece uzak olur bulunmuştur.
Çünkü yer, âlemin eksenine farz olunan hizalanmasını daima
koruyarak, her anda burçlar feleğinin hissedilen ve özel olan tarafına yönelik olarak
değişir görünmüştür. Elbette yer, senelik hareketiyle güneşin
etrafını dolaşır oldukça, mevsimlerin değişimi
belirli zamanlarda olur.
Mesela Yaz mevsimi geldiğinde,
yani yer oğlak burcuna hizalanıp, güneş onun karşısında olan yengeç
burcunda göründüğünde yer, noktasında konulup, yerin ekseni olan (SM) hattı, âlemin
eksenine paralel kılınmıştır. Yirmiüçbuçuk derece burçlar dairesinin ekseninden
uzaklaşıp, yerin senelik dairesinin yüzeyine altmışaltıbuçuk
derecesinde, ki (V K H) açısı yanına eğilir bulunmuştur. Şu halde bu
surette güneşin şuası, dik olmak üzere ulaşır görünmüştür. Lakin güneşin
merkezinden yerin merkezine çıkan şua, yerin yüzeyine, yerin güneşitleyici
dairesinde ulaşmayıp, belki yengeç dönencesinde yirmiüçbuçuk derece
güneşitleyici daireden kuzey kutbu semtine doğru uzak olmak üzere
ulaşır bilinmiştir. Bu sebepten güneş, yerin kuzey yarısını tamamen aydınlatıp, kuzey
burçlarıda görünür oldukça, güney kutbu tarafında bir derece kadar yeri terk eder bulunmuştur.
Bundan sora yer, sonbahar mevsiminin başlangıcında (A)
noktasına geçtiğinde, yerin ekseni olan (SM) hattı, kendine ve âlemin eksenine paralellik üzere farz olunmuştur. Bu sırada yer, koç burcunun
hizasında bulunup, güneş onun karşısında olan terazide görünmekle, güneşin
merkezinden yerin merkezine çıkan şua ki, âlemin eksenine dik olur bulunmuştur.
O yerin yüzeyine, güneşitleyici dairenin terazi burcunun
başlangıcı itibar olunan noktasından ulaşır müşahede olunmuştur. İki kutbun
taraflarında olan yere eşitlik üzere yayılır bilinmiştir. Bundan sonra kış
mevsiminin başlangıcı erişip, yer (H) noktasına geldiği sırada (SM) ekseninin
eşitliği olduğu üzere kalıp, güneşin şuası oğlak dönencesi yerinde yerin
yüzeyine dik eriştiğinden, yerkürenin güney yarısını tamamen
aydınlatıp, kuzey kutbu tarafına bir derece yeri terk eder müşahede olunmuştur. Bahar mevsiminin başlangıcında, yer günlük hareketiyle noktasına
vardığında yani terazi burcunun başlangıcına
eriştiğine, güneş o vakitte koçta görünmüştür. Şu
halde güneşin merkezinden yerin
merkezine çıkan şua, yeryüzüne güneşitleyicinin koçun başlangıcına vâki
olan noktasına ulaşır bulunmuştur. Bu surette yine iki kutbun taraflarına
eşitlik üzere ışık saçılır bilinmiştir. Lakin
bu takdirce yerin aydınlık
semti, güneşe dönük bulunduğundan, bizlere açık olmaz. Zira ki şekil
dışı bir yerde bulunmuştur. Şu halde yeni astronomiye göre, gece ve gündüzün birbirini takibi
ve uzaması: Dört mevsimin değişim ve farklılığı iki
kutup altında doksanıncı enlemin gece ve gündüzü bu yolla bilinmiştir. (Vallahi
a'lem.)
