Soru: Bazen Vehhabiliği, bazen Şiîliği savunan mutezile kafalı bir yazar, (Nisa sûresinin 79 âyetinde, şerri insanların yarattığı bildirildi) diyor. Her şeyi Allah yaratmadı mı?

CEVAP:

Elbette her şeyi yaratan Allah’tır. İki âyet-i kerime meali şöyledir:

(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62]

(Rabbin, dilediğini seçip yaratır. Onların seçme hakkı yoktur.) [Kasas 68]

Sapık yazarın bildirdiği âyet-i kerimenin meali şöyledir:

(Sana gelen her iyilik, Allah’tan [bir ihsanı olarak] gelmekte, her kötülük de [günahlarına karşılık olarak] kendinden gelmektedir.) [Nisa 79]

Bu âyette, günahlarımız yüzünden kötülük geldiği bildiriliyor. Kötülüğü yaratan yine Allahü teâlâdır. Bundan önceki âyette, şerri de Allah’ın yarattığı bildiriliyor. O âyet-i kerimenin meali:

(Kendilerine bir iyilik dokununca, “Bu Allah’tan” derler, başlarına bir kötülük gelince de “Bu senin yüzünden” derler. “Küllün min indillah [Hepsi Allah’tandır]” de! Bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]

(Hepsini yaratan Allah’tır) dendiği hâlde, bu mutezile kafalılar, bir türlü laf anlamıyorlar.

Peygamber efendimizin ise bu konuda sayısız hadis-i şerifi vardır. Bir tanesi şu mealdedir:

(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.) [Tirmizi]

Meşhur Amentü hadisinde, imanın altı şartından biri şöyle bildiriliyor:

(Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Muhammed bin Abdülkerim Şihristani hazretleri buyuruyor ki: Mutezile kafalılar, (İnsan, ihtiyarî yani istekli hareketlerini kendi yaratır. Allahü teâlânın şerri yarattığını söylemek doğru olmaz, çünkü şer zulmünü yaratan, zâlim olur. Allah'a zâlim denmez) diyor. Bunların bu sözleri yanlıştır. İş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan mahlûk olduğu gibi, yaptığı hayrı, şerri de mahlûktur. Saffat sûresinin 96. âyetinde mealen, (Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır) buyuruldu. Ehl-i sünnet âlimlerinden İmam-ı Beydavi hazretleri, bu âyetin tefsirinde, (Yaptığınız şeyler, insanın fiiliyle, hareketiyle olduğu için, insanın işi olur, fakat hareket kuvvetini veren, iş için lazım olan şeyleri yaratan, Allahü teâlâdır) demektedir. (Milel ve Nihal)

Ebu İshak Efendi hazretleri buyuruyor ki:

Allahü teâlâ, iyilik yapana karşılığını verecektir. Kimsenin iyiliği karşılıksız kalmayacaktır. Küfürden başka kötülüklerin birçoğunu da affeder. Küfrü dilemesine gelince, Hak teâlâ âlimdir. İlerde olacak her şeyi bilir. Hâkimdir, her şeyin en iyisini yapar. Dilediği kulunu rahmetine kavuşturur ve hidayet ihsan eder. Hiçbir şeyi yapmaya mecbur değildir. Nitekim Kur’an-ı kerimde Fatır suresi, 8. âyet-i kerimesinde mealen, (Dilediğini sapık yolda bırakır, dilediğini de hidayete kavuşturur) buyuruldu. Yani, iyiliği ve kötülüğü, kulların irade etmesi, dilemesiyle yaratır. Kulun iradesi, yaratmaya sebeptir, vasıtadır. Müminler irade-i cüziyyeleriyle imanı ve itaati dileyince, Allahü teâlâ da diler ve yaratır. Kâfir küfrü, fâsık ise günahı işlemek isterse, O da, irade ederse, yaratır.

Yalnız kulun dilemesiyle bir şey var olmaz. Hak teâlâ da dileyince var olur. Allahü teâlâ, şerleri, kötülükleri de diler ve yaratır, fakat bunları sevmez, razı olmaz. Hayırları, iyilikleri ise hem diler, hem de razı olur, beğenir ve yaratır. Allahü teâlâ dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz. İnsanların yaptıkları bütün iyilikler ve kötülükler, hep Onun dilemesiyle oluyor. Kullar bir şey yapmak irade edince, O irade etmezse o iş olmaz. O da dilerse, olur. Var olmasını dilemediği şey, var olmaz. Var olur demek, hâşâ âcizlik, gücü yetmemek olur. Allahü teâlânın her şeye gücü yeter. (Eshab-ı kiram kitabı)

Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:

(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir. Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kadere, hayrın ve şerrin benim takdirimle olduğuna inanmayan, benden başka Rab arasın.) [Şirazi]

(Allahü teâlâ buyurur: “Ben âlemlerin rabbiyim, hayrı da, şerri de ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise ne mutlu!) [İ. Neccar]

Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini, elbette bilir, bildiğini yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor. Cebriye zorla Allah yaptırır der, Mutezile ise, kaderi inkâr eder.

Kaderi bilmeyenler

Soru: (Trafik kazası kader değildir. Ülkenin kaderini değiştireceğiz. Eceli gelmeden öldü) gibi şeyler söyleniyor. “İnsan, yaratılışında boyunun uzunluğu ve saçının renginde kadere hükmedemez. Fakat hür iradesiyle yaptığı işlerde kaderin rolü olmaz”, “Emr-i ilahi gelmeden intihar eden, takdir-i ilahiyi değiştirdiği için Cehennemlik olur” deniyor. Kimisi, “Kader utansın” diyerek suçu kadere yüklüyor. Kimi de, “İnsan kaderini kendi çizer” diyor. Bunlar doğru mudur?

CEVAP:

Bunların hepsi yanlıştır. Kaza ve kader konusu çok ince mesele olduğu için, birçok âlimin ayağı kaymış ve çeşitli bid'at fırkaları meydana çıkmıştır. Âlimlerin bile dalalete düştüğü bu konularda, kaderden bahsetmek uygun olmaz. Sadece nakil yapılır. Peygamber efendimiz de, (Kaderden bahsedilince susunuz) buyuruyor. (Taberani)

Her Müslümanın, Amentü’deki esasları tasdik ettikten sonra, işlediği günahlardan mesul olduğunu bilmesi kâfidir. Eceli gelmeden kimse ölmez. Trafik kazasında veya vurularak ölen de; eceli gelerek, kaderi ile ölmüştür. Yani öldürülen veya kazada ölenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır. Mutezile, (İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) der. Bu, çok yanlıştır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Allah her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62] (Hayrı, şerri, imanı, küfrü de yaratan Allahü teâlâdır.) [Beydavi tefsiri]

(Allah her şeyi bilir.) [Hucurat 16]

(Yaratan, sinelerde olanları da bilir. Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 13,14]

Allahü teâlâ ezelî ilmi ile, kullarının yapacakları işleri bilir. Eğer Allah, yarattıklarının ne yapacağını bilmezse, bilmeyenden ilah olamaz. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü teâlâ herkesin ne yapacağını bilir. Cebriyye fırkası da, (Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul değildir) der. Bu da çok yanlıştır. Herkes yaptığından mesuldür. İyilik eden mükâfatını, kötülük eden cezasını görür. Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını alır. (Tekvir 14, Zilzal 7,8)

İyi kimse, iyilik yapmak isterse, Allahü teâlâ, irade edip yaratır. Böyle kimseden hep iyilik meydana gelir. Kötü kimse, kötülük yapmak isteyince, Allahü teâlâ da irade eder ve yaratır. Böyle kimse, iyilik yapmak istemediği için bundan hep kötülük hasıl olur. İnsan irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür.

Kader ne demek?

Soru: (İşçi kaderine terk edilemez, işi kadere bırakmamalı, işi Allah’a kaldı) gibi sözler söyleniyor. Kader, insanların elinde midir?

CEVAP:

Kader kelimesi yanlış kullanılıyor. Tesadüf yerine kullanılıyor. (İşi tesadüfe bırakmamalı) denir. Fakat (İşi kadere bırakmamalı) denmez. Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, kulların yapacakları şeyleri bilmesidir. Allahü teâlânın ilmine kimse müdahale edemez. (İşi Allah’a kaldı) sözü de hoş değildir. İyi kötü her iş, Allahü teâlânın dilemesi ile olur. Hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak, imanın esaslarındandır. (Onun işi elimizde idi, fakat şimdi Allah’a kaldı) demek yanlış olur. Her iş, her zaman Allahü teâlânın dilemesi ile olur.

Yazarın biri (Ya Rabbi, Boşnaklar ve Çeçenler muvaffak olamadı. Artık iş sana kaldı) diye dua ettiğini yazmış. Daha önce iş kimin elindeydi? Her iş, her zaman Allahü teâlânın elindedir. Hiç kimse, Ona aykırı iş yapamaz. Kaza ve kaderi bilmeyenler, böyle hata ediyorlar.

“Kader mahkûmu” ne demek?

Soru: Cezaevindeki hapislere kader mahkûmu veya kader kurbanı demek caiz midir?

CEVAP:

Hayır ve şer, yani her şey Allahü teâlânın takdiriyle olduğu için, hapse düşmeyi kaderden bilmekte mahzur yoktur, ancak suçu kadere yüklemek caiz değildir. İçki içip veya başka günah işleyip, (Ne yapayım kaderim böyleymiş, alnıma böyle yazılmış) diyerek, suçu kadere yani Allahü teâlâya yüklemek asla caiz olmaz. Bunun gibi, kızıp birini öldüren kimsenin de, (Ne yapayım, kaderim böyleymiş, kader kurbanıyım) diyerek, suçu kadere yani Allahü teâlâya yüklemesi caiz olmaz. Bu bakımdan kader kurbanı demek caiz olmadığı gibi, kader mahkûmu demek de caiz olmaz.

Kader, insanın ömür boyu neler yapacağını, Allahü teâlânın ezeli ilmiyle bilmesi demektir, yoksa bize zorla yaptırması demek değildir. Bu bakımdan kader mahkûmu tabirini kullanmamalıdır.

Soru: (Milletin kaderini değiştireceğiz, milletin kaderi bu değildir) gibi sözler söyleniyor. Mehmet Akif de, bir şiirinde (Kadermiş, öyle mi? Hâşâ! Bu söz değil doğru/Belanı istedin, Allah da verdi, doğrusu bu) diyor. Meydana gelen bir şey için, kader değildir demek, kaderi inkâr olmaz mı?

CEVAP:

Bu sözler, kaderi bilmemekten kaynaklanıyor. Kadere iman, Amentü'nün altı şartından biridir. İnkâr eden küfre girer. Özellikle mutezile fırkası, (İnsan kendi kaderini kendi çizer) diyerek Allahü teâlâdan olan kaderi inkâr ediyor. Kadere iman eden Müslümanların, tehlike karşısında tedbir almadıkları sanılıyor, kaderci deniyor. Tevekkül de böyle yanlış anlaşılıyor. Tevekkül eden, tedbir almaz, sebeplere yapışmaz zannediliyor. Hâlbuki tevekkül, gerekenleri yaptıktan, tedbir aldıktan sonra sebeplere değil, sadece Allahü teâlâya güvenmek, sebeplerin tesir etmesini Allah'tan beklemek demektir. Kader ise, olacak şeylerin hepsini, ezelî ilmiyle Allahü teâlânın bilmesi, kaza da zamanı gelince bunları yaratması demektir. Kadere imanın, tedbir alıp almamakla alakası yoktur. Bir kimsenin yaptığı çürük bina depremde yıkılsa, sağlam bina yapanınki yıkılmasa, Allahü teâlâ, birinin yıkılacağını, ötekinin de yıkılmayacağını bilir. Zamanı gelince de bunlar, meydana gelir. İşte kaza ve kader budur.

Tedbir almayanın başına bir iş gelince, bu kader değildir demek, kaderi inkâr etmek veya kaderi bilmemek demektir. Suçlu veya suçsuz, sarhoş veya ayık bir kimse trafik kazası yapsa, bu da kaderdendir. Sarhoşun kaza yapması kaderdendir. İntihar edenin yaptığı iş de kaderdendir. Yani bunların hepsinin olacağını Allahü teâlâ ezelî ilmiyle bilir. Başa gelen, iyi kötü her şey, kaderdendir. Kaderin dışında bir iş olmaz. Bu, imanın altı şartından biridir, inkâr edilmesi insanı küfre sürükler. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:

(Kadere iman etmedikçe, başa gelecek olanın asla şaşmayacağına, başa gelmeyecek olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]

(Kadere inanmayan, imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]

(Kaderi inkâr edenin İslam'dan nasibi yoktur.) [Buhari]

(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani]

(Ahir zamanda, kaderi inkâr edenler çıkacaktır.) [Tirmizi]

Görüldüğü gibi Peygamber efendimiz, ahir zamanda kaderi inkâr edenlerin çıkacağını bildirmiştir.

İrade, imtihan ve kader

Soru: (İnsanın iradesiyle yaptığı şeyler kader, diğerleri imtihandır. Mesela insanların göçük altında kalması, kader değil imtihandır) demek doğru mudur?

CEVAP:

Hayır, yanlıştır. Olaylar, ister insanın iradesiyle olsun, ister olmasın, yine kaderle olur. Hiçbir ihmal olmadan, kendiliğinden maden ocağının patlaması kader olduğu gibi, insanların kendi iradesiyle patlatması da kaderdir. Yani her olay kaderdir. Kader yani Allahü teâlânın takdiri dışında bir şey olmaz.

Olmasaydı ölmezdi demek doğru mu?

Soru: Herhangi bir sebeple ölen bir kimse için, (O sebep olmasaydı ölmezdi) mesela, (Trafiğe çıkmasaydı) veya (Deprem olmasaydı) yahut (Bomba patlamasaydı ölmezdi) diyenler olduğu gibi, (Trafiğe çıkmasa da, deprem olmasa da, bomba patlamasa da, o kişi mutlaka başka bir sebeple ölecekti) diyenler oluyor. Bunların hangisi doğrudur?

CEVAP:

Her ikisi de yanlıştır. Ölen veya öldürülen kimsenin, ne maksatla ve nasıl öleceğini veya öldürüleceğini Allahü teâlâ ezeli ilmiyle bildiği için, kaderini o şekilde yazmıştır. Bu, değişikliğe uğramaz. O kişi için (Ölmezdi) veya (Başka sebeple ölürdü) demek yanlış olur. O iş olmuş, bitmiştir. (Şöyle olsaydı ölmezdi) denmez.

Bir de, (Allah öyle yazdığı için öldü veya öldürüldü) diyerek suçu Allah'a yüklemek de yanlış olur. Allahü teâlâ, neler olacağını, nasıl öleceğini bildiği için, olacak şeyi onun kaderine yazmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Kader, Allahü teâlânın ezelî ilmiyle bilmesidir, zorla yaptırması demek değildir) buyuruyor. Kimin trafik kazasında, kimin depremde, kimin bomba patlamasıyla, kimlerin ise kalb krizinden veya başka bir sebeple öleceği ezelde yazılmıştır, o iş mutlaka meydana gelecektir. (Şöyle olsaydı meydana gelmezdi) demek yanlış olur.

Kaderi bilmemek

Soru: Bazıları, (Olduğu kadar, olmadığı kader) diyorlar. Yani (Yaptığımızı kendimiz yapıyoruz, yapamadığımız da kaderden) diyorlar. Kaderde olmayan şeyler de var mıdır?

