Soru:
Bazen Vehhabiliği, bazen Şiîliği savunan mutezile kafalı bir yazar, (Nisa sûresinin 79 âyetinde, şerri insanların
yarattığı bildirildi) diyor. Her şeyi Allah yaratmadı mı?
CEVAP:
Elbette
her şeyi yaratan Allah’tır. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Her
şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62,
Mümin 62]
(Rabbin,
dilediğini seçip yaratır. Onların seçme hakkı yoktur.) [Kasas 68]
Sapık
yazarın bildirdiği âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Sana
gelen her iyilik, Allah’tan [bir ihsanı olarak] gelmekte, her kötülük de
[günahlarına karşılık olarak] kendinden gelmektedir.) [Nisa
79]
Bu
âyette, günahlarımız yüzünden kötülük geldiği bildiriliyor. Kötülüğü yaratan
yine Allahü teâlâdır. Bundan önceki
âyette, şerri de Allah’ın yarattığı bildiriliyor. O âyet-i kerimenin meali:
(Kendilerine
bir iyilik dokununca, “Bu Allah’tan” derler, başlarına bir kötülük gelince de
“Bu senin yüzünden” derler. “Küllün min indillah [Hepsi Allah’tandır]” de!
Bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa
78]
(Hepsini
yaratan Allah’tır) dendiği hâlde, bu mutezile kafalılar, bir türlü laf
anlamıyorlar.
Peygamber efendimizin ise bu konuda sayısız hadis-i şerifi
vardır. Bir tanesi şu mealdedir:
(Kaderin,
hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.) [Tirmizi]
Meşhur
Amentü hadisinde, imanın altı şartından biri şöyle bildiriliyor:
(Hayrın
ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır.) [Buhari, Müslim,
Nesai]
Muhammed bin Abdülkerim Şihristani hazretleri buyuruyor ki: Mutezile kafalılar, (İnsan, ihtiyarî yani istekli
hareketlerini kendi yaratır. Allahü teâlânın
şerri yarattığını söylemek doğru olmaz, çünkü şer zulmünü yaratan, zâlim olur.
Allah'a zâlim denmez) diyor. Bunların bu sözleri yanlıştır. İş sahibi, işi
yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan mahlûk olduğu gibi, yaptığı hayrı, şerri
de mahlûktur. Saffat sûresinin 96. âyetinde mealen, (Sizi de, yaptığınız işleri
de yaratan Allah’tır) buyuruldu. Ehl-i sünnet
âlimlerinden İmam-ı Beydavi hazretleri, bu âyetin tefsirinde, (Yaptığınız
şeyler, insanın fiiliyle, hareketiyle olduğu için, insanın işi olur, fakat
hareket kuvvetini veren, iş için lazım olan şeyleri yaratan, Allahü teâlâdır) demektedir. (Milel ve Nihal)
Ebu
İshak Efendi hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, iyilik yapana karşılığını verecektir. Kimsenin
iyiliği karşılıksız kalmayacaktır. Küfürden başka kötülüklerin birçoğunu da
affeder. Küfrü dilemesine gelince, Hak teâlâ âlimdir. İlerde olacak her şeyi
bilir. Hâkimdir, her şeyin en iyisini yapar. Dilediği kulunu rahmetine
kavuşturur ve hidayet ihsan eder. Hiçbir şeyi yapmaya mecbur değildir. Nitekim
Kur’an-ı kerimde Fatır suresi, 8. âyet-i kerimesinde mealen, (Dilediğini sapık
yolda bırakır, dilediğini de hidayete kavuşturur) buyuruldu. Yani, iyiliği ve
kötülüğü, kulların irade etmesi, dilemesiyle yaratır. Kulun iradesi, yaratmaya
sebeptir, vasıtadır. Müminler irade-i cüziyyeleriyle imanı ve itaati dileyince,
Allahü teâlâ da diler ve yaratır. Kâfir
küfrü, fâsık ise günahı işlemek isterse, O da, irade ederse, yaratır.
Yalnız
kulun dilemesiyle bir şey var olmaz. Hak teâlâ da dileyince var olur. Allahü teâlâ, şerleri, kötülükleri de diler ve yaratır,
fakat bunları sevmez, razı olmaz. Hayırları, iyilikleri ise hem diler, hem de
razı olur, beğenir ve yaratır. Allahü teâlâ
dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz. İnsanların yaptıkları bütün
iyilikler ve kötülükler, hep Onun dilemesiyle oluyor. Kullar bir şey yapmak
irade edince, O irade etmezse o iş olmaz. O da dilerse, olur. Var olmasını
dilemediği şey, var olmaz. Var olur demek, hâşâ âcizlik, gücü yetmemek olur. Allahü teâlânın her şeye gücü yeter. (Eshab-ı kiram kitabı)
Birkaç
hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini
kolaylıkla verir. Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kadere, hayrın ve şerrin
benim takdirimle olduğuna inanmayan, benden başka Rab arasın.) [Şirazi]
(Allahü teâlâ buyurur: “Ben âlemlerin rabbiyim,
hayrı da, şerri de ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar
olsun, hakkında hayır yazdığıma ise ne mutlu!) [İ.
Neccar]
Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini,
elbette bilir, bildiğini yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda
kalmıyor. Cebriye zorla Allah yaptırır der, Mutezile ise, kaderi inkâr eder.
Kaderi
bilmeyenler
Soru:
(Trafik kazası kader değildir. Ülkenin kaderini değiştireceğiz. Eceli gelmeden
öldü) gibi şeyler söyleniyor. “İnsan, yaratılışında boyunun uzunluğu ve saçının
renginde kadere hükmedemez. Fakat hür iradesiyle yaptığı işlerde kaderin rolü
olmaz”, “Emr-i ilahi gelmeden intihar eden, takdir-i ilahiyi değiştirdiği için
Cehennemlik olur” deniyor. Kimisi, “Kader utansın” diyerek suçu kadere
yüklüyor. Kimi de, “İnsan kaderini kendi çizer” diyor. Bunlar doğru mudur?
CEVAP:
Bunların
hepsi yanlıştır. Kaza ve kader konusu çok ince mesele olduğu için, birçok
âlimin ayağı kaymış ve çeşitli bid'at fırkaları meydana çıkmıştır. Âlimlerin
bile dalalete düştüğü bu konularda, kaderden bahsetmek uygun olmaz. Sadece
nakil yapılır. Peygamber efendimiz
de, (Kaderden bahsedilince susunuz) buyuruyor. (Taberani)
Her
Müslümanın, Amentü’deki esasları tasdik ettikten sonra, işlediği günahlardan
mesul olduğunu bilmesi kâfidir. Eceli gelmeden kimse ölmez. Trafik kazasında
veya vurularak ölen de; eceli gelerek, kaderi ile ölmüştür. Yani öldürülen veya
kazada ölenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü
biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır. Mutezile,
(İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) der. Bu,
çok yanlıştır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah
her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62] (Hayrı,
şerri, imanı, küfrü de yaratan Allahü teâlâdır.)
[Beydavi tefsiri]
(Allah
her şeyi bilir.) [Hucurat 16]
(Yaratan,
sinelerde olanları da bilir. Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 13,14]
Allahü teâlâ ezelî ilmi ile, kullarının yapacakları işleri bilir.
Eğer Allah, yarattıklarının ne yapacağını bilmezse, bilmeyenden ilah olamaz.
İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü
yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü
teâlâ herkesin ne yapacağını bilir. Cebriyye fırkası da, (Allah her
işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği günahtan
mesul değildir) der. Bu da çok yanlıştır. Herkes yaptığından mesuldür. İyilik
eden mükâfatını, kötülük eden cezasını görür. Zerre kadar hayır ve şer işleyen,
karşılığını alır. (Tekvir 14, Zilzal 7,8)
İyi
kimse, iyilik yapmak isterse, Allahü teâlâ,
irade edip yaratır. Böyle kimseden hep iyilik meydana gelir. Kötü kimse,
kötülük yapmak isteyince, Allahü teâlâ da
irade eder ve yaratır. Böyle kimse, iyilik yapmak istemediği için bundan hep
kötülük hasıl olur. İnsan irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını
isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse
cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür.
Kader
ne demek?
Soru:
(İşçi kaderine terk edilemez, işi kadere bırakmamalı, işi Allah’a kaldı) gibi
sözler söyleniyor. Kader, insanların elinde midir?
CEVAP:
Kader
kelimesi yanlış kullanılıyor. Tesadüf yerine kullanılıyor. (İşi tesadüfe
bırakmamalı) denir. Fakat (İşi kadere bırakmamalı) denmez. Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, kulların
yapacakları şeyleri bilmesidir. Allahü teâlânın
ilmine kimse müdahale edemez. (İşi Allah’a kaldı) sözü de hoş değildir. İyi
kötü her iş, Allahü teâlânın dilemesi ile
olur. Hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak, imanın esaslarındandır. (Onun
işi elimizde idi, fakat şimdi Allah’a kaldı) demek yanlış olur. Her iş, her
zaman Allahü teâlânın dilemesi ile olur.
Yazarın
biri (Ya Rabbi, Boşnaklar ve Çeçenler muvaffak olamadı. Artık iş sana kaldı)
diye dua ettiğini yazmış. Daha önce iş kimin elindeydi? Her iş, her zaman Allahü teâlânın elindedir. Hiç kimse, Ona aykırı
iş yapamaz. Kaza ve kaderi bilmeyenler, böyle hata ediyorlar.
“Kader
mahkûmu” ne demek?
Soru:
Cezaevindeki hapislere kader mahkûmu veya kader kurbanı demek caiz midir?
CEVAP:
Hayır
ve şer, yani her şey Allahü teâlânın
takdiriyle olduğu için, hapse düşmeyi kaderden bilmekte mahzur yoktur, ancak
suçu kadere yüklemek caiz değildir. İçki içip veya başka günah işleyip, (Ne
yapayım kaderim böyleymiş, alnıma böyle yazılmış) diyerek, suçu kadere yani Allahü teâlâya yüklemek asla caiz olmaz. Bunun
gibi, kızıp birini öldüren kimsenin de, (Ne yapayım, kaderim böyleymiş, kader
kurbanıyım) diyerek, suçu kadere yani Allahü teâlâya
yüklemesi caiz olmaz. Bu bakımdan kader kurbanı demek caiz olmadığı gibi, kader
mahkûmu demek de caiz olmaz.
Kader,
insanın ömür boyu neler yapacağını, Allahü teâlânın
ezeli ilmiyle bilmesi demektir, yoksa bize zorla yaptırması demek değildir. Bu
bakımdan kader mahkûmu tabirini kullanmamalıdır.
Soru:
(Milletin kaderini değiştireceğiz, milletin kaderi bu değildir) gibi sözler
söyleniyor. Mehmet Akif de, bir şiirinde (Kadermiş, öyle mi? Hâşâ! Bu söz değil
doğru/Belanı istedin, Allah da verdi, doğrusu bu) diyor. Meydana gelen bir şey
için, kader değildir demek, kaderi inkâr olmaz mı?
CEVAP:
Bu
sözler, kaderi bilmemekten kaynaklanıyor. Kadere iman, Amentü'nün altı
şartından biridir. İnkâr eden küfre girer. Özellikle mutezile fırkası, (İnsan
kendi kaderini kendi çizer) diyerek Allahü teâlâdan
olan kaderi inkâr ediyor. Kadere iman eden Müslümanların, tehlike karşısında
tedbir almadıkları sanılıyor, kaderci deniyor. Tevekkül de böyle yanlış
anlaşılıyor. Tevekkül eden, tedbir almaz, sebeplere yapışmaz zannediliyor.
Hâlbuki tevekkül, gerekenleri yaptıktan, tedbir aldıktan sonra sebeplere değil,
sadece Allahü teâlâya güvenmek,
sebeplerin tesir etmesini Allah'tan beklemek demektir. Kader ise, olacak
şeylerin hepsini, ezelî ilmiyle Allahü teâlânın
bilmesi, kaza da zamanı gelince bunları yaratması demektir. Kadere imanın,
tedbir alıp almamakla alakası yoktur. Bir kimsenin yaptığı çürük bina depremde
yıkılsa, sağlam bina yapanınki yıkılmasa, Allahü
teâlâ, birinin yıkılacağını, ötekinin de yıkılmayacağını bilir.
Zamanı gelince de bunlar, meydana gelir. İşte kaza ve kader budur.
Tedbir
almayanın başına bir iş gelince, bu kader değildir demek, kaderi inkâr etmek
veya kaderi bilmemek demektir. Suçlu veya suçsuz, sarhoş veya ayık bir kimse
trafik kazası yapsa, bu da kaderdendir. Sarhoşun kaza yapması kaderdendir.
İntihar edenin yaptığı iş de kaderdendir. Yani bunların hepsinin olacağını Allahü teâlâ ezelî ilmiyle bilir. Başa gelen, iyi
kötü her şey, kaderdendir. Kaderin dışında bir iş olmaz. Bu, imanın altı şartından
biridir, inkâr edilmesi insanı küfre sürükler. Birkaç hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Kadere
iman etmedikçe, başa gelecek olanın asla şaşmayacağına, başa gelmeyecek olanın
da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
(Kadere
inanmayan, imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Kaderi
inkâr edenin İslam'dan nasibi yoktur.) [Buhari]
(Kaderi
inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani]
(Ahir
zamanda, kaderi inkâr edenler çıkacaktır.) [Tirmizi]
Görüldüğü
gibi Peygamber efendimiz, ahir
zamanda kaderi inkâr edenlerin çıkacağını bildirmiştir.
İrade,
imtihan ve kader
Soru:
(İnsanın iradesiyle yaptığı şeyler kader, diğerleri imtihandır. Mesela
insanların göçük altında kalması, kader değil imtihandır) demek doğru mudur?
CEVAP:
Hayır,
yanlıştır. Olaylar, ister insanın iradesiyle olsun, ister olmasın, yine kaderle
olur. Hiçbir ihmal olmadan, kendiliğinden maden ocağının patlaması kader olduğu
gibi, insanların kendi iradesiyle patlatması da kaderdir. Yani her olay kaderdir.
Kader yani Allahü teâlânın takdiri
dışında bir şey olmaz.
Olmasaydı
ölmezdi demek doğru mu?
Soru:
Herhangi bir sebeple ölen bir kimse için, (O sebep olmasaydı ölmezdi) mesela,
(Trafiğe çıkmasaydı) veya (Deprem olmasaydı) yahut (Bomba patlamasaydı ölmezdi)
diyenler olduğu gibi, (Trafiğe çıkmasa da, deprem olmasa da, bomba patlamasa
da, o kişi mutlaka başka bir sebeple ölecekti) diyenler oluyor. Bunların
hangisi doğrudur?
CEVAP:
Her
ikisi de yanlıştır. Ölen veya öldürülen kimsenin, ne maksatla ve nasıl
öleceğini veya öldürüleceğini Allahü teâlâ
ezeli ilmiyle bildiği için, kaderini o şekilde yazmıştır. Bu, değişikliğe
uğramaz. O kişi için (Ölmezdi) veya (Başka sebeple ölürdü) demek yanlış olur. O
iş olmuş, bitmiştir. (Şöyle olsaydı ölmezdi) denmez.
Bir
de, (Allah öyle yazdığı için öldü veya öldürüldü) diyerek suçu Allah'a yüklemek
de yanlış olur. Allahü teâlâ, neler
olacağını, nasıl öleceğini bildiği için, olacak şeyi onun kaderine yazmıştır.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Kader,
Allahü teâlânın ezelî ilmiyle bilmesidir,
zorla yaptırması demek değildir) buyuruyor. Kimin trafik kazasında, kimin
depremde, kimin bomba patlamasıyla, kimlerin ise kalb krizinden veya başka bir
sebeple öleceği ezelde yazılmıştır, o iş mutlaka meydana gelecektir. (Şöyle
olsaydı meydana gelmezdi) demek yanlış olur.
Kaderi
bilmemek
Soru:
Bazıları, (Olduğu kadar, olmadığı kader) diyorlar. Yani (Yaptığımızı kendimiz
yapıyoruz, yapamadığımız da kaderden) diyorlar. Kaderde olmayan şeyler de var
mıdır?
CEVAP:
Her
şey kaderdir. Kadere inanmak imanın şartıdır. Ancak Mutezile
kafalılar kaderi inkâr ediyor. Bir şey olmuşsa da, olmamışsa da kaderden olduğu
gibi, olan şeyin, iyisi de, kötüsü de kaderdendir. Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, kulların kendi
iradeleri ile yapacakları şeyleri bilmesidir. Bilmek zorla yaptırmak demek
değildir. Kendi irademizle uygunsuz işler yapıp, sonra (Alnımın yazısı
böyleymiş) diyerek suçu kadere yüklememiz yanlıştır.
Herkes
istediği trene binebilir
Soru:
Eğer kimin Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, niye emirler ve yasaklar
bildirdi? Hayrı ve şerri Allah yaratıyorsa, şer işlerimizden niçin sorumlu
oluyoruz?