Beşinci Madde
Yeni astronominin kaideleri
kuvvet bulup, muteber olduğunu bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, yeni
astronomlar demişlerdir ki: Yerin senelik dairesinin hizasında bulunan
şâbitler feleğinin, mesela (B C) noktasına, yahut (D Y) noktası, bize gayet
uzak olduğundan, bir nokta kadar görünmüştür. Şu halde bunda
ellbette lazım gelir ki, yerin ekseni, kendi senelik dairesinin herhangi
noktasında bulunursa, sâbitler feleğinin daima onun aynısı bir
noktasına dönük olmuş görüne. Yer kutunun yüksekliği daima aynı tarafa ve tepemizde olan
aynı yıldıza ve bir ölçüye bakış ile ortaya çıkmış buluna. Gerçi
yer, gerçekte burçlar feleğinde yani kendi senelik dairesinde bulunan hareketiyle kâh oy
yıldıza, kâh bu yıldıza, kâh güneye ve kâh kuzeye ziyade yakın olursa
da; halbuki bizden pek uzak olan sâbitler feleğine nispetle yerin senelik
dairesi ancak bir nokta kadar gelmiştir. Şu halde yerin sâbitler feleğinden
uzaklığı ve yakınlığı fark olunmaz
olmuştur. Kudret-i İlahiyede son tayin
etmeye cesaret edenlerin yanında sözü edilen iş, ziyadesiyle uzak ve garip ise
de, dikkatli bir bakışla düşünülse, işin aslında uzaklaşma yoktur. Bu
yeni astronominin gereği olan yerin hareketini uzak görüp, kabul etmeyenlere, fikir ve
mülahaza lazımdır ki; eski astronominin dahi bundan ziyade nice
işleri kabulden uzak görünür ve bilinir olmuştur.
Bunlardan biri, ilk hareket ettiricinin
yani büyük feleğin genişlik ve büyüklüğüyle o acaip ve garip
sürattir ki, onunla beher gün doğudan batıya olan dönüşünü tamamlar
bilinmiştir. Biri dahi, büyük feleğin yirmidört saat müddetinde kendi içinde
kuşatılmış olan feleklerin hareketleri ve hareketlerinde bulunan süratleridir ki;
her biri, büyük feleği muhalefet ederek, kendi tabiatleri gereğince
batıdan doğuya hareket ederlerken, yine büyük feleğe uymakla her gün
doğudan batıya bir kere dönüş hareketlerini tamam ederler denilmiştir. Halbuki bir tüfeğin
kurşunu seyrinde bulunan süratten, o günlak hareketle ilk hareket ettiricinin
mıntıkasında olan sürat, üçyüzbin kat fazla ve şiddetli olmak gerek. Ta ki bu müddette bir dönüşünü tamamlamak mümkün ola.
şu halde o büyük cisim olup, üst yüzeyinin şekli henüz bilinmeyen büyük
feleğin içinde bulunan büyük feleklerin kendilerine nispetle bir habbe ve bir
nokta kadar olan yerin çevresinde dolanmalarından bu küre
şeklinde olup, harekete daha fazla isidatlı olan yerin küçük cisminin, büyük
güneşin etrafını senede bir kere dolanması çok daha kolay ve layık olup, durumun
gerçeğine uygun, işin aslına muvafık gelip, akla daha yakın
olmuştur. Yerkürenin o senelik dairesinde hareket eder oldukça ekseni aynı eşitliğini korur,
denildiği öyle demek değildir ki, yerin ekseni asla bir vakitte ve hiçbir cihetle konumunu
değiştirmeye. Zira ki yerin eksenin gayet yavaş olan hareketle
yirmibeşbin sekizyüz onaltı güneş senesinde burçlar feleğinin çevresindeki bir daire
çizer bulunmuştur. Yerin bu hareketinden lazım gelir ki, burçlar
kuşağı dairesiyle güneşitleyici dairenin kesişme yerleri ki, gece ve
gündüzün eşit olduğu nokta bulunmuştur. O iki nokta burçlar sırası
hilafı üzere yani doğudan batıya geçerler. Bu harekete onun için gece ile gündüz
eşitliğinin tekaddümü denilmiştir.
Şu halde sâbit yıldızların burçlar
sırası üzere yani batıdan doğuya olan hareketlerinin ortaya çıkması ve gece ile gündüz
eşitliği noktasından doğuya doğru bulunan uzaklıklarının
fazlalaşması, yerin bu hareketinden çıkar bilinmiştir. Yerin bu hareketi bir tertip üzere
olmayıp, karışık bulunmuştur. Zira ki sâbitlerin burçlar sırası yüzere
bulunan hareketleri, kâh yüz senede bir derece, kâh yetmiş senede bir derece ve
kâh altmış senede bir derece miktarı muayene
kılınmıştır. Şu halde yerin ekseni, kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye yalnız yirmidört dakika
miktarı hareket eder bulunmuştur. Öyle ki yerin mihverinin ucu bu tür bükük ve
sarmaşık hareketle bir bükük ve sarmaşık daire meydana getirir
hayal edilip, farz olunmuştur. (Durumun hakikatini en iyi Allah bilir.)