CEVAP:

Her şey kaderdir. Kadere inanmak imanın şartıdır. Ancak Mutezile kafalılar kaderi inkâr ediyor. Bir şey olmuşsa da, olmamışsa da kaderden olduğu gibi, olan şeyin, iyisi de, kötüsü de kaderdendir. Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, kulların kendi iradeleri ile yapacakları şeyleri bilmesidir. Bilmek zorla yaptırmak demek değildir. Kendi irademizle uygunsuz işler yapıp, sonra (Alnımın yazısı böyleymiş) diyerek suçu kadere yüklememiz yanlıştır.

Herkes istediği trene binebilir

Soru: Eğer kimin Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, niye emirler ve yasaklar bildirdi? Hayrı ve şerri Allah yaratıyorsa, şer işlerimizden niçin sorumlu oluyoruz?

CEVAP:

Hayır ve şer, Allahü teâlânın yaratması iledir. Sevap ve günah insanın irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Allah’tandır. Bir âyet-i kerime meali:

(Zerre kadar iyilik ve kötülük yapan, karşılığını görecektir.) [Zilzal 7,8]

Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Diyelim ki, önümüzde iki tren var. Garda şunlar yazılıdır:

(Sağ yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı olan Cennete gider. Soldaki trene binen sonsuz azap diyarı olan Cehenneme gider. Sağ yoldan gidenin bazı şeyler yapması ve bazı şeylerden kaçması gerekir. Mesela namaz, oruç gibi dinin emirlerine uyması ve günahlardan sakınması gerekir. Soldan giden ise, yol boyu sıkıntı görmez. Onun için hiçbir yasak yoktur. Hiçbir şey yapmaya da mecbur değildir. Ama yol bitince sonsuz sıkıntılara maruz kalacaktır.)

Yolcu, hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene biner. Son istasyona varmadan, fikir değiştirebilir, dönüş yapabilir. Sağ yoldan giden trenden inip, sol yoldan giden trene binenler çıkabildiği gibi, sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldan giden trene binenler de çıkabilir.

Görüldüğü gibi, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir. Ama onu götüren bir araç var. Tren götürüyor onu. Treni yürüten de biri var. İnsanları mutluluk diyarına da, azap diyarına da götüren trendir. İşte bütün işleri, yani hayrı ve şerri Allah yaratır demek, kula o işi işleme gücünü veren Allah demektir. Örneğimizdeki tren olmasaydı, insan çok uzun olan bu yolculuğa çıkamazdı. Kendi irade-i cüziyyesi ile azap diyarına giden kimsenin, (Bu diyara tren seferi düzenlemeseydiniz, biz de buraya gelmezdik) diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz. Çünkü bu trene hiç kimse zorla bindirilmediği gibi, üstelik binerken de, yolda da, son ana kadar gerekli ikazlar yapılmaktadır. Herkes, kendi arzusu ile işlediği hayır veya şerrin karşılığını görecektir.

(Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir) mealindeki âyetleri gösterip, “Bizim sapıklıkta kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna göre, Allah’ın bizleri, sapık diye suçlamaya hakkı olmaz” ve “Hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, yaptığımız kötü işlerden sorumlu olmayız” diyenler çıkıyor. Suçlarını Allah’a yüklemeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir. Öyle olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla) diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Bir âyet meali şöyledir:

(Allah, iman edenleri dünya ve ahirette sapasağlam tutar, zalimleri ise saptırır.) [İbrahim 27]

Demek ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun gibi kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır. Hâşâ Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç?

Allahü teâlâ onlara zulmetmez

Soru: Bazı kimseler, her şeyi bize Allah işletiyor. Bizim bunda suçumuz yok. Alnımıza ne yazılmışsa onu görüyoruz diyorlar. Bu fikir doğru mudur?

CEVAP:

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:

Hayır ve şerrin yaratılmasında, insanın iradesinin ve ihtiyarının da tesiri vardır. İnsan bir şey yapmak ister, Allahü teâlâ da dilerse, o şeyi yaratır. İnsanın iradesine, dilemesine (kesb) denir. Demek ki, insanların yaptığı her hareket, her iş insanın kesbi ve Allahü teâlânın yaratması iledir. Adam öldürene kıyamette azap yapılması, onu kesb ettiği içindir. Cebriyye denilen kimseler ise, insanın kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan istese de, istemese de her hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının rüzgârdan sallanması gibidir. Her şeyi Allah zorla yaptırıyor. İnsan hiçbir şey yapamaz) dediler. Böyle söylemek küfürdür. Elin, ayağın titremesi ile, irade ederek hareket ettirilmesi, bir olur mu? Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ, onların yaptıklarının hepsini soracaktır.) [Hicr 92, 93]

(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. İnkâr edenlere Cehennem ateşini hazırladık.) [Kehf 29]

(Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendilerine zulmediyorlar.) [Nahl 33]

Allahü teâlâ kerimdir, merhameti sonsuzdur. İnsanlara hep faydalı olan şeyleri, yapabilecekleri kadar emretmiştir. Zararlı olanları yasak etmiştir.

Bakara suresinin 286. âyetinde mealen, (Allahü teâlâ insanlara kolay yapacakları şeyleri emretti) buyuruluyor. İnsanda irade bulunmadığını söyleyenler, kendilerine itaat etmeyenlere, sıkıntı verenlere niçin kızıyorlar? Oğullarını ve kızlarını niçin terbiye etmeye uğraşıyorlar? Kötü yola düşerlerse onlara, niçin kızıyorlar? Niçin, bunların iradesi yoktur, mecburdurlar diyerek, hoş görmüyorlar?

Herkes, yaptığı kötülüğün cezasını görecektir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Rabbin elbette azap yapacaktır. Ondan kurtuluş yoktur) buyuruldu. (Tur 7, 8)

Kaderim böyle imiş demek

Soru: Kimisi, kötü biri ile evleniyor, o kötü de kötülük yapınca, “Ne yapayım kaderim böyle imiş” diyor. Kimisi gaza basıyor son sürat giderken kaza yapıyor. “Ben ne yapayım alnımın yazısı böyle imiş” diyor. Kimisi hırsızlık ediyor, mahkûm oluyor. “Ne yapayım benim kaderim böyle kötü imiş” diyor. Kimisi, zararlı şeyler yiyip içiyor, hastalanıp felç oluyor. “Ne yapalım kaderin önüne geçilmez” diyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Bu insanların suçu kadere yüklemeleri doğru mudur?

CEVAP:

Elbette yanlıştır. Evet, kaderinde bunlar vardı; ama bunlara kendisi sebep olmuştur. Çünkü kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Buna üç örnek verelim:

1- Bir film defalarca gösterilse, bunu önceden seyretmiş biri, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Baş roldeki oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor? Allahü teâlâ da ezeli ilmi ile kimin nerede nasıl öleceğini ve Cennete mi Cehenneme mi gideceğini elbette bilir.

2- Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasını ve batmasını etkilemez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır.

3- Bir öğretmen, daha önceki birçok tecrübesine dayanarak, çok tembel bir öğrencisi için, (Bu öğrenci bu sınavı kazanamaz) diye bir deftere yazsa, yazılan yazı, o öğrencinin sınavını etkilemez. Öğrenci imtihanı kazanamayınca, (Sen deftere yazdığın için ben imtihanı kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemesi yanlış olur.

Allahü teâlâ yanlış iş yapmaz. Herkes yaptığından sorumludur.

Ebüssüud efendi buyuruyor ki:

Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber efendimiz buyurdu ki:

(Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buhari]

Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez. İlim, maluma tâbidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur'an-ı kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur'an-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir.

İbadete lüzum var

Soru: Yaptığım ve yapacağım işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var?

CEVAP:

Eshab-ı kiramdan bir zat da aynı suali sormuştu. Peygamber efendimiz buyurdu ki:

(Herkes, kendi işine hazırlanır.) [Müslim, Tirmizi]

Aynı suali soran Hazret-i Ömer’e de buyurdu ki:

(Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır. Saadet ehlinden olan, saadet için çalışır; şekavet ehlinden olan da şekavet için çalışır.) [Tirmizi]

Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle:

(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [veya taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10 Beydavi]

İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Yani irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. Kul irade-i cüziyyesini kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. (İrade-i cüziyye risalesi M.Akkermani)

Zalimler iflah olmaz

Soru: İbrahim suresinin, (Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir) mealindeki 4. âyeti ile aynı anlamda âyetler vardır. Bizim sapıklıkta kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna göre, Allah’ın bizleri, sapık, kâfir diye suçlaması uygun olur mu? Bir de hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, yaptığımız kötü işlerden niçin mesul oluyoruz?

CEVAP:

Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir. Öyle olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’an-ı kerimi insanlara açıkla) diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Mesela buyuruluyor ki:

(Allah, dilediğini saptırır, hakka yöneleni de doğru yola eriştirir.) [Rad 27]

(Elbette zalimler iflah olmaz.) [Kasas 37]

Demek ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun gibi kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Allah’tandır. Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Hâşâ zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç? Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:

(İnsan, önceden ne hazırladığını görecektir.) [Tekvir 14]

(Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Hiç kimse haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar iyilik eden, karşılığına kavuşur.) [Enbiya 47]

Allahü teala dilerse

Soru: Bir arkadaş, (Allahü teala, kullarını cehennemde yakmak istemez, kullar layık olduğu için cehenneme atıyor) dedi. Diğer bir arkadaş da, (Allahü teâlânın istemediği olmaz, Onu hâşâ mecbur eden mi var? İstemezse hiç birini yakmaz. Demek ki istiyor) dedi. Hangisi doğru?

CEVAP:

Bu, kaza kader konusudur. Birkaç kelimeyle izah edilmez. Bir kul, bir şey yapmak isteyince, Allahü teâlâ da dilerse o işi yaratır. Kul dilemezse, Allahü teâlâ da dilemez ve o şeyi yaratmaz. Cehenneme gidenler, kendileri istedikleri için gidiyorlar. Hâşâ Allah onlara zulmetmiyor. Bir ayet-i kerime meali:

(Allahü teâlâ onlara zulmetmedi. Onlar [küfre girerek] kendilerine zulmettiler.) [Nahl 33]

İnsanlarda ihtiyar, yani seçmek kuvveti bulunmasaydı, Allahü teâlâ bu âyet-i kerimede, (Onlar, kendilerine zulmettiler) demezdi. (Mektubat-ı Rabbani)

Hâşâ zulmetmez kuluna Hudası,

Herkesin çektiği kendi cezası...

Ecel ve takdir

Soru: Herkesin ecelini Allah takdir ettiğine göre, başkasını öldüren veya intihar eden kimse niye suçlu oluyor?

CEVAP:

Allahü teâlâ elbette kimin ne zaman ve nasıl öleceğini, intihar edip etmeyeceğini, kimin kimi öldüreceğini bilir. Bilmeyen de zaten ilah olamaz. Allahü teâlâ, kimin Cennete, kimin Cehenneme gideceğini de biliyor. Allah’ın bilmesi demek, o işi zorla yaptırması demek değildir. Mesela, takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Aksine, güneş o saatte doğacağı için, takvime yazılır. Bir kimsenin ne yapacağını, ne zaman ve nasıl öleceğini, cennetlik mi, cehennemlik mi olduğunu Allahü teâlâ elbette bilir. Bu, kaderine yazılır. İnsan kaderine yazıldığı için o işi işlemiyor. Ne iş işleyeceği bilindiği için, kaderine o iş yazılıyor. Falanca intihar edecek, falanca falancayı öldürecek, falanca şu günahı işleyecek diye bilindiği için yazılıyor. Onun için, günah işleyen, günahından sorumlu oluyor. Adam öldüren, katilliğinden sorumlu oluyor. İntihar eden, intiharından sorumlu oluyor.

Kader nedir?

Soru: Alnımıza yazılan kader, bizim iyi veya kötü iş yapmamızı engeller mi?

CEVAP:

Hayır engellemez. Kader, bizim kendi isteğimizle işleyeceğimiz işlerin veya başımıza gelecek olayların Allahü teâlâ tarafından bilinmesi demektir. Allahü teâlâ, (Şu kul, kendi isteğiyle şu işleri yapacaktır veya falanca yerde şu olaylar başına gelecek yahut şu sebeple ölecektir) diye kaderine yazıyor. Yani iyi veya kötü işi kendi irademizle yapıyoruz, yahut amelimizle o işe maruz kalıyoruz. Herhangi bir sebeplerle trafik kazasında öleceksek, maganda kurşununa maruz kalacaksak, depremde hayatımızı kaybedeceksek, bunlar da önceden kaderimize yazılmıştır. Kaderimizde olduğu için ölmüyoruz, öleceğimiz bilindiği için kaderimize yazılıyor. Yine bunun gibi, kötü bir kimse, kaderinde yazılı olduğu için o kötü işleri yapmıyor. Aksine, o kötü işleri yapacağı bilindiği için, kaderine yazılıyor. Bu inceliği iyi anlamalıdır. Bunu bilmeyen ve kötü işler çeviren kimseler, (Ne yapalım, alın yazımız böyleymiş) diyerek kendilerini temize çıkarmak için kaderi suçlamaya çalışıyorlar. Kaderin suçu olmaz. Kader, olacak her şeyin Allahü teâlâ tarafından bilinmesi ve takdir edilmesidir. Zamanı gelince bu şeylerin meydana çıkmasına da kaza deniyor. Hayır veya şer de, elbette Allahü teâlâ tarafından yaratılıyor. Kötü şeyleri o yaratmaz demek yanlıştır. Tek yaratıcı Allah’tır, başka yaratıcı yoktur.

Dilemek ve razı olmak

Soru: Allah, her şeyi dileyip yaratıyorsa, kötü olan işleri niye dileyip yaratıyor?

CEVAP:

Her şeyi yaratan Allahü teâlâ ise de, kullarına irade-i cüziyye vermiştir. Kul, bu iradesinde serbesttir. Günah işlemeye mecbur değildir. Kulun, kendi serbest iradesine göre, yapmak istediği iyi veya kötü isteklerinin de, yaratıcısı Allahü teâlâdır. Kulun isteğine göre yarattığı için, suçu Allahü teâlâya yüklemek yanlıştır. Cebriye fırkası suçu Allah’a yüklemiştir, Mutezile de, Allah bizim işlerimize karışmaz demiştir. Ehl-i sünnet orta yoldur.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Allahü teâlâ, hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü irade eder, diler ve yaratır. İyilerin de, kötülerin de yaratanı Odur; fakat iyiliklerden razı; kötülüklerden razı değildir, yani beğenmez. İrade etmek [dilemek] başkadır, rıza başkadır. Aralarındaki farkı, yalnız Ehl-i sünnet âlimleri anladı; diğer 72 bid’at fırkası, bu farkı anlayamayıp, dalâlete saplandı. (1/266)

Kâfirlerin iman etmesi

Soru: Allah herkesin iman etmesini emrediyor da, niçin kâfirlerin iman etmesini irade etmiyor, dilemiyor?

CEVAP:

Allahü teâlâya, yaptığı şeyleri beğenmeyerek, bunların sebebi sorulmaz.

Allahü teâlâ, ileride olacak her şeyi, ezelde, sonsuz geçmişte biliyordu. İlmi, olacak şeylere tâbidir. Yani nasıl olacaklar ise, öylece bilmiştir. Öyle olacakları için öyle bilmiştir. Yoksa öyle bildiği için, öyle olmaya mecbur olmuyorlar.

İşte, Allahü teâlânın iradesi, bu ilmine uygun oluyor. Kudret ve tekvin sıfatları da, iradesine uygun oluyor.

Allahü teâlânın âdet-i ilahiyesi şöyledir ki, her şeyi sebep ile yaratmaktadır. İnsanların iradelerini de, bunların iyi ve kötü işlerini yaratmaya sebep kılmıştır.