CEVAP:
Hayır
ve şer, Allahü teâlânın yaratması iledir.
Sevap ve günah insanın irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb
denir. Kesb kuldan, yaratmak Allah’tandır. Bir âyet-i kerime meali:
(Zerre
kadar iyilik ve kötülük yapan, karşılığını görecektir.) [Zilzal 7,8]
Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Diyelim ki, önümüzde
iki tren var. Garda şunlar yazılıdır:
(Sağ
yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı olan Cennete gider. Soldaki trene binen
sonsuz azap diyarı olan Cehenneme gider. Sağ yoldan gidenin bazı şeyler yapması
ve bazı şeylerden kaçması gerekir. Mesela namaz, oruç gibi dinin emirlerine
uyması ve günahlardan sakınması gerekir. Soldan giden ise, yol boyu sıkıntı
görmez. Onun için hiçbir yasak yoktur. Hiçbir şey yapmaya da mecbur değildir.
Ama yol bitince sonsuz sıkıntılara maruz kalacaktır.)
Yolcu,
hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene biner. Son
istasyona varmadan, fikir değiştirebilir, dönüş yapabilir. Sağ yoldan giden
trenden inip, sol yoldan giden trene binenler çıkabildiği gibi, sol yoldan
giden trenden inip, sağ yoldan giden trene binenler de çıkabilir.
Görüldüğü
gibi, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir. Ama
onu götüren bir araç var. Tren götürüyor onu. Treni yürüten de biri var.
İnsanları mutluluk diyarına da, azap diyarına da götüren trendir. İşte bütün
işleri, yani hayrı ve şerri Allah yaratır demek, kula o işi işleme gücünü veren
Allah demektir. Örneğimizdeki tren olmasaydı, insan çok uzun olan bu yolculuğa
çıkamazdı. Kendi irade-i cüziyyesi ile azap diyarına giden kimsenin, (Bu diyara
tren seferi düzenlemeseydiniz, biz de buraya gelmezdik) diyerek, tren
işletmesini suçlaması doğru olmaz. Çünkü bu trene hiç kimse zorla bindirilmediği
gibi, üstelik binerken de, yolda da, son ana kadar gerekli ikazlar
yapılmaktadır. Herkes, kendi arzusu ile işlediği hayır veya şerrin karşılığını
görecektir.
(Allah,
dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir) mealindeki âyetleri gösterip,
“Bizim sapıklıkta kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna göre, Allah’ın
bizleri, sapık diye suçlamaya hakkı olmaz” ve “Hayrı ve şerri Allah yarattığına
göre, yaptığımız kötü işlerden sorumlu olmayız” diyenler çıkıyor. Suçlarını
Allah’a yüklemeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir.
Öyle olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm,
Kur’anı insanlara açıkla) diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Bir
âyet meali şöyledir:
(Allah,
iman edenleri dünya ve ahirette sapasağlam tutar, zalimleri ise saptırır.)
[İbrahim 27]
Demek
ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun gibi
kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği
ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da,
hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü
veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı
halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz.
Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir
iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir
günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i
cüziyyesine bağlı kılınmıştır. Hâşâ Allahü teâlâ,
insanlara zorla günah işletmez. Zorla günah işletse, yarın “Niye günah
işledin?” diye sorar mı hiç?
Allahü teâlâ onlara zulmetmez
Soru:
Bazı kimseler, her şeyi bize Allah işletiyor. Bizim bunda suçumuz yok. Alnımıza
ne yazılmışsa onu görüyoruz diyorlar. Bu fikir doğru mudur?
CEVAP:
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Hayır
ve şerrin yaratılmasında, insanın iradesinin ve ihtiyarının da tesiri vardır.
İnsan bir şey yapmak ister, Allahü teâlâ
da dilerse, o şeyi yaratır. İnsanın iradesine, dilemesine (kesb) denir. Demek
ki, insanların yaptığı her hareket, her iş insanın kesbi ve Allahü teâlânın yaratması iledir. Adam öldürene
kıyamette azap yapılması, onu kesb ettiği içindir. Cebriyye denilen kimseler
ise, insanın kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan istese de, istemese de her
hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının
rüzgârdan sallanması gibidir. Her şeyi Allah zorla yaptırıyor. İnsan hiçbir şey
yapamaz) dediler. Böyle söylemek küfürdür. Elin, ayağın titremesi ile, irade
ederek hareket ettirilmesi, bir olur mu? Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, onların yaptıklarının hepsini
soracaktır.) [Hicr 92, 93]
(İsteyen
iman etsin, dileyen inkâr etsin. İnkâr edenlere Cehennem ateşini hazırladık.)
[Kehf 29]
(Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendilerine
zulmediyorlar.) [Nahl 33]
Allahü teâlâ kerimdir, merhameti sonsuzdur. İnsanlara hep faydalı
olan şeyleri, yapabilecekleri kadar emretmiştir. Zararlı olanları yasak
etmiştir.
Bakara
suresinin 286. âyetinde mealen, (Allahü teâlâ
insanlara kolay yapacakları şeyleri emretti) buyuruluyor. İnsanda irade
bulunmadığını söyleyenler, kendilerine itaat etmeyenlere, sıkıntı verenlere
niçin kızıyorlar? Oğullarını ve kızlarını niçin terbiye etmeye uğraşıyorlar?
Kötü yola düşerlerse onlara, niçin kızıyorlar? Niçin, bunların iradesi yoktur,
mecburdurlar diyerek, hoş görmüyorlar?
Herkes,
yaptığı kötülüğün cezasını görecektir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Rabbin elbette
azap yapacaktır. Ondan kurtuluş yoktur) buyuruldu. (Tur 7, 8)
Kaderim
böyle imiş demek
Soru:
Kimisi, kötü biri ile evleniyor, o kötü de kötülük yapınca, “Ne yapayım kaderim
böyle imiş” diyor. Kimisi gaza basıyor son sürat giderken kaza yapıyor. “Ben ne
yapayım alnımın yazısı böyle imiş” diyor. Kimisi hırsızlık ediyor, mahkûm
oluyor. “Ne yapayım benim kaderim böyle kötü imiş” diyor. Kimisi, zararlı şeyler
yiyip içiyor, hastalanıp felç oluyor. “Ne yapalım kaderin önüne geçilmez”
diyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Bu insanların suçu kadere yüklemeleri
doğru mudur?
CEVAP:
Elbette
yanlıştır. Evet, kaderinde bunlar vardı; ama bunlara kendisi sebep olmuştur.
Çünkü kader, Allahü teâlânın, olacak
şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince
yaratmasıdır. Buna üç örnek verelim:
1-
Bir film defalarca gösterilse, bunu önceden seyretmiş biri, ikinci, üçüncü defa
seyrederken, (Baş roldeki oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi
filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor? Allahü teâlâ da ezeli ilmi ile kimin nerede nasıl
öleceğini ve Cennete mi Cehenneme mi gideceğini elbette bilir.
2-
Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı,
hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar.
Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime
yazılması, güneşin doğmasını ve batmasını etkilemez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği
için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır.
3-
Bir öğretmen, daha önceki birçok tecrübesine dayanarak, çok tembel bir
öğrencisi için, (Bu öğrenci bu sınavı kazanamaz) diye bir deftere yazsa, yazılan
yazı, o öğrencinin sınavını etkilemez. Öğrenci imtihanı kazanamayınca, (Sen
deftere yazdığın için ben imtihanı kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemesi
yanlış olur.
Allahü teâlâ yanlış iş yapmaz. Herkes yaptığından sorumludur.
Ebüssüud
efendi buyuruyor ki:
Yapılacak
her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu.
Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste
belli olur. Peygamber efendimiz
buyurdu ki:
(Bir
kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün son
günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buhari]
Belli
bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü
teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez.
İlim, maluma tâbidir. Allahü teâlâ,
olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur'an-ı kerimde haber verilen şeyler de,
olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde
olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için
değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin
imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur'an-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi
arzuları ile küfür üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir.
Yoksa bunların kâfir olması, Allahü teâlânın
bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir.
İbadete
lüzum var
Soru:
Yaptığım ve yapacağım işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın
ne önemi var?
CEVAP:
Eshab-ı kiramdan bir zat da aynı suali sormuştu. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Herkes,
kendi işine hazırlanır.) [Müslim,
Tirmizi]
Aynı
suali soran Hazret-i Ömer’e de buyurdu ki:
(Herkes
önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır. Saadet ehlinden olan, saadet
için çalışır; şekavet ehlinden olan da şekavet için çalışır.) [Tirmizi]
Aynı
suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle:
(Cenab-ı
Hak, hayrı ve şerri [veya taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip
bunlardan birini yapabilmesi için, insana ihtiyar [tercih hakkı, irade-i
cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip faziletlerle
dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.)
[Şems 8-10 Beydavi]
İnsan,
irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Yani irade-i
cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ
iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. Kul irade-i cüziyyesini
kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor.
(İrade-i cüziyye risalesi M.Akkermani)
Zalimler
iflah olmaz
Soru:
İbrahim suresinin, (Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola
iletir) mealindeki 4. âyeti ile aynı anlamda âyetler vardır. Bizim sapıklıkta
kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna göre, Allah’ın bizleri, sapık, kâfir
diye suçlaması uygun olur mu? Bir de hayrı ve şerri Allah yarattığına göre,
yaptığımız kötü işlerden niçin mesul oluyoruz?
CEVAP:
Kur’an-ı
kerimi anlamak öyle kolay değildir. Öyle olsa idi, Allahü
teâlâ, (Resulüm, Kur’an-ı kerimi insanlara açıkla) diye emretmezdi.
Bazı âyetler, bazısını açıklar. Mesela buyuruluyor ki:
(Allah,
dilediğini saptırır, hakka yöneleni de doğru yola eriştirir.) [Rad 27]
(Elbette
zalimler iflah olmaz.) [Kasas 37]
Demek
ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun gibi
kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği
ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da,
hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü
veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı
halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz.
Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir
iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir
günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i
cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak
Allah’tandır. Allahü teâlâ, insanlara
zorla günah işletmez. Hâşâ zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?”
diye sorar mı hiç? Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(İnsan,
önceden ne hazırladığını görecektir.) [Tekvir 14]
(Kıyamet
günü adalet terazileri kurarız. Hiç kimse haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi
kadar iyilik eden, karşılığına kavuşur.) [Enbiya 47]
Allahü
teala dilerse
Soru:
Bir arkadaş, (Allahü teala, kullarını cehennemde yakmak istemez, kullar layık
olduğu için cehenneme atıyor) dedi. Diğer bir arkadaş da, (Allahü teâlânın istemediği olmaz, Onu hâşâ mecbur
eden mi var? İstemezse hiç birini yakmaz. Demek ki istiyor) dedi. Hangisi
doğru?
CEVAP:
Bu,
kaza kader konusudur. Birkaç kelimeyle izah edilmez. Bir kul, bir şey yapmak
isteyince, Allahü teâlâ da dilerse o işi
yaratır. Kul dilemezse, Allahü teâlâ da
dilemez ve o şeyi yaratmaz. Cehenneme gidenler, kendileri istedikleri için
gidiyorlar. Hâşâ Allah onlara zulmetmiyor. Bir ayet-i kerime meali:
(Allahü teâlâ onlara zulmetmedi. Onlar [küfre
girerek] kendilerine zulmettiler.) [Nahl 33]
İnsanlarda
ihtiyar, yani seçmek kuvveti bulunmasaydı, Allahü
teâlâ bu âyet-i kerimede, (Onlar, kendilerine zulmettiler) demezdi.
(Mektubat-ı Rabbani)
Hâşâ
zulmetmez kuluna Hudası,
Herkesin
çektiği kendi cezası...
Ecel
ve takdir
Soru:
Herkesin ecelini Allah takdir ettiğine göre, başkasını öldüren veya intihar
eden kimse niye suçlu oluyor?
CEVAP:
Allahü teâlâ elbette kimin ne zaman ve nasıl öleceğini, intihar
edip etmeyeceğini, kimin kimi öldüreceğini bilir. Bilmeyen de zaten ilah
olamaz. Allahü teâlâ, kimin Cennete,
kimin Cehenneme gideceğini de biliyor. Allah’ın bilmesi demek, o işi zorla yaptırması
demek değildir. Mesela, takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne
zaman batacağı, hesaplanarak yazılır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde
doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz.
Aksine, güneş o saatte doğacağı için, takvime yazılır. Bir kimsenin ne
yapacağını, ne zaman ve nasıl öleceğini, cennetlik mi, cehennemlik mi olduğunu Allahü teâlâ elbette bilir. Bu, kaderine yazılır.
İnsan kaderine yazıldığı için o işi işlemiyor. Ne iş işleyeceği bilindiği için,
kaderine o iş yazılıyor. Falanca intihar edecek, falanca falancayı öldürecek,
falanca şu günahı işleyecek diye bilindiği için yazılıyor. Onun için, günah
işleyen, günahından sorumlu oluyor. Adam öldüren, katilliğinden sorumlu oluyor.
İntihar eden, intiharından sorumlu oluyor.
Kader
nedir?
Soru:
Alnımıza yazılan kader, bizim iyi veya kötü iş yapmamızı engeller mi?
CEVAP:
Hayır
engellemez. Kader, bizim kendi isteğimizle işleyeceğimiz işlerin veya başımıza
gelecek olayların Allahü teâlâ tarafından
bilinmesi demektir. Allahü teâlâ, (Şu
kul, kendi isteğiyle şu işleri yapacaktır veya falanca yerde şu olaylar başına
gelecek yahut şu sebeple ölecektir) diye kaderine yazıyor. Yani iyi veya kötü
işi kendi irademizle yapıyoruz, yahut amelimizle o işe maruz kalıyoruz.
Herhangi bir sebeplerle trafik kazasında öleceksek, maganda kurşununa maruz
kalacaksak, depremde hayatımızı kaybedeceksek, bunlar da önceden kaderimize
yazılmıştır. Kaderimizde olduğu için ölmüyoruz, öleceğimiz bilindiği için
kaderimize yazılıyor. Yine bunun gibi, kötü bir kimse, kaderinde yazılı olduğu
için o kötü işleri yapmıyor. Aksine, o kötü işleri yapacağı bilindiği için,
kaderine yazılıyor. Bu inceliği iyi anlamalıdır. Bunu bilmeyen ve kötü işler
çeviren kimseler, (Ne yapalım, alın yazımız böyleymiş) diyerek kendilerini
temize çıkarmak için kaderi suçlamaya çalışıyorlar. Kaderin suçu olmaz. Kader,
olacak her şeyin Allahü teâlâ tarafından
bilinmesi ve takdir edilmesidir. Zamanı gelince bu şeylerin meydana çıkmasına
da kaza deniyor. Hayır veya şer de, elbette Allahü
teâlâ tarafından yaratılıyor. Kötü şeyleri o yaratmaz demek
yanlıştır. Tek yaratıcı Allah’tır, başka yaratıcı yoktur.
Dilemek
ve razı olmak
Soru:
Allah, her şeyi dileyip yaratıyorsa, kötü olan işleri niye dileyip yaratıyor?
CEVAP:
Her
şeyi yaratan Allahü teâlâ ise de,
kullarına irade-i cüziyye vermiştir. Kul, bu iradesinde serbesttir. Günah
işlemeye mecbur değildir. Kulun, kendi serbest iradesine göre, yapmak istediği
iyi veya kötü isteklerinin de, yaratıcısı Allahü
teâlâdır. Kulun isteğine göre yarattığı için, suçu Allahü teâlâya yüklemek yanlıştır. Cebriye fırkası suçu Allah’a yüklemiştir, Mutezile de, Allah bizim işlerimize karışmaz
demiştir. Ehl-i sünnet orta yoldur.
İmam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü irade eder, diler ve
yaratır. İyilerin de, kötülerin de yaratanı Odur; fakat iyiliklerden razı;
kötülüklerden razı değildir, yani beğenmez. İrade etmek [dilemek] başkadır,
rıza başkadır. Aralarındaki farkı, yalnız Ehl-i
sünnet âlimleri anladı; diğer 72 bid’at fırkası, bu farkı
anlayamayıp, dalâlete saplandı. (1/266)
Kâfirlerin
iman etmesi
Soru:
Allah herkesin iman etmesini emrediyor da, niçin kâfirlerin iman etmesini irade
etmiyor, dilemiyor?
CEVAP:
Allahü teâlâya, yaptığı şeyleri beğenmeyerek, bunların sebebi
sorulmaz.
Allahü teâlâ, ileride olacak her şeyi, ezelde, sonsuz geçmişte
biliyordu. İlmi, olacak şeylere tâbidir. Yani nasıl olacaklar ise, öylece
bilmiştir. Öyle olacakları için öyle bilmiştir. Yoksa öyle bildiği için, öyle
olmaya mecbur olmuyorlar.
İşte,
Allahü teâlânın iradesi, bu ilmine uygun
oluyor. Kudret ve tekvin sıfatları da, iradesine uygun oluyor.