Altıncı
Madde
Yeni astronomiye nisbetle beş
şaşırmış gezegenin yavaş hareket etme ve
duraklama keyfiyetini, düz gidiş ve geri dönüş
mahiyetini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, yeni astronomlar demişlerdir ki:
Gezegen yıldızlardan beş
şaşırmışta bulunan yavaş hareket, duraklama, geri
dönme ve düz gidiş bu yeni görüşe göre döndürücü feleğe
muhtaç olmayıp, kolaylıkla bilinmiştir. Zira ki beş
şaşırmışın duraklama ve geri dönüş gibi
muhtelif durumları ancak bizim hareket halinde bulunan yerde bu
yıldızlara baktığımızdandır. Onlar bize kâh
yavaşlıkla, kâh duraklama ile, kâh geri dönüşle nitelinmiş görünmüştür. Ancak faraza âlemin merkezi olan güneş üzerinde bulunmuş olaydık;
gözümüze bu tür hayaller asla görünmez olurdu. Zira ki onların dönüş
hareketi benzerli ve düzgün bulunmuştur. Nitekim daha önce açıklanmıştır
ki, utarit ile zühre güneşin etrafında bulunan senelik dairesini geri kalan üç
yıldızdan yani merih, müştei ve zühalden önce bitirir. Bu sebeptendir ki utarit ile
zühre bazen güneş ile yer arasında ve yer yine güneş ile üç
yıldız arasında bulunurlar.
üç yükseğin
açıklanmasında farz ederiz ki düz şekile güneş (A)
noktasında olsun. Yerin senelik dairesi
(B,H,A,C,T,L) dairesi olsun. Mesela merihin dairesi dahi (T,D,K,R,Y,B) dairesi
olsun ki merih bu dairenin bir yayını kat edinceye dek yer kendi dairesinde
olan dönüşünü tamam eder. Bundan sonra sabit felek (M,F,K,N) dairesi olun.
Şimdi deriz ki, yer (L) noktasında ve merih (T) noktasında
bulundukları vakitte merih yıldızı, sabitler dairesinden (M) noktasında görülür. Bundan sona yer (L)
noktasından (B) noktasına ve yıldız dahi (T) noktasından (D)
noktasına geçsin. Öyle ki yer, yıldız ile güneş arasında yakın olmak
üzere intikal eder. Bu vakitte yıldız, sabitler dairesinden (La) noktasında
muayene olunur. Şu halde bu surette burçların tertibine göre olan hareketin (M)
noktasından (La) noktasına tacil etmesi müşahede olunup, sürat ve düzgün
gidiş denilir. Bundan sonra yer (B) noktasından (H) noktasına ve
yıldız (D) noktasından (K) noktasına varır. Bu sırada yine (La)
noktasında hissedilip, yavaş gidiş ve duraklama önce hasıl olur. Bundan sonra yer (A)
noktasına ve yıldız (R) noktasına vardıklarında o vakit yine
yıldız (F) noktasında bulunur. Şu halde burçlar tertibinin hilafında geri dönüş görülür. Elbette bu surette olan durumuna geri dönüş adı
verilir. Bundan sonra yer (C) noktasına ve yıldız (Y) noktasına ulaştıklarında
bu sırada yine yıldız (F) noktasında görülmüş olup, ikinci duraklama ve ikinci yavaşlama
hasıl olur. Bundan sonra (T) noktasında görünür. Burçlar tertibi üzerinde
hareket eder bulunur ki düz gidiş ve sürat denilir.
Bu tafsil ki utarit hakkında tasvir olunmuştur. Zühre
hakkında da aynısı geçerlidir. Ancak farkı budur ki, bu değişiklikler
onda yavaş bulunmuştur. Zira ki, zühre, utaritten ziyade zamanda kendi dairesini
dolaşır görülmüştür. Nitekim yukarıda
açıklanmıştır. Bu bölümde yazılan açıklamalar yeni astronomiye belki pek eskiye nümune olmaya
kifayet ettiğinden şimdi bu görüşe yönelen sorular ve
cevapların yazılmasına geçilmiştir.
