Peygamberlere iman nasıl olmalı
Soru:
Peygamberlere iman nasıl
olmalı?
CEVAP:
İmanın dördüncü şartı, Peygamberlere
imandır. Amentüdeki "Ve rüsülihi" kelimesi, "Allahü
teâlânın Peygamberlerine
iman etmeyi bildirmektedir.
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam ve
sonuncusu, bizim Peygamberimiz
Muhammed Mustafa sallallahü
aleyhi ve sellemdir. Bu ikisinin arasında, çok
Peygamber gelmiş ve geçmiştir.
Sayıları belli değildir. Yüzyirmidört binden çok oldukları meşhurdur.
Peygamberlere iman etmek, aralarında hiçbir
fark görmeyerek, hepsinin Allahü teâlâ
tarafından seçilmiş sadık, doğru sözlü olduklarına inanmak demektir.
Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur.
Peygamberlik, çalışmakla, çok ibadet
yapmakla, açlık ve sıkıntı çekmekle ele geçmez. Yalnız
Allahü teâlânın ihsanı, seçmesi ile
olur.
Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk
Peygamber olan Âdem
aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir
Peygamber vasıtası ile, insanlara
dinler göndermiştir. Bunlar vasıtası ile, insanların dünyada rahat ve
huzur içinde yaşamaları ve ahirette de sonsuz saadete kavuşmaları yolunu
bildirmiştir. Kendileri ile yeni bir din gönderilen
Peygamberlere (Resul) denir.
Resullerin büyüklerine (Ülülazm)
Peygamberler denir. Bunlar, Âdem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve
Muhammed aleyhimüssalatü
vesselamdır.
Soru:
Meşhur olan 33 Peygamberin
isimleri nelerdir?
CEVAP:
Şunlardır:
Âdem, İdris, Şit, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakub,
Yusuf, Eyyub, Şuayb, Musa, Harun, Hıdır [Hızır], Yuşa bin Nun, İlyas,
Elyesa, Zülkifl, Şemun, İşmoil, Yunus bin Meta, Davud, Süleyman, Lokman,
Zekeriya, Yahya, Üzeyir, İsa bin Meryem, Zülkarneyn ve
Muhammed aleyhimüssalatü
vesselam.
Bunlardan yalnız yirmisekizinin ismi, Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir.
Zülkarneyn, Lokman, Üzeyir ve Hıdır [Hızır]’ın,
Peygamber olup olmadıklarında
ihtilaf vardır. Muhammed Masum
hazretleri 2. cilt, 36. mektupta, Hıdır [Hızır] aleyhisselamın
Peygamber olduğunu bildiren
haberin kuvvetli olduğunu yazmaktadır. 182. mektupta, Hıdır [Hızır]
aleyhisselamın insan şeklinde görülmesi ve bazı işleri yapması, onun
hayatta olduğunu göstermez. Allahü teâlâ,
onun ve birçok Peygamberlerin
ve velilerin ruhlarının insan şeklinde görülmesine izin vermiştir.
Onları görmek, hayatta olduklarını göstermez, demektedir.
Âdem aleyhisselamdan, son Peygamber
Muhammed aleyhisselama kadar
bütün Peygamberler, hep aynı
imanı bildirmiş, ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini
istemişlerdir. Yahudiler, Musa aleyhisselama inanıp, İsa aleyhisselama
ve Muhammed aleyhisselama
inanmazlar. Hristiyanlar, İsa aleyhisselama inanıp,
Muhammed aleyhisselama
inanmazlar. Müslümanlar ise, bütün
Peygamberlere inanırlar.
Peygamberlerin isimleri
Soru:
Peygamberlerin isimlerini
ezbere bilmek şart mıdır?
CEVAP:
Hayır, ezberlemek şart değildir. Ancak Kur’an-ı kerimde bildirilenlerden
biri söylenince, Mesela (Nuh aleyhisselam veya Âdem aleyhisselam
peygamber mi?) denince, (Evet, peygamber) demek gerekir. Bazı âlimlere
göre, bunları bilmemek günah olur. Ezbere bilmemenin mahzuru olmaz.
Peygamberlerin sıfatları
Soru:
Peygamberlerin sıfatları
nelerdir?
CEVAP:
Her Peygamberde şu sıfatların
bulunduğuna inanmak lazımdır:
1- Emanet: Her Peygamber,
emindir.
2- Sıdk: Dinde ve diğer meselelerde sadık ve doğrudurlar. Yalandan
uzaktırlar.
3- Tebliğ: Peygamberler,
Allahü teâlânın emir ve yasaklarının
hepsini ümmetlerine bildirirler.
4- Adalet: Adildirler. Zulümden uzaktırlar.
5- İsmet: Büyük ve küçük günahtan uzaktırlar. Günah şeklindeki şeyler,
ister Kur'an-ı kerimde olsun, ister sahih hadislerde olsun tevil edilip
yakışan mana verilir. Peygamberlikleri
bildirilmeden önce de, bildirildikten sonra da hiç günah işlemezler.
İnsanlardan, masum, günahsız olan, yalnız
Peygamberlerdir.
6- Fetanet: Bütün Peygamberler,
diğer insanlardan daha akıllıdırlar.
7- Emn-ül azl: Hiçbiri Peygamberlikten
azl olmaz. (Feraid-ül fevaid)
Peygamberleri ve Kitapları inkâr
Soru:
(Allah’a inanıyorum, ama Peygamberlere
ve Kitaplara inanmıyorum) diyen kimse müslüman mıdır?
CEVAP:
İmanın şartı altıdır. Birini inkâr eden müslüman olamaz.
Her şeyi hikmetli yaratan Allah, insanları başıboş mu bırakır? Onların
nasıl hareket edeceğini elbette bildirir.
Peygamberleri vasıtası ile
kitaplar göndererek, neleri yapıp neleri yapmamak gerektiğini
bildirmiştir. Peygamberleri
inkâr, Allah’ı inkâr olur.
Peygamberler, Allah’ın emirlerini noksansız
bildirmişlerdir. Her şeye gücü yeten Allahü
teâlâ, gelecekte olacak [yani yaratacağı] şeyleri de bildiği
için emrini değiştirecek, yanlış iş yapacak kimseleri
Peygamber olarak gönderir mi?
Hâşâ Allah’ın emirlerini değiştirseler, yanlış şeyler söyleseler, her
şeye gücü yeten Allahü teâlâ buna
mani olmaz mı? Her vasfını bildiği, en güvenilir insanları
Peygamber yaparak göndermiştir.
Allahü teâlâ,
Peygamber yapacağı kimselerin
durumunu, onları yaratmadan önce de biliyordu.
Allahü teâlâ, (Ben insanları bana ibadet
etmeleri için yarattım) buyuruyor.
Peygamberler, kitaplar göndermeseydi, biz Allah’a nasıl
ibadet edecektik? Bir kimsenin Allah’a inanıp da Onun
Peygamberlerine inanmaması, o
kimsenin normal olmadığını gösterir.
Her yere Peygamber
gönderilmiştir
Soru:
Peygamberler niçin hep
Arabistan’dan çıkmıştır? Neden Avrupa ve Uzakdoğu gibi yerlere
Peygamber gelmemiştir?
CEVAP:
Dünyanın her tarafına, her şehrine
Peygamber gönderilmiştir. Ancak bunlara inanan hiç olmadığı
veya çok az olduğu için Peygamber
gelmemiş zannedilmektedir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Eski zamanlarda, bütün dünyada Peygamber
gönderilmedik yer kalmamış gibidir. Hatta, bundan en mahrum zannedilen,
Hindistan’da bile, Hindlilerden Peygamber
gönderilmiştir. Bu şehirleri sayabilirim. Hatta köylere kadar
Peygamber gönderilmiştir. Fakat
deli diyerek alay ediyor, inanmıyorlardı. Azgınlıkları artınca
Allahü teâlâ da onları helak
ediyordu. Bir müddet sonra başka
Peygamber gönderiyor, ona da böyle yapıyorlardı. Hindistan’da
böylece yıkılmış şehir harabeleri çoktur.) [1/259]
[Dağda, ormanda, mağarada veya çölde yaşayıp da dinden haberi olmayan
kimseler, imanlı olmadıkları için Cennete girmezler. Allah’ı, Cenneti,
Cehennemi duymadığı ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmezler.