İmanı, hayrı, sevabı kullarına bildirmek için Peygamberler gönderdi. İman etmeyi ve ibadet ve iyilik yapmayı emretti. Küfrü ve günah işlemeyi, kötülük yapmayı yasak etti. İnsanlara akıl verdi. Aklı olana emretti. Akıl vermediklerini de sorumlu tutmadı.

Kâfirin suçu nedir?

Soru: Allah’ın, dilediğini hidayete kavuşturacağını, dilediğini sapıklıkta bırakacağını bildiren birçok âyet vardır. Demek ki, Allah dilese, herkesi Müslüman yapar. Dünyada yaşayan birçok dinsize niçin iman nimetini nasip etmiyor? Dinsizlerin bunda suçu var mı?

CEVAP:

Bu hususta imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Rabbimiz, herkese mal, evlat, rızk, hidayet, irşad ve selamet ve her iyiliği, fark gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar) buyurulmaktadır.

Nitekim Güneş, hem çamaşır yıkayana, hem de çamaşırlara, aynı şekilde, parlamakta iken, çamaşır yıkayanın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.

Bunun gibi, elmaya ve bibere aynı şekilde parladığı halde, elmayı kızartınca tatlılaştırır. Biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık hep Güneşin ışıkları ile ise de, aralarındaki fark, Güneşten değil, kendilerindendir.

İnsanın, ahiretteki nimetlere nail olmaması, ondan yüz çevirdiği içindir. Yüz çeviren, elbette bir şey alamaz. Ağzı kapalı kap, nisan yağmuruna elbette kavuşamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, dünya nimetleri içinde yaşadığı görülüp, mahrum kalmadıkları zannedilir ise de, bunlar, dünya için çalışmalarının karşılığını almaktadır. Yalnız dünya için çalışanlara verdiği dünyalıklar hakikatte azap ve felaket tohumlarıdır. Bunlar, nimet şeklinde görülen musibetlerdir.

Nitekim, (Kâfirler, mal ve çok evlat gibi dünyalıkları verdiğimiz için, kendilerine iyilik ettiğimizi mi sanıyorlar? Peygamberime inanmayıp din-i İslamı beğenmedikleri için, onlar mükâfatlandırdığımızı mı zannediyorlar? Hayır, öyle değil, aldanıyorlar. Bunların nimet değil, musibet olduğunu anlamıyorlar) mealindeki âyet-i kerimede görüldüğü gibi, Haktan yüz çevirene verilen dünyalık, hep felakettir. Şeker hastasına verilen tatlı gibidir. (1/64)

Kalb, nefse uyup, küfür veya günah yapmak isteyince, Allahü teâlâ, bu kula acırsa, küfür ve günah işlemesini istemez. O da, yapamaz. Acımazsa, işlemesini ister ve yaratır. Karşılığını da verir. O halde insanın azaplara, felaketlere sürüklenmesine sebep, kendisidir. Kalbinin dine uymayıp, nefsine uymasıdır.

Kâfire iyilik etmek

Soru: İlmihal’de, Besmelenin manası açıklanırken, (Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş ve varlıkta durdurmakla, yok olmaktan korumakla iyilik etmiş olan...) deniyor. Kâfir olarak dünyaya gelip, kâfir olarak ölen bir kişinin dünyaya gelmesini düşündüm ve buradaki, her var olana, yaratılmakla iyilik edilmiş sözünü anlayamadım. Bir de her an yok olmaktan korumak kâfirler için niye bir iyilik olsun ki?

CEVAP:

Kâfir olarak kimse dünyaya gelmez. Herkes Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Bunu Peygamber efendimiz bildirmiştir. Yani bir kâfir çocuğu da Müslümanlığa elverişli olarak doğuyor. Bu onun için bir şanstır, ona bir iyilik edilmek isteniyor, kabul edip etmemesi onun bileceği iştir.

Kâfir çocuğu da kâfir olarak büyümüşse suç kendisindedir. Çünkü Allahü teâlâ ona akıl vermiştir. Aklını doğru yolda kullanmazsa suç Allahü teâlânın olmaz.

Allahü teâlâ, kâfire akıl veriyor, iman etmesi için mühlet veriyor, sebepler yaratıyor, bu iyilik değil mi?

Kader değişir mi?

Soru: Dua ile kader değişir mi? (Allah yazdıysa bozsun) deyimindeki mana nedir? Dua etmeyi dilemek de kaderden mi? Kaderin ömrü nereye kadardır? Ezeli mi, yoksa ebedi mi? Kaderin de bir kaderi var mı?

CEVAP:

Önce kaza ve kader ile çeşitlerini bilmek gerekir.

Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Yani kader, maaş bordrosu gibidir. Kaza ise, bu maaşın dağıtılmasıdır. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını, nerede nasıl öleceğini bilir. Buna, kader, kısmet, baht, nasip, talih, yazgı, alınyazısı deniyor.

Bir film tekrar tekrar gösterilse, bunu önceden seyretmiş biri, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Baş rolde oynayan oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor?

Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır. Bir âyet meali şöyledir:

(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda]dır.) [Hud 6]

Kaderin değişeni de, değişmeyeni de vardır. Mesela değişmeyen ecele, ecel-i müsemma denir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:

(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]

İnsanın işine göre, ömrü ve rızkı değişebilir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Allah, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab [levh-i mahfuz] Ondadır.) [Ra’d 39]

Ümm-ül kitap, ezeli olan kelam-ı İlahinin yazılı olduğu kitaptır. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allah’tan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. Bunu melekler görür. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Bir başka âyet meali de şöyledir:

(Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması elbette kitapta yazılıdır.) [Fatır 11]

Değişebilen kaza kadere kaza-i muallak denir. Bir kimse, iyi amel yapıp duası kabul olursa, o kaza değişebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız dua değiştirir.) [Hakim]

(Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez. Ama kabul olan dua, bela gelirken korur.) [Taberani]

(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberani]

Kaderin levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, o kimsenin dua etmesi de takdir edilmişse, dua eder, kabul olunca belayı önler. Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Şemsiye yağmura siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur.

Ecel-i müsemma değişmez ama; Ecel-i kaza değişebilir. Bir örnek: İki kişi, Hazret-i Davud’a birbirini şikayet etti. Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden birinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti; ama ölmedi) dedi. Hazret-i Davud, hayret edip sebebini sorunca cevaben dedi ki:

(İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bunun için Allahü teâlâ, bunun ömrünü 20 yıl uzattı.) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi]

Cebriye ve mutezile

Soru: Kaderin imanın şartı olduğunu inkâr eden biri, (Resulullah kadere imanla ilgili bir şey söylememiştir. Kader, imanın şartları arasında sayılırsa, ne yapacağımız önceden takdir edilip yazıldığına göre, bize günah işleten de Allah olur. Allah bizi niye cehenneme gönderecek ki?) diyor. Buna nasıl cevap verebiliriz?

CEVAP:

Kaderi inkâr eden, mutezile [kaderiye] fırkasıdır. (Yaptığımız iyi kötü işlere Allah karışmaz) derler. (Allah bize zorla günah işletir) diyen ise, cebriye [mürciye] fırkasıdır. İkisi de yanlıştır. Ehl-i sünnet ikisinin ortasındadır.

Cebriye fırkası:

Bu fırka, (Bize imanı veren de ibadet ettiren de Allah’tır. Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul değildir) diyerek şu mealdeki âyetleri delil olarak gösteriyor:

(Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini dalalette bırakır.) [İbrahim 4]

(Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. O halde inanmaları için insanları zorlayacak mısın? Allah’ın izni olmadıkça, hiç kimse, iman edemez.) [Yunus 99,100]

(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]

Bu âyet-i kerimeler, kaderi, yani Allahü tealanın işlerimizi yarattığını inkâr eden mutezileye gayet güzel cevaptır. Bu âyet-i kerimelere rağmen, kader nasıl inkâr edilir ki?

Bu âyet-i kerimelerin açıklamasında, Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:

Hayrın ve şerrin yaratılmasında, işlediklerimizin yaratılmasında, insanın irade ve ihtiyarının da tesiri vardır. İnsanın iradesine, dilemesine kesb denir. İnsanın yapmak istediği işi, Allahü teâlâ da dilerse, o şeyi yaratır. (2/83)

Demek ki, insanların yaptığı her hareket, her iş, insanın kesbi ve Allahü teâlânın yaratmasıyladır. İnsan istiyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. Allahü teala yaratmıyor diyen mutezile sapık yoldadır. Günümüzde bazı mutezile bozuntuları, kaderi cebriyenin anladığı gibi göstererek inkâra çalışmaktadır.

Cebriye fırkası, insanın kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan istese de, istemese de her hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının rüzgârdan sallanması gibidir. Her şeyi Allah zorla yaptırıyor) dediler. Böyle söylemek küfürdür. Elin titremesi başkadır; isteyerek oynatması başkadır. Bir âyet-i kerime meali:

(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. İnkârcılara Cehennem ateşini hazırladık.) [Kehf 29]

Allahü teâlâ zorla inandırırsa, niye (İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin) diyecek ki? Demek ki, Allahü teâlâ, insana bir irade verdi. İnanmak da, inkâr etmek de, insanın elindedir.

Bir cebriyeci, kendisine saldırana kızmaz mı? Allah yaptırıyor der mi? Mesela, Cebriyenin ensesine bir tokat vursak, (Ne yapıyorsun?) der, ona (Kader böyle, bunları yapan Allah’tır) desek, bize hak verir mi?

Cebriyeciler, (Kâfirler mazurdur; çünkü işleri yapan Allah’tır. Bunlar mecburdur) diyorlar. Bu sözleri küfürdür. Dört âyet-i kerime meali:

(Onları hesap mahallinde durdurun! Hesaba çekileceklerdir.) [Saffat 24]

(Rabbin hakkı için, onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92, 93]

(Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7,8]

(Kişi, önceden ne hazırladığını, ne getirdiğini görecektir.) [Tekvir 14]

Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

(Mürciye [cebriye] ve kaderiyenin [mutezilenin] İslamiyet’ten nasibi yoktur.) [Buhari]

(Allahü teâlâ, kaderiye ve mürciyeye, 70 Peygamber lisanıyla lanet etti.) [Taberani]

(Kaderiye ve mürciye, Kevser havuzuna varamaz ve Cennete giremez.) [Ebu Davud]

Günümüzde cebriye fırkası azsa da, aklına güvenen mutezile bozuntuları çoktur.

Mutezile fırkası:

Kaderiye de denilen, mutezile fırkası, (İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) diyerek kaderi inkâr etmiştir. Hâlbuki kadere iman farzdır. Bu husus Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın elbette her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir) buyuruluyor. (Bakara 255)

İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere, kader deniyor. Bunlar nasıl inkâr edilebilir ki? Kader hakkında birkaç âyet-i kerime meali:

(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda] olmasın. Elbette bu, Allah için kolaydır.) [Hadid 22]

Birkaç hadis-i şerif meali ise şöyledir:

(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud, Tirmizi]

(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi]

(Ahir zamanda, şerli kimseler, kader hakkında konuşur.) [Hâkim]

(Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere [falcılara] inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.) [Taberani, İbni Asakir, Hatib, İbni Ebi Âsım]

(Kaderi inkâr etmeyin. Hristiyanlar kaderi inkâr eder.) [Cami-us-sagir]

(Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe dinde sabittir; inkâr edince helak olur.) [Taberani]

(Ahirette kaderi yalanlayana rahmet nazarıyla bakılmaz.) [İ. Adiy]

(Şu üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2- Münafıkların “Kur’an böyle diyor” diyerek tartışmaya girişmesi, 3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]

(Bütün Peygamberler şunlara lanet etmiştir: 1- Allah’ın kitabında olmayan şeyi ona ekleyen [Kur’anda böyle yazıyor diye yalan söyleyen, Kur’anı kendi görüşüne göre tevil ve tefsir eden], 2- Allah’ın kaderini inkâr eden, 3- Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil eden zalim idareci.) [Taberani]

(Kaderden bahsedilince dilinizi tutun!) [Taberani]

(Kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]

(Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, şer takdir edilmedi derler.) [Beyheki]

(Kader, Rahman olan Allah’ın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]

(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir. Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bana iman edip de, kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın.”) [Şirazi]

(Ümmetimi üç şey helak eder: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibarsızlık.) [Taberani]

(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud]

(Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani kader, takdir, son buldu ve yazılacak bir şey kalmadı. İnsanlar bu kaderin dışında bir şey yapamazlar.)

(Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, ancak Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Eğer herkes, sana zarar vermeye kalksa, ancak Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği zarardan fazlasını veremez; çünkü artık kaderi yazan kalem kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.) [Tirmizi]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Ben âlemlerin rabbiyim. Hayrı da, şerri de ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise müjdeler olsun!) [İ.Neccar]

Son hadis-i şerifte, Allahü teâlâ, (Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun) buyuruyor. Kötülüğü zorla yaptırsaydı, kendi yazdığı hüküm için yazıklar olsun der miydi? Bu söz, (Kendi iradesiyle kötülüğü işleyeceğini ezeli ilmimle bildiğim için, hakkında şer yazdığım kimselere yazıklar olsun) demektir.

Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini, Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini de yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor. Cebriye, zorla Allah yaptırır der; mutezile ise Allah’ın kaderini inkâr eder.

(Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara Peygamber efendimiz, (Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır) buyurdu. (Müslim, Tirmizi)

Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle:

(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10]

Görüldüğü gibi, Allahü teâlânın bilmesi, zorla yaptırması demek değildir. İşte, bir kimsenin günah işleyeceğini de Allahü teâlâ elbette bilir. Bu, onun kaderinde yazılıdır. Yazılı olması, o günahı işleyeceği içindir; yoksa kaderinde yazılı olduğu için o günahı işlemez.

Bütün bu âyet-i kerimelere ve çoğu Kütüb-ü sitte’de bulunan hadis-i şeriflere rağmen, kaderi inkâr eden, Resulullah böyle şey söylemez diyebilen mutezile bozuntularının, art niyeti meydandadır.

Mutezile fırkası

Soru: Mutezile fırkası nasıl meydana çıkmıştır, fikirleri nelerdir?

CEVAP:

Bozuk fırkalardan biri olan Mutezile, Hasan-ı Basri hazretlerinin derslerinde bulunan Vasıl bin Ata tarafından ortaya çıkarılmıştır. Büyük Ehl-i sünnet âlimi ve veli bir zat olan Hasan-ı Basri, (Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kâfirdir) diyerek Ehl-i sünnetten ayrılan Vasıl bin Ata için, (İ'tezele anna Vasıl) yani (Vasıl bizden ayrıldı) buyurmuştu. Buradaki i’tezele [ayrıldı] kelimesinden dolayı Vasıl'a ve onun yolunu tutanlara Mutezile ismi verilmiştir.

Sonraki yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış ve felsefeye meraklı kişiler, Vasıl bin Ata'nın yolundan yürüyerek, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları ile, kader, amellerle (ibadetlerle, muamelatla..) iman arasındaki münasebet ve diğer konularda İslam dininin sınırlarını zorlayacak kadar ileri derecelere varan ayrılıklara düşmüşlerdir.

Kuru akılcı ve bid’at fırkalardan Mutezilenin görüşlerinden bazıları şunlardır:

Sahabenin hepsinin adil ve Cennetlik olduğunu inkâr ederler. Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen, (Onların hepsine hüsnayı [Cenneti] vaad ettik) buyuruluyor. (Hadid 10)

Miracı, diğer mucizeleri ve kerameti inkâr ederler.