Allahü teâlânın âdet-i ilahiyesi şöyledir ki, her şeyi sebep ile
yaratmaktadır. İnsanların iradelerini de, bunların iyi ve kötü işlerini
yaratmaya sebep kılmıştır.
İmanı,
hayrı, sevabı kullarına bildirmek için Peygamberler
gönderdi. İman etmeyi ve ibadet ve iyilik yapmayı emretti. Küfrü ve günah
işlemeyi, kötülük yapmayı yasak etti. İnsanlara akıl verdi. Aklı olana emretti.
Akıl vermediklerini de sorumlu tutmadı.
Kâfirin
suçu nedir?
Soru:
Allah’ın, dilediğini hidayete kavuşturacağını, dilediğini sapıklıkta
bırakacağını bildiren birçok âyet vardır. Demek ki, Allah dilese, herkesi
Müslüman yapar. Dünyada yaşayan birçok dinsize niçin iman nimetini nasip
etmiyor? Dinsizlerin bunda suçu var mı?
CEVAP:
Bu
hususta imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri,
her an, insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Rabbimiz, herkese
mal, evlat, rızk, hidayet, irşad ve selamet ve her iyiliği, fark gözetmeden
göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak
suretiyle, insanlardadır. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allahü
teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini
azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile kendilerine
zulüm ve işkence ediyorlar) buyurulmaktadır.
Nitekim
Güneş, hem çamaşır yıkayana, hem de çamaşırlara, aynı şekilde, parlamakta iken,
çamaşır yıkayanın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.
Bunun
gibi, elmaya ve bibere aynı şekilde parladığı halde, elmayı kızartınca
tatlılaştırır. Biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık hep Güneşin
ışıkları ile ise de, aralarındaki fark, Güneşten değil, kendilerindendir.
İnsanın,
ahiretteki nimetlere nail olmaması, ondan yüz çevirdiği içindir. Yüz çeviren,
elbette bir şey alamaz. Ağzı kapalı kap, nisan yağmuruna elbette kavuşamaz.
Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, dünya nimetleri içinde yaşadığı görülüp,
mahrum kalmadıkları zannedilir ise de, bunlar, dünya için çalışmalarının
karşılığını almaktadır. Yalnız dünya için çalışanlara verdiği dünyalıklar
hakikatte azap ve felaket tohumlarıdır. Bunlar, nimet şeklinde görülen
musibetlerdir.
Nitekim,
(Kâfirler, mal ve çok evlat gibi dünyalıkları verdiğimiz için, kendilerine
iyilik ettiğimizi mi sanıyorlar? Peygamberime
inanmayıp din-i İslamı beğenmedikleri için, onlar mükâfatlandırdığımızı mı
zannediyorlar? Hayır, öyle değil, aldanıyorlar. Bunların nimet değil, musibet
olduğunu anlamıyorlar) mealindeki âyet-i kerimede görüldüğü gibi, Haktan yüz
çevirene verilen dünyalık, hep felakettir. Şeker hastasına verilen tatlı
gibidir. (1/64)
Kalb,
nefse uyup, küfür veya günah yapmak isteyince, Allahü
teâlâ, bu kula acırsa, küfür ve günah işlemesini istemez. O da,
yapamaz. Acımazsa, işlemesini ister ve yaratır. Karşılığını da verir. O halde
insanın azaplara, felaketlere sürüklenmesine sebep, kendisidir. Kalbinin dine
uymayıp, nefsine uymasıdır.
Kâfire
iyilik etmek
Soru:
İlmihal’de, Besmelenin manası açıklanırken, (Her var olana, onu yaratmakla
iyilik etmiş ve varlıkta durdurmakla, yok olmaktan korumakla iyilik etmiş
olan...) deniyor. Kâfir olarak dünyaya gelip, kâfir olarak ölen bir kişinin
dünyaya gelmesini düşündüm ve buradaki, her var olana, yaratılmakla iyilik
edilmiş sözünü anlayamadım. Bir de her an yok olmaktan korumak kâfirler için
niye bir iyilik olsun ki?
CEVAP:
Kâfir
olarak kimse dünyaya gelmez. Herkes Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya
gelir. Bunu Peygamber efendimiz
bildirmiştir. Yani bir kâfir çocuğu da Müslümanlığa elverişli olarak doğuyor.
Bu onun için bir şanstır, ona bir iyilik edilmek isteniyor, kabul edip etmemesi
onun bileceği iştir.
Kâfir
çocuğu da kâfir olarak büyümüşse suç kendisindedir. Çünkü Allahü teâlâ ona akıl vermiştir. Aklını doğru
yolda kullanmazsa suç Allahü teâlânın
olmaz.
Allahü teâlâ, kâfire akıl veriyor, iman etmesi için mühlet veriyor,
sebepler yaratıyor, bu iyilik değil mi?
Kader
değişir mi?
Soru:
Dua ile kader değişir mi? (Allah yazdıysa bozsun) deyimindeki mana nedir? Dua
etmeyi dilemek de kaderden mi? Kaderin ömrü nereye kadardır? Ezeli mi, yoksa
ebedi mi? Kaderin de bir kaderi var mı?
CEVAP:
Önce
kaza ve kader ile çeşitlerini bilmek gerekir.
Kader,
Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde
bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Yani
kader, maaş bordrosu gibidir. Kaza ise, bu maaşın dağıtılmasıdır. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını, nerede nasıl
öleceğini bilir. Buna, kader, kısmet, baht, nasip, talih, yazgı, alınyazısı
deniyor.
Bir
film tekrar tekrar gösterilse, bunu önceden seyretmiş biri, ikinci, üçüncü defa
seyrederken, (Baş rolde oynayan oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için
mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi
biliyor?
Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için,
bunları levh-i mahfuza yazmıştır. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah
her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir
kitapta [levh-i mahfuzda]dır.) [Hud 6]
Kaderin
değişeni de, değişmeyeni de vardır. Mesela değişmeyen ecele, ecel-i müsemma
denir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ecel
bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf
34]
İnsanın
işine göre, ömrü ve rızkı değişebilir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah,
dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab [levh-i mahfuz]
Ondadır.) [Ra’d 39]
Ümm-ül
kitap, ezeli olan kelam-ı İlahinin yazılı olduğu kitaptır. Melekler, bunu
anlayamaz. Zamanlı değildir. Allah’tan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz.
Levh-i mahfuzda değişiklik olur. Bunu melekler görür. İnsanın, işine göre, ömrü
ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Bir başka
âyet meali de şöyledir:
(Herkesin
ömrü ve ömürlerin kısalması elbette kitapta yazılıdır.) [Fatır 11]
Değişebilen
kaza kadere kaza-i muallak denir. Bir kimse, iyi amel yapıp duası kabul olursa,
o kaza değişebilir. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Kaza-i
muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız dua değiştirir.) [Hakim]
(Kader,
tedbirle, sakınmakla değişmez. Ama kabul olan dua, bela gelirken korur.) [Taberani]
(Sıla-i
rahm ömrü uzatır.) [Taberani]
Kaderin
levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i
muallak ise, o kimsenin dua etmesi de takdir edilmişse, dua eder, kabul olunca
belayı önler. Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Şemsiye yağmura
siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur.
Ecel-i
müsemma değişmez ama; Ecel-i kaza değişebilir. Bir örnek: İki kişi, Hazret-i
Davud’a birbirini şikayet etti. Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden
birinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti;
ama ölmedi) dedi. Hazret-i Davud, hayret edip sebebini sorunca cevaben dedi ki:
(İkincisinin
bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bunun için Allahü teâlâ, bunun ömrünü 20 yıl uzattı.) [Levh-i
Mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi]
Cebriye
ve mutezile
Soru:
Kaderin imanın şartı olduğunu inkâr eden biri, (Resulullah
kadere imanla ilgili bir şey söylememiştir. Kader, imanın şartları arasında
sayılırsa, ne yapacağımız önceden takdir edilip yazıldığına göre, bize günah
işleten de Allah olur. Allah bizi niye cehenneme gönderecek ki?) diyor. Buna
nasıl cevap verebiliriz?
CEVAP:
Kaderi
inkâr eden, mutezile [kaderiye] fırkasıdır. (Yaptığımız iyi kötü işlere Allah
karışmaz) derler. (Allah bize zorla günah işletir) diyen ise, cebriye [mürciye] fırkasıdır. İkisi de yanlıştır. Ehl-i sünnet ikisinin ortasındadır.
Cebriye
fırkası:
Bu
fırka, (Bize imanı veren de ibadet ettiren de Allah’tır. Allah her işi zorla
yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul
değildir) diyerek şu mealdeki âyetleri delil olarak gösteriyor:
(Allah,
dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini dalalette bırakır.) [İbrahim 4]
(Eğer
Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. O halde inanmaları
için insanları zorlayacak mısın? Allah’ın izni olmadıkça, hiç kimse, iman
edemez.) [Yunus 99,100]
(Sizi
de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
Bu
âyet-i kerimeler, kaderi, yani Allahü tealanın işlerimizi yarattığını inkâr
eden mutezileye gayet güzel cevaptır. Bu âyet-i kerimelere rağmen, kader nasıl
inkâr edilir ki?
Bu
âyet-i kerimelerin açıklamasında, Muhammed
Masum hazretleri buyuruyor ki:
Hayrın
ve şerrin yaratılmasında, işlediklerimizin yaratılmasında, insanın irade ve
ihtiyarının da tesiri vardır. İnsanın iradesine, dilemesine kesb denir. İnsanın
yapmak istediği işi, Allahü teâlâ da
dilerse, o şeyi yaratır. (2/83)
Demek
ki, insanların yaptığı her hareket, her iş, insanın kesbi ve Allahü teâlânın yaratmasıyladır. İnsan istiyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. Allahü teala yaratmıyor
diyen mutezile sapık yoldadır. Günümüzde bazı mutezile bozuntuları, kaderi cebriyenin anladığı gibi göstererek inkâra
çalışmaktadır.
Cebriye
fırkası, insanın kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan istese de, istemese de
her hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının
rüzgârdan sallanması gibidir. Her şeyi Allah zorla yaptırıyor) dediler. Böyle
söylemek küfürdür. Elin titremesi başkadır; isteyerek oynatması başkadır. Bir
âyet-i kerime meali:
(İsteyen
iman etsin, dileyen inkâr etsin. İnkârcılara Cehennem ateşini hazırladık.)
[Kehf 29]
Allahü teâlâ zorla inandırırsa, niye (İsteyen iman etsin, dileyen
inkâr etsin) diyecek ki? Demek ki, Allahü teâlâ,
insana bir irade verdi. İnanmak da, inkâr etmek de, insanın elindedir.
Bir
cebriyeci, kendisine saldırana kızmaz mı?
Allah yaptırıyor der mi? Mesela, Cebriyenin
ensesine bir tokat vursak, (Ne yapıyorsun?) der, ona (Kader böyle, bunları
yapan Allah’tır) desek, bize hak verir mi?
Cebriyeciler,
(Kâfirler mazurdur; çünkü işleri yapan Allah’tır. Bunlar mecburdur) diyorlar.
Bu sözleri küfürdür. Dört âyet-i kerime meali:
(Onları
hesap mahallinde durdurun! Hesaba çekileceklerdir.) [Saffat 24]
(Rabbin
hakkı için, onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92,
93]
(Zerre
kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7,8]
(Kişi,
önceden ne hazırladığını, ne getirdiğini görecektir.) [Tekvir 14]
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Mürciye
[cebriye] ve kaderiyenin [mutezilenin]
İslamiyet’ten nasibi yoktur.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, kaderiye ve mürciyeye, 70 Peygamber lisanıyla lanet etti.) [Taberani]
(Kaderiye
ve mürciye, Kevser havuzuna varamaz ve Cennete giremez.) [Ebu Davud]
Günümüzde
cebriye fırkası azsa da, aklına güvenen
mutezile bozuntuları çoktur.
Mutezile
fırkası:
Kaderiye
de denilen, mutezile fırkası, (İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların
işlerine Allah karışmaz) diyerek kaderi inkâr etmiştir. Hâlbuki kadere iman
farzdır. Bu husus Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer
mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir.
İlahın elbette her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü
yetmeyen, muhtaç olan, ilah olamaz. Allahü teâlâ,
herkesin ne yapacağını bilir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah, onların
işlediklerini ve işleyeceklerini bilir) buyuruluyor. (Bakara
255)
İnsanların
başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün
bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere, kader
deniyor. Bunlar nasıl inkâr edilebilir ki? Kader hakkında birkaç âyet-i kerime
meali:
(Yeryüzünde
vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce,
bir kitapta [levh-i mahfuzda] olmasın. Elbette bu, Allah için kolaydır.) [Hadid 22]
Birkaç
hadis-i şerif meali ise şöyledir:
(Kadere
inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Kadere
iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi]
(Ahir
zamanda, şerli kimseler, kader hakkında konuşur.) [Hâkim]
(Ahir
zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere [falcılara] inanmak, kaderi
inkâr ve idarecilerin zulmü.) [Taberani,
İbni Asakir, Hatib, İbni Ebi Âsım]
(Kaderi
inkâr etmeyin. Hristiyanlar kaderi inkâr eder.) [Cami-us-sagir]
(Ümmetim
kaderi inkâr etmedikçe dinde sabittir; inkâr edince helak olur.) [Taberani]
(Ahirette
kaderi yalanlayana rahmet nazarıyla bakılmaz.) [İ. Adiy]
(Şu
üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2- Münafıkların “Kur’an böyle diyor”
diyerek tartışmaya girişmesi, 3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]
(Bütün
Peygamberler şunlara lanet etmiştir:
1- Allah’ın kitabında olmayan şeyi ona ekleyen [Kur’anda böyle yazıyor diye
yalan söyleyen, Kur’anı kendi görüşüne göre tevil ve tefsir eden], 2- Allah’ın
kaderini inkâr eden, 3- Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil
eden zalim idareci.) [Taberani]
(Kaderden
bahsedilince dilinizi tutun!) [Taberani]
(Kadere,
hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna iman etmedikçe, başa gelenin asla
şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine
inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
(Kaderiyenin
İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, şer takdir edilmedi derler.) [Beyheki]
(Kader,
Rahman olan Allah’ın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini
kolaylıkla verir. Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bana iman edip de,
kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka
Rab arasın.”) [Şirazi]
(Ümmetimi
üç şey helak eder: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibarsızlık.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi,
olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi,
Ebu Davud]
(Her
şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.) [Tirmizi]
(Yani kader, takdir, son buldu ve yazılacak bir şey kalmadı. İnsanlar bu
kaderin dışında bir şey yapamazlar.)
(Bütün
insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, ancak Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden
fazlasını yapamazlar. Eğer herkes, sana zarar vermeye kalksa, ancak Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği
zarardan fazlasını veremez; çünkü artık kaderi yazan kalem kurudu, yazıları
değişmeyecek şekilde kesinleşti.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Ben âlemlerin rabbiyim.
Hayrı da, şerri de ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun,
hakkında hayır yazdığıma ise müjdeler olsun!) [İ.Neccar]
Son
hadis-i şerifte, Allahü teâlâ, (Hakkında
şer yazdığıma yazıklar olsun) buyuruyor. Kötülüğü zorla yaptırsaydı, kendi yazdığı
hüküm için yazıklar olsun der miydi? Bu söz, (Kendi iradesiyle kötülüğü
işleyeceğini ezeli ilmimle bildiğim için, hakkında şer yazdığım kimselere
yazıklar olsun) demektir.
Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini,
Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini de yazıyor.
Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor. Cebriye,
zorla Allah yaptırır der; mutezile ise Allah’ın kaderini inkâr eder.
(Ya
Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına
göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara Peygamber
efendimiz, (Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir edilmiş
olan işlere hazırlanır) buyurdu. (Müslim,
Tirmizi)
Aynı
suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle:
(Cenab-ı
Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan
birini yapabilmesi için, insana ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi.
Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu.
Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10]
Görüldüğü
gibi, Allahü teâlânın bilmesi, zorla
yaptırması demek değildir. İşte, bir kimsenin günah işleyeceğini de Allahü teâlâ elbette bilir. Bu, onun kaderinde
yazılıdır. Yazılı olması, o günahı işleyeceği içindir; yoksa kaderinde yazılı
olduğu için o günahı işlemez.
Bütün
bu âyet-i kerimelere ve çoğu Kütüb-ü sitte’de bulunan hadis-i şeriflere rağmen,
kaderi inkâr eden, Resulullah böyle
şey söylemez diyebilen mutezile bozuntularının, art niyeti meydandadır.
Mutezile
fırkası
Soru:
Mutezile fırkası nasıl meydana çıkmıştır,
fikirleri nelerdir?