Dirildikten sonra hesaba çekilip, varsa günahları kadar mahşer yerinde
azap çekeceklerdir. Herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar
gibi, bunlar da yok edilecekler, bir yerde sonsuz kalmayacaklardır.
(Mektubat-ı Rabbani, Feraid-ül fevaid, Tac)
Dağda, çölde yaşayıp da Peygamberleri
işitmemiş olana Şahik-ul-cebel denir. Bunlar mazurdur.
Peygamber gelmemiş hükmündedir.
Bunların, Peygamberlere
inanmaları, emrolunmadı. Bunlar için Kur'an-ı kerimin İsra suresinin on
beşinci âyetinde, (Peygamber
göndermeden önce, azap yapmayız) buyuruldu. (İsbat-ün-nübüvve)]
Peygamberlerin faydası
Soru:
Peygamberlerin insanlığa ne
faydası olmuştur?
CEVAP:
Bu soru, (Aklın insanlara ne faydası var?) demekten daha yanlıştır.
Aklın faydalarını, akılsızlığın zararlarını herkes bilir. Akıl çok
önemliyken, o da tek başına doğruyu bulamaz.
Âhiret bilgileri ve Allahü teâlânın
beğenip beğenmediği şeyler, akılla bilinemez. Eğer bunlar akılla doğru
olarak, bilinebilseydi, sayısız Peygamberin
gönderilmesine lüzum kalmazdı. Tarih incelenirse, insanların kendi
başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıkları görülür. İnsan,
kendini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklıyla düşündüyse
de, ona giden yolu, yani hakkı, doğruyu bulamadı.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını,
bizim gibi âciz insanlara, bu büyük
Peygamberleriyle haber verdi. İnsanlara dünya ve ahirette
faydalı olan şeyleri, zararlılarından, bunların aracılığıyla ayırdı.
Peygamberler gönderilmeseydi,
akıl Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü kavrayamazdı.
Nitekim kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları,
Allahü teâlânın varlığını
anlayamadılar. Her şeyi zaman yapıyor sandılar. Demek ki insan aklı, bu
büyük nimeti anlayamaz. Peygamber
olmadıkça, bu sonsuz saadete kavuşamaz. (3/23)
Peygamberler gönderilmeseydi, insan,
insanlığını dahi bilemezdi, ne aile hayatını, ne de toplum hayatını
bilebilir, hayvanlar gibi yaşarlardı. Şimdi, dünyada bozuk dinlerde
bile, evlilik hayatı, aile hayatı, insan ve hayvan hakları var. Bunlar,
peygamberlerden öğrenilmişti.
İnsanlara neyin faydalı veya neyin zararlı olacağını, ancak
Allahü teâlâ bilir. İnsanların
dünyada ve ahirette rahat etmeleri için, neye, nasıl inanmaları, ne
yapmaları ve nelerden sakınmaları lazım olduğunu bildirmek için
Peygamberlerini göndermiştir.
Bütün Peygamberler, akılla
bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup
faydalanmak için çalışmayı emretmiş, kendileri dünya işlerinden her
birinin insanları ebedi saadete ve felakete nasıl sürükleyebileceklerini
anlatmış, Allahü teâlânın
beğendiği ve beğenmediği şeyleri yani din bilgilerini ise açıkça
bildirmişlerdir.
Peygamberlik çalışmakla olmaz
Soru:
(Peygamber hepimizden
üstündür. Bu üstünlüğü, çalışmasıyla elde etmiştir) deniyor. İnsan
çalışmakla peygamber olabilir mi?
CEVAP:
Peygamberlik; çalışmakla ve çok ibadet
yapmakla ele geçmez. Yalnız Allahü teâlânın
ihsanı, seçmesi ile olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlik kemalleri, ancak
Allahü teâlânın ihsanıyla hâsıl olur.
Çalışmakla, uğraşmakla, bu büyük nimet ele geçemez. Hiçbir gayret, bu
büyük nimeti ele geçiremez, Hiçbir riyazet ve mücahede, bu yüksek nimete
kavuşturamaz. Evliyalık böyle değildir. Bunların başlangıcı elde
edilebilir. Riyazet ve mücahedeyle hâsıl olabilir. Pek az kimseyi,
çalışmadan, uğraşmadan da, vilayet nimetine [Evliyalığa]
kavuşturabilirler. Vilayet, Fena ve Beka demektir. Fena ve Beka da,
Allahü teâlânın ihsanıdır. Çalışarak,
başlangıçları elde edildikten sonra, Allahü
teâlâ, dilediğini, Fena ve Beka nimetini ihsan ederek
şereflendirir. O Serverin Peygamber
olduğu bildirilmeden önce ve ondan sonra mücahedeler yapması, bu nimete
kavuşmak için değildi. Başka faydalar içindi. Hesabın az olması,
insanlıkla yapılan yanlışlıkların giderilmesi, derecelerin yükselmesi,
yiyip içmesi olmayan melekle konuşmakta edebi gözetmesi,
Peygamberlik makamında lazım olan
harikaların, mucizelerin çok olması gibi incelikler içindi.
Peygamberler bu nimete, aracısız
olarak kavuştu. Peygamberlerin
Eshabı, onlara uydukları için, varis oldular.
Peygamberlerinin aracılığıyla bu
nimetle şereflendiler. Peygamberlerden
ve Eshabından sonra çok az kimse, bu nimetle şereflendi. Başkasına da,
uymakla, varis olmakla bu nimet ihsan edilebilir. (1/301)
Peygamberlere iman
Soru:
(Peygamberlere ve
Peygamberimize iman şart
değildir) deniyor. Böyle söyleyenler, peygamberlere imanla ilgili âyet
ve hadisleri elbette bilirler. Acaba Hristiyanlığa hak din diyebilmek
maksadıyla mı bu âyet ve hadisleri görmezlikten gelip gizliyorlar?
Peygamberlere inanmayan Müslüman
olur mu?
CEVAP:
Elbette peygamberlere ve son Peygamber
Muhammed aleyhisselama
inanmayan Müslüman olamaz. Çünkü imanın altı şartından biri bütün
peygamberlere imandır. Birini inkâr eden kâfir olur. İman hadisinin
Arapçası şöyledir:
(Âmentü billâhi ve melâiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil-âhiri
ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel-ba'sü ba'delmevti
hakkun, eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve resûlühü.)
[Buhârî, Müslim,
Nesaî]
Türkçesi şöyledir:
(Ben Allah’a ve meleklere ve kitaplara ve peygamberlere ve âhiret
gününe, [yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana] ve kadere, hayrın ve
şerrin Allah'tan olduğuna ve ölüme, öldükten sonra dirilmeye iman ettim.
Allah’tan başka ilah olmadığına ve
Muhammed aleyhisselamın Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet
ederim.) [Buhârî, Müslim, Nesaî]
Peygamber efendimize inanmakla ilgili bir
hadis-i şerif:
(Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de, Onun kulu ve resulü
olduğuma şehadet eden, Cennete girer.) [Deylemî]
Peygamberlere iman, Kur’an-ı kerimde de
geçmektedir. Üç âyet-i kerime meali:
(Kâfirler, Allah’ın emirleri ile peygamberlerin emirlerini birbirinden
ayırmak istiyor. [Yahudiler] bir kısmına [Musa ve daha önceki
peygamberlere] inanırız. Bir kısmına [İsa’ya,
Muhammed’e] inanmayız.