Yedinci Madde
Bu yeni astronomlara yöneltilen soruları ve
cevapları bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, yeni astronomlara, dinî konularda ve
rasat ve astronomi ile ilgili kanunlarda önce şöyle itiraz
olunmuştur ki: Bu yeni görüş tabir olunan görüşler; semavî kitapların bildirdiklerine
aykırıdır. Ve her şeye ki, durumu ve şanı böyle ola. Asla bir
vecihle kendisine rağbet ve iltifat olunmaya layık ve şaheste değildir.
İmdi, bu yeni görüş tabir olunan tahayyüllere dahi asla rağbet ve iltifat olunmak
layık ve seza değildir, cevabını dahi büyüklerde reddederek böyle
vermişlerdir ki: İşin aslı olmak üzere rağbet ve iltifat olunmağa mahal
yoktur denilirse; her ne kadar ki kabullenilirse de asla faydası yoktur. Faraza olduğu itibariyle de asla rağbet ve iltifata layık
ve seza değildir, denilirse memnudur. Küçükler de, konuşarak bu minval
üzere cevap etmişlerdir ki: Yer, bu yeni astronomiye göre dahi haddizatında
hareket ile nitelinmiş olmayıp, hakikatte hareke edici olan kendisini,
yani yeri kuşatan o yumuşak maddeden ola girdabıdır. Zira
ki yer, o girdabı olan ince ve yumuşak maddenin belirli parçaları
arasında daima kuşatılış olup; hemen gemiye giren kimsenin gemi içinde sakin
olduğu gibi yer dahi yumuşak maddenin muayyen parçaları içinde daima
sakin olur. Bir daha bu tarz ile cevap vermişlerdir ki: Dinî işlere
ve yaratılışa bağlı oldukları takdirde, mücerret görüşümüze göre, çok
katı hükümer semavî kitaplarda irat olunmuştur bu cümleden olarak,
Tevrat'ta aya: Büyük kandil, adı verildiği vârittir. Bununla beraber ki,
vâkıa bakar olduğumuzda, ay diğer yıldızlardan küçük
olduğundan başka, nurunu dahi güneşten alır
bulunmuştur. Yer daima sakindir, hükmü ki, Tevat
ciltlerinde şerh olunmuştur. Kastedilen mânâ ile gizli ve gerçektir. Zira ki bu
sözün o yerde başlangıcı böyledir ki: Oluşumun biri gider, biri
gelir. Böyle olunca sözün tamamı budur ki: Yer daima sakindir. Şu halde siyak
ve sibaka göre yer, daima sakindir, demek; yer daima olduğu gibi baki
kalır, inkılap ve değişimden uzaktır: Her ne kadar ki bazen kendisinde
oluşum ve bozuşum vâki olursa da, demektir. Diğer kitapların söyledikleri
bu mânâya irca olunmuştur. Zira ki yer, toplam itibariyle asla ne
dağılır, ne de bozulma kabul eder, deyip cevap etmişlerdir.
Astronomi ve rasat kanunlarına
dayanılarak, bu görüştekilere itiraz olunmuştur ki: eğer yer,
âlemin merkezinden uzak olup, kendi senelik dairesinde hareket eder olsaydı;
mesela kuzey kutbunun yüksekliği her zaman bir üslup üzere kalmazdı. Başucu
noktamızda bulunan yıldızlar, daima ortada olmazdı. Her vakitte sâbitler
feleğinin belirli bir yarısı bize mukabil gelmezdi. Doruk ile etek dahi bu minval
üzere tayin bulmazdı. Bunların cevapları dahi böyle olmuştur
ki: Yer, ekseni yüzere hareket ettiği takdirce, kuzey kutbunun
yüksekliği her zaman bir üslup üzere olup, başucu noktamızda bulunan
yıldız, daima zâhir olur. Felek küresinin belirli bir yarısı yani belirli dokuz burcu tamamıyle er
vakitte bizim karşımızda olup, baktığımız
yer olurdu. Şu kadar var ki, daima yerin bir belirli noktasında durmamız şart ve lazım gelir. Çünkü önce
dediğimiz gibi, sabitler feleği bizden o kadar uzaktır ki, ona nispetle yerin büyük senelik
dairesi, bir nokta kadar görünür. Çünkü yerin ekseni, âlemin ekseni ile daima
aynı hizada bulunur.
