1- Ömründen
bereket kalkar. Yani ömründen hayır ve menfaat
görmez. Ömrünü çeşitli hastalıklar, rezaletler, hakaretler ve zilletler
içerisinde geçirir. Çeşitli hürmetsizlik ve mahrumiyetlere müptela olur.
Sıhhatinden hiçbir hayır ve menfaat görmez.
Bu memlekette ve
başka ülkelerde daima hastane, tımarhane ve hapishanelerde gördüklerimiz,
namazını devamlı kılmayanlar, namaza önem vermeyenlerdir. Bu gibi yerlerin
hiçbirinde, ne burada ve ne de başka memleketlerde, namazı terk edenlerden ve
namazı önemsemeyenlerden başkasını göremezsiniz. Keza her yerde, zahmetli,
yorucu ve ağır işlerde çalışanlar da ekseriyetle yine namazı terk etmiş
olanlardır. Namazını devamlı kılanlar ve devamlı onunla uğraşanlar, her yerde
ve herkesin yanında hürmet, haysiyet ve itibar sahibidir. Her işte bu gibiler,
emsal ve akranları arasında mümtaz ve muhteremdir. Sefil, aşağı ve ezici
işlerde çalışanlar genelde namazını aksatanlar ve namaz kılmayanlardır.
2- Salih
kimselerin görünüşü yüzünden kaldırılır. Cenab-ı Hakk’ın hizmetinde bulunmaya yarar kimselerin simalarında kendi
yaratılışlarındaki güzellikten başka bir güzellik vardır ki, namaza önem
vermeyenler her ne kadar süslenmeye riayet etseler de, her gün defalarca hamama
girip çıksalar da, çok çeşit mükemmel ve süslü elbiseler giyseler de, yine bu
güzelliği edinemez. Çeşit çeşit güzel kokularla kokulansalar da, kendilerinde
hâsıl olan, Yahudi kokusuna benzeyen kokuyu erbabından gizleyemezler. Ehline bu
koku malum ve açıktır. Nasıl ki, Yahudiler, Yahudiliğe mahsus olan kokudan,
İslamiyet’e gelip ve İslamiyet’te karar kılmadıkça kurtulamayacakları gibi,
namazı terk edenler de, namaza devam eden ve devamlı onunla uğraşanlar
olmadıkça kurtulamazlar. Salih kimselerin çehresi, ancak namaza devam edenlerde
bulunur ki, ehli bunu anlar. Yine ehli olanlar, geçirilen namazın hangi vaktin
namazı olduğunu da bilirler. Namazı devamlı kılanlar, uzun zaman yıkanmasalar
da, hayli zaman, çamaşır değiştirmeseler de, vücutları, elbise ve çamaşırları,
kılmayanlar gibi kirlenmez. Namazı terk edenler, bilakis sık sık hamama
gitseler, çamaşır değiştirseler de, o zarafete sahip olamazlar.
3- Allahü
teâlâ hiçbir ameline sevab vermez. Yani günde defalarca sadaka verse, birçok yetim sevindirse, yedirse,
giydirse, günlerce Kur’an-ı kerimi hatmetse, birçok defalar hacca gitse, başka
buna benzer ibadetler ve hayratlar yapsa, Cenab-ı Hak ona zerre kadar sevab
yazmaz. Bütün amelleri boşa gitmiştir. Hak teâlânın emrinin hilafına bir
şekilde zaman geçirmek zulmünde bulundukları için, namazı terk edenlerin,
dünyevî ve uhrevî bütün işlerinde, hayır, bereket ve menfaat kaldırılır.
4- Duaları
kabul olmaz. Ellerini açıp dua edene,
Allahü teâlâ, (Lebbeyk), yani (Söyle kulum) buyurur. Namazı terk eden, Allahü
teâlânın bu lütfundan mahrum kalır. Duası kabul edilmez. Yani duası kabul
olunacak makama götürülmez. Yani herhangi bir mani zuhur eder de geride
bırakılır. Dünya işlerinde herhangi bir istek sahibinin verdiği dilekçesi bir
yerde takılıp, ait olduğu makama ulaşamadığı gibi, namaz kılmayanın duası da
kabul olunduğu makama ulaşmaz.