[Hristiyanlar ise “İsa, Allah’ın oğlu” diyor.] Bu inanışları ve dinleri
kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir, hepsine çok acı azaplar hazırladık. Bütün
peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayan [Müslümanlar]
ise, Allah’ın mükâfatına kavuşacaktır.) [Nisa
150–152; Kurtubî tefsiri]
(Asıl iyilik; Allah’a, âhirete, meleklere, kitaplara, nebilere
inanmaktır.) [Bakara 177]
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da
çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları
elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
Peygamberler en büyük rehberlerdir
Soru:
İnsan, kendi başına doğru yolu bulabilir ve Allah’ı tanıyabilir mi?
CEVAP:
Tarihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde
Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber
olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını
görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu,
aklı sayesinde anladı. Fakat ona giden yolu bulamadı.
Peygamberleri işitmeyenler, yaratıcıyı önce
etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı
sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini,
fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe
bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret,
alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli
putlar zuhur etti. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar
kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni
hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet zuhur ettiği
zaman Kâbe-i muazzamada 360 put vardı.
Kısacası insan, bir, ezeli ve ebedi olan
Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile
güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır! Çünkü, rehbersiz,
karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz, Peygamber göndererek
bildirmeden önce azap yapıcı değiliz.) [İsra 15]
Allahü teâlâ, kullarına verdiği akıl ve düşünme
kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek ve kendi birliğini
onlara tanıtmak ve iyi işleri fena, zararlı işlerden ayırmak için,
dünyaya Peygamberler gönderdi.
Peygamberler beşeri sıfatlarda
bizim gibi insandır. Onlar da yer, içer, uyur ve yorulur. Diğer
insanlardan farkları, zeka ve muhakeme kuvvetlerinin çok üstün olması,
tertemiz ahlaklı ve Allahü teâlânın
emirlerini bize tebliğ edecek bir güçte bulunmalarıdır.
Peygamberler en büyük
rehberlerdir.
Nimetlerin ihsanların en büyüğü
Soru:
Allah’ın en büyük ihsanı hangisidir?
CEVAP:
Allahü teâlânın, insanlara olan nimetlerinin,
ihsanlarının en büyüğü, Peygamberler
göndermesidir. Peygamberler
göndererek, razı olduğu ve razı olmadığı şeyleri bildirmiştir.
Peygamberler, fen bilgilerini
öğretmediler. (Bunları akıl ile araştırınız, bulunuz, faydalı işlerde
kullanınız) dediler. Kendileri de, kendi zamanlarında bilinen fen
vasıtalarını yaptılar ve kullandılar. Daha fazlasını ve yenilerini
yapmakla uğraşmadılar. Bunları yapmayı başkalarına bıraktılar.
Kendileri, Allahü teâlânın
bildirdiği dini yaymaya, öğretmeye uğraştılar.
Eshab-ı kiram, bir gün
Peygamber efendimize sordu:
- Yemen’e gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka türlü
aşıladıklarını ve daha iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medine’deki
ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa,
Yemen’de gördüğümüz gibi aşılayıp da, daha iyi ve daha bol mu elde
edelim?
Resulullah efendimiz, bunlara şöyle
diyebilirdi:
(Biraz bekleyin! Cebrail aleyhisselam gelince, ona sorar, anlar, size
bildiririm) veya, (Biraz düşüneyim. Allahü
teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de, size söylerim.)
Fakat böyle demedi ve şöyle buyurdu:
- Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, başka
ağaçları da, Yemen’de öğrendiğiniz usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi
hurma verirse, her zaman o usul ile yapın!
Yani fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emir buyurdu. Kendisi
meleklerden anlar veya mübarek kalbine elbette doğar idi. Fakat,
dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye,
fenne güvenmelerini işaret buyurdu.
Eğer Peygamberler
gönderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü
kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları,
Allahü teâlânın varlığını
anlayamadılar, Yaratanı inkâr ettiler. Nemrut ve Firavun gibi birçok
kimse de, ilahlık iddiasında bulunmuştu. Demek ki, insanların kısa
akılları, bu en büyük nimeti anlayamıyor,
Peygamberler bildirmedikçe,
sadece akılları ile bu sonsuz saadete kavuşamıyor.
İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, akla uymayan bir şey
yoktur. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın
beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi
içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce
Peygamberin gönderilmesine gerek
kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir,
bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ
Peygamberleri boş yere ve
lüzumsuz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamıyacağı,
çözemiyeceği içindir ki, Allahü teâlâ,
her asırda dünyanın her tarafına,
Peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek
üzere ve bütün dünyaya, Peygamber
olarak, Muhammed aleyhisselamı
göndermiştir.
Bütün Peygamberler, akıl ile
bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup
faydalanmak için çalışmayı emir ve teşvik buyurmuş, kendileri dünya
işlerinden her birinin, insanları ebedi saadete ve felakete nasıl
sürükleyebileceklerini anlatmış ve Allahü
teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak
bildirmişlerdir.
Peygamber gönderilmeseydi
Soru:
Peygamberler olmasaydı insan,
Allah’a nasıl ibadet edileceğini, nasıl şükredeceğini bilebilir miydi?
CEVAP:
İnsanları var eden ve varlıkta kalabilmeleri için gereken her nimeti
gönderen, Allahü teâlâdır. İyilik
edene şükretmek gerektiğini herkes bilir.
Allahü teâlânın nimetlerine nasıl şükredileceğini bilmek için
de, yine Peygamberler
"aleyhimüssalevatü vetteslimat" gerekir. Onların bildirmediği şükür ve
saygı, Ona layık olmaz. Ona nasıl şükür olunacağını, insan bilemez. Ona
karşı saygısızlık olan bir şeyi, şükretmek ve saygı sanabilir.
Şükredeyim derken, saygısızlık yapabilir.
Allahü teâlâya nasıl şükredileceği, ancak
Peygamberlerin bildirmeleri ile
anlaşılır.
Evliyanın kalblerine doğan (İlham) denilen bilgiler de,
Peygamberlere uymakla hasıl
olmaktadır. İlham, akıl ile hasıl olsaydı, yalnız akıllarına uyan eski
Yunan felsefecileri yoldan sapmazlardı.
Allahü teâlâyı herkesten iyi anlarlardı. Halbuki,
Allahü teâlânın ve Onun üstün
sıfatlarının varlığını anlamakta, insanların en cahilleri, bu
felsefecilerdir. Bunlardan birkaçı,
Peygamberlerden işiterek ve mümin olan tasavvufculardan
görerek, riyazet ve mücahede yapmış, nefslerine sıkıntı vererek onu
parlatmışlar, böylece birkaç şey bulabilmişler ise de nefsin safasının,
parlatılmasının ve bu yoldan ele geçenlerin sapıklık olduğunu
anlayamamışlardır.
Kalbi parlatmak, temizlemek gerekir. Kalb temizlendikten sonra, nefs
temizlenmeye başlar. Nurlar önce temiz kalbe girer. Kalb temizlenmeden
nefsi parlatmak, gece düşmanın yağma yapması için, ona ışık yakmaya
benzer. Nefsin yardım ettiği düşman, İblistir. Evet, açlıkla, nefsin
istediklerini yapmamakla, ona sıkıntı vermekle ve akıl ile aramakla da,
doğruya ve saadete kavuşulabilir. Fakat, bu ancak
Peygamberlere ve bunların
Allahü teâlâdan getirdiklerine
inandıktan sonra mümkün olabilir. Çünkü
Peygamberlerin her sözü, yanılmayan meleklerle
bildirilmiştir. Bu bilgilere, şeytan düşmanı karışamaz.
Bu büyüklere uymayanlar ise, şeytanın aldatmasından kurtulamazlar.