Şu halde belirtilen üç hükme göre, daima yerin bir belirli
kıtasında sabit ve durucu olmaz. Onun için şart
olunmuştur ki, kuzey kutbunun daima tek yol üzere olan yüksekliği bizim
görüşümüze göre bulunmuştur. Yerin daima bir belirli yerinde olduğumuz zamanda
bir kararda görünmüştürki. Yani bu şart, bizim için bulunan belirli ufku ve
başucu noktamızda olan belirli noktayı kaybettiğimiz ve
değiştirdiğimiz vakitte bulunmuştur. Zira ki, mesela kuzeyden güneye doğru veya
güneyden kuzeye doğru yerküre üzerinde hareket edip, belirli yerimizi başucu
noktamızda bulunan belirli noktayı değiştirdiğimiz zamanda
elbette bize feleğin bir başka kıtası zâhir olur. Daha önce onu biz, asla göremezdir. Ona
bedel, önce görür olduğumuz kıtası, bize, tamamıyle gizli olur. Adı
geçen kutbun yüksekliği ve başucumuzda olan yıldızlar dahi
değişken olur.
Doruk ile eteğin tayinleri
lüzumuyle olan çelişkiye böyle karşı olmuştur ki, bu yön üzere yer, o senelik
dairesinde, güney burçları hizasında harekette iken dahi güneşten uzak
olmak ve konumunu bulmağa doruk hâsıl olur. Kuzey burçları
hizasında harekette iken yine güneşe yakın olmak durumuna geldiğinde, eteği
peyda olur. Bu astronominin dour ve eteği hükümleri aynen eski astronomideki
gibidir. Ancak farkı budur ki, oda uzaklık ve yakınlık
güneşin hareketinden, bu görüşe göre yerin hareketinden bulunmuştur. Onda
değişen doruk ve etek, burçlar feleğinin hareketinden ve bunda yine yerin
yavaşlamasından bilinmiştir.
Bundan sonra bu cevapların
koruyucusu bulunan mukaddimeye itiraz olunmuştur. Sabitler
feleğinin bizden ta o miktarı uzaklık mesafesi ki, onunla yerin senelik büyük dairesi,
yerin bir noktası, bir nokta kadar görüne. Bu görüş
inanılmayacak mertebe uzak bulunmuştur. Bu itiraza böyle cevap olunmuştur ki: Çünkü kabul
edilmeyen bu hüküm, senede dayanmamıştır. bununla beraber, sözü edilen küçüklük
ile asıl maksadımız bulunan feleklerin durumlarının
nizamı ispat olunmuştur. Şu halde bu tür ilimlerde bunun gibi olmaz görülecek kati işler çok bulunmuştur.
Onun için zarar vermez denilmiştir. (Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır).
Sekizinci Madde
Bu yeni astronomlara, tabiat kaidelerine dayanarak olan
itirazları ve
cevaplarını bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, yeni astronomlara tabiat kaidelerine
dayanılarak itirazlar olunmuştur ki; mekanların en
aşağısı, âlemin merkezidir ve mekanların en aşağında yine ağır
cisimlerden olan yerkürenin sakin olması en uygun ve en gereklidir. Bundan başka, eğer yer
hareketli olsa, elbette hissolunurdu. Binaların ve ağaçların dahi
aşları aşağı gelip yıkılırlardı. Ağır cisimler yukarıdan aşağıya dik
olarak inemez olurdu. Zira ki, dümdüz varacak oldukları noktalar, yer yüzeyiyle beraber harekette
olurdu. Kuşlar havada uçarken, çünkü yer onların yuvalarını
alıp birlikte götürür, bu durumda onlar, yuvalarını bir daha bulamazlardı.