Kur’an-ı kerimde, kerametin hak olduğunu bildiren âyetlerden bazıları şunlardır:

Ledün ilmine sahip bir zat, Belkıs’ın tahtını bir anda getirdi. (Neml 40)

Hazret-i Meryem’e her zaman taze meyve ve yiyecek verilirdi. (Al-i imran 37)

Eshab-ı kehf asırlarca, ölmeden uyudu. (Kehf 17,18)

(Cennette olanlara Allah görülmez) derler. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Ahirette, yüzleri nurlu olarak, Rablerine bakarlar.) [Kıyamet 22, 23]

(Günah işleyen kâfir olur, amel imandan parçadır) derler. Ehl-i sünnet itikadında, amel ile iman ayrıdır, günah işleyene kâfir denmez. Günah işleyen kâfir olsaydı, yeryüzünde müslüman kalmazdı. Masum olmak meleklere mahsustur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Allah şirki [küfrü] affetmez. Diğer bütün günahları ise, istediğini affeder.) [Nisa 48]

(Kabir ziyaretinde, enbiya ve evliyadan yardım istemek caiz değil) derler. Hadis-i erbain’de (Bir işinizde, sıkışıp şaşırınca, kabirdekilerden yardım isteyin!) buyuruluyor.

Kabir sualini, kabir azabını inkâr ederler. Hadis-i şerifte, (Kabir azabı haktır) buyuruldu. (Buhari)

(Ölüye, dua fayda etmez) derler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Dirilerin duaları ile, ölülere çok rahmet verilir. Dirilerin, ölülere hediyesi, onlar için dua ve istigfar etmektir.) [Deylemi]

(Sırat, mizan, şefaat diye bir şey yok) derler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kıyamette mizan, sırat, şehidi rahatsız etmez.) [Beyheki]

(Cehennem üzerine Sırat köprüsü kurulur.) [Buhari]

(Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [Nesai]

(Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Aklın beğendiği, güzel gördüğü şeyler farz, çirkin gördüğü şey ise haramdır. Din bildirmese de, akılla haramı ve farzları bilmek mümkündür) derler.

Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ise de, her işte ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere lüzum kalmazdı. Dinin hükümlerini duymayan, cezalandırılmaz. Bir âyet-i kerime meali:

(Biz Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.) [İsra 15]

Eski milletlere mubah olan bazı şeyler, bizlere haram edilmiş, eskilere haram olan bazı şeyler de bizlere mubah kılınmıştır. Demek ki, bir şeyin farz veya haram oluşu, ancak dinin emri ile belli olur, akıl ile belli olmaz. Mesela eskiden sığır ve davar iç yağı haram idi, bizlere ise helaldir. (Enam 146)

Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:

Nakil yolu ile anlaşılan, yani Peygamberlerin söyledikleri şeyleri, akıl ile araştırmaya uğraşmak, düz yolda, güç giden, yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at, kamçılanırsa, çabalaya çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar, yahut, alışmış olduğu düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, yürüyemediği, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, ya yıkılıp insan aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatır.

Akıl, his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan bir ölçüdür. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara eremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, inanmaktan başka çare yoktur.

Ehl-i sünnet âlimleri, mutezilenin dalalette olduğunu âyet ve hadislerle ispat etmişlerdir.

Bir taşla iki kuş

Soru: Aşağıdaki ifadeler Ehl-i sünnete aykırı değil mi?

Kula bela gelmez Hak yazmadıkça,

Allah bela vermez kul azmadıkça.

CEVAP:

Ehl-i sünnete uygundur. Birinci mısra mutezileye cevap, ikinci mısra cebriyeye cevaptır. Bir taşla iki kuş vurulmuştur. Özet olarak, iki satırla Ehl-i sünnet itikadı bildirilmiştir.

Mutezile, (Kaderini herkes kendi belirler) der. Birinci mısra buna cevaptır. (Allahü teâlâ dilemedikçe insan bir şey yapamaz) deniyor.

Cebriye ise, (Allah dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) ayet-i kerimesini yanlış anladığı için, (Her şeyi bize zorla yaptıran Allah’tır) der. İkinci mısrada, (Allah’ın takdiri insanların amellerine göredir) deniyor.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Kaza ve kader bilgisini, çok kimseler anlayamadığından doğru yoldan ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı, insanların isteyerek yaptığı işlerinin zorla olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yaptığını, isteyerek yapılan işlere Allahü teâlânın karışmadığını söylemiştir. Üçüncüsü de, doğru yoldakilerin, İslamiyet’i iyi anlayanların sözüdür ki, bunlar, Fırka-i naciyye ismiyle müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimleridir. Bunlar, birinci ve ikinci kısımda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir.

Eş’ari ve Cebriye

Soru: İmam-ı Eş’ari’nin insanın iradesiyle ilgili bildirdikleri, Cebriye’ye yakın mıdır?

CEVAP:

Yakın olanları vardır, fakat yakın olmak, Cebriye olmak demek değildir. Cebriye bâtıl fırkadır. İmam-ı Eş’ari ise, Ehl-i sünnetin iki itikad imamından biridir. İmam-ı Maturidi’nin bildirdiğiyle, arasında söyleyiş farkı vardır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Bir işin yapılması başkadır, iyi veya kötülüğünün yapılması başkadır. O halde, işin iyi veya kötü olması için de, kuvvetin ayrıca tesiri lazımdır. İnsanların kudretini Allahü teâlâ yarattığı gibi, bu kudretin tesir etmesini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. Bunun için, kulun kudreti de tesir eder. İmam-ı Eş’ari’nin bildirdiklerini, Cebriye’den ayıran şey, Cebriye mezhebinde, (Bir insan bir işi yaptı demek mecazdır. Yani o istekli işi yalnız Allahü teâlâ yapmıştır. O insanın eliyle yapmıştır. İnsanda kudret yoktur) derler. İmam-ı Eş’ari ise, (İşi yapan, hakikatte insandır. Ancak, insanın isteğiyle değil, Allahü teâlânın istemesiyle yapmıştır) diyor. Ehl-i sünnetten, İmam-ı Eş’ari’den başkaları, kulun kudreti, yaptığı istekli işe tesir eder diyor. İmam-ı Eş’ari ise, kudreti ancak, işin yaratılmasına sebep olup, yaratılmasında tesiri olmaz diyor ki, her ikisine göre de, işi insan yaptı demek doğru olur. Ehl-i sünnet, Cebriye’den, böylece ayrılmış olur. Cebriye mezhebinin, insanın istekli işlerini yaptığını kabul etmemesi, (İşi insan yaptı demek mecazdır) demesi küfürdür. (1/289)

Levh-i mahfuz ve ümm-i kitap

Soru: Levh-i mahfuz'la Ümm-i kitab ayrı mıdır? Bunlar mahlûk mudur?

CEVAP:

Ahmed bin Süleyman hazretleri buyuruyor ki: Levh-i mahfuz, korunmuş levha demektir. Ezeli ve ebedi, olmuş ve olacak her şeyin Allahü teâlânın indinde yazılı olduğu kitap anlamındadır. Mahlûktur, yani sonradan yaratılmıştır. Melekler Levh-i-mahfuz'u görürler. Allahü teâlâ dilerse Levh-i mahfuz'da değişiklik yapabilir. Mesela, insanın işine göre ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Ümm-i kitab ise, kitabın anası demektir. Ezeli olan kelam-ı ilahinin ismidir. Mahlûk değildir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Yani burada zaman yazılı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi)

Fatiha'ya da Ümm-i kitap denirse de, o konumuzun dışındadır.

Allah layık olanı alçaltıp yükseltir

Soru: Aşağıdaki âyetlere Ehl-i sünnet âlimleri nasıl anlam vermişlerdir?

CEVAP:

Âyetlerin açıklamaları şöyledir:

(Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir.) [İbrahim 4, Fatır 8]

Allah dilediğini saptırdığına göre, şer Allah’tan değil diyenler yanlış yoldadır. Bu âyete dayanarak cebriye, Allah bize zorla günah işletir diyor ki o da yanlıştır. Allahü teâlâ hiç kimseye zulmetmez, zorla günah işletmez. Günahı da sevabı da herkes kendi irade-i cüziyyesi ile işler.

(Rabbin, dilediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68]

Külli iradenin Allahü teâlânın kudretinde olduğu bildiriliyor. Kullarına verdiği irade-i cüziyye hariç, hiç kimse bir şey yaratamaz. Tek yaratıcı Allahü teâlâdır, hayrı da şerri de O yaratır.

(Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder.) [Bakara 284]

Dilediğine azap eder demek, layık olana azap eder demektir. Yoksa Allahü teâlâ zerre kadar haksızlık yapmaz. (Nisa 40, Kehf 49)

(Allah dilediğini yardımı ile destekler.) [Al-i İmran 13]

Layık olanları destekler.

(De ki: Mülkün sahibi olan Allah’ım, sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın.) [Al-i İmran 26]

Yine layık olanları alçaltıp yükseltir.

(Elbette Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.) [Al-i İmran 37]

Layık olanlara verir.

(Yeryüzü Allah’ındır, kullarından dilediğini ona vâris kılar.) [Araf 128]

Layık olanlara verir.

(O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar.) [Rad 13]

Bunu da layık olanlara yapar.

(Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur.) [Hac 18]

Layık olanları hor kılar.

(Allah dilediğini nuruna kavuşturur.) [Nur 35]

Layık olanlara verir.

(Allah, dilediğini yaratır; dilediğine kız, dilediğine erkek çocukları verir.) [Şura 49]

İyilerin hakkında hayırlı ne ise ona onu bahşeder.

(Onları durdurun! Sorguya çekileceklerdir.) [Saffat 24]

Bu âyette, Cebriye fırkasının yanlışlığı ortaya konmaktadır. Kendi irade-i cüziyyesi ile günah işleyenler sorguya çekilecektir. Hâşâ Allahü teâlâ zorla günah işletseydi sorguya çeker miydi hiç?

(Herkesi sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92]

Herkes yaptığının karşılığını görecektir.

(Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7,8]

Bu âyette, Allahü teâlânın günah işletmediği, hayrı da şerri de insanın kendi iradesi ile işlediği açıkça bildiriyor.

(Herkes [iyi kötü] ne getirmişse, onu görecektir.) [Tekvir 14]

Bu âyette, herkesin kendi iradesi ile günah veya sevap işlediği bildiriliyor.

Kul kendi iradesi ile imanı küfrü seçmeseydi, günah ve sevap işlemeseydi, hâşâ Peygamberler, Cennet, Cehennem lüzumsuz olurdu. Allahü teâlânın niye yaptın diye kullarına hesap sorması da yersiz olurdu.

Evlenmek ve kader

Soru: Mutlaka kaderimizde olan kişiyle mi evleniriz, bizim seçme hakkımız yok mu?

CEVAP:

Kader, insanların yapacakları işlerin, önceden bilinmesi demektir. Kaderle bizim seçimimiz, ayrı değildir. Seçince, o kaderimiz oluyor, ne işlemişsek, kiminle evlenmişsek o kaderimiz oluyor. Allahü teâlâ, olacak her şeyi bildiği için, bizim ne yapacağımızı da bilir. İşte kader, Allahü teâlânın ezeli ilmiyle, kendi irademizle yapacağımız işleri bilmesi demektir, zorla yaptırması demek değildir.

Kısmeti çıkmamak

Soru: Bir kız evde kalınca, (Kısmeti çıkmadı, kaderi böyleymiş) deniyor. Kaderin rolü nedir?

CEVAP:

Her şey takdir iledir. Evlenmek, nasibi çıkmak veya çıkmamak da takdire bağlıdır. Allahü teâlâ, takdirine göre sebepler yaratmaktadır. Mesela bir kız dua eder, (Ya Rabbi, evlenmek hakkımda hayırlı ise, evlenmeyi bana nasip eyle!) der. Duası kabul olursa evlenir. Evlenmek için tedbir almak ve sebeplere yapışmak gerekir. Mesela kötü biri ile evlenip de suçu kadere yüklemek doğru değildir.

İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Yani Allahü teâlâ hiç kimseye zorla günah işletmez. İnsan, irade-i cüziyye ile yaptığı işleri kendi yaratmıyor. Bu işlerin, hayrın ve şerrin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır.

(Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. Benim bunda ne suçum var. Suç kaderimdedir) diyenler çıkıyor. Hâlbuki Allahü teâlâ, kimseye zor ile günah işletmez. Kader Allah’tandır. Ancak, cenab-ı Hakkın, kaderi kaza haline getirmesi, yani yaratması, insanın iradesini kullandıktan sonra oluyor. Mesela, (Filan kimse, kendi isteği ile şu günahları işleyecektir) şeklindedir.

Kader mi?

Soru: Salih bir genç bana talip iken, işsiz güçsüz ama boyunu posunu beğendiğim biri ile evlendim. Ahlakı da iyi çıkmadı. Sıkıntı içerisindeyim. Kaderim mi böyle idi?

CEVAP:

Siz istemişsiniz, Allahü teâlâ da onu yaratmıştır. İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan, günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Allahü teâlâ, sizin ne yapacağınızı bildiği için bunu levh-i mahfuza yazıyor. Buna kader veya alın yazısı deniyor. Levh-i mahfuzda yazılı olduğu için siz onu yapmıyorsunuz. Yapacağınız bilindiği için levh-i mahfuza yazılmıştır. Bundan dolayı, kötü bir iş yapıp, (Ne yapayım, kaderim böyle imiş) demek yanlış olur.

Evlilik ve kader

Soru: Ben kızımı, dinini bilen iyi bir Müslümanla evlendirmek istiyorum, ama biri bana (Allah, onun alnına içkici, kötü birini yazdıysa, sen değiştiremezsin, senin yüzünden kız evde kalacak, günaha girme, bırak kiminle evlenirse evlensin! Kızın evliliğine mâni olma) dedi. Mâni olmak mı, yoksa mâni olmamak mı günahtır?

CEVAP:

Öyle diyenler, kaderi bilmedikleri için yanlış söylüyorlar. Kader, herkesin kendi iradesiyle, ne yapacağını, kiminle evleneceğini, Cenab-ı Hakk'ın ezelî ilmiyle bilmesi demektir. Biz, kiminle evlenmeye karar vermişsek, o bizim kaderimiz oluyor. Allahü teâlâ, olacak her şeyi bildiği için, bizim ne yapacağımızı da bilir. Yani kader, Allahü teâlânın ezelî ilmiyle, kendi irademizle yapacağımız işleri bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Allah, hiç kimsenin alnına (Kötü biriyle evlensin) diye yazmaz. Biz, kendi irademizle, içkiciyle evlenmeye karar vermişsek, bunu yazar. Kızımızın iyi biriyle evlenmesi için gayret etmezsek, kötüyle evlenmesine göz yumarsak günah olur. Sonra (Kaderi böyleymiş) demek yanlış olur.

İrade-i cüziyyesini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen sevaba, kötülük yaratılmasını isteyen de günaha girmiş olur. Günah işleyen cezasını, sevab işleyen mükâfatını görür. Kızını iyi biriyle evlendiren de sevaba, kötüyle evlendiren de günaha girer.

(Deveni sıkı bağla, ondan sonra tevekkül et!) hadis-i şerifi gösteriyor ki, deveyi bağlamadan, serbest bırakıp Allah'a emanet etmek yanlıştır. Biz de, kızımızın iyi biriyle evlenmesi için bütün tedbirleri almalıyız. Tedbir alırsak, âhirette sorumlu olmayız. Kötü biriyle evlenmesine razı olup da, suçu kadere yüklemek doğru değildir. Yani kötü ile de, iyi ile de evlenmesine kendimiz sebep oluyoruz. İçkili araba kullanıp sonunda kaza yapanın, (Takdir böyle imiş) demesi, yanlış olduğu gibi, kötü biriyle evlenip de, suçu kadere yüklemesi de yanlış olur.