CEVAP:
Bozuk
fırkalardan biri olan Mutezile, Hasan-ı
Basri hazretlerinin derslerinde bulunan Vasıl bin Ata tarafından ortaya
çıkarılmıştır. Büyük Ehl-i sünnet
âlimi ve veli bir zat olan Hasan-ı Basri, (Büyük günah işleyen ne mümindir ne
de kâfirdir) diyerek Ehl-i sünnetten
ayrılan Vasıl bin Ata için, (İ'tezele anna Vasıl) yani (Vasıl bizden ayrıldı)
buyurmuştu. Buradaki i’tezele [ayrıldı] kelimesinden dolayı Vasıl'a ve onun
yolunu tutanlara Mutezile ismi verilmiştir.
Sonraki
yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış ve felsefeye meraklı kişiler, Vasıl
bin Ata'nın yolundan yürüyerek, Allahü teâlânın
zâtı ve sıfatları ile, kader, amellerle (ibadetlerle, muamelatla..) iman
arasındaki münasebet ve diğer konularda İslam dininin sınırlarını zorlayacak
kadar ileri derecelere varan ayrılıklara düşmüşlerdir.
Kuru
akılcı ve bid’at fırkalardan Mutezilenin
görüşlerinden bazıları şunlardır:
Sahabenin
hepsinin adil ve Cennetlik olduğunu inkâr ederler. Halbuki Kur’an-ı kerimde
mealen, (Onların hepsine hüsnayı [Cenneti] vaad ettik) buyuruluyor. (Hadid 10)
Miracı,
diğer mucizeleri ve kerameti inkâr ederler.
Kur’an-ı
kerimde, kerametin hak olduğunu bildiren âyetlerden bazıları şunlardır:
Ledün
ilmine sahip bir zat, Belkıs’ın tahtını bir anda getirdi. (Neml 40)
Hazret-i
Meryem’e her zaman taze meyve ve yiyecek verilirdi. (Al-i
imran 37)
Eshab-ı
kehf asırlarca, ölmeden uyudu. (Kehf 17,18)
(Cennette
olanlara Allah görülmez) derler. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ahirette,
yüzleri nurlu olarak, Rablerine bakarlar.) [Kıyamet 22, 23]
(Günah
işleyen kâfir olur, amel imandan parçadır) derler. Ehl-i
sünnet itikadında, amel ile iman ayrıdır, günah işleyene kâfir
denmez. Günah işleyen kâfir olsaydı, yeryüzünde müslüman kalmazdı. Masum olmak
meleklere mahsustur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah
şirki [küfrü] affetmez. Diğer bütün günahları ise, istediğini affeder.) [Nisa 48]
(Kabir
ziyaretinde, enbiya ve evliyadan yardım istemek caiz değil) derler. Hadis-i
erbain’de (Bir işinizde, sıkışıp şaşırınca, kabirdekilerden yardım isteyin!)
buyuruluyor.
Kabir
sualini, kabir azabını inkâr ederler. Hadis-i
şerifte, (Kabir azabı haktır) buyuruldu. (Buhari)
(Ölüye,
dua fayda etmez) derler. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Dirilerin
duaları ile, ölülere çok rahmet verilir. Dirilerin, ölülere hediyesi, onlar
için dua ve istigfar etmektir.) [Deylemi]
(Sırat,
mizan, şefaat diye bir şey yok) derler. Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette
mizan, sırat, şehidi rahatsız etmez.) [Beyheki]
(Cehennem
üzerine Sırat köprüsü kurulur.) [Buhari]
(Büyük
günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [Nesai]
(Akıl,
herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Aklın beğendiği, güzel gördüğü
şeyler farz, çirkin gördüğü şey ise haramdır. Din bildirmese de, akılla haramı
ve farzları bilmek mümkündür) derler.
Her
ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ise de, her işte ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz.
Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere lüzum kalmazdı. Dinin
hükümlerini duymayan, cezalandırılmaz. Bir âyet-i kerime meali:
(Biz
Peygamber göndermedikçe kimseye azap
etmeyiz.) [İsra 15]
Eski
milletlere mubah olan bazı şeyler, bizlere haram edilmiş, eskilere haram olan
bazı şeyler de bizlere mubah kılınmıştır. Demek ki, bir şeyin farz veya haram
oluşu, ancak dinin emri ile belli olur, akıl ile belli olmaz. Mesela eskiden
sığır ve davar iç yağı haram idi, bizlere ise helaldir. (Enam 146)
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Nakil
yolu ile anlaşılan, yani Peygamberlerin
söyledikleri şeyleri, akıl ile araştırmaya uğraşmak, düz yolda, güç giden,
yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at,
kamçılanırsa, çabalaya çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar, yahut, alışmış olduğu
düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar
harap olur. Akıl da, yürüyemediği, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye
zorlanırsa, ya yıkılıp insan aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya
işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatır.
Akıl,
his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara
bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden
ayırmaya yarayan bir ölçüdür. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara
eremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde, Peygamberlerin
bildirdikleri şeylere, inanmaktan başka çare yoktur.
Ehl-i sünnet âlimleri, mutezilenin dalalette olduğunu âyet ve
hadislerle ispat etmişlerdir.
Bir
taşla iki kuş
Soru:
Aşağıdaki ifadeler Ehl-i sünnete
aykırı değil mi?
Kula
bela gelmez Hak yazmadıkça,
Allah
bela vermez kul azmadıkça.
CEVAP:
Ehl-i sünnete uygundur. Birinci mısra mutezileye cevap, ikinci
mısra cebriyeye cevaptır. Bir taşla iki kuş
vurulmuştur. Özet olarak, iki satırla Ehl-i
sünnet itikadı bildirilmiştir.
Mutezile,
(Kaderini herkes kendi belirler) der. Birinci mısra buna cevaptır. (Allahü teâlâ dilemedikçe insan bir şey yapamaz)
deniyor.
Cebriye
ise, (Allah dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır)
ayet-i kerimesini yanlış anladığı için, (Her şeyi bize zorla yaptıran
Allah’tır) der. İkinci mısrada, (Allah’ın takdiri insanların amellerine
göredir) deniyor.
İmam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kaza
ve kader bilgisini, çok kimseler anlayamadığından doğru yoldan ayrılmıştır.
Bunlardan bir kısmı, insanların isteyerek yaptığı işlerinin zorla olduğunu
sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yaptığını, isteyerek yapılan
işlere Allahü teâlânın karışmadığını
söylemiştir. Üçüncüsü de, doğru yoldakilerin, İslamiyet’i iyi anlayanların
sözüdür ki, bunlar, Fırka-i naciyye ismiyle müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimleridir. Bunlar,
birinci ve ikinci kısımda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu
seçmişlerdir.
Eş’ari
ve Cebriye
Soru:
İmam-ı Eş’ari’nin insanın iradesiyle ilgili bildirdikleri, Cebriye’ye yakın mıdır?
CEVAP:
Yakın
olanları vardır, fakat yakın olmak, Cebriye
olmak demek değildir. Cebriye bâtıl
fırkadır. İmam-ı Eş’ari ise, Ehl-i sünnetin
iki itikad imamından biridir. İmam-ı Maturidi’nin bildirdiğiyle, arasında
söyleyiş farkı vardır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bir
işin yapılması başkadır, iyi veya kötülüğünün yapılması başkadır. O halde, işin
iyi veya kötü olması için de, kuvvetin ayrıca tesiri lazımdır. İnsanların
kudretini Allahü teâlâ yarattığı gibi, bu
kudretin tesir etmesini de Allahü teâlâ
yaratmaktadır. Bunun için, kulun kudreti de tesir eder. İmam-ı Eş’ari’nin
bildirdiklerini, Cebriye’den ayıran şey, Cebriye mezhebinde, (Bir insan bir işi yaptı demek
mecazdır. Yani o istekli işi yalnız Allahü teâlâ
yapmıştır. O insanın eliyle yapmıştır. İnsanda kudret yoktur) derler. İmam-ı
Eş’ari ise, (İşi yapan, hakikatte insandır. Ancak, insanın isteğiyle değil, Allahü teâlânın istemesiyle yapmıştır) diyor. Ehl-i sünnetten, İmam-ı Eş’ari’den başkaları,
kulun kudreti, yaptığı istekli işe tesir eder diyor. İmam-ı Eş’ari ise, kudreti
ancak, işin yaratılmasına sebep olup, yaratılmasında tesiri olmaz diyor ki, her
ikisine göre de, işi insan yaptı demek doğru olur. Ehl-i
sünnet, Cebriye’den, böylece
ayrılmış olur. Cebriye mezhebinin, insanın
istekli işlerini yaptığını kabul etmemesi, (İşi insan yaptı demek mecazdır)
demesi küfürdür. (1/289)
Levh-i
mahfuz ve ümm-i kitap
Soru:
Levh-i mahfuz'la Ümm-i kitab ayrı mıdır? Bunlar mahlûk mudur?
CEVAP:
Ahmed
bin Süleyman hazretleri buyuruyor ki: Levh-i mahfuz, korunmuş levha demektir.
Ezeli ve ebedi, olmuş ve olacak her şeyin Allahü
teâlânın indinde yazılı olduğu kitap anlamındadır. Mahlûktur, yani
sonradan yaratılmıştır. Melekler Levh-i-mahfuz'u görürler. Allahü teâlâ dilerse Levh-i mahfuz'da değişiklik
yapabilir. Mesela, insanın işine göre ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü,
kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Ümm-i kitab ise, kitabın anası demektir.
Ezeli olan kelam-ı ilahinin ismidir. Mahlûk değildir. Melekler, bunu anlayamaz.
Zamanlı değildir. Yani burada zaman yazılı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz.
(Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi)
Fatiha'ya
da Ümm-i kitap denirse de, o konumuzun dışındadır.
Allah
layık olanı alçaltıp yükseltir
Soru:
Aşağıdaki âyetlere Ehl-i sünnet
âlimleri nasıl anlam vermişlerdir?
CEVAP:
Âyetlerin
açıklamaları şöyledir:
(Allah
dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir.) [İbrahim 4, Fatır 8]
Allah
dilediğini saptırdığına göre, şer Allah’tan değil diyenler yanlış yoldadır. Bu
âyete dayanarak cebriye, Allah bize zorla
günah işletir diyor ki o da yanlıştır. Allahü teâlâ
hiç kimseye zulmetmez, zorla günah işletmez. Günahı da sevabı da herkes kendi
irade-i cüziyyesi ile işler.
(Rabbin,
dilediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68]
Külli
iradenin Allahü teâlânın kudretinde
olduğu bildiriliyor. Kullarına verdiği irade-i cüziyye hariç, hiç kimse bir şey
yaratamaz. Tek yaratıcı Allahü teâlâdır,
hayrı da şerri de O yaratır.
(Allah
dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder.) [Bakara
284]
Dilediğine
azap eder demek, layık olana azap eder demektir. Yoksa Allahü teâlâ zerre kadar haksızlık yapmaz. (Nisa 40, Kehf 49)
(Allah
dilediğini yardımı ile destekler.) [Al-i İmran
13]
Layık
olanları destekler.
(De
ki: Mülkün sahibi olan Allah’ım, sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden geri
alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın.) [Al-i İmran 26]
Yine
layık olanları alçaltıp yükseltir.
(Elbette
Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.) [Al-i
İmran 37]
Layık
olanlara verir.
(Yeryüzü
Allah’ındır, kullarından dilediğini ona vâris kılar.) [Araf
128]
Layık
olanlara verir.
(O,
yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar.) [Rad 13]
Bunu
da layık olanlara yapar.
(Allah
kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur.) [Hac
18]
Layık
olanları hor kılar.
(Allah
dilediğini nuruna kavuşturur.) [Nur 35]
Layık
olanlara verir.
(Allah,
dilediğini yaratır; dilediğine kız, dilediğine erkek çocukları verir.) [Şura
49]
İyilerin
hakkında hayırlı ne ise ona onu bahşeder.
(Onları
durdurun! Sorguya çekileceklerdir.) [Saffat 24]
Bu
âyette, Cebriye fırkasının yanlışlığı ortaya
konmaktadır. Kendi irade-i cüziyyesi ile günah işleyenler sorguya çekilecektir.
Hâşâ Allahü teâlâ zorla günah işletseydi
sorguya çeker miydi hiç?
(Herkesi
sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92]
Herkes
yaptığının karşılığını görecektir.
(Zerre
kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7,8]
Bu
âyette, Allahü teâlânın günah
işletmediği, hayrı da şerri de insanın kendi iradesi ile işlediği açıkça
bildiriyor.
(Herkes
[iyi kötü] ne getirmişse, onu görecektir.) [Tekvir 14]
Bu
âyette, herkesin kendi iradesi ile günah veya sevap işlediği bildiriliyor.
Kul
kendi iradesi ile imanı küfrü seçmeseydi, günah ve sevap işlemeseydi, hâşâ Peygamberler, Cennet, Cehennem lüzumsuz
olurdu. Allahü teâlânın niye yaptın diye
kullarına hesap sorması da yersiz olurdu.
Evlenmek
ve kader
Soru:
Mutlaka kaderimizde olan kişiyle mi evleniriz, bizim seçme hakkımız yok mu?
CEVAP:
Kader,
insanların yapacakları işlerin, önceden bilinmesi demektir. Kaderle bizim
seçimimiz, ayrı değildir. Seçince, o kaderimiz oluyor, ne işlemişsek, kiminle
evlenmişsek o kaderimiz oluyor. Allahü teâlâ,
olacak her şeyi bildiği için, bizim ne yapacağımızı da bilir. İşte kader, Allahü teâlânın ezeli ilmiyle, kendi irademizle
yapacağımız işleri bilmesi demektir, zorla yaptırması demek değildir.
Kısmeti
çıkmamak
Soru:
Bir kız evde kalınca, (Kısmeti çıkmadı, kaderi böyleymiş) deniyor. Kaderin rolü
nedir?
CEVAP:
Her
şey takdir iledir. Evlenmek, nasibi çıkmak veya çıkmamak da takdire bağlıdır. Allahü teâlâ, takdirine göre sebepler
yaratmaktadır. Mesela bir kız dua eder, (Ya Rabbi, evlenmek hakkımda hayırlı
ise, evlenmeyi bana nasip eyle!) der. Duası kabul olursa evlenir. Evlenmek için
tedbir almak ve sebeplere yapışmak gerekir. Mesela kötü biri ile evlenip de
suçu kadere yüklemek doğru değildir.
İnsan,
irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük
yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap
işlerse mükâfatını görür. Yani Allahü teâlâ
hiç kimseye zorla günah işletmez. İnsan, irade-i cüziyye ile yaptığı işleri
kendi yaratmıyor. Bu işlerin, hayrın ve şerrin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır.
(Benim
Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde varsa, günah işler,
Cehenneme giderim. Benim bunda ne suçum var. Suç kaderimdedir) diyenler
çıkıyor. Hâlbuki Allahü teâlâ, kimseye
zor ile günah işletmez. Kader Allah’tandır. Ancak, cenab-ı Hakkın, kaderi kaza
haline getirmesi, yani yaratması, insanın iradesini kullandıktan sonra oluyor.
Mesela, (Filan kimse, kendi isteği ile şu günahları işleyecektir) şeklindedir.
Kader
mi?
Soru:
Salih bir genç bana talip iken, işsiz güçsüz ama boyunu posunu beğendiğim biri
ile evlendim. Ahlakı da iyi çıkmadı. Sıkıntı içerisindeyim. Kaderim mi böyle
idi?
CEVAP:
Siz
istemişsiniz, Allahü teâlâ da onu
yaratmıştır. İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse
sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan, günah işlerse
cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Allahü
teâlâ, sizin ne yapacağınızı bildiği için bunu levh-i mahfuza
yazıyor. Buna kader veya alın yazısı deniyor. Levh-i mahfuzda yazılı olduğu
için siz onu yapmıyorsunuz. Yapacağınız bilindiği için levh-i mahfuza
yazılmıştır. Bundan dolayı, kötü bir iş yapıp, (Ne yapayım, kaderim böyle imiş)
demek yanlış olur.
Evlilik
ve kader
Soru:
Ben kızımı, dinini bilen iyi bir Müslümanla evlendirmek istiyorum, ama biri
bana (Allah, onun alnına içkici, kötü birini yazdıysa, sen değiştiremezsin,
senin yüzünden kız evde kalacak, günaha girme, bırak kiminle evlenirse evlensin!
Kızın evliliğine mâni olma) dedi. Mâni olmak mı, yoksa mâni olmamak mı
günahtır?
CEVAP:
Öyle
diyenler, kaderi bilmedikleri için yanlış söylüyorlar. Kader, herkesin kendi
iradesiyle, ne yapacağını, kiminle evleneceğini, Cenab-ı Hakk'ın ezelî ilmiyle
bilmesi demektir. Biz, kiminle evlenmeye karar vermişsek, o bizim kaderimiz
oluyor. Allahü teâlâ, olacak her şeyi
bildiği için, bizim ne yapacağımızı da bilir. Yani kader, Allahü teâlânın ezelî ilmiyle, kendi irademizle
yapacağımız işleri bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Allah, hiç kimsenin
alnına (Kötü biriyle evlensin) diye yazmaz. Biz, kendi irademizle, içkiciyle
evlenmeye karar vermişsek, bunu yazar. Kızımızın iyi biriyle evlenmesi için
gayret etmezsek, kötüyle evlenmesine göz yumarsak günah olur. Sonra (Kaderi
böyleymiş) demek yanlış olur.