Bundan başka batıya doğru atılıp yuvarlanan top nesnenin hareketi, doğu
tarafına doğru yuvarlandığı zamanda bulunan hareketinden pek çok yavaş olurdu. Elbette
batı semtine atılan, doğu tarafına atılan oktan pek çok
ziyade menzil alırdı. Zira ki ok, batıya giderken, batıdan doğuya gelen yerin
yüzeyi, onu karşılamakla, o okun yerin yüzeyinden kat ettiği mesafe çok olurdu. Onun
doğuya gitmesinde bu hareket olmazdı.
Bu itirazların tek tek cevapları böyle verilmiştir
ki: Yer, mekanların en aşağısı mıdır, değil midir?
Henüz tespit edilip, belirlenmiş değildir. İspat delilleri şüpheli ve
reddedilmiştir. Bundan başka yerin tabiatına bakıldığında, sair yıldızlardan
ağır olması dahi henüz malum değildir. Belki aşağıda ve yukarıda olmaları bize
kıyasla bulunmuştur. Gerçi büyük taşlar ve ağır cisimler, yerden
ayrıldıkları anda yine yere dönerlerse de; lakin yerküre hemen ağır bir cisim gibi kendi yerinden
hareket etme olmak lazım gelmez. Yine cevap olunmuştur ki: Biz, yerle
birlik o yumuşak madde içinde kuşatılmış olup, su görüntüsü gibi
yerle beraber hareket eder olduğumuzdan, yerin hareketini hissedemeyiz. binaların
ve ağaçların dahi eğilip kırılmadıkları bundan bilinir.
Belki bu delilden, bunların ayakta durması ve sebatı lazım gelir. Yer sakin olsun yahut yumuşak madde ile hareketli olsun,
ağır cismin yukarıdan aşağı doğru dik olarak
inmesine bir engel yoktur. Çünkü
ağırın inişi, hareketinden gayri sözü edilen yumuşak maddenin hareketinden
dahi pay alması muhakkaktır. Bu, ayniyle o
taş gibidir, ki, geminin sereninden dibine
doğru atılmıştır. Zira ki, bu tür taşların yukarıdan aşağıya
atıldığı halde serenin dibine düştüğü tecrübe ile
bilinmiştir. Gemi sakin olsun veya hareket halinde olsun ve buna
dahi aynen öyle sebeb, aşın düşüşünden gayri geminin
hareketinden dahi hissedar olmasıdır. Belki bu hususta doğrusu budur ki: Ne
ağır cismin ve ne adı geçen taşın inişi denilen hareketi kesinlikle düz
değildir. belki kavisli bir hat çizerek hâsıl olur. Geri bizim görüşümüze göre
ki geminin içinde dik tahayyül olunursa da; bu, tıpkı buna benzer ki, bir
kimse bir geminin güvertesinden sereni dibine bir taş attığında,
doğru hareketle indiğini muayene eder. Lakin geminin dışından, yani denizin
kenarından bakanlara o taşta iki hareket olur ki; biriyle dik olarak iner, biriyle
dahi geminin hareketine uygunluk
eder. Öyle ki, o iki hareketiyle bir eğri çizgi çizdiğini
gözlerler. Böyle olunca, denizde balıklar suyun hareketinin etkisinde
kaldıkları gibi, kuşlar dahi havanın hareketinin etkisinde kaldıklarından,
yuvalarından uzaklaşmaları ve ayrılmaları lazım
gelmez. Doğuya doğru
atılan yuvarlanan kürenin hareketi daha hızlı olmaz. Batıya
doğru atılan
okun düşüş mesafesi ziyade bulunmaz.
Dokuzuncu Madde
Bu yeni astronomiye
göre, göklerin tabiatlarını ve sayılarını bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki,
filozoflar, feleklerin tabiatlarında yani feleklerin maddelerinde
ihtilaf edip, eski astronomiye rağbet edenler yukarıda
açıklandığı üzere, esirî cisimlerin maddesine ve musammat cisimlere, yani hacim,
salabet, saffet ve şeffet üzere olup; feleklerde artma, azalma,
yoğunlaşma, seyrelme, yarılma ve birleşme olmayıp,
harekette şiddet ve
zayıflama, geri dönüş ve duraklama ve yerlerinden çıkma kabul etmezler,
demişlerdir. Bu yeni astronomiye taraftar olanlar, göklerin maddelerinden hacim ve
salabeti kaldırıp; feleklerin tabiatları sulu ve yumuşaktır:
Yarılma ve birleşme kabul eder cisimlerdir, demişlerdir. Bu yeni görüşe göre:
Göklerin sayısı üçe hasredilmiştir. Evvelki gök, unsurları ve
gezegenlerin tümünden ibaret olan topluluktur. İkinci gök, bize nâzır olup
gözetlediğimiz sabitler feleğidir. Üçüncü gök, sâbitler feleğinin
kalınlığı mesafesi her ne kadar geniş ise de, ötesinde
bu feleği kuşatan büyük
feleğin sınırsız ve sonsuz olması
araştırılarak kesinleşip, saadet ehli için
dinlenme yeri tayin kılınmıştır.