Felsefecilerin büyüklerinden olan Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında
bulunmak şerefine kavuşmuştu. Fakat, kaba cahillik yaparak, kendisinin
kimseden bir şey öğrenmeye ihtiyacı olmadığını sandı. O yüce
Peygamberin "aleyhissalevatü
vetteslimat" bereketlerinden mahrum kaldı.
Peygamberler günah işlemez
Soru:
Peygamber günah işlemez mi
yani masum mudur?
CEVAP:
Masum olmak, kusursuz ve günahsız olmak,
Peygamberlere mahsustur. (Merec-ül-bahren)
Her Peygamber, büyük küçük her
günahtan masumdur. (Riyad-ün-nasıhin)
Peygamberler günah işlemekten masumdur,
temizdir, günah işleyemezler. (Mekt. Rabbani 2/44)
İmam-ı Gazali hazretleri, Ravda-tüt-talibin isimli eserinde buyuruyor
ki:
(Resulullah, icma ile
büyük-küçük günahlardan ve mekruh işlemekten uzaktır. Unutmaktan,
gafletten, verdiği haberlerde hata edip yanılmaktan da uzak olduğu icma
ile sabittir.
Yanılmasının caiz ve mümkün olması, üzerinde durmayıp derhal farkına
varması şartı iledir. Bu da icra ettiği şeydeki hikmetleri bilmeyi ve
ona tâbi olmayı ve unutmanın faydasını bildirmek içindir.
Resulullahın bu husustaki yanılma
haline sebep, ilmin anlatılması ve dinin açıklanmasıdır. Nitekim hadis-i
şerifte, (Ben hiçbir hususta unutup yanılmam. Böyle bir şey vaki olursa,
bu sadece bildirmek istediğimi açıklamam içindir) buyuruldu. Bu durum,
onun için bir noksanlık değil, bilakis tebliği genişletmek ve nimeti
tamamlamak içindir. Fakat bir tebliğde bulunmak, fiillerindeki hükümleri
açıklamak, dini emirleri bildirmek ve kalbine gelen vahiy haberlerini
anlatmak maksadı bulunmayan hususlarda bütün mutasavvuflar ve kalb
ilmine sahip âlimler, yanılmanın, unutmanın, gaflet ve gevşekliğin
imkansız olduğunu bildirmişlerdir.
Kadı İyad hazretleri, Şifa-i şerif isimli kitabında buyuruyor ki:
(Küçük günahları Peygamberlere
caiz görenler, bu cevazlarına birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin
zahirlerini delil olarak almaları, büyük günahları caiz görmeye, icmayı
parçalamaya ve müslüman kimsenin söyleyemeyeceği şeyleri söylemeye sevk
etmiştir.)
Bütün bu nakillerden anlaşılacağı üzere,
Peygamberler küçük, büyük günah işlemezler.
Peygamber Zelle işleyebilir.
Zelle ise günah değildir. En efdali ve en evlayı yapmayıp, fadılı, yani
fazileti tercih etmektir. (Riyad-ün-nasıhin)
Fetih suresinde Peygamber
aleyhisselama hitaben (Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını
affetti. Üzerindeki nimetini tamamladı ve seni doğru yola iletti)
buyurulan bu âyet-i kerimede, Allahü teâlâ,
Resul-i ekremini her türlü ayıplardan teberri ve Onun ismetini,
günahsızlığını beyan buyurmaktadır (Şifa-i şerif) Bazı âlimler de bu
âyet-i kerimeyi şöyle açıklamışlardır:
(Allahü teâlâ, seni geçmişte ve
gelecekte günah işlemekten korudu.)
Günah işlemekten korunmuşlardır
Soru:
Bakara suresinin 128. âyetinde,
İbrahim ve İsmail Peygamberin,
“Ya Rabbi, tevbemizi kabul et” diye dua ettikleri bildiriliyor. Taha
suresinin 121. âyetinde, (Âdem Rabbine asi oldu) deniyor. Kasas
suresinin 15. âyetinde Hazret-i Musa’nın kavga eden iki kişiden birini
öldürdüğü, 16 âyette ise Hazret-i Musa’nın (Ya rabbi ben kendime
zulmettim, beni affet) dediği ve Kehf suresinin 74. âyetinde, Hazret-i
Musa’nın arkadaşının suçsuz bir çocuğu öldürdüğü bildiriliyor. Bütün
bunlar Peygamberlerin günah
işlediğini göstermiyor mu?
CEVAP:
Kur’an meallerinden din öğrenilmez. Aksine böyle yanlış düşüncelere
sahip olunabilir. Din ancak doğru yazılmış ilmihallerden öğrenilir.
Allahü teâlâ,
Peygamberleri, Peygamberlikten
önce de, sonra da günah işlemekten korumuştur. (Nuhbet-ül-Leali)
Peygamberler nübüvvetten [Peygamberlikten]
önce de günah işlemekten korunmuştur. (Kadı Iyâd / El- Millet-ül
Meşhure)
İbrahim ve İsmail aleyhimüsselam ile ilgili âyetin meali şöyledir:
([İbrahim ve İsmail dedi ki:] Ey Rabbimiz, bizi Müslümanlıkta sabit kıl.
Soyumuzdan da Müslüman bir ümmet yetiştir. Bize menasiklerimizi [Haccın
usullerini] öğret. Tevbemizi kabul et. Çünkü tevbeleri daima kabul eden,
merhametli olan ancak sensin.) [Bakara
128]
Peygamberler, günah işlemekten masumdur.
Hazret-i İbrahim ile Hazret-i İsmail, Kâ’beyi yaptıktan sonra bu
yerlerde daha çok duanın ve tevbenin kabul edileceğini öğretmek için
böyle dua etmişlerdir. Bu, bizim masumiyetimizi [günah işlemeyişimizi]
devamlı kıl demektir. (Kurtubi)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalı. (İyilerin,
iyilik sandıkları şeyleri, dostlar, günah bilir) buyuruldu. Bunların
günah ve kusurları olsa da, başkalarının günahları gibi değildir.
Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış
değildir. Taha suresinin, (Âdem unuttu, azim ile, karar ile yapmadı)
mealindeki 115. âyet-i kerimesi bunu bildiriyor.
Demek ki Hazret-i Âdem günaha azmetmedi. Kasten yapmadı, unutup
yanılarak yaptı. Bunun için de affa uğradı. Ama İblis kararla, azimle
yaptı ve ebedi lanetlendi. İkisinde de emre muhalefet var; ama birinde
unutmak ve yanılmak, ötekinde azim ve karar var.
Hazret-i Musa’nın Kıpti’yi öldürmesi hakkında Tefsir-i Kurtubi’de
bildirilen malumat şöyledir:
1- Hazret-i Musa, o zaman 12 yaşında idi.
2- Kavgayı aralamak için iki kişinin arasına girdi. Kıpti hafif
itelemekle düşüp öldü.
3- Bu işte Hazret-i Musa’nın öldürmek için bir kastı yoktu, yanlışlıkla
yani kazayla bu olay meydana geldi. Buna rağmen Hazret-i Musa yine de
Allahü teâlâdan af diledi. Allah da
onu affetti.
Hazret-i Musa’nın yanındaki Hızır aleyhisselamın günahsız çocuğu
öldürmesi ise Allah’ın emri ile idi. Çocuk büyüyünce kâfir olacağı ve
ailesine zulmedeceği bildirildiği için, yerine hayırlı bir evlat vermesi
için o çocuk öldürülmüştü. Bunda Hazret-i Hızır’ın bir suçu yoktur.
Peygamberler aya güneşe tapmaz
Soru:
Bütün Peygamberlerin
Peygamberlikleri bildirilmeden
önce de, günah işlemedikleri malum iken, neden meallerde, Hazret-i
İbrahim’in, yıldıza, aya ve güneşe "Bu benim Rabbim" dediği yazılı?
CEVAP:.
Hiçbir Peygamber,
Peygamberliğini tebliğ etmeden önce de günah işlemez, hele
Allahü teâlâya şirk koşmaz.