İrade-i
cüziyyesini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen sevaba, kötülük
yaratılmasını isteyen de günaha girmiş olur. Günah işleyen cezasını, sevab
işleyen mükâfatını görür. Kızını iyi biriyle evlendiren de sevaba, kötüyle
evlendiren de günaha girer.
(Deveni
sıkı bağla, ondan sonra tevekkül et!) hadis-i şerifi gösteriyor ki, deveyi
bağlamadan, serbest bırakıp Allah'a emanet etmek yanlıştır. Biz de, kızımızın
iyi biriyle evlenmesi için bütün tedbirleri almalıyız. Tedbir alırsak, âhirette
sorumlu olmayız. Kötü biriyle evlenmesine razı olup da, suçu kadere yüklemek
doğru değildir. Yani kötü ile de, iyi ile de evlenmesine kendimiz sebep
oluyoruz. İçkili araba kullanıp sonunda kaza yapanın, (Takdir böyle imiş) demesi,
yanlış olduğu gibi, kötü biriyle evlenip de, suçu kadere yüklemesi de yanlış
olur.
Evlilik
ve kader
Soru:
(Evlilikte kader, diğer kaderlerden farklıdır. Evlilik için tedbirli olmak, dua
etmek ve sebeplere yapışmak faydasızdır. Kaderde ne yazılıysa o olur. Çünkü Peygamberimiz, “Benimle birlikte, melekler de
dua etse, yine kaderinde yazılı evleneceğin kişiyi değiştiremeyiz” buyuruyor)
diyenler oluyor. Ben dindar birini arıyorum. Kaderimde ateist yazılıysa, ben
onunla evlenmek zorunda mıyım?
CEVAP:
Kaderi
bilmeyenler, böyle yanlış söylüyorlar. Bütün kaderler aynıdır. Evliliğin kaderi
farklı değildir. (Kaderimi ben kendim çizerim) veya (Fakir halkın kaderine terk
edilmesine razı olmayız) gibi sözler, kaderin ne olduğunu bilmemekten
kaynaklanmaktadır. Diyelim, o idarecinin çalışmasıyla halk fakirlikten
kurtuldu. Halkın kaderini mi değiştirdi? Hayır, demek ki halkın kaderi,
fakirlikten kurtulmaktı. Herkes, kaderinde olanı yapar. Yani bizim kendi
irademizle, ne işleyeceğimizi Allahü teâlâ
bildiği için, onu alnımıza yazıyor. Yoksa onu yazdığı için biz işlemiyoruz,
kendi irademizle yapıyoruz.
Kader,
herkesin kendi iradesiyle ne yapacağını, kiminle evleneceğini, Cenab-ı Hakk’ın,
ezelî ilmiyle önceden bilmesi demektir. Zorla yaptırması demek değildir. Biz,
kiminle evlenmeye karar vermişsek, o bizim kaderimiz oluyor. Allahü teâlâ, olacak her şeyi bilir. Yapacağımız
şeyleri yazması kaderimiz oluyor.
Allah,
hiç kimsenin alnına (Kötü biriyle evlensin) diye yazmaz. Biz, kendi irademizle,
içkiciyle evlenmeye karar vermişsek, bunu yazar. Kızımızın iyi biriyle
evlenmesi için gayret etmezsek, kötüyle evlenmesine aldırış etmezsek, hadis-i
şerifte bildirildiği gibi lânetlik oluruz. (Kaderi böyleymiş) diyerek Allahü teâlâyı suçlamak çok yanlış olur.
İrade-i
cüziyyesini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen sevaba, kötülük
yaratılmasını isteyen de günaha girmiş olur. Günah işleyen cezasını, sevab
işleyen mükâfatını görür. Kızını iyi biriyle evlendiren sevaba, kötüyle
evlendiren de günaha girer.
(Kadın,
ya malı veya güzelliği için yahut da dini için alınır. Siz dindar olanını
alın!) hadis-i şerifi de gösteriyor ki, eğer evlilikte bizim rolümüz
olmasaydı,(Dindar olanını alın!) buyurulmazdı. Başka bir hadis-i şerifte,
(Kızını fâsık olana veren lânetlenmiştir)buyuruluyor. Daha birçok hadis-i şerif
vardır. Bizim müdahalemizin faydası olmasaydı, böyle buyurulmazdı.
Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” emrine
uyarak, oğlumuzun veya kızımızın iyi biriyle evlenmesi için bütün tedbirleri
almalıyız. Tedbir alırsak, âhirette sorumlu olmayız. Kötü ile de, iyi ile de
evlenmesine kendimiz sebep oluyoruz. İçkili araba kullanıp sonunda kaza
yapanın, (Takdir böyleymiş) diyerek kaderi suçlaması yanlış olduğu gibi, kötü
biriyle evlenenin de, suçu kadere yüklemesi yanlış olur.
Kimse
kimsenin rızkını yiyemez
Soru:
Ecel-rızk münasebeti nasıldır?
CEVAP:
Her
canlının rızkı tükenmeyince eceli gelmez, ölmez. Kimse kimsenin rızkını
yiyemez. Rızk, ibadet yapmakla artmaz, bereketlenir. Allahü teâlâ herkesin rızkını ezelde takdir, tayin etmiş, ayırmıştır.
Bu, artmaz ve azalmaz.
Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Nice
canlı vardır, rızkını kendi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah
verir.) [Ankebut 60]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Rızk
için üzülmeyiniz, ezelde ayrılan rızk sizi bulur.) [İsfehani]
(Eceliniz
sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip eder.) [Taberani]
(Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, sabah aç
kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.) [Tirmizi]
(Zikrin
hayırlısı hafi [gizli] olanı, rızkın hayırlısı ise kâfi olanıdır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ sevdiğine, rızkını kâfi [yetecek
kadar] verir.) [Ebuşşeyh]
(Helal
kazanmak için sıkıntı çekene, Cennet vacip olur.) [İ.Gazali]
Açlıktan
ölmek
Soru:
Allah rızka kefil olduğuna göre, biri için, (Açlıktan öldü) demek caiz midir?
CEVAP:
Allahü teâlâ, herkesin rızkına kefildir, ama bu, açlıktan ölmeye
engel değildir. Herkes için belli bir rızık, belli sayıda nefes takdir
edilmiştir. Eceli gelen ölür. Kimi hastalıktan, kimi trafik kazasında, kimi de
açlıktan ölür. Allahü teâlâ, genelde
işleri sebeplerle yaratır. Mesela, rızkı Allah verir, ama çalışmayı sebep
kılmıştır. Çalışmadan rızık bekleyen, açlıktan ölebilir. Hastalıklara şifayı
veren Allahü teâlâdır. Ancak doktoru,
ilacı sebep kılmıştır. Doktora gitmeyen, tedavi ve ilacı kabul etmeyen
hastalıktan, yiyip içmeyen açlıktan ölebilir. İki hadis-i şerif:
(Azapla
korkutulduğunuz şeylerin hepsini, şu kıldığım namazda gördüm. Aç ve susuz
bırakıp, böcek bile yemesine mani olmak için, açlıktan ölünceye kadar kedisini
bağlayan kadını da gördüm.) [Müslim]
(Şu
üç kişiden başkası dilenemez: 1- Açlıktan ölecek olan, 2- Borca boğulmuş kişi,
3- Diyet vermek zorunda olan.) [Nesaî]
Hazret-i
Ömer, halife iken, kıtlık oldu. Eshab-ı kiramdan
Bilal bin Hars, Resulullah'ın
türbesine gidip, (Ya Resulallah! Ümmetin açlıktan ölmek üzeredir. Yağmur
yağmasına vesile olman için sana yalvarırım) dedi. O gece rüyasında Resulullah ona, (Halifeye benden selam söyle!
Yağmur duasına çıksın) buyurdu. Hazret-i Ömer, yağmur duasına çıktı. Duadan
sonra, yağmur yağdı. (M. Nasihat)
Açlıktan
ölmek üzere olana, leş, zaruret miktarı domuz eti yemek ve içki içmek haram
olmaz. (Berika)
Açlıktan
ve susuzluktan ölecek olana, leş ve şarap haram değildir. (Bezzaziyye)
Bir
şehrin bir köşesinde, bir Müslüman açlıktan ölse, şehirdeki zenginlerden
birinin, az bir zekât borcu kalsa, onun katili sayılır.
Bir
kimsenin açlıktan ölmesinin, ezelde takdir edilmiş olmasına alamet, (Ezelde
açlıktan ölmek alnıma yazılmışsa, yiyip içmek fayda vermez) düşüncesinin
kalbine gelmesidir. Böyle düşündüğü için, yiyip içmez ve açlıktan ölür.
Açlıktan
ölmek üzere olan, leş de yoksa, başkasının malını, ölmeyecek kadar yiyebilir.
(Muhit)
Şu
da bir gerçek ki, çok aç kalan, zamanla hastalanıp ölebilir. Ölüm her ne kadar
hastalıktansa da, açlık sebep olduğu için, (Açlıktan öldü) demenin mahzuru
olmaz.
Rızkın
mahiyeti
Soru:
Allah rızka kefil olduğuna göre, açlıktan ölmek nasıl oluyor? Rızkın mahiyeti
nedir?
CEVAP:
Rızık,
denince genelde yiyecek şeyler anlaşılır. Ev ve giyim eşyası da rızıktandır.
Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir
etmiş, ayırmıştır. İnsanların ve hayvanların ecelleri ve nefeslerinin sayısı
belli olduğu gibi, her insanın rızkı da bellidir. Rızık hiç değişmez. Azalmaz
ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yiyip
bitirmeden veya kullanmadan ölmez.
Allahü teâlâ, herkesin rızkına ölene kadar kefildir. Herkes için
belli bir rızık, belli sayıda nefes takdir edilmiştir. Eceli gelen ölür. Kimisi
hastalıktan ölür, kimisi trafik kazasında ölür, kimi intihar ederek ölür, kimi
de açlıktan ölür. Bunlar ölünce de Allahü teâlânın
kefil olduğu, takdir ettiği rızık bitmiş olur. Hiç kimse takdir edilen rızkını
bitirmeden veya kullanmadan ölmez. Rızık için endişe etmemelidir. Bir hadis-i
şerif meali şöyledir:
(Rızık
için üzülme, takdir edilen [ezelde ayrılmış olan] rızık seni bulur.) [İsfehani]
Allahü teâlâ, çok şeyi sebeplerle yaratmaktadır. Mesela,
hastalıklara şifayı veren de Allahü teâlâdır.
Ancak doktoru, ilacı, sebep kılmıştır. İlaca şifayı veren de O’dur. Doktora
gitmeyen, tedaviyi, ilacı kabul etmeyen, hastalıktan ölebilir. Bu hasta,
kendisine takdir edilen rızkını bitirdikten sonra ölmüştür. Rızkı Allah verir,
ama çalışmayı, yiyip içmeyi sebep kılmıştır. Çalışmayan veya yiyip içmeyen,
açlıktan ölebilir. Bu da, kendisine takdir edilen rızkını bitirdikten sonra
ölmüştür. Yani kendisine kefil olunan rızkı yemiş veya kullanmıştır, kefil
olunan rızıktan mahrum kalmamıştır.
Bir
de, çok aç kalan kimse, zamanla hastalanıyor ve ölüyor. Ölüm her ne kadar
hastalıktansa da, açlık sebep olduğu için, açlıktan öldü demenin mahzuru olmaz.
Kader
ve kanaat
Soru:
Kimisi, kötü biriyle evleniyor, o kötü de kötülük yapınca, (Ne yapayım kaderim
böyleymiş) diyor. Kimisi gaza basıyor, son sürat giderken kaza yapıyor. (Ben ne
yapayım alnımın yazısı böyleymiş. Tedbir, takdiri bozamaz) diyor. Kimisi
hırsızlık ediyor, mahkûm oluyor. (Ne yapayım benim kaderim böyle kötüymüş)
diyor. Kimisi, zararlı şeyler yiyip içiyor, hastalanıp felç oluyor. (Ne
yapalım, kaderin önüne geçilmez, olacakla öleceğe çare olmaz, biz tevekkül
ediyoruz) diyor. Bunlar dine uygun mu?
CEVAP:
Söylenilen
sözlerin hepsi doğrudur; fakat burada yanlış olan, tedbir almamaktır. Tedbir
almadan suçu kadere yüklemek yanlış olur. Evet, kaderinde bunlar vardı; ama
bunlara kendisi sebep oldu.
Resulullah efendimiz, bir köylüye, (Deveni ne yaptın?) diye
sorunca, o da, (Allah’a tevekkül edip, kendi haline bıraktım) dedi. Köylüye,
(Deveni sıkı bağla ve sonra tevekkül et!) buyurdu. (İbni Asakir)
Kaza
ve kaderimizi, başımıza gelecekleri bilmediğimiz için, tedbir almak gerekir.
Tedbir almak, sebeplere yapışmak dinimizin emridir. (Dürer)
Kötü
kimselerle gezip, kötü işler yaptıktan sonra, (Kaderim kötüymüş) diyerek suçu
kadere yüklemek, cahillikten, ahmaklıktan başka şey değildir.
Nasip
meselesi
Soru:
(Müslüman olmak, doğru yolu bulmak, nasip meselesidir) deniyor. Nasibi yaratan
Allah olduğuna göre, ötekileri niye nasipsiz yaratıyor? Nasipsiz yaratmak
adalete uygun mu?
CEVAP:
Allahü teâlâ hiç kimseyi nasipsiz, kâfir olarak yaratmamıştır. Allahü teâlâ geçmiş ve gelecek her şeyi, ezelî
ilmiyle bilir. Mesela, bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını bilir.
Olacak şeylerin nasıl olacağını bilir. Allahü teâlâ
da, insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza
yazmıştır. Allahü teâlânın, bazı
kimselerin nasipsiz olacaklarını bildirmesi, onların, kendi arzularıyla küfür
üzere kalmayı istedikleri ve iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa bunların
kâfir olması, Allahü teâlânın haber
verdiği için değildir. Kur’an-ı kerimde buyuruyor ki:
(Nefse
iyilik ve kötülük [isyan ve itaat kabiliyeti yani bunlardan birini seçme hakkı,
irade-i cüziyye] veren Allahü teâlâya ant
olsun ki, nefsini tezkiye eden, küfür ve isyandan temizleyen, kurtuldu. Nefsini
bunlarda bırakan da, ziyan etti.) [Şems 7-10]
İnsan,
irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Yani irade-i
cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ
iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. Kul irade-i cüziyyesini
kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor.
(İrade-i cüziyye risalesi)
Demek
ki, iyilik isteyene iyilik veriyor, o nasipli oluyor. Kötülük isteyene kötülük
veriyor, o da nasipsiz oluyor. Burada bir zorlama yoktur. Yani Allahü teala
zorla günah işletmiyor, zorla Cehenneme atmıyor. Günah işleyenin suçu kaderine
yüklemesi yanlıştır.
İntihar
eden de eceliyle ölür
Soru:
Ecel değişebilir mi?
CEVAP:
Şeyh-ül-İslam
Ahmed bin Süleyman bin Kemal paşa buyuruyor ki:
Rad
suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini
siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab, Ondadır) mealindeki âyette, levh-i
mahfuz bildirilmektedir. Ümm-ül kitab, ezeli olan kelam-ı İlahinin ismidir.
Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allahü
teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda
değişiklik olur. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü,
kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Böylece biri ölümüne yakın, iyi işler
yapıp, son nefeste iman ile gider. Bir başkası kötü amel işler, imansız gider.
Bunun için, Resulullah efendimiz her
zaman, (Allahümme, ya mukallibelkulub, sebbit kalbi, ala dinik) duasını okurdu.
Hadis-i kudside, (İnsanların kalbi Rahmanın kudretindedir. Kalbleri, dilediği
gibi çevirir) buyurulmuştur. Yani, Celal ve Cemal sıfatları ile, kötüye ve
iyiye çevirir. Levh-i mahfuza, kıyamete kadar gelecek insanların iyileri, said
olarak, kötüleri de, şaki olarak yazıldı.
Kader
değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün çok değişip,
sonunda kadere uygun olunca, yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı
yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameli ile değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali
hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel
yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i
şerifte, (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan
dua, o bela gelirken korur) buyuruldu. [Taberani]
Duanın
belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan oka, şemsiye yağmura siper
olduğu gibi, dua da belaya siper olur. Bir hadis-i şerifte, (Kaza-i muallakı,
hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız ihsan, iyilik
arttırır) buyuruldu. [Hakim]
Allahü teâlânın takdirinin, yani kaderin, Levh-i mahfuzda yazılması
kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, yani, o kimsenin
dua etmesi de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul olunca, belayı önler.
(Ecel-i kaza)’yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemma) değişmez.