Bu yeni astronominin,
eski astronomiye uygun bütün kaide ve hükümleri kuvvet bulup, beş
yüzyıldan bu ana gelinceye dek, sonraki bilginleri makbulü
bulunmuştur. Bizim muradımız ve maksadımız olan,
yaratıcıyı tanımaya vesile
bulunan insanlar âlemine ayna olarak konulan büyük âlemi, bu cevihle bu yönden
dahi seyr için bu miktarca yazma ve açıklama ile yetinilip; saadetnâmemizden
dahi güzelliklere ve sanatlara yol açıcı ve iletici olmak için
onaltı rubai yazarak, bu bölüm tamamlanıp, metinde sözü edilen şekillerin
buraya çizilmesi münasip görülmüştür.
Halk eyledi ey Hüda bu
ibretgâhı
Eflak ve anasır ve
bu şems ve mâhı Kur'an'da dedin fe semme vech'ullah
(Ey Hüda, bu ibretgâhı
yarattın: Felekleri unsurları, güneşi e ayı. Kur'an'da: "Hangi tarafa
yönelirseniz orası Allah'a ibadet yönüdür." (2/115) dedin. İlahî, eşyanın
hakikatini bize göster.)
Eflak ve anasır ve mevalîd ey dil
Ecsam ve tabayi ve suverdir hep bil
Çün âlemdir hakîm-i sun'u şâmil
Pes heyet-i âlemi tefekkür hoş
kıl
(Ey gönül, felekler, unsurlar,
bileşikler, cisimler ve tabiatlar hep suretlerdir bil! Çünkü hakîm olan
Allah'ın sanatı âleme şâmildir. O halde âlemin hey'Etine iyi tefekkür
kıl.)
Eflak ile devr eder kevakib her an
Tesir edib imtizac eder bu erkan
Dört tab-ı muhalif olsa memzuc ey
can
Madenle nebat olur ve hayvan insan
(Her an yıldızlar feleklerle
döner. Onların tesiriyle karışır bu özler. Dört farklı tabiat
karışınca ey can; madenlerle bitkiler, hayvan ve insan olur.)
Hakkı bu cihanı bil
kitab-ı hikmet
Eflak ve anasırı huruf ve
kudret
Terkib ve mevalid ve
kela-ı izzet
Fehm et kelimat-ı
Rabbi al çok ibret
(Hakkı, cihanı
ibret kitabı bil. Felekleri ve unsurları harfler ve kudret; bütün bileşikleri
İzzet'in kelamı bil, Rabin kelimelerini anla, çok ibret al.)
Bulan kelimat-ı
Rabbi'den mânâyı
Hiç olmaz o harfgîr ve
kor kavgayı
Tuba ona kim o fehm eder
eşyayı
Ne görü işitse yâd
eder Mevla'yı
(Rabbî kelimelerden
mânayı bulan, harflere takılmaz ve kavgayı bırakır. Eşyayı
anlayana ne mutlu ki, ne görüp işitse Meva'yı yâdeder.)
Hakkı dile gel
kılma heves dünyaya
Emvacı koyup
kendini sal deryaya
bak bu kelimat-ı
Rab olan eşyaya
Hoş bu kelimatı
anla dal mânaya
(Hakkı, gönüle gel! Dünyaya heves kılma. Dalgaları
koyup, kendini denize sal. Bu Rabbin kelimeleri ola eşyaya bak; bu kelimeleri iyi
anla mânaya dal.)