Müşrikler gibi (Güneş benim Rabbim) demez. Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hristiyandı. O gerçekten Allah’ı tanıyan doğru
bir müslümandı. Müşriklerden de olmadı.) [Al-i
İmran67]
(Andolsun ki bundan önce, İbrahim’e de rüşdünü [büluğundan önce
hidayeti] verdik. [Onun buna ehil ve müstahak olduğunu] biliyorduk.)
[Enbiya 51]
Bu âyet-i kerimeler de İbrahim aleyhisselamın büluğundan önce de hidayet
üzere olduğunu göstermektedir. (Beydavi)
Durum böyle iken, İbrahim aleyhisselamın yıldıza, aya ve güneş taptığını
söylemek, Kur’an-ı kerimdeki ifadeleri anlamamak demektir. Hemen bütün
tercüme ve meallerde, yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) diye
yazılmıştır. Hiçbir açıklama yapılmamıştır. Bu bakımdan Kur’an-ı kerim
tercümelerinden fıkıh, akaid gibi ilimler öğrenilmez.
Tefsir-i Mazharide, Enam suresinin
76-79. âyetlerinin açıklaması şöyledir:
İbrahim aleyhisselam, yıldızları, ay ve güneş gösterip Bu mu benim
Rabbim diyerek bunlara tapanları ilzam etmek [susturmak] istemiştir.
Beydavi tefsirinin Şeyhzade haşiyesinde de böyle bildirilmektedir.
Tibyan’da (Acaba Rabbim bu mu?) şeklinde tercüme yapılmış. Bu ifadede
bile şüphe var. Ancak tefsirlerden aldığı dört açıklama şöyledir:
1- İbrahim aleyhisselam, müşriklerin cehaletlerini bildirmek için böyle
söylemiştir.
2- Müşriklerin yaptıkları şeyleri başlarına kakmak, doğruyu öğretmek
için (Bunun gibi şeyden hiç Rab olur mu, bu mu benim Rabbim) demek
istemiştir.
3- Müşriklerin aleyhine hüccet için, (Sizce benim Rabbim bu ha) demek
istemiştir.
4- (Kavmim Rabbimin bu olduğunu söylüyor) demek istemiştir.
Bu dört açıklama da Hazret-i İbrahim’in; yıldız, ay ve güneş için (Bu
benim Rabbim) demediğini, yani müşriklerden olmadığını açıkça
göstermektedir. Ay veya güneş için Bu benim Rabbim demek şirktir.
Halbuki Peygamberler, şirk
değil, günah bile işlemezler. (Feraid)
Bakara
suresinin, (İbrahim, “ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster”
dediğinde, Rabbi “İnanmıyor musun” dedi. İbrahim, inanıyorum ama,
kalbimin tatmin olması için görmek istedim, dedi) mealindeki 260.
âyetinden dolayı da bazı sapıklar, (Hazret-i İbrahim, Allah’ın
yaratmasından şüphe ediyordu) diyorlar. Halbuki yukarıdaki âyetlerde,
İbrahim aleyhisselamın, büluğundan önce de rüşd sahibi doğru bir
müslüman olduğu açıklanmıştı. Buna rağmen böyle söylemek, cahillik değil
ise, art niyettir.
Hazret-i İbrahim’e bu çeşit saldırılar olduğu gibi, İslam’ın iki göz
bebeğinden biri olan Hazret-i Ömer’e de İbni sebeciler, (Ömer
Hudeybiye’de, Resulullahın
Peygamberliğinden şüphe etmişti)
diyebiliyorlar. Orada da, Hazret-i Ömer aynen, Hazret-i İbrahim gibi,
Allah ve Resulüne olan teslimiyetini bildirmek için, (Ya Resulallah sen
Allah’ın Peygamberi değil
misin? Biz hak, kâfirler bâtıl yolda değil mi?) mealindeki sözlerinden
dolayı ona saldırıyorlar. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, (Sen elbette
Allah’ın resulüsün, bizim yolumuz elbette hak, kâfirler elbette bâtıl
yoldadır. Zahiren aleyhimize görünen bu anlaşmada asla dinden taviz
verilmemiştir) demek istediğini bütün
Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir. (Kurret-ül-ayneyn)
Kur'an tercümesi denilen kitapların ne kadar yanlış ve zararlı oldukları
buradan da anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi lüzumlu
bilgileri Kur'an tercümesi denilen kitaplardan öğrenmemiz mümkün
değildir. Hatta muteber tefsirlerden bile anlamamız mümkün olmaz.
Lüzumlu bilgileri, nakli esas alan ilmihallerden öğrenmemiz gerekir.
Peygamberler masumdur
Soru:
Bütün peygamberlerin günah işlemediği bildiriliyor. Âdem aleyhisselamın
yasak meyveden yemesi günah değil mi?
CEVAP:
Evet, peygamberler günah işlemez. Zelle işleyebilirler. Zelle, doğrular
içinde, en doğruyu bulamamak demektir. Âdem aleyhisselam, kasten yasak
meyveden yemedi. Unutarak yediği için mazur görüldü. Taha suresinin,
(Âdem unuttu, azimle, karar ile yapmadı) mealindeki 115. âyet-i kerimesi
Âdem aleyhisselamın mazur olduğunu, günahsız olduğunu göstermektedir.
Âdem aleyhisselamın mazur olduğu şu hadis-i şerifle de bildirilmektedir:
(Âdem aleyhisselam ile Mûsa aleyhisselam, Rableri nezdinde münazara
ettiler ve Âdem aleyhisselam, Mûsa aleyhisselama galip geldi. Mûsa
aleyhisselam dedi ki:
— Sen o Âdem’sin ki, Allahü teâlâ,
seni iki eli ile [vasıtasız olarak] yarattı ve sana ruhundan üfledi,
melekleri sana secde ettirdi ve seni cennete yerleştirdi. Sonra da sen
bir hatan sebebiyle, insanları yeryüzüne indirdin.
Âdem aleyhisselam ona dedi ki:
— Sen o Mûsa’sın ki, Allahü teâlâ
seni Peygamber seçtiği gibi,
kendisi ile konuşmana izin verdi. Sana her şeyin açıklanmasını ihtiva
eden kitabı verdi. Onunla konuşmak, Ona yalvarmak suretiyle seni
kendisine yanaştırdı. Şu halde benim yaratılmamdan ne kadar önce
Tevrat’ı yazdığını gördün değil mi?
— Evet gördüm. Kırk yıl önce.
— Ya Musa, şu halde orada Âdem hata etti yazısını da gördün mü?
Gördüm.
— Allah’ın beni yaratmasından kırk yıl önce işleyeceğimi yazdığı işi
yapmam üzerine beni nasıl suçlarsın ki?
Âdem aleyhisselam böylece Mûsa aleyhisselama galip geldi.) [Buhari,
Müslim]
Resulullah'ı yalanlamak
Soru:
(Allah'ın sözlerini inkâr etmek küfür olduğu gibi, Resulünün
bildirdiklerini de inkâr etmek küfür olur) deniyor. O da insan değil mi?
Yanlış söyleyemez mi?
CEVAP:
İman, Resulü Ekrem efendimizin, Allahü teâlâ
tarafından, Peygamber olduğu
bildirildikten sonra, bütün insanlara getirdiği ve bildirdiği emirlerin
hepsine güvenip itikat etmektir. Hepsini beğenip kabul etmektir. Bu
emirlerin, bilgilerin herhangi birine inanmamak veya şüphe etmek
küfürdür. Çünkü Resule inanmamak veya güvenmemek, Resulü yalancı saymak
olur. Yalancılık kusurdur. Kusuru olan, peygamber olamaz.