Evlilik ve kader

Soru: (Evlilikte kader, diğer kaderlerden farklıdır. Evlilik için tedbirli olmak, dua etmek ve sebeplere yapışmak faydasızdır. Kaderde ne yazılıysa o olur. Çünkü Peygamberimiz, “Benimle birlikte, melekler de dua etse, yine kaderinde yazılı evleneceğin kişiyi değiştiremeyiz” buyuruyor) diyenler oluyor. Ben dindar birini arıyorum. Kaderimde ateist yazılıysa, ben onunla evlenmek zorunda mıyım?

CEVAP:

Kaderi bilmeyenler, böyle yanlış söylüyorlar. Bütün kaderler aynıdır. Evliliğin kaderi farklı değildir. (Kaderimi ben kendim çizerim) veya (Fakir halkın kaderine terk edilmesine razı olmayız) gibi sözler, kaderin ne olduğunu bilmemekten kaynaklanmaktadır. Diyelim, o idarecinin çalışmasıyla halk fakirlikten kurtuldu. Halkın kaderini mi değiştirdi? Hayır, demek ki halkın kaderi, fakirlikten kurtulmaktı. Herkes, kaderinde olanı yapar. Yani bizim kendi irademizle, ne işleyeceğimizi Allahü teâlâ bildiği için, onu alnımıza yazıyor. Yoksa onu yazdığı için biz işlemiyoruz, kendi irademizle yapıyoruz.

Kader, herkesin kendi iradesiyle ne yapacağını, kiminle evleneceğini, Cenab-ı Hakk’ın, ezelî ilmiyle önceden bilmesi demektir. Zorla yaptırması demek değildir. Biz, kiminle evlenmeye karar vermişsek, o bizim kaderimiz oluyor. Allahü teâlâ, olacak her şeyi bilir. Yapacağımız şeyleri yazması kaderimiz oluyor.

Allah, hiç kimsenin alnına (Kötü biriyle evlensin) diye yazmaz. Biz, kendi irademizle, içkiciyle evlenmeye karar vermişsek, bunu yazar. Kızımızın iyi biriyle evlenmesi için gayret etmezsek, kötüyle evlenmesine aldırış etmezsek, hadis-i şerifte bildirildiği gibi lânetlik oluruz. (Kaderi böyleymiş) diyerek Allahü teâlâyı suçlamak çok yanlış olur.

İrade-i cüziyyesini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen sevaba, kötülük yaratılmasını isteyen de günaha girmiş olur. Günah işleyen cezasını, sevab işleyen mükâfatını görür. Kızını iyi biriyle evlendiren sevaba, kötüyle evlendiren de günaha girer.

(Kadın, ya malı veya güzelliği için yahut da dini için alınır. Siz dindar olanını alın!) hadis-i şerifi de gösteriyor ki, eğer evlilikte bizim rolümüz olmasaydı,(Dindar olanını alın!) buyurulmazdı. Başka bir hadis-i şerifte, (Kızını fâsık olana veren lânetlenmiştir)buyuruluyor. Daha birçok hadis-i şerif vardır. Bizim müdahalemizin faydası olmasaydı, böyle buyurulmazdı.

Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” emrine uyarak, oğlumuzun veya kızımızın iyi biriyle evlenmesi için bütün tedbirleri almalıyız. Tedbir alırsak, âhirette sorumlu olmayız. Kötü ile de, iyi ile de evlenmesine kendimiz sebep oluyoruz. İçkili araba kullanıp sonunda kaza yapanın, (Takdir böyleymiş) diyerek kaderi suçlaması yanlış olduğu gibi, kötü biriyle evlenenin de, suçu kadere yüklemesi yanlış olur.

Kimse kimsenin rızkını yiyemez

Soru: Ecel-rızk münasebeti nasıldır?

CEVAP:

Her canlının rızkı tükenmeyince eceli gelmez, ölmez. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Rızk, ibadet yapmakla artmaz, bereketlenir. Allahü teâlâ herkesin rızkını ezelde takdir, tayin etmiş, ayırmıştır. Bu, artmaz ve azalmaz.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Nice canlı vardır, rızkını kendi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir.) [Ankebut 60]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Rızk için üzülmeyiniz, ezelde ayrılan rızk sizi bulur.) [İsfehani]

(Eceliniz sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip eder.) [Taberani]

(Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.) [Tirmizi]

(Zikrin hayırlısı hafi [gizli] olanı, rızkın hayırlısı ise kâfi olanıdır.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ sevdiğine, rızkını kâfi [yetecek kadar] verir.) [Ebuşşeyh]

(Helal kazanmak için sıkıntı çekene, Cennet vacip olur.) [İ.Gazali]

Açlıktan ölmek

Soru: Allah rızka kefil olduğuna göre, biri için, (Açlıktan öldü) demek caiz midir?

CEVAP:

Allahü teâlâ, herkesin rızkına kefildir, ama bu, açlıktan ölmeye engel değildir. Herkes için belli bir rızık, belli sayıda nefes takdir edilmiştir. Eceli gelen ölür. Kimi hastalıktan, kimi trafik kazasında, kimi de açlıktan ölür. Allahü teâlâ, genelde işleri sebeplerle yaratır. Mesela, rızkı Allah verir, ama çalışmayı sebep kılmıştır. Çalışmadan rızık bekleyen, açlıktan ölebilir. Hastalıklara şifayı veren Allahü teâlâdır. Ancak doktoru, ilacı sebep kılmıştır. Doktora gitmeyen, tedavi ve ilacı kabul etmeyen hastalıktan, yiyip içmeyen açlıktan ölebilir. İki hadis-i şerif:

(Azapla korkutulduğunuz şeylerin hepsini, şu kıldığım namazda gördüm. Aç ve susuz bırakıp, böcek bile yemesine mani olmak için, açlıktan ölünceye kadar kedisini bağlayan kadını da gördüm.) [Müslim]

(Şu üç kişiden başkası dilenemez: 1- Açlıktan ölecek olan, 2- Borca boğulmuş kişi, 3- Diyet vermek zorunda olan.) [Nesaî]

Hazret-i Ömer, halife iken, kıtlık oldu. Eshab-ı kiramdan Bilal bin Hars, Resulullah'ın türbesine gidip, (Ya Resulallah! Ümmetin açlıktan ölmek üzeredir. Yağmur yağmasına vesile olman için sana yalvarırım) dedi. O gece rüyasında Resulullah ona, (Halifeye benden selam söyle! Yağmur duasına çıksın) buyurdu. Hazret-i Ömer, yağmur duasına çıktı. Duadan sonra, yağmur yağdı. (M. Nasihat)

Açlıktan ölmek üzere olana, leş, zaruret miktarı domuz eti yemek ve içki içmek haram olmaz. (Berika)

Açlıktan ve susuzluktan ölecek olana, leş ve şarap haram değildir. (Bezzaziyye)

Bir şehrin bir köşesinde, bir Müslüman açlıktan ölse, şehirdeki zenginlerden birinin, az bir zekât borcu kalsa, onun katili sayılır.

Bir kimsenin açlıktan ölmesinin, ezelde takdir edilmiş olmasına alamet, (Ezelde açlıktan ölmek alnıma yazılmışsa, yiyip içmek fayda vermez) düşüncesinin kalbine gelmesidir. Böyle düşündüğü için, yiyip içmez ve açlıktan ölür.

Açlıktan ölmek üzere olan, leş de yoksa, başkasının malını, ölmeyecek kadar yiyebilir. (Muhit)

Şu da bir gerçek ki, çok aç kalan, zamanla hastalanıp ölebilir. Ölüm her ne kadar hastalıktansa da, açlık sebep olduğu için, (Açlıktan öldü) demenin mahzuru olmaz.

Rızkın mahiyeti

Soru: Allah rızka kefil olduğuna göre, açlıktan ölmek nasıl oluyor? Rızkın mahiyeti nedir?

CEVAP:

Rızık, denince genelde yiyecek şeyler anlaşılır. Ev ve giyim eşyası da rızıktandır.

Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. İnsanların ve hayvanların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi, her insanın rızkı da bellidir. Rızık hiç değişmez. Azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yiyip bitirmeden veya kullanmadan ölmez.

Allahü teâlâ, herkesin rızkına ölene kadar kefildir. Herkes için belli bir rızık, belli sayıda nefes takdir edilmiştir. Eceli gelen ölür. Kimisi hastalıktan ölür, kimisi trafik kazasında ölür, kimi intihar ederek ölür, kimi de açlıktan ölür. Bunlar ölünce de Allahü teâlânın kefil olduğu, takdir ettiği rızık bitmiş olur. Hiç kimse takdir edilen rızkını bitirmeden veya kullanmadan ölmez. Rızık için endişe etmemelidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Rızık için üzülme, takdir edilen [ezelde ayrılmış olan] rızık seni bulur.) [İsfehani]

Allahü teâlâ, çok şeyi sebeplerle yaratmaktadır. Mesela, hastalıklara şifayı veren de Allahü teâlâdır. Ancak doktoru, ilacı, sebep kılmıştır. İlaca şifayı veren de O’dur. Doktora gitmeyen, tedaviyi, ilacı kabul etmeyen, hastalıktan ölebilir. Bu hasta, kendisine takdir edilen rızkını bitirdikten sonra ölmüştür. Rızkı Allah verir, ama çalışmayı, yiyip içmeyi sebep kılmıştır. Çalışmayan veya yiyip içmeyen, açlıktan ölebilir. Bu da, kendisine takdir edilen rızkını bitirdikten sonra ölmüştür. Yani kendisine kefil olunan rızkı yemiş veya kullanmıştır, kefil olunan rızıktan mahrum kalmamıştır.

Bir de, çok aç kalan kimse, zamanla hastalanıyor ve ölüyor. Ölüm her ne kadar hastalıktansa da, açlık sebep olduğu için, açlıktan öldü demenin mahzuru olmaz.

Kader ve kanaat

Soru: Kimisi, kötü biriyle evleniyor, o kötü de kötülük yapınca, (Ne yapayım kaderim böyleymiş) diyor. Kimisi gaza basıyor, son sürat giderken kaza yapıyor. (Ben ne yapayım alnımın yazısı böyleymiş. Tedbir, takdiri bozamaz) diyor. Kimisi hırsızlık ediyor, mahkûm oluyor. (Ne yapayım benim kaderim böyle kötüymüş) diyor. Kimisi, zararlı şeyler yiyip içiyor, hastalanıp felç oluyor. (Ne yapalım, kaderin önüne geçilmez, olacakla öleceğe çare olmaz, biz tevekkül ediyoruz) diyor. Bunlar dine uygun mu?

CEVAP:

Söylenilen sözlerin hepsi doğrudur; fakat burada yanlış olan, tedbir almamaktır. Tedbir almadan suçu kadere yüklemek yanlış olur. Evet, kaderinde bunlar vardı; ama bunlara kendisi sebep oldu.

Resulullah efendimiz, bir köylüye, (Deveni ne yaptın?) diye sorunca, o da, (Allah’a tevekkül edip, kendi haline bıraktım) dedi. Köylüye, (Deveni sıkı bağla ve sonra tevekkül et!) buyurdu. (İbni Asakir)

Kaza ve kaderimizi, başımıza gelecekleri bilmediğimiz için, tedbir almak gerekir. Tedbir almak, sebeplere yapışmak dinimizin emridir. (Dürer)

Kötü kimselerle gezip, kötü işler yaptıktan sonra, (Kaderim kötüymüş) diyerek suçu kadere yüklemek, cahillikten, ahmaklıktan başka şey değildir.

Nasip meselesi

Soru: (Müslüman olmak, doğru yolu bulmak, nasip meselesidir) deniyor. Nasibi yaratan Allah olduğuna göre, ötekileri niye nasipsiz yaratıyor? Nasipsiz yaratmak adalete uygun mu?

CEVAP:

Allahü teâlâ hiç kimseyi nasipsiz, kâfir olarak yaratmamıştır. Allahü teâlâ geçmiş ve gelecek her şeyi, ezelî ilmiyle bilir. Mesela, bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını bilir. Olacak şeylerin nasıl olacağını bilir. Allahü teâlâ da, insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır. Allahü teâlânın, bazı kimselerin nasipsiz olacaklarını bildirmesi, onların, kendi arzularıyla küfür üzere kalmayı istedikleri ve iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa bunların kâfir olması, Allahü teâlânın haber verdiği için değildir. Kur’an-ı kerimde buyuruyor ki:

(Nefse iyilik ve kötülük [isyan ve itaat kabiliyeti yani bunlardan birini seçme hakkı, irade-i cüziyye] veren Allahü teâlâya ant olsun ki, nefsini tezkiye eden, küfür ve isyandan temizleyen, kurtuldu. Nefsini bunlarda bırakan da, ziyan etti.) [Şems 7-10]

İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Yani irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. Kul irade-i cüziyyesini kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. (İrade-i cüziyye risalesi)

Demek ki, iyilik isteyene iyilik veriyor, o nasipli oluyor. Kötülük isteyene kötülük veriyor, o da nasipsiz oluyor. Burada bir zorlama yoktur. Yani Allahü teala zorla günah işletmiyor, zorla Cehenneme atmıyor. Günah işleyenin suçu kaderine yüklemesi yanlıştır.

İntihar eden de eceliyle ölür

Soru: Ecel değişebilir mi?

CEVAP:

Şeyh-ül-İslam Ahmed bin Süleyman bin Kemal paşa buyuruyor ki:

Rad suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab, Ondadır) mealindeki âyette, levh-i mahfuz bildirilmektedir. Ümm-ül kitab, ezeli olan kelam-ı İlahinin ismidir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Böylece biri ölümüne yakın, iyi işler yapıp, son nefeste iman ile gider. Bir başkası kötü amel işler, imansız gider. Bunun için, Resulullah efendimiz her zaman, (Allahümme, ya mukallibelkulub, sebbit kalbi, ala dinik) duasını okurdu. Hadis-i kudside, (İnsanların kalbi Rahmanın kudretindedir. Kalbleri, dilediği gibi çevirir) buyurulmuştur. Yani, Celal ve Cemal sıfatları ile, kötüye ve iyiye çevirir. Levh-i mahfuza, kıyamete kadar gelecek insanların iyileri, said olarak, kötüleri de, şaki olarak yazıldı.

Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca, yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameli ile değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur) buyuruldu. [Taberani]

Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan oka, şemsiye yağmura siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur. Bir hadis-i şerifte, (Kaza-i muallakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. [Hakim]

Allahü teâlânın takdirinin, yani kaderin, Levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, yani, o kimsenin dua etmesi de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul olunca, belayı önler. (Ecel-i kaza)’yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemma) değişmez.

Ecel-i kazaya bir misal verelim:

Bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse ömrü 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl takdir edilmişse, vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmış iken akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü olan da, akrabasını terk ettiği için, ömrü 3 güne iner.

Takdir, ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuzda olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te'vil)

Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuzdaki değişiklikler, ona uygun olur.