Bu bahr ne eksilir ne artar asla
Emvacı gelir gider o bahre asla
Alem ki o mevcler gibidir mesela
Kalmaz iki an içinde bâki fasla
(Bir deniz ki, asla eksilmez ve artmaz,
dalgalar ona bitişik olarak gelir gider. Alem ki, o dalgalar gibidir
mesela; iki an içinde tek fasıl bâki kalmaz.)
Hakkı, ha için ver ehline
dünyayı
Ednayı unut
seversen ol âlayı
Emvac ile boş
yorulma bul deryayı
Yoğ anla bu
mâsivayı bil Mevlâ'yı
(Hakkı, Hak için dünyayı ehline ver. Yüceyi seversen
alçakları unut. Dalgalarla boşuna yorulma, denizi
bul. Masivayı yok anla, Mevla'yı bil.)
Hakkı, onu iste bil cihanı
fânî
Bul mevt-i iradide hayat-ı
canı
"Mütü kable en temütü"ü
tanı
Dünya seni terk etmeden sen eyle
anı
(Hakkı, cihanı geçici bil,
Allah'ı iste. Caın hayatını iradî ölümde bul, "Ölmeden önce ölünüz"
hadisini tanı. Dünya seni terk etmeden, sen onu terk et.)
Ah savmla bağlasam dehanı hani
Akl okusu nüsha,i cihanı hani
Dil bilse o mana-yı nihânı
hani
Dil bilse o mana-yı nihânı
hani
Can bulsa o can-ı canı hani
hani
(Hani, ağzı oruçla
bağlasam, akıl cihan nüshasını okusa hani Gönül o gizli manayı bilse hani. Hani hani!.. Can
bulsa canın canını!)
Ah sumtla bağlasam dehanı
hani
Dil söylese dinlesem nihanı hani
Can görse o mâna-yı cihanı hani
Aşkıle bulaydım anı hani hani
(Sükûtla bağlasam ağzı hani, gönül söylese,
dinlesem gizliyi hani! Hani o cihanın mânasını can görse. Hani hani... aşk ile bulaydım O'nu.)
Bir bildim iki cihanı mağrur
oldum
Ahkam-ı meratibin koyup dûr oldum
Çün halile vahdet-i vücuda buldum
Pes fız-ı meratibiyle mesrur
oldum
(İki cihanı bir bildim,
mağrur oldum. Mertebelerin hükümlerini koyup, uzak oldum. Çün hâl ile vahdet-i vücudu buldum, o anda mertebeleri
korumakla mesrur oldum.)
Hep varlığı bir bilince şadân oldum
Ahkam-ı meratibinde nâdân oldun
Çün bildiğimi görüb de hayran oldum
Her mertebede muti-i ferman oldum
(Varlığı
hep bir bilince şâdân oldum. Mertebelerin hükümlerinde nâdân oldum. Çünkü bildirimi görüp de hayran oldum ve her mertebede
fermana itaatkâr oldum.)
Tevhid-i vücuda çünki hemrah oldum
Ahkam-ı meratibinde gümrah oldum
Çün zevk-i şühude erdim âgah oldum
Her mertebesinde hoş maa'llah oldum
(Çünkü tevhid-i vücuda yoldaş oldum. Mertebelerinin
hükümlerinde yolumu şaşırdım. Müşahede zevkini erdim âgah
oldum. Her mertebesinde Allah'la beraber oldum.)
Zannımca yakîn ve sıdkla sıddıkam
Tevhid-i vücud ile dolu tahkikam
Her mertebe çün vücud eder hükm-ü diğer
Pes hıfz-ı meratib etsem zındıkam
(Zannımca yakînim ve sıdkıla
sıddıkım, varlığı birliğiyle dolu ve araştırıcıyım. Her mertebede varlık
diğer hüküm eder. Şimdi mertebeleri korusam zındığım.)
Bil vahdet-i âlemi ki arz-ı hakdır
Ol şeh ki gayûrdur bu sırr-ı muğlakdır
Esrar-ı cihanı söyleyen ahmaktır
Hıfz edeni hıfz eden şeh mutlaktır
(Alemin birliğini, Hak'kın arzı bil. O şeh ki
gayurdur, bu muğlak sırdır. Cihanın sırlarını söyleyen ahmaktır.
Koruyanı koruyan mutlak şehtir.)