Bir âyet-i kerime meali:
(O [Resulüm], kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 3, 4]
Resulullah'ı yalanlamak, ona emin diyen ve
peygamber olarak gönderen Allahü teâlâyı
yalanlamak olur. Onun sözünde yalan olmaz. (Bu söz, acaba onun sözü mü?)
diye şüphe etmek ayrıdır, (Onun sözü de olsa inanmam) demek veya bunda
şüphe etmek ayrıdır. İnanmayan ve böyle şüphe eden kâfir olur. Diyelim
Resulullah efendimizden bir
hata meydana gelse, hemen vahy gelir düzeltilirdi. Yani dine ait yanlış
bir şey kalmazdı. Onun için Resulullah'ın
bildirdiklerine itiraz eden, Allah'a itiraz etmiş olur. Allah'a ve
Resulüne itiraz eden de kâfir olur.
Peygamberler günah işlemez
Soru:
Bir menkıbede, İbrahim aleyhisselam, misafirinin
Allahü teâlâya inanmadığını ve hiç
şükretmediğini görünce, onu daha fazla misafir etmeyip evinden
çıkarıyor. Cebrail aleyhisselam gelip, o ihtiyarın kalbinin kırıldığını
ve onun gönlünü alması gerektiğini bildiriyor. Kalb kırmak büyük günah
değil mi? Peygamberler günah
işlemediğine göre, İbrahim aleyhisselam nasıl olur da birinin kalbini
kırar?
CEVAP:
Kalbin kırılmasıyla, kalb kırmak ayrı şeydir. Birkaç örnek verelim:
1- Savaşta bir kâfirin gözünü çıkarsak, kalbi de kırılmış olur. Hattâ
bunu gören yakınlarının da kalbleri kırılır. Ama kâfirin gözünü çıkaran
mücahid, kalb kırma günahına girmiş olmaz.
2- Dinen cezası olan suçluyu cezalandırmakla görevli kimse, suçluya
cezasını verirken suçlunun kalbi kırılabilir. Ama görevli, kalb kırma
günahına girmiş olmaz.
3- Bir âmir, memurun eksiklerini, hatalarını görüp onu ikaz edince,
ister istemez memurun kalbi kırılmış olur, ama âmir, kalb kırma günahına
girmiş olmaz.
4- Zengin biri, bir dilenciye, az mal veya para verse, çok para
vereceğini ümit eden dilencinin sükûtu hayâle uğrayarak kalbi
kırılabilir, ama o zengin kimse, kalb kırma günahına girmiş olmaz.
5- Eski devirlerde, maslahata binaen, erkek iki veya daha fazla kadınla
evlenebiliyordu. Birinci kadının elbette kalbi çok kırılıyordu. İşin
içinde maslahat olduğu için, erkek mazur duruma düşüyordu.
6- Zengin bir Müslüman, vereceği zekât ve sadakaları, yapacağı her türlü
maddî ve mânevî yardımı, fâsık akrabalarına değil de, yabancı sâlih
Müslümanlara yapsa, akrabalarının ister istemez kalbi kırılabilir. Ama o
Müslüman, kalb kırma günahına girmiş olmaz. Müslümanın tavrını, safını
belli etmesi, Allahü teâlânın
sevdiklerini tercih etmesi, onları üstün tutması, Onun sevmediklerinden
ise uzak durması lazımdır.
Bunun gibi, bir yere misafir olan kimse, orada umduğunu bulamasa, üç gün
sonra, misafire yol verseler, misafirin kalbi kırılabilir, ama ev sahibi
kalb kırma günahına girmiş olmaz. Bu ev sahibi İbrahim aleyhisselam
olsa, misafir bir dinsiz olsa, durum yine böyledir.
Allahü teâlâ, kalbi kırılan dinsizin
gönlünü alması için Cebrail aleyhisselamı gönderiyor. İbrahim
aleyhisselam da özür diliyor, misafirin kırılan kalbi tamir edilmiş
oluyor. Durum bundan ibarettir.
Peygamber yalan söylemez
Soru:
Hadisleri ve mezhepleri kabul etmeyen bir hoca, başta Buhârî olmak
üzere, Kütüb-i Sitte’deki İbrahim aleyhisselamın, mecbur kalıp
söylediği, üç yalanla ilgili iki hadis-i şerifin uydurma olduğunu
söylemektedir. Buhârî’deki bir hadis uydurma olursa, öteki hadislerin
sahih olduğuna nasıl inanılır? Namazın nasıl kılındığını, orucun nasıl
tutulduğunu ve dinin diğer emirlerini müctehid âlimlerimiz, hadislerden
çıkarmadı mı? Hadislere itimat kalkarsa İslamiyet yıkılmış olmaz mı?
CEVAP:
Elbette yıkılmış olur. Onların maksadı da zaten budur. Önce o iki
hadis-i şerifi bildirelim:
(İbrahim aleyhisselam üç yerde yalan söyledi. Biri temiz zevcesi Sâre
Hatun hakkındadır. İbrahim, zâlim hükümdarın diyarına Sâre Hatun’la
gelmişti. Sâre’ye: "Bu cebbar adam, evli olduğunu bilirse, sana musallat
olur. Eğer sana da sorulursa, kız kardeşim olduğunu söyle! Çünkü seninle
din kardeşiyiz” dedi.) [Buhârî,
Müslim, Ebu Davud,
Tirmizî]
Mahşer halkı, (Ey İbrahim! Sen Allah’ın peygamberi ve Onun yegâne
Halil’isin, bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hâli
görüyorsun) diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara, (Şefaat etmeye
kendimde yüz bulamıyorum. Çünkü ben üç kere yalan söyledim!) diyecektir.
(Buhârî, Müslim, Tirmizî)
Sağlam kaynaklı bu hadis-i şeriflere, ancak mezhepsiz olan, (Yalnız
Kur'an) diyen hadis düşmanları uydurma der. Kur'an-ı kerimi açıklayan
hadis-i şeriflerdir. Hadis-i şerifler
olmasa dinimiz noksan olur. Okuyucunun dediği gibi, bir hadis kitabında
bir iki hadis uydurma olursa, diğerlerine nasıl güvenebiliriz? Köpek
eti, tavşan eti haram mı, değil mi? Bunun gibi binlerce mesele var.
Hadislere inanmazsak doğrusunu nereden bileceğiz?
Yalan hakkında dinimizin emri nedir?
Yalan söylemek büyük günahtır, fakat bazı yerlerde günah değildir. Bir
hadis-i şerif şöyledir:
(İki Müslümanı barıştırmak ve hanımını idare etmek için yalan söylemek
caiz olduğu gibi savaşta da caizdir, çünkü savaş hiledir.) [İbni Lal]
Din kitaplarında da, (Din düşmanlarından korunmak veya Müslümanları
korumak için yalan caizdir) buyuruluyor. (Uyun-ül besair, Hadîka)
İzin verilen yerlerde yalan söylemek günah olmadığı için, o kimseye
yalancı denmez. İbrahim aleyhisselam da, izin verilen yerde ve zaruret
olduğu için, üstelik tevilli söylemiştir. Tevilli söylemese bile, din
düşmanlarının şerrinden korunmak için o şekilde konuşmak günah değildir.
Caiz olan yalanın biri şöyle olmuştu:
İbrahim aleyhisselam zevcesi Hazret-i Sâre ile birlikte Mısır’a gitti. O
devirde bulunan hükümdar, firavunlardan çok zâlim biri idi. Bu zâlim ve
zorba melik, Hazret-i Sâre’nin kim olduğunu sordurdu. İbrahim
aleyhisselam, onun musallat olmasını engellemek için, din bakımından
kardeşi olduğuna niyet ederek, “Kardeşimdir” diye haber gönderdi. Sonra,
Hazret-i Sâre’ye de, (Ben onlara senin için, kardeşimdir dedim. Sen
benim din kardeşimsin. Beni yalanlama!) dedi.
Âlimler buyuruyor ki: O zâlim hükümdar, evli kadınlara musallat oluyor
ve sahip olmak istediği kadının kocasını da öldürüyordu. İbrahim
aleyhisselam, onun zararından kurtulmak için böyle söylemişti.