Ecel-i
kazaya bir misal verelim:
Bir
kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse ömrü 60 yıl, bunları
yapmazsa 40 yıl takdir edilmişse, vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez.
Birinin 3 gün ömrü kalmış iken akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi
ile, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü olan da, akrabasını terk ettiği için, ömrü
3 güne iner.
Takdir,
ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuzda olacak değişiklikler
ve ömürlerin artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i
muallak denir. (Lübab-üt-te'vil)
Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuzdaki
değişiklikler, ona uygun olur.
Hazret-i
Ömer yaralanınca, Ka'bül-ahbar, “Ömer daha yaşamak isteseydi, dua ederdi. Çünkü
onun duası elbette kabul olur” buyurdu. İşitenler şaşırıp, “(Ecel, bir an
gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin”
denilince, buyurdu ki: “Evet, ecel hazır olunca, gecikmez. Fakat, ecel hasıl
olmadan önce, sadaka ile, dua ile, iyi amel ile, ömür uzar. Fatır suresinde,
(Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor.”) [Levh-i Mahfuz
ve Ümm-ül-kitab]
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bütün
hayvanların ecelleri, tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri bitince, Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder.) [Beyheki]
(Her
şeyin belli bir eceli vardır.) [Buhari]
Emali'deki,
(Öldürülen kişinin eceli, o anda, ömrü ortadan kesilmiş değildir) ifadesini
Ahmed Asım efendi şöyle açıklamaktadır:
(Öldürülen
kimsenin [ve intihar edenin] o anda eceli gelmiştir. Ömrü ortadan
kesilmemiştir. Herkesin eceli bir tanedir.)
Öldürülen
kimse, eceli geldiği için ölür; fakat bunu öldüren de, cezasını görür. İntihar
eden de eceli geldiği için ölür. Herkes, eceli gelince ölür. Araf suresi 34. âyetinde mealen, (Ecelleri
gelince, onu azıcık ileri-geri alamazlar) buyuruldu. Kişi doğmadan önce, ne
kadar yaşayacağı takdir edilmiştir. Kişi, nerede ölür, tevbe ile mi ve tevbesiz
mi, hangi hastalıktan, iman ile mi, imansız mı gider, hepsi levh-i mahfuza
yazılmıştır. (Miftah-ül-cenne)
Eceli
gelen ölür
Soru:
Bir kimse, başka birini öldürdüğünde, öldürmeseydi o hâlâ hayatta olurdu veya
başka bir sebeple ölürdü diye düşünmek doğru olur mu?
CEVAP:
İkisi
de yanlıştır. Katilin, kendi arzusuyla, o kimseyi, ne maksatla ve nasıl
öldüreceğini Allahü teâlâ ezeli ilmi ile
bildiği için, kaderini o şekilde yaratmıştır. Bu, değişikliğe uğramaz. Bir de,
Allah öyle yazdığı için öldürdü demek de yanlış olur. Allahü teâlâ, bildiği için, olacak şeyi kaderine
yazmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasi
hazretleri, (Kader, Allahü teâlânın ezeli
ilmi ile bilmesidir. Zorla yaptırması demek değildir) buyuruyor.
Kaderi
değiştirmek
Soru:
(Trafik kazasında ölmek, intihar etmek veya makineye bağlı hastanın hortumunu
çekmek, nefesler sayılı olduğu için, kaderi değiştirmek olur. İntihar
etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı)
deniyor. İnsan, kaderini değiştirebilir mi?
CEVAP:
İntihar
etmek ve hastanın hortumunu çekmek caiz değilse de, kaderi değiştirmekle
alakası yoktur. Kader, insanların nasıl yaşayıp nasıl öleceğini, Cennete veya
Cehenneme gideceğini, Allahü teâlânın
bilmesi demektir. Demek ki kader, Allahü teâlânın,
olacak şeyleri ezelde bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Kaza ise, kaderde
bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Muteber din kitaplarındaki
bilgiler şöyledir:
Eceli
gelmeden kimse ölmez. Her türlü ölüm, eceli gelerek, kaderiyle ölmektir. Yani
intihar eden veya öldürülenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli
gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır.
İnsan
yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı
yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır.
Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu inkâr etmek, (İntihar eden takdir-i ilahiyi
değiştirir) demek küfürdür. Allahü teâlâ,
onun intihar edeceğini elbette bilir. (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruyor.
Allah’ın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah'ın
takdir ettiği ecel [ölüm] gelince artık o ertelenmez.) [Nuh 4]
(Sizi
yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak Odur.) [Enam
2]
(Her
ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri
gider.) [Araf 34]
Demek
ki, (İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok
yaşardı) demek yanlış olur.
İlaç
kullanmak ve ecel
Soru:
İlaç almak, dua okumak, ameliyat olmak ölüme mani olur mu? İnsanın ömrünün
uzamasına sebep olur mu?
CEVAP:
İlaç
almak, âyet-i kerime ve dua okumak, üflemek ve yanında taşımak, insanın ömrünü
uzatmaz, ölüme mani olmaz. Eceli geciktirmez. Ömrü olanın dertlerini,
ağrılarını giderip, sıhhatli, rahat ve neşeli yaşamasına sebep olurlar. Kalb
nakli ve beyin, böbrek, ciğer gibi ameliyatlar, aşılar, serumlar, ölüme mani
olmaz. Ömrü olanlara faydalı olur. Eceli gelen çok kimsenin ameliyat esnasında
öldüklerini bilmeyen yoktur.
Ecel
ve rızık
Soru:
Rızık ve ecel değişir mi? Mesela define bulan kimsenin rızkı artmış mı olur?
İntihar eden veya vurularak öldürülen, eceliyle ölmemiş mi olur?
CEVAP:
Hayır,
ecel de, rızık da değişmez. Bunlar ezelde takdir edilmiştir, yani herkesin
rızkını ve ecelini Allahü teâlâ ezelî
ilmiyle bilir. Define bulacaksa, ezelde, define bulacak, zengin olacak diye
takdir edilmiştir. Takdir edilenden fazla veya eksik olmaz. Ecel de öyledir.
İntihar edecekse veya trafik kazasında ölecekse, yine öyle takdir edilmiştir.
Takdirin dışına çıkılamaz. Ecelsiz ölüm olmaz. (Eceliyle öldü) veya (Eceliyle
ölmedi) gibi sözler çok yanlıştır. Nasıl ölürse ölsün, herkes mutlaka eceliyle
ölür. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel
bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf
34]
Rızık
da, aynen ecel gibidir. Hiç kimse, takdir edilen rızkını tüketmedikçe ölmez.
Eceli takdir eden gibi, rızkı da gönderen Allahü
teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:
(Yeryüzündeki
her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]
(Nice
canlı, rızkını kendisi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir.)
[Ankebut 60]
Fakir
define bulsa, zengin iflas etse, takdir edilen rızkı yine değişmez.
Her
işin yaratıcısı
Soru:
Kur’an-ı kerimde, (Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır) buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, hayrı da, şerri de
yaratanın Allah olduğu bildiriliyor. Bu bildirilenlerden, Allahü teâlânın, kâfirin küfür işlemesine izin
verdiği anlaşılıyor. Bunun hikmeti ne olabilir?
CEVAP:
İzin
vermek razı olmayı göstermez. İmam-ı Begavî hazretleri buyuruyor ki: Kaza ve
kader bilgisi, Allahü teâlânın
kullarından sakladığı bir sırdır. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve din sahibi
olan peygamberlerine bile açmadı. Bu bilgi, büyük bir deryadır. Kimsenin bu
denize dalması, kaderin inceliklerinden konuşması caiz değildir. Şu kadar
bilelim ki, Allahü teâlâ, insanları
yaratıyor. Bir kısmı şakidir, Cehennemde kalır. Bir kısmı da saiddir, Cennete
gider. Bir kimse, Hazret-i Ali’den kaderi sorunca, (Karanlık bir yoldur. Bu
yolda yürüme!) buyurdu. Tekrar sorunca, (Derin bir denizdir) buyurdu. Tekrar
bir daha sorunca, (Kader, Allahü teâlânın
sırrıdır. Bu bilgiyi senden sakladı) buyurdu.
Şerefüddin
Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri de buyuruyor ki: Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da
ömrünü senelerce tesbih ve ibadetle geçiren bir kimse, ibadetin şartlarını ve
ihlâsı öğrenmediği için, bir secdeyi terk edince, öyle zarar etti ki, helak
oldu. Eshab-ı Kehf’in köpeği ise, pis olduğu hâlde, Sıddıkların arkasında
birkaç adım yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi. [Cennete girecektir.]
Bu hâl, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar boyunca, âlimler bu sırrı
çözememiştir. İnsanın kısa aklı, bunun hikmetini anlayamıyor. Âdem
aleyhisselama buğdaydan yeme dedi ve yiyeceğini ezelde bildiği için, yemesini
diledi. Şeytanın Âdem aleyhisselama secde etmesini emreyledi ve secde
etmemesini diledi. (Beni arayın!) buyurdu, fakat ihlâsı olmayanın kavuşmasını
dilemedi. İlahi yolun yolcuları, (Hiç anlayamadık) demekten başka bir şey
söyleyemediler. (70. mektup)
Allahü teâlânın da ezelî ilmiyle, kulların kendi istekleriyle günah
veya sevab işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale
değildir. Sevab işleyen de, günah işleyen de kendi arzusuyla, kendi iradesiyle
işlemektedir. Zaten öyle olmasaydı, sevab işleyene mükâfat, günah işleyene ceza
verilmesi anlamsız olurdu. İşte kaza ve kader konusunda, bu kadar bilmek
yeterlidir.
Sapıklıkta
kalan kimse
Soru:
(Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır)
mealindeki âyetin açıklaması nasıldır? Allah, bizi niye sapıklıkta bırakıyor?
(Sapıklıkta bırakan Allah) veya (Saptıran Allah) demek caiz mi?
CEVAP:
Ehl-i sünnet âlimleri, bu âyet-i kerimeyi, (Allahü teâlâ, iradesini doğru yolda kullananı
hidayete kavuşturur, iradesini kötü yolda kullananı da sapıklıkta bırakır)
şeklinde açıklıyorlar.
Görüldüğü
gibi hidayeti veren de, saptıran da Allahü teâlâdır,
ancak bunu kulun iyi veya kötü ameline göre yapıyor. Hiç kimseyi zorla
saptırmıyor. Onun için yanlış anlaşılacağı, hattâ Allah suçlanacağı için
(Sapıklıkta bırakan Allah) veya (Saptıran Allah) denmez. Çünkü İmam-ı Rabbânî
hazretleri buyuruyor ki:
İyi
ve kötü her iş, Allahü teâlânın
yaratmasıyla oluyorsa da, Onu yalnız, kötü şeyin yaratıcısı olarak adlandırmak
edepsizlik olur. (Kötülüklerin yaratıcısı) dememeli. (İyi ve kötünün
yaratıcısıdır) demelidir. Mesela, (Her şeyin yaratıcısıdır) demeli. Fakat
(Pisliklerin) veya (Domuzların yaratıcısı) dememelidir. (2/67)
Allahü teâlânın kötü işleri yaratması, kulun kendi iradesiyle
olmaktadır. Buna birkaç örnek verelim:
1-
Yargılanma neticesinde bir hırsızın suçu sabit olunca, hâkim onu cezalandırır.
Hırsızın, ceza veren hâkimi suçlaması yanlıştır. Cezalandıran hâkim ise de,
suçlu olan hırsızdır. Bunun gibi, Allahü teâlâ
da, kendi iradesini kötü yolda kullananı sapıklıkta bırakıyor, suçsuz olanı
sapıklıkta bırakmıyor.
2-
İstanbul havaalanından Mekke’ye ve Paris’e giden uçaklar var. İnsan hangi şehir
için bilet almışsa, o uçağa binip oraya gider. Paris için bilet alıp Paris’e
gittikten sonra, (Ben haccetmek için Mekke’ye gidecektim, Paris’e beni niye
getirdiniz?) demeye kimin hakkı olur? Götüren pilot ise de, o uçağa kendi
iradesiyle binmiştir. Bunun gibi, dünyadan âhirete giden iki uçak var. Birinin
üstünde, (Bu uçak Cennete gider), diğerinde ise, (Bu uçak Cehenneme gider) diye
yazılıdır. Bu uçakları yürüten, Cennete ve Cehenneme götüren Allahü teâlâdır, ama insanlar, kendi iradeleriyle
bu uçaklara biniyorlar. Kimse zorla bindirilmiyor. Hiç kimsenin (Cehenneme uçak
kaldırılmasaydı, biz de binmezdik) demeye hakkı olmaz. Uçakları yapan, yürüten
ve belli yerlere götüren Allahü teâlâ ise
de, gideceği yer için bilet alan [inanıp iyi iş yapan veya inanmayıp kötü iş
yapan] kişinin kendisidir. Bunun için hiç kimsenin Allah'ı suçlamaya hakkı
yoktur.
3-
Bir yerde bir meyhane, bir de cami olsa, herkes kendi iradesiyle ikisinden
birine gider. Meyhaneye giderek içki içip sarhoş olan ve zararlı işler yapan
kimsenin, (Sapıklıkta bırakan Allah olduğuna göre, beni buraya getiren, bana
zorla günah işleten, beni sapıklıkta bırakan Allah’tır. Kaderimi böyle yazmış)
demesi çok yanlıştır. Allahü teâlâ, hiç
kimseye zulmetmez. Bir beyit:
Hâşâ,
hiç zulmetmez, kula Huda’sı,
Herkesin
çektiği, kendi cezası.
Âyetler,
âyetleri açıklar
Soru:
Kur’anda, (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta
bırakır) deniyor. Madem sapıklıkta bırakan Allah ise, sapıkları Cehenneme niye
atıyor?
CEVAP:
Başka
âyet-i kerimelerde bunun açıklaması var. Hadis-i
şerifler, Kur’an-ı kerimi açıkladığı gibi, bazı âyetler de, diğer
âyetleri açıklar. Bazı mezhepsizler de, imanın altı şartından dördünü inkâr
etmek için, bir âyeti ele alıp, (Bak, imanın şartı burada iki deniyor)
diyorlar. Mesela Bakara sûresi 62. âyetini
ele alıp, sadece Allah’a ve âhirete inanan Yahudi ve Hristiyanların Cennete
gideceğini söylüyorlar. Galiba işbölümü yapıyorlar, kimi Hristiyanlığı,
kimileri de Yahudiliği şirin göstermeye çalışıyorlar. Hâlbuki tefsir
kitaplarında bildirildiğine göre, bu âyette Cennete gideceği bildirilenler,
Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Musevîler ve Hazret-i İsa zamanında ona
inanan İsevîlerdir. Günümüzde Musevî ve İsevî yok, Yahudi ve Hristiyan var.
Sadece bir âyeti ele alıp, kitapların ve peygamberlerin hepsine imanı bildiren
âyetleri âdeta gizliyorlar. Kur’an-ı kerime inanmayan ve son peygamberi kabul
etmeyen, Cennete giremez.
Cebriye
denilen bid’at fırkası da, sualdeki âyeti ele alıp, (Allah istediğine hidayet
verir, istediğini de kâfir yapar, sevab işleten de, günah işleten de Odur,
insanın hiçbir rolü yoktur) diyor. Mutezile
fırkası da, tam aksini savunuyor. (Allah kimseye hidayet vermez, Allah bu
işlere karışmaz. İnsan işini kendisi yaratır) diyor. İkisi de yanlış söylüyor.
Sualdeki âyet, Mutezile'nin yanlış olduğunu
açıkça beyan ediyor. Şu mealdeki âyet-i kerimeler de, Cebriyenin
yanlış olduğunu bildiriyor:
(Zerre
kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7,
8]
(İsteyen
iman etsin, dileyen inkâr etsin!) [Kehf 29]
Allahü teâlâ, hayrı ve şerri zorla işletseydi, (Zerre kadar hayır
işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür) buyurmazdı. İman,
hidayet konusunda da, imanı zorla veren, zorla dini inkâr ettiren hâşâ Allahü teâlâ olsaydı, (Dileyen inansın, dileyen
inkâr etsin) buyurmazdı. (Kula bela gelmez Hak yazmadıkça/Allah bela vermez kul
azmadıkça) beytindeki birinci mısra, Mutezile'ye
cevaptır. Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz. İkinci mısra ise, Cebriye'ye cevaptır. Kul, hak etmedikçe, ona ceza
vermez.
(Allah,
dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) mealindeki âyeti
kerime, bütün işleri yapanın Allahü teâlâ
olduğunu bildiriyor. Buradaki sapıklığını dilemek; o kişinin sapıklığına razı
olmak, onu beğenmek değildir. Herkes sevabı da, günahı da, kendi iradesiyle
işliyor. Ama ona bu kuvveti veren Allahü teâlâdır.
Bunu bir örnekle açıklayalım:
Herkes
âhiret yolcusudur. Allahü teâlâ, dünyada
herkesin gördüğü yerlere, Cennete ve Cehenneme giden iki uçak koymuştur.