Hazret-i Ömer yaralanınca, Ka'bül-ahbar, “Ömer daha yaşamak isteseydi, dua ederdi. Çünkü onun duası elbette kabul olur” buyurdu. İşitenler şaşırıp, “(Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin” denilince, buyurdu ki: “Evet, ecel hazır olunca, gecikmez. Fakat, ecel hasıl olmadan önce, sadaka ile, dua ile, iyi amel ile, ömür uzar. Fatır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor.”) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab]

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Bütün hayvanların ecelleri, tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri bitince, Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder.) [Beyheki]

(Her şeyin belli bir eceli vardır.) [Buhari]

Emali'deki, (Öldürülen kişinin eceli, o anda, ömrü ortadan kesilmiş değildir) ifadesini Ahmed Asım efendi şöyle açıklamaktadır:

(Öldürülen kimsenin [ve intihar edenin] o anda eceli gelmiştir. Ömrü ortadan kesilmemiştir. Herkesin eceli bir tanedir.)

Öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür; fakat bunu öldüren de, cezasını görür. İntihar eden de eceli geldiği için ölür. Herkes, eceli gelince ölür. Araf suresi 34. âyetinde mealen, (Ecelleri gelince, onu azıcık ileri-geri alamazlar) buyuruldu. Kişi doğmadan önce, ne kadar yaşayacağı takdir edilmiştir. Kişi, nerede ölür, tevbe ile mi ve tevbesiz mi, hangi hastalıktan, iman ile mi, imansız mı gider, hepsi levh-i mahfuza yazılmıştır. (Miftah-ül-cenne)

Eceli gelen ölür

Soru: Bir kimse, başka birini öldürdüğünde, öldürmeseydi o hâlâ hayatta olurdu veya başka bir sebeple ölürdü diye düşünmek doğru olur mu?

CEVAP:

İkisi de yanlıştır. Katilin, kendi arzusuyla, o kimseyi, ne maksatla ve nasıl öldüreceğini Allahü teâlâ ezeli ilmi ile bildiği için, kaderini o şekilde yaratmıştır. Bu, değişikliğe uğramaz. Bir de, Allah öyle yazdığı için öldürdü demek de yanlış olur. Allahü teâlâ, bildiği için, olacak şeyi kaderine yazmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile bilmesidir. Zorla yaptırması demek değildir) buyuruyor.

Kaderi değiştirmek

Soru: (Trafik kazasında ölmek, intihar etmek veya makineye bağlı hastanın hortumunu çekmek, nefesler sayılı olduğu için, kaderi değiştirmek olur. İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) deniyor. İnsan, kaderini değiştirebilir mi?

CEVAP:

İntihar etmek ve hastanın hortumunu çekmek caiz değilse de, kaderi değiştirmekle alakası yoktur. Kader, insanların nasıl yaşayıp nasıl öleceğini, Cennete veya Cehenneme gideceğini, Allahü teâlânın bilmesi demektir. Demek ki kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Kaza ise, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Muteber din kitaplarındaki bilgiler şöyledir:

Eceli gelmeden kimse ölmez. Her türlü ölüm, eceli gelerek, kaderiyle ölmektir. Yani intihar eden veya öldürülenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır.

İnsan yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu inkâr etmek, (İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir) demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini elbette bilir. (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruyor. Allah’ın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:

(Allah'ın takdir ettiği ecel [ölüm] gelince artık o ertelenmez.) [Nuh 4]

(Sizi yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak Odur.) [Enam 2]

(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]

Demek ki, (İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) demek yanlış olur.

İlaç kullanmak ve ecel

Soru: İlaç almak, dua okumak, ameliyat olmak ölüme mani olur mu? İnsanın ömrünün uzamasına sebep olur mu?

CEVAP:

İlaç almak, âyet-i kerime ve dua okumak, üflemek ve yanında taşımak, insanın ömrünü uzatmaz, ölüme mani olmaz. Eceli geciktirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sıhhatli, rahat ve neşeli yaşamasına sebep olurlar. Kalb nakli ve beyin, böbrek, ciğer gibi ameliyatlar, aşılar, serumlar, ölüme mani olmaz. Ömrü olanlara faydalı olur. Eceli gelen çok kimsenin ameliyat esnasında öldüklerini bilmeyen yoktur.

Ecel ve rızık

Soru: Rızık ve ecel değişir mi? Mesela define bulan kimsenin rızkı artmış mı olur? İntihar eden veya vurularak öldürülen, eceliyle ölmemiş mi olur?

CEVAP:

Hayır, ecel de, rızık da değişmez. Bunlar ezelde takdir edilmiştir, yani herkesin rızkını ve ecelini Allahü teâlâ ezelî ilmiyle bilir. Define bulacaksa, ezelde, define bulacak, zengin olacak diye takdir edilmiştir. Takdir edilenden fazla veya eksik olmaz. Ecel de öyledir. İntihar edecekse veya trafik kazasında ölecekse, yine öyle takdir edilmiştir. Takdirin dışına çıkılamaz. Ecelsiz ölüm olmaz. (Eceliyle öldü) veya (Eceliyle ölmedi) gibi sözler çok yanlıştır. Nasıl ölürse ölsün, herkes mutlaka eceliyle ölür. Bir âyet-i kerime meali:

(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]

Rızık da, aynen ecel gibidir. Hiç kimse, takdir edilen rızkını tüketmedikçe ölmez. Eceli takdir eden gibi, rızkı da gönderen Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:

(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]

(Nice canlı, rızkını kendisi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir.) [Ankebut 60]

Fakir define bulsa, zengin iflas etse, takdir edilen rızkı yine değişmez.

Her işin yaratıcısı

Soru: Kur’an-ı kerimde, (Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır) buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, hayrı da, şerri de yaratanın Allah olduğu bildiriliyor. Bu bildirilenlerden, Allahü teâlânın, kâfirin küfür işlemesine izin verdiği anlaşılıyor. Bunun hikmeti ne olabilir?

CEVAP:

İzin vermek razı olmayı göstermez. İmam-ı Begavî hazretleri buyuruyor ki: Kaza ve kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı bir sırdır. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve din sahibi olan peygamberlerine bile açmadı. Bu bilgi, büyük bir deryadır. Kimsenin bu denize dalması, kaderin inceliklerinden konuşması caiz değildir. Şu kadar bilelim ki, Allahü teâlâ, insanları yaratıyor. Bir kısmı şakidir, Cehennemde kalır. Bir kısmı da saiddir, Cennete gider. Bir kimse, Hazret-i Ali’den kaderi sorunca, (Karanlık bir yoldur. Bu yolda yürüme!) buyurdu. Tekrar sorunca, (Derin bir denizdir) buyurdu. Tekrar bir daha sorunca, (Kader, Allahü teâlânın sırrıdır. Bu bilgiyi senden sakladı) buyurdu.

Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri de buyuruyor ki: Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da ömrünü senelerce tesbih ve ibadetle geçiren bir kimse, ibadetin şartlarını ve ihlâsı öğrenmediği için, bir secdeyi terk edince, öyle zarar etti ki, helak oldu. Eshab-ı Kehf’in köpeği ise, pis olduğu hâlde, Sıddıkların arkasında birkaç adım yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi. [Cennete girecektir.] Bu hâl, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar boyunca, âlimler bu sırrı çözememiştir. İnsanın kısa aklı, bunun hikmetini anlayamıyor. Âdem aleyhisselama buğdaydan yeme dedi ve yiyeceğini ezelde bildiği için, yemesini diledi. Şeytanın Âdem aleyhisselama secde etmesini emreyledi ve secde etmemesini diledi. (Beni arayın!) buyurdu, fakat ihlâsı olmayanın kavuşmasını dilemedi. İlahi yolun yolcuları, (Hiç anlayamadık) demekten başka bir şey söyleyemediler. (70. mektup)

Allahü teâlânın da ezelî ilmiyle, kulların kendi istekleriyle günah veya sevab işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevab işleyen de, günah işleyen de kendi arzusuyla, kendi iradesiyle işlemektedir. Zaten öyle olmasaydı, sevab işleyene mükâfat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu. İşte kaza ve kader konusunda, bu kadar bilmek yeterlidir.

Sapıklıkta kalan kimse

Soru: (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) mealindeki âyetin açıklaması nasıldır? Allah, bizi niye sapıklıkta bırakıyor? (Sapıklıkta bırakan Allah) veya (Saptıran Allah) demek caiz mi?

CEVAP:

Ehl-i sünnet âlimleri, bu âyet-i kerimeyi, (Allahü teâlâ, iradesini doğru yolda kullananı hidayete kavuşturur, iradesini kötü yolda kullananı da sapıklıkta bırakır) şeklinde açıklıyorlar.

Görüldüğü gibi hidayeti veren de, saptıran da Allahü teâlâdır, ancak bunu kulun iyi veya kötü ameline göre yapıyor. Hiç kimseyi zorla saptırmıyor. Onun için yanlış anlaşılacağı, hattâ Allah suçlanacağı için (Sapıklıkta bırakan Allah) veya (Saptıran Allah) denmez. Çünkü İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

İyi ve kötü her iş, Allahü teâlânın yaratmasıyla oluyorsa da, Onu yalnız, kötü şeyin yaratıcısı olarak adlandırmak edepsizlik olur. (Kötülüklerin yaratıcısı) dememeli. (İyi ve kötünün yaratıcısıdır) demelidir. Mesela, (Her şeyin yaratıcısıdır) demeli. Fakat (Pisliklerin) veya (Domuzların yaratıcısı) dememelidir. (2/67)

Allahü teâlânın kötü işleri yaratması, kulun kendi iradesiyle olmaktadır. Buna birkaç örnek verelim:

1- Yargılanma neticesinde bir hırsızın suçu sabit olunca, hâkim onu cezalandırır. Hırsızın, ceza veren hâkimi suçlaması yanlıştır. Cezalandıran hâkim ise de, suçlu olan hırsızdır. Bunun gibi, Allahü teâlâ da, kendi iradesini kötü yolda kullananı sapıklıkta bırakıyor, suçsuz olanı sapıklıkta bırakmıyor.

2- İstanbul havaalanından Mekke’ye ve Paris’e giden uçaklar var. İnsan hangi şehir için bilet almışsa, o uçağa binip oraya gider. Paris için bilet alıp Paris’e gittikten sonra, (Ben haccetmek için Mekke’ye gidecektim, Paris’e beni niye getirdiniz?) demeye kimin hakkı olur? Götüren pilot ise de, o uçağa kendi iradesiyle binmiştir. Bunun gibi, dünyadan âhirete giden iki uçak var. Birinin üstünde, (Bu uçak Cennete gider), diğerinde ise, (Bu uçak Cehenneme gider) diye yazılıdır. Bu uçakları yürüten, Cennete ve Cehenneme götüren Allahü teâlâdır, ama insanlar, kendi iradeleriyle bu uçaklara biniyorlar. Kimse zorla bindirilmiyor. Hiç kimsenin (Cehenneme uçak kaldırılmasaydı, biz de binmezdik) demeye hakkı olmaz. Uçakları yapan, yürüten ve belli yerlere götüren Allahü teâlâ ise de, gideceği yer için bilet alan [inanıp iyi iş yapan veya inanmayıp kötü iş yapan] kişinin kendisidir. Bunun için hiç kimsenin Allah'ı suçlamaya hakkı yoktur.

3- Bir yerde bir meyhane, bir de cami olsa, herkes kendi iradesiyle ikisinden birine gider. Meyhaneye giderek içki içip sarhoş olan ve zararlı işler yapan kimsenin, (Sapıklıkta bırakan Allah olduğuna göre, beni buraya getiren, bana zorla günah işleten, beni sapıklıkta bırakan Allah’tır. Kaderimi böyle yazmış) demesi çok yanlıştır. Allahü teâlâ, hiç kimseye zulmetmez. Bir beyit:

Hâşâ, hiç zulmetmez, kula Huda’sı,

Herkesin çektiği, kendi cezası.

Âyetler, âyetleri açıklar

Soru: Kur’anda, (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Madem sapıklıkta bırakan Allah ise, sapıkları Cehenneme niye atıyor?

CEVAP:

Başka âyet-i kerimelerde bunun açıklaması var. Hadis-i şerifler, Kur’an-ı kerimi açıkladığı gibi, bazı âyetler de, diğer âyetleri açıklar. Bazı mezhepsizler de, imanın altı şartından dördünü inkâr etmek için, bir âyeti ele alıp, (Bak, imanın şartı burada iki deniyor) diyorlar. Mesela Bakara sûresi 62. âyetini ele alıp, sadece Allah’a ve âhirete inanan Yahudi ve Hristiyanların Cennete gideceğini söylüyorlar. Galiba işbölümü yapıyorlar, kimi Hristiyanlığı, kimileri de Yahudiliği şirin göstermeye çalışıyorlar. Hâlbuki tefsir kitaplarında bildirildiğine göre, bu âyette Cennete gideceği bildirilenler, Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Musevîler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan İsevîlerdir. Günümüzde Musevî ve İsevî yok, Yahudi ve Hristiyan var. Sadece bir âyeti ele alıp, kitapların ve peygamberlerin hepsine imanı bildiren âyetleri âdeta gizliyorlar. Kur’an-ı kerime inanmayan ve son peygamberi kabul etmeyen, Cennete giremez.

Cebriye denilen bid’at fırkası da, sualdeki âyeti ele alıp, (Allah istediğine hidayet verir, istediğini de kâfir yapar, sevab işleten de, günah işleten de Odur, insanın hiçbir rolü yoktur) diyor. Mutezile fırkası da, tam aksini savunuyor. (Allah kimseye hidayet vermez, Allah bu işlere karışmaz. İnsan işini kendisi yaratır) diyor. İkisi de yanlış söylüyor. Sualdeki âyet, Mutezile'nin yanlış olduğunu açıkça beyan ediyor. Şu mealdeki âyet-i kerimeler de, Cebriyenin yanlış olduğunu bildiriyor:

(Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7, 8]

(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin!) [Kehf 29]

Allahü teâlâ, hayrı ve şerri zorla işletseydi, (Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür) buyurmazdı. İman, hidayet konusunda da, imanı zorla veren, zorla dini inkâr ettiren hâşâ Allahü teâlâ olsaydı, (Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin) buyurmazdı. (Kula bela gelmez Hak yazmadıkça/Allah bela vermez kul azmadıkça) beytindeki birinci mısra, Mutezile'ye cevaptır. Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz. İkinci mısra ise, Cebriye'ye cevaptır. Kul, hak etmedikçe, ona ceza vermez.

(Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) mealindeki âyeti kerime, bütün işleri yapanın Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor. Buradaki sapıklığını dilemek; o kişinin sapıklığına razı olmak, onu beğenmek değildir. Herkes sevabı da, günahı da, kendi iradesiyle işliyor. Ama ona bu kuvveti veren Allahü teâlâdır. Bunu bir örnekle açıklayalım:

Herkes âhiret yolcusudur. Allahü teâlâ, dünyada herkesin gördüğü yerlere, Cennete ve Cehenneme giden iki uçak koymuştur. Birinin üstünde, (Bu uçak Cennete gider), diğerinde ise, (Bu uçak Cehenneme gider) yazılıdır. Bu uçakları Cennete ve Cehenneme götüren Allahü teâlâdır, ama insanlar, kendi iradeleriyle bu uçaklara biniyorlar. Hiç kimse zorla bindirilmiyor. Üstelik, (Bu uçak Cehenneme gidiyor, buna binmeyin) diye devamlı ikâz ediliyor. Dolayısıyla, hiç kimsenin, Allahü teâlâya, (Cehenneme uçak kaldırmasaydın, biz de binmezdik) demeye hakkı olmadığı gibi, (Biz kâfirleri Cehenneme sokarken, sâlih Müslümanları niye Cennete soktun?) demeye hakkı olmaz.