İkincisi ve üçüncüsü de şöyledir:
İbrahim aleyhisselam zamanında, Keldânî kavmi, yılda bir gün bayram
yapardı. Bayramdan sonra puthaneye uğrar, putlara secde edip evlerine
dönerlerdi. İbrahim aleyhisselamın üvey babası ve puthane bekçisi olan
kâfir Azer, onu da bayrama davet etti. İbrahim aleyhisselam, herkesle
birlikte bayrama giderken, (Hastayım, rahatsızım) diyerek geri döndü.
Puthaneye gidip, yetmiş kadar putu kırdı. Baltayı da iri yarı koca putun
boynuna astı.
Keldânîler bayramdan dönüp puthaneye gelince, putlarının kırıldığını
gördüler. Bunu kim yapabilir diye düşündüler. (Bu işi, yapsa yapsa
İbrahim yapar. Çünkü o, hem putlara karşı idi, hem de bizimle bayram
yerine gelmemişti) dediler. İbrahim aleyhisselamı yakalayıp,
(Putlarımızı sen mi kırdın?) dediler. O da, (Bu işi, şu boynunda balta
asılan iri put, “Ben varken niye küçük putlara tapılıyor” diye
kıskandığı için yapmış olamaz mı? Kendisine bir sorun!) dedi. (Put
konuşur mu? Put kıskanır mı? Hem nasıl soracağız?) dediler. İbrahim
aleyhisselam, (O hâlde, konuşamayan, daha kendilerini kırılmaktan
kurtaramayan, kimin kırdığını bilmeyen, size hiçbir faydası olmayan bu
putlara ilâh diyerek niçin tapıyorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
Size ve taptığınız bu putlara yazıklar olsun!) dedi. Enbiya sûresinin
58. âyetinde, İbrahim aleyhisselamın putları kırdığı, 63. âyetinde
(Belki büyük put kırmıştır) dediği bildirilmektedir. İbrahim
aleyhisselam, kavminin putlara tapmasından, bâtıl olan bir bayrama
gitmelerinden rahatsız idi. Onun için, maddî değil, mânevî mânâda, (Ben
hastayım) demişti.
Bu sözlerden dolayı İbrahim aleyhisselamı, hâşâ yalancı çıkarmak çok
yanlış olduğu gibi, olayları inkâr edip, İbrahim aleyhisselamın böyle
bir şey demediğini söylemek de âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri
inkâr etmek olur. Mütevatir hadisleri inkâr etmek küfür olur. (Hindiyye,
İbni Âbidin)
Nebi ve Resul nedir?
Soru:
Bazıları hocalarını Resul yani Peygamber
olarak gösterebilmek için, “Kitap gönderilen peygambere Nebi, Kitap
gönderilmeyen peygambere Resul denir” diyorlar.
Peygamberlik son bulmadı mı?
Bizim Peygamberimiz son
Peygamber değil mi?
CEVAP:
Müslümanlıkla ilgisi olmayan böyle iddialar, dinimizi içten yıkmak
isteyen din düşmanlarının taktik ve hilelerindendir. Bunlar, Yalnız
Kur’an diyerek, âyetleri kendi kafalarına göre yorumlayıp,
Resulullahın açıklamalarına hiç
itibar etmezler. Hadis-i şeriflerin
hepsine de uydurma derler.
Kitap gönderilen peygambere Resul denir. Nebi, kendinden önce gelen
Resulün dinini tebliğ eden peygamberdir. Yeni din getirmeyip, önceki
dine davet eden peygamberlere Nebi denir. Her resul, nebidir; fakat her
nebi resul değildir. Peygamber
Fars’çadır, resul veya nebi anlamında kullanılır. Kur’an-ı kerimin bir
çok yerinde Peygamber
efendimize Resul deniyor, bazen Nebi diye de geçiyor. Nebi denmesi Resul
olmasına mani değildir. Yani bir resule nebi denmesi onun resul
olmadığını göstermez. Genel kurmay başkanına bazen general, subay veya
asker denmesine benzer.
Emirleri tebliğ etmekte ve insanları, Allahü
teâlânın dinine çağırmakta, Resul ile Nebi arasında bir
ayrılık yoktur. Ankebut suresinin,
(Ona [İbrahim’e İsmail’den sonra] İshak ve Yakub’u da bağışladık.
Nebiliği ve kitapları [Tevrat’ı, İncil’i, Zebur’u, Kur'anı], onun
soyundan gelenlere verdik) mealindeki 27. âyetinde, İbrahim
aleyhisselamın soyundan gelenlere nebilik verildiği gibi kitap verilen
resuller de vardır. (Beydavi, Medarik, Celaleyn)
Kitap sahibi resullerden örnek verelim. Hazret-i Musa resul idi. İşte
âyet-i kerime mealleri:
(Musa, «Ey Firavun, elbette ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş
bir resulüm» dedi.) [Araf 104] (Sırf
bu âyet bile, onların yalanını çıkarmaya yeter. Hazret-i Musa’ya Tevrat
indi, yani kitap gönderildi. Bunun için kendisine resul deniyor.
Peygamber efendimize de kitap
gönderildiği için bir çok âyette resul deniyor. Resul denilince nebi de
içine girdiği için daha çok resul tabiri geçiyor. Kelime-i şehadette de
Resul deniyor. Nebilik daha yüksek olsa idi o geçer idi.
(Musa'yı mucizelerimizle Firavun ve topluluğuna gönderdik. Musa, "Ben
âlemlerin Rabbinin resulüyüm" dedi.) [Zuhruf 46] (Bu âyette de, Hazret-i
Musa’nın resul olduğunu açıkça bildiriyor.)
Hazret-i Musa da, Peygamber
efendimiz gibi, hem resul, hem de nebi idi. İşte âyet-i kerime meali:
(Kitapta Musa'yı da an; elbette o, muhlis bir kul ve resul olan nebi
idi.) [Meryem 51]
Hazret-i İsa da, kendisine kitap gönderilen resul idi. İşte âyet-i
kerime meali:
(Meryem'in oğlu Mesih [İsa] ancak bir Resuldür.) [Maide 75]
(“Biz, Allah'ın Resulü olan Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri
sebebiyle onları [Yahudileri] lanetledik, rahmetimizden kovduk.) [Nisa 157]
Kitap sahibi resul olan Musa aleyhisselam, kardeşi Harun’un da kendisine
vezir yani yardımcı olmasını istedi. İşte âyet-i kerime meali:
(Ya rabbi, ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap, beni onunla
destekle, onu görevimde ortak kıl!) [Taha 29-32]
Allahü teâlâ, onun bu duasını kabul ederek
buyuruyor ki:
(Allah, “Ey Musa! İstediğin sana verildi” dedi.) [Taha 36]
(Biz, Musa‘ya Kitab verdik, kardeşi Harun’u da ona vezir [yardımcı]
yaptık.) [Furkan 35]
Kitap verilen resul olan Hazret-i Musa’dır. Hazret-i Harun ise onun
veziri, yani yardımcısıdır. Yardımcısı daha üstün olur mu hiç? Hazret-i
Musa Resul iken, Hazret-i Harun da nebi oldu. İşte âyet-i kerime meali:
(Rahmetimizden, kardeşi Harun’u bir nebi olarak ona bağışladık.) [Meryem
53]
Hazret-i Harun, Musa aleyhisselamın getirdiği dini, yani Museviliği
tebliğ eden bir nebi idi.
(Zekeriyya mihrabda namaz kılarken melekler ona, "Allah sana,
Kelimetullahı [İsa’yı] doğrulayıcı, efendi, nefsine
hakim ve salihlerden bir nebi olarak
Yahya'yı müjdeler" diye seslendiler.) [Al-i
İmran 39] (Hazret-i İsa’nın kitap gönderilen bir resul olduğu
yukarıdaki âyetlerde bildirildi. Hazret-i Yahya ise, Hazret-i İsa’nın
getirdiği dini, yani İseviliği tebliğ eden bir nebi idi.)