Birinin üstünde, (Bu uçak Cennete gider), diğerinde ise, (Bu uçak Cehenneme
gider) yazılıdır. Bu uçakları Cennete ve Cehenneme götüren Allahü teâlâdır, ama insanlar, kendi iradeleriyle
bu uçaklara biniyorlar. Hiç kimse zorla bindirilmiyor. Üstelik, (Bu uçak
Cehenneme gidiyor, buna binmeyin) diye devamlı ikâz ediliyor. Dolayısıyla, hiç
kimsenin, Allahü teâlâya, (Cehenneme uçak
kaldırmasaydın, biz de binmezdik) demeye hakkı olmadığı gibi, (Biz kâfirleri
Cehenneme sokarken, sâlih Müslümanları niye Cennete soktun?) demeye hakkı
olmaz.
(Zerre
kadar hayır ve şer işleyen karşılığını görür) mealindeki âyeti kerime, (İman
edip, hayır işleyeni Cennete, inanmayıp kötülük işleyeni de Cehenneme koyarım)
demektir. Kişi kendi iradesiyle iman edip çeşitli hayırlar işliyor, ama bu
kuvveti veren Allahü teâlâdır. Onun
imanını ve ibadetini kabul ediyor. Kendi iradesiyle inkâr edene de, çeşitli
haramları işleyene de, inkâr ve haram işleme kuvvetini veren, yine Allahü teâlâdır. Allahü
teâlâ, hangi işleri yapanların Cennete veya Cehenneme gideceğini
açıkça bildirmiş, hiç kimseye özür, bahane kalmamıştır. İnkâr eden kimse, (Ben
bilseydim, Allah'ı, Cenneti, Cehennemi inkâr etmezdim, haramlardan kaçıp hep
iyilik işlerdim) diyemeyecektir.
Tedbir,
takdir ve spiral
Soru:
(Doğum kontrolü için Spiral kullanılsa da, Allah dilerse çocuk verir. O
dilemezse tedbir fayda vermez. Alınyazısı da değişmez. O hâlde spiral kullanmak
dine aykırıdır) deniyor. Tedbir almak dine aykırı mıdır?
CEVAP:
Yukarıdaki
dört cümlenin ilk üçü doğrudur. Hüküm olan dördüncü cümle yanlıştır. Alınyazısı
elbette değişmez.
Bir
kimsenin Cennete veya Cehenneme gideceği takdir edilmiştir. Eğer bir kimse,
(Ben cennetliksem de, cehennemliksem de ibadete gerek yok. Nasıl olsa gideceğim
yer kesindir) diyerek, inanmaz ve ibadet etmezse, o kişi Cehenneme gider.
İnsan,
Cennete veya Cehenneme gideceğini bilemez. Ama Allah'a iman eder, Müslümanlığa
uyarsa ve imanlı ölürse, Cennete gider.
Çocuğu
veren de, vermeyen de Allahü teâlâdır.
Evlenmeyene Allahü teâlâ çocuk vermez.
Her evlenene de vermez. Çocuk olması için sebebe yapışmak şarttır. Birinci şart
evlenmektir.
Çocuk
olmaması için evlenmeyen kimse tedbir almış olur. Çocuk istemeyen evli kimse,
çocuk olmaya mâni olan tedbirleri alması gerekir. Tedbir almak takdiri
değiştirmez, ama tedbir almak da dinin emridir.
İlacın
etki kuvvetini de, Allahü teâlâ yaratır.
İlaçsız da şifa verebilir. Ancak ilaçla şifa vermek âdetidir. Onun için Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem”, (Ey Allah'ın kulları, ilaç kullanın!) buyurdu. Musa aleyhisselam
hastalanınca, (İlaç istemem, Allahü teâlâ
şifasını verir) dedi. Hastalık uzayıp ağırlaştı. Tekrar, (Bu hastalığın ilacı
tecrübe edilmiştir, şifalı olduğu meşhurdur, ilacı kullanırsanız az zamanda
iyileşirsiniz) dedilerse de, (Hayır, ilaç istemem) dedi ve hastalığı arttı. O zaman
(İlaç kullanmazsan, şifa ihsan etmem) diye vahiy geldi. İlacı alıp iyileşti.
Ama sebebini merak etti. (Ya Rabbî, hastalıklara şifa veren sensin, niye ben
ilaçla şifa buldum?) diye arz edince, Allahü teâlâ,
(Sen tevekkül etmek için, benim âdetimi, hikmetimi mi değiştirmek istiyorsun?
İlaçlara, faydalı tesirleri kim verdi? Elbette ben yaratıyorum) buyurdu. (K.
Saadet)
Allahü teâlâ, ilaçları hastalıkları gidermeye sebep yapmıştır.
Bütün sebepleri yaratan, bunlara tesir kuvveti veren, Allahü teâlâdır.
Allahü teâlânın 99 isminden biri Rezzak'tır, her insanın, her
varlığın rızkını vericidir. Bütün rızıklar Allahü
teâlâya aittir. Bir âyet-i kerime meali: (Her canlının rızkı,
Allah’a aittir.) [Hud 6]
Allahü teâlâ, herkesin rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. Her
insanın rızkı bellidir. Rızık hiç değişmez, azalıp çoğalmaz. Hiç kimse rızkını
yemeden ölmez. Rızkı, az veya çok veren Allah’tır. Bir âyet-i kerime meali:
(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğininkini daraltır.) [İsra 30]
Rızkımızın
muhakkak verileceği âyet-i kerimeyle sabitken, niye bir işte çalışıyoruz?
Çalışmasak da rızkımız gelir, ama çalışmak, rızık için sebebe yapışmak dinin
emridir. Birkaç hadis-i şerif:
(Çalışıp
kazanmak her Müslümana farzdır.) [Taberânî]
(Kimseye
muhtaç olmamak için çalışmak cihaddır.) [İ. Asakir]
(Cebrail
aleyhisselam her geldiğinde, “Allah’ım, bana helâl rızık ve iyi bir iş nasip
et” diye dua etmemi söylerdi.) [Hâkim]
Bir
gencin sabah erken işe gitmesini uygun görmeyenlere, Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu
ki:
(Öyle
söylemeyin! Eğer kimseye muhtaç olmamak, ana babasını ve aile efradını muhtaç
etmemek için işine gidiyorsa, her adımı ibadettir.) [Taberânî]
Sadece
rızkı değil, her işi yaratan, hasta eden ve iyileştiren de Allah’tır. Ama hasta
olmamak için tedbir almak dinimizin emridir. Biz tedbir alsak da takdir yerini
bulur. Takdiri değiştirmek için değil, dinin emrine yapışmak için tedbir
alıyoruz. Çocuk olması veya olmaması için tedbir almak da böyledir. Tedbir
almayı dine aykırı sanmak çok yanlıştır. Dinini bilmemekten kaynaklanır. Her
işin sebeplerine yapışmak lazımdır. Buradaki en önemli nokta şudur: Allahü teâlânın emri olduğu için sebebe, tedbire
yapışmalı, ama bu sebeplere, bu tedbirlere güvenmemelidir.
Vebadan
kaçılır mı?
Soru:
İmam-ı Rabbanî hazretleri, veba olan yerden kaçmanın uygun olmadığını söylüyor.
Bu, dinimizin ruhuna aykırı değil midir? Dinimiz, tedbiri emretmiyor mu?
CEVAP:
Sual,
dine, edebe uygun olmalıdır. Böyle bir sual sormak Resulullah'ın
vârisleri olan âlimlere hakaret olur. İmam-ı Rabbanî hazretleri gibi, ikinci
bin yılın müceddidi olan, büyük bir âlim ve evliya zatın bir sözü için,
(Dinimizin ruhuna aykırı değil mi?) denir mi? Dinin ruhu denilen şey ne ise,
onu İmam-ı Rabbanî hazretleri bilmiyorsa, biz nereden bileceğiz ki?
İmam-ı
Gazalî hazretleri buyuruyor ki:
Halife
Hazret-i Ömer, bir kafileyle Şam’a gidiyordu. Şam’da veba hastalığı olduğunu
işittiler. Kimi, (Şam’a girmeyelim) dedi. Kimi de, (Allahü
teâlânın kaderinden kaçmayalım) dedi. Halife de, (Allahü teâlânın kaderinden, yine Onun kaderine
kaçalım, şehre girmeyelim) buyurdu. Abdurrahman bin Avf da dedi ki: Ben Resulullah'tan işittim, şöyle buyurmuştu:
(Veba
olduğunu işittiğiniz yere gitmeyin! Siz bir yerde iken orada veba meydana çıkarsa,
oradan çıkmayın!) [Buhari, Müslim, Taberani]
Halife
Hazret-i Ömer de, (Elhamdülillah, benim sözüm, hadis-i şerife uygun oldu)
diyerek, Şam’a girmediler. Veba bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine
sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar.
Veba bulaşıcı hastalıktır. Bu hastalık, [veba basilleri], herkesin içine
yerleşince, kaçanlar, [hastalığı başka yerlere götürüp bulaştırmış olurlar ve
kendileri de] hastalıktan kurtulamazlar. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Veba
hastalığı bulunan yerden kaçmak, savaşta kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük
günahtır.) [Taberani] (İhya)
İmam-ı
Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Veba
olan yerde, ölümden kaçıp da kurtulanlara yazıklar olsun! Kaçmayıp da ölenlere
müjdeler olsun! Bunlar şehit sevabına kavuşurlar. Vebadan ölen savaşta ölen
şehit gibidir. Ona sual sorulmaz. (1/299)
Kâfiri
cezalandırmak
Soru:
Kur’anda, (Kâfirlerin kalblerini mühürledik, onlar göremez, işitemez ve
anlayamaz) buyuruluyor. Kalbleri mühürlendiği için kâfirler iman edemez. İman
etmemeleri kendi ellerinde olmadığına göre, âhirette niye cezalandırılıyorlar?
CEVAP:
Bu
soru, kaza ve kaderi bilmemekten kaynaklanıyor. Allahü
teâlâ kimseye zulmetmez, kimseyi haksız yere Cehenneme atmaz. Allahü teâlâ, ezelî ilmiyle onların kâfir
olacaklarını biliyordu. Nasıl olsa kâfir olacaklar diye, onları dünyaya
göndermeden Cehenneme atsaydı, (Bizi dünyaya getirseydin, biz çok iyi ameller
işlerdik) diyeceklerdi. Onun için, onlar dünyaya getiriliyor, akıl veriliyor,
eşit şartlarda imtihana tâbi tutuluyor. Dağda çölde kalıp duymayanları aynı
imtihana tâbi tutmuyor. İnanmayacakları ezelî ilmiyle bildiği için, (Onlara ne
söylense iman etmezler) deniyor. Allahü teâlâ,
ezelî ilmiyle biliyor ki, onlar kendi iradeleriyle küfre girecekler. Bunun
için, (Kalbleri mühürlü ve kâfir olarak ölecektir) denmiş oluyor. Cenab-ı
Hakk’ın, onların kâfir olarak öleceklerini bilmesi, kâfir olarak ölmelerini
gerektirmiyor. Kendi arzularıyla kâfir oluyorlar. Birkaç âyet meali:
(Allah
onların kalblerini de, kulaklarını da mühürlemiştir. Gözlerinde de perde
vardır.) [Bakara 7]
(Onlar
sağır, dilsiz ve kördür, bu hâllerinden dönüp iman etmezler.) [Bakara 18]
(Kalblerini
mühürleriz de, onlar işitmezler.) [Araf 100]
(Kalbleri
var, ama anlamazlar; gözleri var, ama görmezler; kulakları var, ama işitmezler.
İşte bunlar hayvan gibidir, hattâ daha da aşağıdır.) [Araf
179]
(Onları
doğru yola çağırsan işitmezler. Sana bakarlar, ama görmezler.) [Araf 198]
([Müşrikler,
Resulullah'a] dediler ki: Davet
ettiğin şeye [İslâmiyet'e] karşı kalplerimiz kapalı, kulaklarımızda da bir
ağırlık [sağırlık] vardır. Seninle anlaşmamıza engel bir de perde [küfür perdesi]
vardır.) [Fussilet 5]
(Onların
kalblerine mühür vuruldu. Bu yüzden anlamazlar.) [Tevbe 87, Münafikun 3]
Sağır,
dilsiz, kör, kalbi mühürlü ifadeleri ne demektir? Kısaca açıklayalım:
Onlar,
sağırdır işitmezler: Neyi işitmezler? Hakkı işitmezler. Ezanı işitmezler, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği bilgileri
işitmezler. Âhiret için faydalı olan hiçbir şeyi işitmezler.
Dilsizdir,
söylemezler: Neyi söylemezler? Kelime-i şehadeti söylemezler, Allah'a
inanmazlar. (Kâinatın bir yaratıcısı vardır) demezler. Hak olan gerçeklerin
hepsini inkâr edip söylemezler.
Kördür,
görmezler: Neyi görmezler? Hak olan hiçbir şeyi göremezler. Mesela Güneş’i
göremezler. Eğer görseler, (Bu Güneş’in ısısı niye hiç bitmiyor, niye dünyaya
çok yakınlaşmıyor, niye dünyadan uzaklaşmıyor? Demek ki bir yaratıcısı vardır)
diye düşünmeleri gerekir. Sayısız hayvan çeşitlerini, bitkileri ve göklerdeki
nizamı göremedikleri gibi, kendi vücutlarındaki harikaları da göremiyorlar.
Camileri, Cennete giden yolları, Ehl-i sünnet
âlimlerini ve kitaplarını görmezler, göremezler. Bunun gibi ibret alınması
gereken varlıkları, olayları göremiyorlar.
Kalbleri
mühürlüdür, anlamazlar: Kalbleri niye mühürlüdür, neleri anlamazlar? İyiyi
kötüyü, imanı küfrü, hayrı şerri, kârı zararı, faydalıyı zararlıyı, Cenneti
Cehennemi, dostu düşmanı anlamazlar. Anlama yeri olan kalbleri kilitlidir,
kapalıdır. Göz, ne kadar bakarsa baksın, kulak ne kadar açık olursa olsun, eğer
içeride bir işitme veya görme işi olmazsa, baksa da görmez, işitse de duymaz,
çünkü duyuracak olan kulak değil, Cenab-ı Hak’tır.
Takdir-i
ilahi
Soru:
Bir deprem, bir sel felaketi, bir yangın oluyor, bir trafik kazası veya iş
kazası oluyor. Kazara bomba patlıyor, insanlar ölüyor. Bunlara takdir-i ilahi
denir mi? Dinî konularda cahil bir yazar, (Böyle kazalara takdir-i ilahi demek
densizliktir) diyor. Gerekli tedbir alınmadan kazaya sebep olunmuşsa, yine buna
takdir-i ilahi denir mi?
CEVAP:
Tedbir
almak dinimizin emridir. Ancak tedbir alınsa da, alınmasa da, her şey takdir-i
ilahi ile olur. Çürük bina yapılıp depremde yıkılırsa, sel yatağına ev yapılıp,
evi sel alırsa, ormanda kebap yapmak için ateş yakılıp, ormanın yanmasına sebep
olunursa, 150 kilometre süratle gidip kaza yapılırsa, bunların hepsi
tedbirsizlik neticesinde olmuşsa da yine takdir-i ilahidir. (Falanca 150
kilometre hızla gidince kaza geçirecek) diye alnımıza yazılmış, yani kaderimiz
olmuş, biz de onu görüyoruz. Tedbir almadığımız için günaha giriyoruz, o ayrı
bir şeydir. Ama her şey takdir-i ilahi ile oluyor. Her olayı yaratan ancak
Allah’tır. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Her
şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]
(Sizi
de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
Amentü’nün
altı şartından biri, Kaza ve kadere inanmaktır. Kader, takdir-i ilahi demektir.
Mutezile kafalılar kaderi inkâr etse de, bir
şey değişmez. Bir insanın intihar etmesi veya birinin diğerini alnında vurması
birer takdir-i ilahidir. Suç işleyince takdir-i ilahi olmaktan çıkmaz. Takdir-i
ilahi, insanların tedbirli veya tedbirsiz yapacağı her işi Allah bilir
demektir. (Falanca kimse, tedbir almayacak, şu kazaya sebep olacaktır veya
filanca, kasten şu suçu yahut şu günahı işleyecektir) diye alnımıza yazar. Buna
kader veya takdir-i ilahi diyoruz. Suçu veya günahı işleten Allah değildir.
Allah onun işleyeceğini bildiği için yazmıştır. Yani o yazdı diye bu olaylar
olmuyor. Cahiller veya dinsizler takdir-i ilahiyi bilmedikleri için, (Bu bir
takdir-i ilahidir) diyenleri tenkit edip, densizlik diyorlar. Allah’ın
takdirini kabul edene densizlik demek dinsizlik olur.
İnsan
bilmediği konuda konuşmamalı. Atalarımız, (Cahil cesur olur) buyuruyor. Yani
(Düşünmeden konuşur, çam devirir) diyor. Din cahilleri de, yanlış sözler edip
küfre girmekte çok cesurlar. Herkes haddini bilmeli, bilmediği konulara burnunu
sokmamalıdır.