(Zerre kadar hayır ve şer işleyen karşılığını görür) mealindeki âyeti kerime, (İman edip, hayır işleyeni Cennete, inanmayıp kötülük işleyeni de Cehenneme koyarım) demektir. Kişi kendi iradesiyle iman edip çeşitli hayırlar işliyor, ama bu kuvveti veren Allahü teâlâdır. Onun imanını ve ibadetini kabul ediyor. Kendi iradesiyle inkâr edene de, çeşitli haramları işleyene de, inkâr ve haram işleme kuvvetini veren, yine Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, hangi işleri yapanların Cennete veya Cehenneme gideceğini açıkça bildirmiş, hiç kimseye özür, bahane kalmamıştır. İnkâr eden kimse, (Ben bilseydim, Allah'ı, Cenneti, Cehennemi inkâr etmezdim, haramlardan kaçıp hep iyilik işlerdim) diyemeyecektir.

Tedbir, takdir ve spiral

Soru: (Doğum kontrolü için Spiral kullanılsa da, Allah dilerse çocuk verir. O dilemezse tedbir fayda vermez. Alınyazısı da değişmez. O hâlde spiral kullanmak dine aykırıdır) deniyor. Tedbir almak dine aykırı mıdır?

CEVAP:

Yukarıdaki dört cümlenin ilk üçü doğrudur. Hüküm olan dördüncü cümle yanlıştır. Alınyazısı elbette değişmez.

Bir kimsenin Cennete veya Cehenneme gideceği takdir edilmiştir. Eğer bir kimse, (Ben cennetliksem de, cehennemliksem de ibadete gerek yok. Nasıl olsa gideceğim yer kesindir) diyerek, inanmaz ve ibadet etmezse, o kişi Cehenneme gider.

İnsan, Cennete veya Cehenneme gideceğini bilemez. Ama Allah'a iman eder, Müslümanlığa uyarsa ve imanlı ölürse, Cennete gider.

Çocuğu veren de, vermeyen de Allahü teâlâdır. Evlenmeyene Allahü teâlâ çocuk vermez. Her evlenene de vermez. Çocuk olması için sebebe yapışmak şarttır. Birinci şart evlenmektir.

Çocuk olmaması için evlenmeyen kimse tedbir almış olur. Çocuk istemeyen evli kimse, çocuk olmaya mâni olan tedbirleri alması gerekir. Tedbir almak takdiri değiştirmez, ama tedbir almak da dinin emridir.

İlacın etki kuvvetini de, Allahü teâlâ yaratır. İlaçsız da şifa verebilir. Ancak ilaçla şifa vermek âdetidir. Onun için Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Ey Allah'ın kulları, ilaç kullanın!) buyurdu. Musa aleyhisselam hastalanınca, (İlaç istemem, Allahü teâlâ şifasını verir) dedi. Hastalık uzayıp ağırlaştı. Tekrar, (Bu hastalığın ilacı tecrübe edilmiştir, şifalı olduğu meşhurdur, ilacı kullanırsanız az zamanda iyileşirsiniz) dedilerse de, (Hayır, ilaç istemem) dedi ve hastalığı arttı. O zaman (İlaç kullanmazsan, şifa ihsan etmem) diye vahiy geldi. İlacı alıp iyileşti. Ama sebebini merak etti. (Ya Rabbî, hastalıklara şifa veren sensin, niye ben ilaçla şifa buldum?) diye arz edince, Allahü teâlâ, (Sen tevekkül etmek için, benim âdetimi, hikmetimi mi değiştirmek istiyorsun? İlaçlara, faydalı tesirleri kim verdi? Elbette ben yaratıyorum) buyurdu. (K. Saadet)

Allahü teâlâ, ilaçları hastalıkları gidermeye sebep yapmıştır. Bütün sebepleri yaratan, bunlara tesir kuvveti veren, Allahü teâlâdır.

Allahü teâlânın 99 isminden biri Rezzak'tır, her insanın, her varlığın rızkını vericidir. Bütün rızıklar Allahü teâlâya aittir. Bir âyet-i kerime meali: (Her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]

Allahü teâlâ, herkesin rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. Her insanın rızkı bellidir. Rızık hiç değişmez, azalıp çoğalmaz. Hiç kimse rızkını yemeden ölmez. Rızkı, az veya çok veren Allah’tır. Bir âyet-i kerime meali: (Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğininkini daraltır.) [İsra 30]

Rızkımızın muhakkak verileceği âyet-i kerimeyle sabitken, niye bir işte çalışıyoruz? Çalışmasak da rızkımız gelir, ama çalışmak, rızık için sebebe yapışmak dinin emridir. Birkaç hadis-i şerif:

(Çalışıp kazanmak her Müslümana farzdır.) [Taberânî]

(Kimseye muhtaç olmamak için çalışmak cihaddır.) [İ. Asakir]

(Cebrail aleyhisselam her geldiğinde, “Allah’ım, bana helâl rızık ve iyi bir iş nasip et” diye dua etmemi söylerdi.) [Hâkim]

Bir gencin sabah erken işe gitmesini uygun görmeyenlere, Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:

(Öyle söylemeyin! Eğer kimseye muhtaç olmamak, ana babasını ve aile efradını muhtaç etmemek için işine gidiyorsa, her adımı ibadettir.) [Taberânî]

Sadece rızkı değil, her işi yaratan, hasta eden ve iyileştiren de Allah’tır. Ama hasta olmamak için tedbir almak dinimizin emridir. Biz tedbir alsak da takdir yerini bulur. Takdiri değiştirmek için değil, dinin emrine yapışmak için tedbir alıyoruz. Çocuk olması veya olmaması için tedbir almak da böyledir. Tedbir almayı dine aykırı sanmak çok yanlıştır. Dinini bilmemekten kaynaklanır. Her işin sebeplerine yapışmak lazımdır. Buradaki en önemli nokta şudur: Allahü teâlânın emri olduğu için sebebe, tedbire yapışmalı, ama bu sebeplere, bu tedbirlere güvenmemelidir.

Vebadan kaçılır mı?

Soru: İmam-ı Rabbanî hazretleri, veba olan yerden kaçmanın uygun olmadığını söylüyor. Bu, dinimizin ruhuna aykırı değil midir? Dinimiz, tedbiri emretmiyor mu?

CEVAP:

Sual, dine, edebe uygun olmalıdır. Böyle bir sual sormak Resulullah'ın vârisleri olan âlimlere hakaret olur. İmam-ı Rabbanî hazretleri gibi, ikinci bin yılın müceddidi olan, büyük bir âlim ve evliya zatın bir sözü için, (Dinimizin ruhuna aykırı değil mi?) denir mi? Dinin ruhu denilen şey ne ise, onu İmam-ı Rabbanî hazretleri bilmiyorsa, biz nereden bileceğiz ki?

İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki:

Halife Hazret-i Ömer, bir kafileyle Şam’a gidiyordu. Şam’da veba hastalığı olduğunu işittiler. Kimi, (Şam’a girmeyelim) dedi. Kimi de, (Allahü teâlânın kaderinden kaçmayalım) dedi. Halife de, (Allahü teâlânın kaderinden, yine Onun kaderine kaçalım, şehre girmeyelim) buyurdu. Abdurrahman bin Avf da dedi ki: Ben Resulullah'tan işittim, şöyle buyurmuştu:

(Veba olduğunu işittiğiniz yere gitmeyin! Siz bir yerde iken orada veba meydana çıkarsa, oradan çıkmayın!) [Buhari, Müslim, Taberani]

Halife Hazret-i Ömer de, (Elhamdülillah, benim sözüm, hadis-i şerife uygun oldu) diyerek, Şam’a girmediler. Veba bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Veba bulaşıcı hastalıktır. Bu hastalık, [veba basilleri], herkesin içine yerleşince, kaçanlar, [hastalığı başka yerlere götürüp bulaştırmış olurlar ve kendileri de] hastalıktan kurtulamazlar. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Veba hastalığı bulunan yerden kaçmak, savaşta kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günahtır.) [Taberani] (İhya)

İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:

Veba olan yerde, ölümden kaçıp da kurtulanlara yazıklar olsun! Kaçmayıp da ölenlere müjdeler olsun! Bunlar şehit sevabına kavuşurlar. Vebadan ölen savaşta ölen şehit gibidir. Ona sual sorulmaz. (1/299)

Kâfiri cezalandırmak

Soru: Kur’anda, (Kâfirlerin kalblerini mühürledik, onlar göremez, işitemez ve anlayamaz) buyuruluyor. Kalbleri mühürlendiği için kâfirler iman edemez. İman etmemeleri kendi ellerinde olmadığına göre, âhirette niye cezalandırılıyorlar?

CEVAP:

Bu soru, kaza ve kaderi bilmemekten kaynaklanıyor. Allahü teâlâ kimseye zulmetmez, kimseyi haksız yere Cehenneme atmaz. Allahü teâlâ, ezelî ilmiyle onların kâfir olacaklarını biliyordu. Nasıl olsa kâfir olacaklar diye, onları dünyaya göndermeden Cehenneme atsaydı, (Bizi dünyaya getirseydin, biz çok iyi ameller işlerdik) diyeceklerdi. Onun için, onlar dünyaya getiriliyor, akıl veriliyor, eşit şartlarda imtihana tâbi tutuluyor. Dağda çölde kalıp duymayanları aynı imtihana tâbi tutmuyor. İnanmayacakları ezelî ilmiyle bildiği için, (Onlara ne söylense iman etmezler) deniyor. Allahü teâlâ, ezelî ilmiyle biliyor ki, onlar kendi iradeleriyle küfre girecekler. Bunun için, (Kalbleri mühürlü ve kâfir olarak ölecektir) denmiş oluyor. Cenab-ı Hakk’ın, onların kâfir olarak öleceklerini bilmesi, kâfir olarak ölmelerini gerektirmiyor. Kendi arzularıyla kâfir oluyorlar. Birkaç âyet meali:

(Allah onların kalblerini de, kulaklarını da mühürlemiştir. Gözlerinde de perde vardır.) [Bakara 7]

(Onlar sağır, dilsiz ve kördür, bu hâllerinden dönüp iman etmezler.) [Bakara 18]

(Kalblerini mühürleriz de, onlar işitmezler.) [Araf 100]

(Kalbleri var, ama anlamazlar; gözleri var, ama görmezler; kulakları var, ama işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidir, hattâ daha da aşağıdır.) [Araf 179]

(Onları doğru yola çağırsan işitmezler. Sana bakarlar, ama görmezler.) [Araf 198]

([Müşrikler, Resulullah'a] dediler ki: Davet ettiğin şeye [İslâmiyet'e] karşı kalplerimiz kapalı, kulaklarımızda da bir ağırlık [sağırlık] vardır. Seninle anlaşmamıza engel bir de perde [küfür perdesi] vardır.) [Fussilet 5]

(Onların kalblerine mühür vuruldu. Bu yüzden anlamazlar.) [Tevbe 87, Münafikun 3]

Sağır, dilsiz, kör, kalbi mühürlü ifadeleri ne demektir? Kısaca açıklayalım:

Onlar, sağırdır işitmezler: Neyi işitmezler? Hakkı işitmezler. Ezanı işitmezler, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği bilgileri işitmezler. Âhiret için faydalı olan hiçbir şeyi işitmezler.

Dilsizdir, söylemezler: Neyi söylemezler? Kelime-i şehadeti söylemezler, Allah'a inanmazlar. (Kâinatın bir yaratıcısı vardır) demezler. Hak olan gerçeklerin hepsini inkâr edip söylemezler.

Kördür, görmezler: Neyi görmezler? Hak olan hiçbir şeyi göremezler. Mesela Güneş’i göremezler. Eğer görseler, (Bu Güneş’in ısısı niye hiç bitmiyor, niye dünyaya çok yakınlaşmıyor, niye dünyadan uzaklaşmıyor? Demek ki bir yaratıcısı vardır) diye düşünmeleri gerekir. Sayısız hayvan çeşitlerini, bitkileri ve göklerdeki nizamı göremedikleri gibi, kendi vücutlarındaki harikaları da göremiyorlar. Camileri, Cennete giden yolları, Ehl-i sünnet âlimlerini ve kitaplarını görmezler, göremezler. Bunun gibi ibret alınması gereken varlıkları, olayları göremiyorlar.

Kalbleri mühürlüdür, anlamazlar: Kalbleri niye mühürlüdür, neleri anlamazlar? İyiyi kötüyü, imanı küfrü, hayrı şerri, kârı zararı, faydalıyı zararlıyı, Cenneti Cehennemi, dostu düşmanı anlamazlar. Anlama yeri olan kalbleri kilitlidir, kapalıdır. Göz, ne kadar bakarsa baksın, kulak ne kadar açık olursa olsun, eğer içeride bir işitme veya görme işi olmazsa, baksa da görmez, işitse de duymaz, çünkü duyuracak olan kulak değil, Cenab-ı Hak’tır.

Takdir-i ilahi

Soru: Bir deprem, bir sel felaketi, bir yangın oluyor, bir trafik kazası veya iş kazası oluyor. Kazara bomba patlıyor, insanlar ölüyor. Bunlara takdir-i ilahi denir mi? Dinî konularda cahil bir yazar, (Böyle kazalara takdir-i ilahi demek densizliktir) diyor. Gerekli tedbir alınmadan kazaya sebep olunmuşsa, yine buna takdir-i ilahi denir mi?

CEVAP:

Tedbir almak dinimizin emridir. Ancak tedbir alınsa da, alınmasa da, her şey takdir-i ilahi ile olur. Çürük bina yapılıp depremde yıkılırsa, sel yatağına ev yapılıp, evi sel alırsa, ormanda kebap yapmak için ateş yakılıp, ormanın yanmasına sebep olunursa, 150 kilometre süratle gidip kaza yapılırsa, bunların hepsi tedbirsizlik neticesinde olmuşsa da yine takdir-i ilahidir. (Falanca 150 kilometre hızla gidince kaza geçirecek) diye alnımıza yazılmış, yani kaderimiz olmuş, biz de onu görüyoruz. Tedbir almadığımız için günaha giriyoruz, o ayrı bir şeydir. Ama her şey takdir-i ilahi ile oluyor. Her olayı yaratan ancak Allah’tır. İki âyet-i kerime meali şöyledir:

(Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]

(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]

Amentü’nün altı şartından biri, Kaza ve kadere inanmaktır. Kader, takdir-i ilahi demektir. Mutezile kafalılar kaderi inkâr etse de, bir şey değişmez. Bir insanın intihar etmesi veya birinin diğerini alnında vurması birer takdir-i ilahidir. Suç işleyince takdir-i ilahi olmaktan çıkmaz. Takdir-i ilahi, insanların tedbirli veya tedbirsiz yapacağı her işi Allah bilir demektir. (Falanca kimse, tedbir almayacak, şu kazaya sebep olacaktır veya filanca, kasten şu suçu yahut şu günahı işleyecektir) diye alnımıza yazar. Buna kader veya takdir-i ilahi diyoruz. Suçu veya günahı işleten Allah değildir. Allah onun işleyeceğini bildiği için yazmıştır. Yani o yazdı diye bu olaylar olmuyor. Cahiller veya dinsizler takdir-i ilahiyi bilmedikleri için, (Bu bir takdir-i ilahidir) diyenleri tenkit edip, densizlik diyorlar. Allah’ın takdirini kabul edene densizlik demek dinsizlik olur.

İnsan bilmediği konuda konuşmamalı. Atalarımız, (Cahil cesur olur) buyuruyor. Yani (Düşünmeden konuşur, çam devirir) diyor. Din cahilleri de, yanlış sözler edip küfre girmekte çok cesurlar. Herkes haddini bilmeli, bilmediği konulara burnunu sokmamalıdır.