5- Bütün
mahlûkat ona buğz ve düşmanlık eder, onlar tarafından reddedilir. Salih müminler, Allahü teâlâya dost olanlar, namaz
kılanlardır. Ancak bunlar hayır ve berekete, rahmete vesile olurlar. Namazda,
Âdem aleyhisselamın yaratılışının başlangıcından bitimine kadar bütün
müminlerin ve dolayısıyla bütün mahlûkatın da hakları vardır. Namaz terk edilince,
Hakk’ın rahmeti perdelenir ve örtülü kalır. Binaenaleyh, rahmetin kesilmesine
sebep olduğundan dolayı, bütün mahlûkat, namazı terk edene düşmanlık ve
buğzeder.
6-
Salihlerin dualarında hissesi olmaz. Yani Müslümanların dualarının bereketinden mahrum kalırlar. O dualardan
ona pay düşmez. Vefat etse, kabri önünden geçen bir Müslümanın okuduğu
Fatihalardan gereği kadar faydalanamaz. Allahü teâlâ onları, kendisine has
ilahi hizmet olan namaza almadığından, Hakk’ın hizmetinden kovulmuş ve bu
hizmetle alakalı olan faydalardan mahrumdurlar.
Ölümü
esnasında, yani sekerat-ı mevti anında duçar olacağı üç
cezadan:
1- Zelil
olarak ölür. Üstünü, başını, yorganını,
karyolasını kirleterek berbat eder. Öyle olur ki, en yakınları olan çoluk
çocuğu, ana ve babası da ölümünden nefret eder. Beklenilen hürmet ve riayeti
gösteremezler. Dünya itibariyle çok büyük, mesela müdür, âmir de olsa, yine
ölümü anında bu suretle ölür. Bir şekilde vefat eder ki, bütün etrafı ondan
nefret ederler ve tiksinirler.
Namazı terk edenin
ölümünde gözlerinde korku eseri, telaş ve hüzün alametleri olur. Gözlerinin
rengi değişir. Yukarı veya aşağıya doğru bir
şekilde dikilir ki, bakmaya imkân olmaz. Burun delikleri kurur. Kuş tüyü
döşeklerde, muhteşem karyolalarda, süslü odalarda ve saraylarda, binbir
ihtişam, debdebe ve şan içerisinde bulunsa bile yine zelil olur. Gittikçe
zillete doğru yol alır. Çünkü izzet ancak Allahü teâlâya ve Resulüne
“sallallahü aleyhi ve sellem” ve müminlere mahsustur. Namaz kılmamakla iman
zayıflar. Namaz kılmayanların imanları zayıf olduğundan, ne melekler, ne
ruhlar, ne meyyitler, ne diriler ve ne de diğer mahlûkat onu aziz tutar. Ona
hürmet ve riayet göstermezler. Namazı terk edenin ölümünde saçları ve sakalları
sarkar. Yani can bedende olduğu vakit, mevcut canlı duruşu olmaz. Sarkık,
düşük, karışık, kötü bir manzara alır. Hülasa, hayatında olduğu gibi durmaz.
Salih müminlerde ise ölümde dahi hayatındaki heybeti bozulmaz. Aynen hayatında
olduğu gibi durur. Adeta yatağında, karyolasında uyuyormuş gibi durur. Onu ölüm
halinde görenler, vefatından haberdar değilseler, uyuyor zannederler.
2- En büyük
bir hastalık olan açlıkla ölür. Ne kadar
çok yemek yese de, yine açlık elemi, ızdırabı dinmez. Gittikçe şiddetlenir.