Kadere
rıza göstermek
Soru:
(Elimizde olmadan başımıza gelen her şey kaderdendir. Vâki olanda hayır vardır)
deniyor. Başımıza kötü bir iş gelse veya biri bize hakaret etse yahut treni
kaçırsak üzülmeyecek miyiz? Üzülürsek Allah'ın kaderine razı olmamış mı oluruz?
CEVAP:
(Vâki
olanda hayır vardır) sözü, gerekli bütün sebeplere yapıştığımız hâlde, irade ve
tercihimizin dışında, başımıza gelene, şikâyetçi olmadan sabretmek, neticesinin
hayırlı olacağını bilmek demektir. Yoksa, kendi irademizle bir günahı
işledikten sonra, (Ne yapalım, kaderim böyleymiş, vâki olanda hayır vardır)
demek yanlıştır.
İkinci
bir husus, insan, bir işin sonucunun iyi mi, kötü mü olacağını bilemez. Hayır
zannettiği şey, şerle sonuçlanabilir. Şer zannettiği şey de, hayırla
neticelenebilir. Bir âyet-i kerime meali:
(Hoşlanmadığınız
şey, sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz
bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bakara 216]
Müslüman,
her hayrın ve şerrin Allah'tan olduğunu bilir. Her işi yaptıran Allahü teâlâdır. O hâlde, bir Müslüman olarak,
başa gelen işe rıza göstermeliyiz. Rıza göstermesek de, o iş, yine olacaktır. O
hâlde, bu işe razı olmaktan başka çare yoktur. Olacağı kesin olan bir işe,
itiraz etmek ahmaklık olur.
Vâki
olan bir işle, karşı karşıya kalanın, ne kadar zor, ne kadar acı olursa olsun,
buna rıza göstermesi, imtihanı kazanmak için sabretmesi gerekir. Bir hadis-i
şerif:
(Allahü teâlâ, sabredeni sever.) [Taberanî]
Başa
gelene sabreden, büyük nimetlere kavuşur. Sabretmeyen ise felakete maruz kalır.
Çünkü Allahü teâlâ, hadis-i kudsîde
buyuruyor ki:
(Kaza
ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve belaya sabretmeyen, benden başka Rab
arasın!) [Taberanî]
O
hâlde, kaderimize, razı olmaktan başka çare olmadığına göre, buna istemeyerek
değil, isteyerek razı olmalıyız. Kadere razı olmak çok kıymetlidir. Birkaç
hadis-i şerif:
(Kadere
rıza, saadet alametidir.) [Tirmizî]
(Şunları
yapmak imanı zirveye çıkarır: 1- Allah’ın hükmüne karşı sabretmek, 2- Kaza ve
kadere rıza göstermek, 3- Tam tevekkül sahibi olmak, 4- Allah’a tam teslim
olmak.) [Ebu Nuaym]
(Allahü teâlâ buyurur: Kaza ve kaderime razı olan,
rızkıma kanaat eden, benim için şehvetini terk eden genç, bazı melekler gibi
kıymetlidir.) [Deylemî]
(Şu
3 şeyi yapan, dünya ve âhiret hayrına kavuşur: Kazaya rıza, belaya sabır,
rahatlıkta, bollukta dua.) [Deylemî]
(Şu
3 şeyi yapan 40 evliyadan biri olur: Kazaya rıza, haram işlememeye sabır, buğdi
fillah.) [Deylemî]
(“Ya
Rabbî, kaderine rıza göstermemi nasip et” diye dua et!) [Taberanî]
(Kadere
rıza göstermek mutlu olmaya, rızasızlık ise mutsuzluğa alamettir.) [Tirmizî]
(Razı
olan kadere, kolay düşmez kedere) buyuruluyor. Gelen belaya sabredenin, ya
günahı affolur veya derecesi yükselir.
Cennetlik
insanın nişanı şudur: O kişi, Hak teâlânın kaderine razı olur. Şakî [kötü,
cehennemlik] olmanın da nişanı şudur: O kişi, kadere razı olmaz, bir musibet
gelince, bağırıp çağırır, çok ağlar, sızlar. (İslâm Ahlakı)
İmam-ı
Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Her gün insanın karşılaştığı her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratmasıyla var
olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız!
Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara
kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız!
Böyle olmamak, kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur. Allahü teâlâ, (Kaza ve kaderime razı olmayan,
beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın!)
buyuruyor. (3/59)
Demek
ki, kadere rıza gösteren mutlu oluyor. Karşımıza ne çıkarsa, (Kaderim
böyleymiş) diyerek itiraz etmemeli. Mesela treni kaçırsak, (Hakkımda hayırlısı
buymuş) diyerek üzülmemeli. Acele bir yere yetişmek için giderken, bir kaza
yapsak, zamanında hastaneye yetişemesek, yani bütün olumsuzluklar üst üste
gelse de, normal bir olay gibi, karşılayanın huzurlu ve mutlu olacağını dinimiz
bildiriyor.
Mutlu
olmak için, gülün yanında diken var diye üzülmemeli, dikenler içinde gül var
diye sevinmeli.
Mutluluğun
sırrı, sevilen şeyleri yapmakta değil, yapmaya mecbur olunan şeyleri
sevmektedir.
İnsan
sevdiğini, olmasını istediği gibi değil, olduğu gibi, o hâliyle sevmelidir.
Böyle sevmezse mutlu olamaz.
Çölde
yaşayan bir bedevî ve ailesinin, bir horozu, bir köpeği ve bir de merkebi
vardı. Horoz, sabahları öterek, onları namaza uyandırır. Bir gün tilki, horozu
alıp götürür. Çoluk çocuğu üzülür. Bedevî, (Hakkımızda belki bu hayırlıdır)
diyerek onları teselli eder. Bir kurt, merkebi parçalar. Bedevi, üzülen çoluk
çocuğunu yine teselli eder. Bir müddet sonra kendilerine bekçilik eden
köpekleri de ölür. Bedevî yine ailesini teselli eder. Bir sabah, ilerideki
birkaç çadırda yaşayanlar, esir alınarak götürülür. Hayvanlarının sesleri,
merkep anırması, horoz ötmesi ve köpek havlaması, çadırda yaşayanları ele
verir. Bedevînin hayvanları olmadığı için, onların varlığından haberdar
olamazlar. (İhya)
Bir
arkadaş anlattı: Ortaokul son sınıfta iken, öğretmenler, (Ne yaparsan yap, seni
sınıfta bırakacağız) demişlerdi. Mecburen başka bir ilçeye gitmek zorunda
kalmıştım. Okul idaresi, arkamdan bir rapor göndermiş, (Bu, çok tehlikelidir,
ders çalışmaz, öğretmenleri döver, anarşist biridir) demiş. Müdür, oradaki
öğretmenleri topluyor. (Bu, tehlikeli biriymiş, bize zararı dokunabilir.
Sınıfta bırakmayalım, mezun edip kurtulalım) diyor. O ilçeye benimle gelen
başka bir arkadaş vardı, o ikmale kaldı, beni doğrudan geçirdiler. Hakkımda
niye böyle kötü rapor verdiler diye kızıyordum. Meğer hakkımda hayırlısı böyle
imiş...
Başka
bir arkadaş anlattı: (Treni veya otobüsü kaçırıyorum, üzülüyorum. Sonra
unuttuğum bir şey kalmış, gitsem de geri dönmem gerekiyordu. Böyle çok olay
başıma geldi. Artık kaçırdığım şeye üzülmüyorum.)
Hikmet
Baba isimli bir derviş, (Bunda da bir hikmet var) dermiş. (Her şeyde hayır olur
mu, hikmet olur mu?) diyen birkaç serseri, dervişin ineğini götürüp ormanda bir
ağaca bağlarlar. Akşamüstü sığırtmaç, sığır sürüsünü köye getirir. Hikmet baba,
ineğini görmeyince yine, (Bunda da bir hayır var) diyerek, çoluk çocukla ineğini
aramak üzere ormana giderler. Gece, geç saatlere kadar ineği ararlar. Sonunda
bir ağaca bağlı bulurlar. Çok yoruldukları için, orada uyuya kalırlar. Sabah
olunca köylerine gelirler. Ne görsünler, köyde deprem olmuş, evler yıkılmış,
çok kimse ölmüş. Hikmet baba yine, (Gördünüz mü, Allahü
teâlâ bizi depremden korumak için ineğimizi bağlatmış) der.
Görüldüğü
gibi, şer zannedilen şey, hayrımıza olabiliyor. Erzurumlu İbrahim Hakkı
hazretlerinin şiirini hatırlıyoruz:
Hak,
şerleri hayreyler,
Zannetme
ki gayreyler,
Ârif
onu seyreyler,
Mevlâ
görelim n’eyler,
N’eylerse,
güzel eyler.
Kaderi
inkâr edenler
Soru:
Mutezile, imanın altı esasından biri olan
kaderi inkâr ediyor. Kaderi inkâr eden herkes Mutezile
midir?
CEVAP:
Genelde
öyle ise de, sadece Mutezile değil,
dinsizler de kaderi inkâr ediyor. Mesela, (Ülkeyi kaderine terk etmeyeceğiz)
diyorlar. İbni Sebeciler de, kaderi inkâr ediyorlar.
Kader,
Allahü teâlânın ileride olacak her şeyi
ezelde bilmesidir. Kaza, bu bildiklerini Levh-il mahfuz’da göstermesidir.
(Emali şerhi, Seyyid Ahmed Asım Efendi)
İnsanların
ne yapacağını bilmeyen ilah olur mu hiç? Herkesin ne yapacağını bilen Allahü teâlâ, bunları yazdığını bildiriyor. Bu
âyetler nasıl inkâr edilir? Bir âyet-i kerime meali:
(Biz,
yeryüzünde vuku bulacak ve başınıza gelecek her musibeti, yaratmadan önce, bir
kitapta [Levh-i mahfuz’da] yazdık. Elbette bu, Allah için kolaydır.) [Hadid 22]
Kader
hakkında birçok âyet-i kerime var. Birkaçının meali:
(Yaptıkları
küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]
(Allah
her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir
kitapta [Levh-i mahfuz’da]dır.) [Hud 6]
(Allah
her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62] (Hayrı,
şerri, imanı, küfrü de yaratan Allahü teâlâdır.)
[Beydâvî tefsiri]
(Allah
her şeyi bilir.) [Hucurat 16]
(Yaratan
hiç bilmez mi?) [Mülk 14]
(Emrullahi
kaderen makdura) âyetinin mânâsı, (Allah’ın emri yerine gelecek, yazılmış bir
kaderdir) demektir. (Ahzab 38)
Meşhur
Amentü hadisinde, imanın altı şartından biri şöyle bildiriliyor:
(Hayrın
ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır.) [Buhârî, Müslim, Nesâî]
Kader
hakkındaki hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir:
(Kaderin,
hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.) [Tirmizî]
(Kadere
iman etmeyen, başa gelecek olanın asla şaşmayacağına, başa gelmeyecek olanın da
asla gelmeyeceğine inanmayan, iman etmiş olmaz.) [Tirmizî]
(Kaderi
inkâr edene, bütün peygamberler lânet eder.) [Taberânî]
(“Şer
takdir edilmedi” diyenin İslam’dan nasibi yoktur.) [Beyhekî]
(Âhir
zamanda, kaderi inkâr edenler çıkacaktır.) [Tirmizî]
Kaderin
değişeni de, değişmeyeni de vardır. Mesela değişmeyen ecele, ecel-i müsemma
denir. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel
bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf
34]
İnsanın
işine göre, ömrü ve rızkı değişebilir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah,
dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab [Levh-i mahfuz]
O’ndadır.) [Ra’d 39]
Ümm-ül
kitap, ezeli olan kelam-ı ilahinin yazılı olduğu kitaptır. Melekler, bunu
anlayamaz. Zamanlı değildir. Allah’tan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz.
Levh-i mahfuz’da değişiklik olur. Bunu melekler görür. İnsanın, işine göre,
ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Bir
başka âyet meali:
(Bir
canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır
11]
Değişebilen
kaza kadere kaza-i muallak denir. Bir kimse, iyi amel yapıp duası kabul olursa,
o kaza değişebilir. Üç hadis-i şerif:
(Kaza-i
muallakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız ihsan,
iyilik arttırır.) [Hâkim]
(Kader,
tedbirle, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur.)
[Taberânî]
(Sıla-i
rahm ömrü uzatır.) [Taberânî]
Kaderin
Levh-i mahfuz’da yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i
muallak ise, o kimsenin dua etmesi de takdir edilmişse, dua eder, kabul olunca
belayı önler. Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Şemsiye yağmura
siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur.
Ecel-i
müsemma değişmez, ama Ecel-i kaza değişebilir. Bir örnek: İki kişi, Hazret-i
Davud’a birbirini şikâyet etti. Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden
birinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti,
ama ölmedi) dedi. Hazret-i Davud, hayret edip sebebini sorunca cevaben dedi ki:
(İkincisinin
bir akrabası vardı. Buna dargındı. Bu, gidip onun gönlünü aldı. Bunun için Allahü teâlâ, onun ömrünü 20 yıl uzattı.) [Levh-i
Mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi]
Birkaç
hadis-i şerif:
(Kadere
inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud, Tirmizî]
(Kadere
iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemî]
(Kaderi
inkâr etmeyin! Hristiyanlar kaderi inkâr eder.) [Cami-us-sagir]
(Ümmetim
kaderi inkâr etmedikçe dinde sabittir; inkâr edince helâk olur.) [Taberânî]
(Âhirette
kaderi yalanlayana rahmet edilmez.) [İ. Adiy]
(Âhir
zamanda kaderin inkâr edilmesinden korkuyorum.) [Taberânî, İbni Asakir, Hatîb]
(Âlimin
sürçmesinden, münafıkların “Kur’an böyle diyor” diyerek tartışmaya girişmesinden
ve kaderin inkâr edilmesinden korkuyorum.) [Taberânî]
(Kader,
Rahman olan Allah’ın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bana iman edip de,
kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka
Rab arasın.”) [Şirâzî]
(Irkçılık,
kaderi inkâr ve nakle itibar etmemek ümmetimi helâk eder.) [Taberânî]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalem’i yaratıp, “Kaderi,
olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizî, Ebu Davud]
(Herkes,
sana fayda vermek için çalışsalar, Allahü teâlânın
senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Herkes, sana zarar vermeye
kalksa, Allahü teâlânın takdir ettiği
zarardan fazlasını veremez; çünkü artık kaderi yazan Kalem kurudu, yazıları
değişmeyecek şekilde kesinleşti.) [Tirmizî]
(Allahü teâlâ, “Ben âlemlerin rabbiyim, hayrı da,
şerri de ben tâyin ederim” buyurdu.) [İbni Neccar]
İmam-ı
Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Kaza ve kader bilgisini, çok kimseler
anlayamadığından doğru yoldan ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı, insanların
isteyerek yaptığı işlerin zorla olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi
yaratarak yaptığını, isteyerek yapılan işlere Allahü
teâlânın karışmadığını söylemiştir. Üçüncüsü de, doğru yoldakilerin,
İslamiyet’i iyi anlayanların sözüdür ki, bunlar, Fırka-i naciyye ismiyle
müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet
vel-cemaat âlimleridir. Bunlar, birinci ve ikinci kısımda olanlar gibi
taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir.
Kula
bela gelmez, Hak, yazmadıkça,
Hak,
bela göndermez, kul azmadıkça.
Mutezile,
(Herkes kaderini kendi belirler. Kader diye bir şey yoktur) der. Birinci mısra
buna cevaptır. Yani (Allahü teâlâ
dilemedikçe, insan bir şey yapamaz) deniyor.
Cebriye
ise, (Allah dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır)
âyet-i kerimesini yanlış anladığı için, (Her şeyi bize zorla yaptıran
Allah’tır) der. İkinci mısrada, (Allah’ın takdiri insanların amellerine
göredir, Allah kimseye zulmetmez) deniyor.
(Biz
her şeyi bir kadere, bir ölçüye göre yarattık) mealindeki âyet-i kerime için,
bir Mutezile sapığı diyor ki:
(Bu
âyette olduğu gibi, diğer âyetlerde geçen kader kelimeleri ölçü demektir. Ehl-i sünnet’in bildirdiği anlamda Kur’an’da
kader diye bir şey yoktur. Allah, insanların işleyeceklerini bir yere
yazmamıştır. Kaderini herkes kendi belirler.)
Görüldüğü
gibi Mutezile meddahı, bu konudaki bütün
âyet ve hadisleri inkâr etmekten çekinmiyor. Buna Resulullah
efendimizin şu hadis-i şerifini gösteriyoruz:
(Kaderi
inkâr edenlere, “Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki,
biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [Levh-i mahfuz’da] yazmış olmayalım.
Elbette bu, Allah için kolaydır” [mealindeki] âyet-i kerimeyi söyleyin!) [Deylemî] (Bu âyet: Hadid
22)