Kadere rıza göstermek

Soru: (Elimizde olmadan başımıza gelen her şey kaderdendir. Vâki olanda hayır vardır) deniyor. Başımıza kötü bir iş gelse veya biri bize hakaret etse yahut treni kaçırsak üzülmeyecek miyiz? Üzülürsek Allah'ın kaderine razı olmamış mı oluruz?

CEVAP:

(Vâki olanda hayır vardır) sözü, gerekli bütün sebeplere yapıştığımız hâlde, irade ve tercihimizin dışında, başımıza gelene, şikâyetçi olmadan sabretmek, neticesinin hayırlı olacağını bilmek demektir. Yoksa, kendi irademizle bir günahı işledikten sonra, (Ne yapalım, kaderim böyleymiş, vâki olanda hayır vardır) demek yanlıştır.

İkinci bir husus, insan, bir işin sonucunun iyi mi, kötü mü olacağını bilemez. Hayır zannettiği şey, şerle sonuçlanabilir. Şer zannettiği şey de, hayırla neticelenebilir. Bir âyet-i kerime meali:

(Hoşlanmadığınız şey, sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bakara 216]

Müslüman, her hayrın ve şerrin Allah'tan olduğunu bilir. Her işi yaptıran Allahü teâlâdır. O hâlde, bir Müslüman olarak, başa gelen işe rıza göstermeliyiz. Rıza göstermesek de, o iş, yine olacaktır. O hâlde, bu işe razı olmaktan başka çare yoktur. Olacağı kesin olan bir işe, itiraz etmek ahmaklık olur.

Vâki olan bir işle, karşı karşıya kalanın, ne kadar zor, ne kadar acı olursa olsun, buna rıza göstermesi, imtihanı kazanmak için sabretmesi gerekir. Bir hadis-i şerif:

(Allahü teâlâ, sabredeni sever.) [Taberanî]

Başa gelene sabreden, büyük nimetlere kavuşur. Sabretmeyen ise felakete maruz kalır. Çünkü Allahü teâlâ, hadis-i kudsîde buyuruyor ki:

(Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve belaya sabretmeyen, benden başka Rab arasın!) [Taberanî]

O hâlde, kaderimize, razı olmaktan başka çare olmadığına göre, buna istemeyerek değil, isteyerek razı olmalıyız. Kadere razı olmak çok kıymetlidir. Birkaç hadis-i şerif:

(Kadere rıza, saadet alametidir.) [Tirmizî]

(Şunları yapmak imanı zirveye çıkarır: 1- Allah’ın hükmüne karşı sabretmek, 2- Kaza ve kadere rıza göstermek, 3- Tam tevekkül sahibi olmak, 4- Allah’a tam teslim olmak.) [Ebu Nuaym]

(Allahü teâlâ buyurur: Kaza ve kaderime razı olan, rızkıma kanaat eden, benim için şehvetini terk eden genç, bazı melekler gibi kıymetlidir.) [Deylemî]

(Şu 3 şeyi yapan, dünya ve âhiret hayrına kavuşur: Kazaya rıza, belaya sabır, rahatlıkta, bollukta dua.) [Deylemî]

(Şu 3 şeyi yapan 40 evliyadan biri olur: Kazaya rıza, haram işlememeye sabır, buğdi fillah.) [Deylemî]

(“Ya Rabbî, kaderine rıza göstermemi nasip et” diye dua et!) [Taberanî]

(Kadere rıza göstermek mutlu olmaya, rızasızlık ise mutsuzluğa alamettir.) [Tirmizî]

(Razı olan kadere, kolay düşmez kedere) buyuruluyor. Gelen belaya sabredenin, ya günahı affolur veya derecesi yükselir.

Cennetlik insanın nişanı şudur: O kişi, Hak teâlânın kaderine razı olur. Şakî [kötü, cehennemlik] olmanın da nişanı şudur: O kişi, kadere razı olmaz, bir musibet gelince, bağırıp çağırır, çok ağlar, sızlar. (İslâm Ahlakı)

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Her gün insanın karşılaştığı her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratmasıyla var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız! Böyle olmamak, kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur. Allahü teâlâ, (Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın!) buyuruyor. (3/59)

Demek ki, kadere rıza gösteren mutlu oluyor. Karşımıza ne çıkarsa, (Kaderim böyleymiş) diyerek itiraz etmemeli. Mesela treni kaçırsak, (Hakkımda hayırlısı buymuş) diyerek üzülmemeli. Acele bir yere yetişmek için giderken, bir kaza yapsak, zamanında hastaneye yetişemesek, yani bütün olumsuzluklar üst üste gelse de, normal bir olay gibi, karşılayanın huzurlu ve mutlu olacağını dinimiz bildiriyor.

Mutlu olmak için, gülün yanında diken var diye üzülmemeli, dikenler içinde gül var diye sevinmeli.

Mutluluğun sırrı, sevilen şeyleri yapmakta değil, yapmaya mecbur olunan şeyleri sevmektedir.

İnsan sevdiğini, olmasını istediği gibi değil, olduğu gibi, o hâliyle sevmelidir. Böyle sevmezse mutlu olamaz.

Çölde yaşayan bir bedevî ve ailesinin, bir horozu, bir köpeği ve bir de merkebi vardı. Horoz, sabahları öterek, onları namaza uyandırır. Bir gün tilki, horozu alıp götürür. Çoluk çocuğu üzülür. Bedevî, (Hakkımızda belki bu hayırlıdır) diyerek onları teselli eder. Bir kurt, merkebi parçalar. Bedevi, üzülen çoluk çocuğunu yine teselli eder. Bir müddet sonra kendilerine bekçilik eden köpekleri de ölür. Bedevî yine ailesini teselli eder. Bir sabah, ilerideki birkaç çadırda yaşayanlar, esir alınarak götürülür. Hayvanlarının sesleri, merkep anırması, horoz ötmesi ve köpek havlaması, çadırda yaşayanları ele verir. Bedevînin hayvanları olmadığı için, onların varlığından haberdar olamazlar. (İhya)

Bir arkadaş anlattı: Ortaokul son sınıfta iken, öğretmenler, (Ne yaparsan yap, seni sınıfta bırakacağız) demişlerdi. Mecburen başka bir ilçeye gitmek zorunda kalmıştım. Okul idaresi, arkamdan bir rapor göndermiş, (Bu, çok tehlikelidir, ders çalışmaz, öğretmenleri döver, anarşist biridir) demiş. Müdür, oradaki öğretmenleri topluyor. (Bu, tehlikeli biriymiş, bize zararı dokunabilir. Sınıfta bırakmayalım, mezun edip kurtulalım) diyor. O ilçeye benimle gelen başka bir arkadaş vardı, o ikmale kaldı, beni doğrudan geçirdiler. Hakkımda niye böyle kötü rapor verdiler diye kızıyordum. Meğer hakkımda hayırlısı böyle imiş...

Başka bir arkadaş anlattı: (Treni veya otobüsü kaçırıyorum, üzülüyorum. Sonra unuttuğum bir şey kalmış, gitsem de geri dönmem gerekiyordu. Böyle çok olay başıma geldi. Artık kaçırdığım şeye üzülmüyorum.)

Hikmet Baba isimli bir derviş, (Bunda da bir hikmet var) dermiş. (Her şeyde hayır olur mu, hikmet olur mu?) diyen birkaç serseri, dervişin ineğini götürüp ormanda bir ağaca bağlarlar. Akşamüstü sığırtmaç, sığır sürüsünü köye getirir. Hikmet baba, ineğini görmeyince yine, (Bunda da bir hayır var) diyerek, çoluk çocukla ineğini aramak üzere ormana giderler. Gece, geç saatlere kadar ineği ararlar. Sonunda bir ağaca bağlı bulurlar. Çok yoruldukları için, orada uyuya kalırlar. Sabah olunca köylerine gelirler. Ne görsünler, köyde deprem olmuş, evler yıkılmış, çok kimse ölmüş. Hikmet baba yine, (Gördünüz mü, Allahü teâlâ bizi depremden korumak için ineğimizi bağlatmış) der.

Görüldüğü gibi, şer zannedilen şey, hayrımıza olabiliyor. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin şiirini hatırlıyoruz:

Hak, şerleri hayreyler,

Zannetme ki gayreyler,

Ârif onu seyreyler,

Mevlâ görelim n’eyler,

N’eylerse, güzel eyler.

Kaderi inkâr edenler

Soru: Mutezile, imanın altı esasından biri olan kaderi inkâr ediyor. Kaderi inkâr eden herkes Mutezile midir?

CEVAP:

Genelde öyle ise de, sadece Mutezile değil, dinsizler de kaderi inkâr ediyor. Mesela, (Ülkeyi kaderine terk etmeyeceğiz) diyorlar. İbni Sebeciler de, kaderi inkâr ediyorlar.

Kader, Allahü teâlânın ileride olacak her şeyi ezelde bilmesidir. Kaza, bu bildiklerini Levh-il mahfuz’da göstermesidir. (Emali şerhi, Seyyid Ahmed Asım Efendi)

İnsanların ne yapacağını bilmeyen ilah olur mu hiç? Herkesin ne yapacağını bilen Allahü teâlâ, bunları yazdığını bildiriyor. Bu âyetler nasıl inkâr edilir? Bir âyet-i kerime meali:

(Biz, yeryüzünde vuku bulacak ve başınıza gelecek her musibeti, yaratmadan önce, bir kitapta [Levh-i mahfuz’da] yazdık. Elbette bu, Allah için kolaydır.) [Hadid 22]

Kader hakkında birçok âyet-i kerime var. Birkaçının meali:

(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]

(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [Levh-i mahfuz’da]dır.) [Hud 6]

(Allah her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62] (Hayrı, şerri, imanı, küfrü de yaratan Allahü teâlâdır.) [Beydâvî tefsiri]

(Allah her şeyi bilir.) [Hucurat 16]

(Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 14]

(Emrullahi kaderen makdura) âyetinin mânâsı, (Allah’ın emri yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir) demektir. (Ahzab 38)

Meşhur Amentü hadisinde, imanın altı şartından biri şöyle bildiriliyor:

(Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır.) [Buhârî, Müslim, Nesâî]

Kader hakkındaki hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir:

(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.) [Tirmizî]

(Kadere iman etmeyen, başa gelecek olanın asla şaşmayacağına, başa gelmeyecek olanın da asla gelmeyeceğine inanmayan, iman etmiş olmaz.) [Tirmizî]

(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lânet eder.) [Taberânî]

(“Şer takdir edilmedi” diyenin İslam’dan nasibi yoktur.) [Beyhekî]

(Âhir zamanda, kaderi inkâr edenler çıkacaktır.) [Tirmizî]

Kaderin değişeni de, değişmeyeni de vardır. Mesela değişmeyen ecele, ecel-i müsemma denir. Bir âyet-i kerime meali:

(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]

İnsanın işine göre, ömrü ve rızkı değişebilir. Bir âyet-i kerime meali:

(Allah, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab [Levh-i mahfuz] O’ndadır.) [Ra’d 39]

Ümm-ül kitap, ezeli olan kelam-ı ilahinin yazılı olduğu kitaptır. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allah’tan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuz’da değişiklik olur. Bunu melekler görür. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Bir başka âyet meali:

(Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11]

Değişebilen kaza kadere kaza-i muallak denir. Bir kimse, iyi amel yapıp duası kabul olursa, o kaza değişebilir. Üç hadis-i şerif:

(Kaza-i muallakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız ihsan, iyilik arttırır.) [Hâkim]

(Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur.) [Taberânî]

(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberânî]

Kaderin Levh-i mahfuz’da yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, o kimsenin dua etmesi de takdir edilmişse, dua eder, kabul olunca belayı önler. Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Şemsiye yağmura siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur.

Ecel-i müsemma değişmez, ama Ecel-i kaza değişebilir. Bir örnek: İki kişi, Hazret-i Davud’a birbirini şikâyet etti. Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden birinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti, ama ölmedi) dedi. Hazret-i Davud, hayret edip sebebini sorunca cevaben dedi ki:

(İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargındı. Bu, gidip onun gönlünü aldı. Bunun için Allahü teâlâ, onun ömrünü 20 yıl uzattı.) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi]

Birkaç hadis-i şerif:

(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud, Tirmizî]

(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemî]

(Kaderi inkâr etmeyin! Hristiyanlar kaderi inkâr eder.) [Cami-us-sagir]

(Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe dinde sabittir; inkâr edince helâk olur.) [Taberânî]

(Âhirette kaderi yalanlayana rahmet edilmez.) [İ. Adiy]

(Âhir zamanda kaderin inkâr edilmesinden korkuyorum.) [Taberânî, İbni Asakir, Hatîb]

(Âlimin sürçmesinden, münafıkların “Kur’an böyle diyor” diyerek tartışmaya girişmesinden ve kaderin inkâr edilmesinden korkuyorum.) [Taberânî]

(Kader, Rahman olan Allah’ın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bana iman edip de, kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın.”) [Şirâzî]

(Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibar etmemek ümmetimi helâk eder.) [Taberânî]

(Allahü teâlâ, ilk önce Kalem’i yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizî, Ebu Davud]

(Herkes, sana fayda vermek için çalışsalar, Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Herkes, sana zarar vermeye kalksa, Allahü teâlânın takdir ettiği zarardan fazlasını veremez; çünkü artık kaderi yazan Kalem kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.) [Tirmizî]

(Allahü teâlâ, “Ben âlemlerin rabbiyim, hayrı da, şerri de ben tâyin ederim” buyurdu.) [İbni Neccar]

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Kaza ve kader bilgisini, çok kimseler anlayamadığından doğru yoldan ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı, insanların isteyerek yaptığı işlerin zorla olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yaptığını, isteyerek yapılan işlere Allahü teâlânın karışmadığını söylemiştir. Üçüncüsü de, doğru yoldakilerin, İslamiyet’i iyi anlayanların sözüdür ki, bunlar, Fırka-i naciyye ismiyle müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimleridir. Bunlar, birinci ve ikinci kısımda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir.

Kula bela gelmez, Hak, yazmadıkça,

Hak, bela göndermez, kul azmadıkça.

Mutezile, (Herkes kaderini kendi belirler. Kader diye bir şey yoktur) der. Birinci mısra buna cevaptır. Yani (Allahü teâlâ dilemedikçe, insan bir şey yapamaz) deniyor.

Cebriye ise, (Allah dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) âyet-i kerimesini yanlış anladığı için, (Her şeyi bize zorla yaptıran Allah’tır) der. İkinci mısrada, (Allah’ın takdiri insanların amellerine göredir, Allah kimseye zulmetmez) deniyor.

(Biz her şeyi bir kadere, bir ölçüye göre yarattık) mealindeki âyet-i kerime için, bir Mutezile sapığı diyor ki:

(Bu âyette olduğu gibi, diğer âyetlerde geçen kader kelimeleri ölçü demektir. Ehl-i sünnet’in bildirdiği anlamda Kur’an’da kader diye bir şey yoktur. Allah, insanların işleyeceklerini bir yere yazmamıştır. Kaderini herkes kendi belirler.)

Görüldüğü gibi Mutezile meddahı, bu konudaki bütün âyet ve hadisleri inkâr etmekten çekinmiyor. Buna Resulullah efendimizin şu hadis-i şerifini gösteriyoruz:

(Kaderi inkâr edenlere, “Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [Levh-i mahfuz’da] yazmış olmayalım. Elbette bu, Allah için kolaydır” [mealindeki] âyet-i kerimeyi söyleyin!) [Deylemî] (Bu âyet: Hadid 22)