Dayanılmaz, tahammül edilmez bir hâl alır. Ne kadar fazla, ne kadar kuvvetli ve
nefis yemekler yedirilse, bu acı ve bu ağrı, bu sızı dindirilemez. Bu hasta
yedirilmekle, içirilmekle kandırılamaz ve doyurulamaz. Açlık bir titremeyle
şiddetlenir. Nihayet kıvrana kıvrana can verir. Çünkü namazı terk büyük
günahtır. Cezası da, o nispette büyük olur. Açlık da önemli bir hastalıktır.
Neticesi mutlaka ölümdür. Diğer hastalıklar gibi değildir. İşte namazı terk
eden, açlık hastalığıyla dertli olur da öyle gider. Her namazı terk eden, aç
olarak ölür.
3- Susuz
olarak ölür. Damarlarına, iliklerine,
etine, derisine, kemiklerine kadar bu susuzluk, elem ve ızdırabı nüfuz eder.
Dünyanın nehirleri içirilse, susuzluk acısı gitmez. Dudakları hararetten kurur,
çatlar. Ölüm anında bulunan hastalara su içirmeleri bundandır. Hâlbuki namazı terk
eden kişi olup da, ölüm hâline gelmiş hastalara su verildikçe susuzluğu artar.
Harareti çoğalır. Su onun ateşini söndürmeye kâfi gelmez. Velhâsıl suya hasret
çekerek ölür, gider. Namaz kılan kişi olup da, namaza devamlı olanlar ise,
yataklarında ve odalarında ne kadar perişanlık ve intizamsızlık olursa olsun,
Allahü teâlâ indinde muhterem oldukları için, melekler de onları hürmetle
tutar. Riayet eder, susuz bırakmazlar. Temiz şerbetlerle suya kandırırlar.
Cennetten alınan temiz şerbetle vefat etmiş olan müminler, aziz kılınmış ve
ikram olunurlar. Kanmış olarak vefat ederler.
Rafızilerin hüküm
ve itikatları icabı, İmam-ı Hüseyin “radıyallahü anh” için, susuz gitti
demeleri tamamıyla yanlıştır. Bu, âyet-i kerimenin bildirdiği şekilde kat’i
olarak sabittir ki, bunlar melekler vasıtasıyla Allahü teâlâ tarafından altın
misali kâseler içerisinde bulunan temiz içeceklere kanmış, doymuş olurlar.
Çünkü bunlar Hak teâlânın misafirleridir. Mübarek makamlarını baş gözleriyle
görürler. Namaza devam eden, güler yüzlü, mütebessim, parlak ve nurani yüzlü
olur. Yüzü ve alnı ayın on dördü gibi olur. Ferahlama eseri, yüzünde ve
gözlerinde parlar. Hak teâlâdan ve meleklerinden hayâ eder. Kendi kusurlarını
ve Hak teâlânın iltifatını ve ihsanını görür de alnından terler dökülür.
Burnunun delikleri sulanır. Kulağının altları ve burun delikleri hafif bir
şekilde terler. Güzel bir koku ile kokulanır. Çeşitli şekilde latif bir
güzellik alır ve çok güzel kokular yayılır. En leziz ve en nefis yemekleri
yemiş gibi tok ve suya kanmış olarak vefat ederler. Namazı terk etmiş olanlar,
o günde, bacak ve baldırları birbirine sürterek, Allahü teâlâya sevk olunurlar.
Melekler tarafından onlara denilir ki:
(İşte
bugün, Allah’a sevk olunduğunuz gündür. İşte bugün Allahü teâlânın huzuruna
gidiyorsunuz. Dünyada davet etmişti, ama icabet etmediniz.)
Âyet-i kerimede
bildirildiği şekilde, bunlar ne zekât verdiler ve ne de namaz kıldılar. Allahü
teâlânın emirlerini hak bilmediler. Önemsemeyip arkaya attılar. Namazın tamam
olması ve onun kemali, fıkıh kitaplarında beyan buyurulduğu üzere, namazın
farzlarını, vaciblerini, sünnet ve müstehablarını yerine getirmekledir.