Bu örneklerde de açıkça görüldüğü gibi kendisine kitap verilen
peygamberlere Resul denir. Resullerin getirdiği dini tebliğ edenlere de
Nebi denir. Her resul aynı zamanda nebidir.
Peygamber efendimizden sonra,
nebi gelmeyecektir. Bir âyet meali şöyledir:
(O, Allah’ın resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab
40]
Nebi gelmeyince, Resul hiç gelmez. Çünkü resullük makamı, nebilikten
daha özel ve yüksektir. Bu âyetlerden sonra, bu konudaki hadis-i
şerifleri bildirelim:
(Resullerin ilki Âdem ve sonuncusu
Muhammed’dir.) [Hakim,
Taberani]
(Övünmek için söylemiyorum [hakikati bildiriyorum], ben mürsellerin
[Nebi ve resul olarak gönderilen peygamberlerin] efendisiyim. Hepsinin
sonuncusu ve şefaat edicilerin ilkiyim.) [Darimi]
(Diğer nebilere göre benim durumum şu misale benzer. Bir kimse, güzel
bir ev yapar, fakat bir kerpici noksandır. Ziyarete gelen halk, evi
beğenir. Yalnız "Şu boşluğa da bir kerpiç konsaydı" derler. İşte ben o
kerpicim. "Hatem-ün-nebiyyin" yani nebilerin sonuncusu,
tamamlayıcısıyım.) [Buhari,
Müslim]
(Ya Ali, Musa’nın yanında Harun nasıl idiyse, sen de, benim yanımda
öylesin. Ancak, benden sonra nebi gelmeyecektir.) [Buhari,
Müslim,Tirmizi,
İbni Mace,
İmam-ı Ahmed,
Taberani]
Peygamber efendimiz, sadece zamanının ve
Arabistan’ın değil, kıyamete kadar bütün insanların, bütün dünyanın
resulüdür. Bir âyet meali şöyledir:
(Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik;
fakat insanların çoğu bilmez.) [Sebe 28]
Bir hadis-i şerif meali: (Ben bütün insanlara gönderildim.) [Müslim]
(Size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı
ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir resul
gönderdik.) [Bakara 151] (Bu âyet de
kitabın nebiye değil, resule geldiğini göstermektedir.)
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Nebiler 124 bin, resuller ise 313 tür.) [Hakim]
Bu hadis-i şerif de, kitap getiren resullerin nebilere göre daha az
olduğunu göstermektedir. Nebilerin çok olması, resullerin dinlerini
yaymalarından dolayıdır.
Diğer Peygamberler şefaat
etmeyecek mi?
Soru:
Kıyamet ve Ahiret kitabında şöyle bir hadis-i şerif var:
“İnsanlar, kıyamette Âdem aleyhisselama gidip, derler ki:
(Sen aziz ve şerif bir Peygambersin
ki, Allahü teâlâ seni yarattı.
Melekleri sana secde ettirdi. Sana kendi ruhundan üfledi. Kaza ve hesaba
başlaması için bize şefaat eyle ki, Allahü
teâlâ ne murat ederse, onunla mahkûm olalım. Ve nereye
emrederse, herkes oraya gitsin. Her şeyin hâkimi ve Maliki olan
Allahü teâlâ, mahlûklarına dilediğini
yapsın) diye yalvarırlar.
Âdem aleyhisselam buyurur ki:
(Ben Allahü teâlânın yasak ettiği
ağacın meyvesinden yedim. Bu zamanda Allahü
teâlâdan utanırım. Siz, Nuh aleyhisselama gidin.)
Bunun üzerine bin sene aralarında meşveret ederek dururlar. Sonra Nuh
aleyhisselama gidip yalvararak derler ki:
(Biz hiç dayanılmayacak bir haldeyiz. Hesabımızın tez görülmesi için
bize şefaat eyle! Şu mahşer cezasından kurtulalım.)
Nuh aleyhisselam onlara der ki:
(Ben Allahü teâlâya dua eyledim.
Yeryüzünde ne kadar insan varsa, o dua sebebiyle boğuldu. Bunun için,
Allahü teâlâdan utanırım. Siz,
İbrahim aleyhisselama gidin ki, o Halilullahtır. Belki o size şefaat
eder.)
Yine aralarında bin sene daha konuşurlar. Sonra, İbrahim aleyhisselama
gelip derler ki:
(Ey Müslümanların babası! Sen o zatsın ki,
Allahü teâlâ, seni kendine halil, dost eyledi. Bize şefaat
eyle! Allahü teâlâ, mahlukat
arasında, hükmünü versin.)
İbrahim aleyhisselam onlara der ki:
(Ben dünyada üç kere kinaye söyledim. Bunları söyleyerek din yolunda
mücadele ettim. Şimdi Allahü teâlâdan
bu makamda şefaat izni istemekten utanırım. Siz Musa aleyhisselama
gidin. Zira Allahü teâlâ onunla
konuştu ve kendisine manevi yakınlık gösterdi. O, sizin için şefaat
eder.)
Yine bin sene birbirleriyle istişare ederler. Fakat bu zamanda halleri
gayet güçleşir. Mahşer yeri ise, çok daralır. Sonra Musa aleyhisselama
gelip, derler ki:
(Sen o zatsın ki, Allahü teâlâ
seninle konuştu. Sana Tevrat’ı indirdi. Hesabın başlaması için bize
şefaat eyle! Zira burada durmamız çok uzadı. İzdiham pek ziyadeleşti.
Ayaklar birbirleri üzerine birikti).
Musa aleyhisselam onlara der ki:
(Ben, Allahü teâlâya, Firavun
ailesinin senelerce hoşlanmayacakları şeylerle cezalandırılması için dua
ettim. Sonra gelenlere ibret olmalarını rica eyledim. Şimdi şefaat
etmeye utanırım. Siz İsa aleyhisselama gidin. Size O şefaat eder.)
Yine aralarında bin sene müşavere ederler. Gittikçe sıkıntıları daha
çoğalır. Sonra İsa aleyhisselama gelip derler ki:
(Sen Allahü teâlânın ruhu ve
kelimesisin, Allahü teâlâ, dünyada
ve ahirette kıymetli bir zat olduğunu bildirdi. Bize Rabbinden şefaat
eyle!)
İsa aleyhisselam buyurur ki:
(Benim kavmim, beni ve annemi Allah’tan başka ilah ittihaz eylediler.
Nasıl şefaat ederim ki, bana da ibadet ettiler. Ve bana oğul ve
Allahü teâlâya baba ismini verdiler.
Fakat, siz gördünüz mü ki, birinizin kesesi olsun da, içinde nafakası
olmasın. Ve ağzı da mühürlü olsun. O mührü bozmadan o nafakaya vasıl
olsun. Peygamberlerin en
üstünü ve sonuncusu Muhammed
aleyhisselama gidin. Zira O, davetini ve şefaatini ümmeti için
hazırladı.)
İsa aleyhisselam, Peygamberimizin
daha birçok faziletini anlatır, hepsi
Muhammed aleyhisselama bir an önce kavuşmak ister. Hemen
Muhammed aleyhisselama gelip,
derler ki:
(Sen Habibullahsın! Habib ise, vasıtaların en faydalısıdır. Bize
Rabbinden şefaat eyle! Zira Peygamberlerin
birincisi olan Âdem aleyhisselama gittik. Bizi Nuh aleyhisselama
gönderdi. Nuh aleyhisselama gittik. İbrahim aleyhisselama gönderdi.
İbrahim aleyhisselama gittik. Musa aleyhisselama gönderdi. Musa
aleyhisselama gittik. İsa aleyhisselama gönderdi. İsa aleyhisselam ise,
size gönderdi. Ya Resulallah, senden sonra gidecek bir yerimiz kalmadı.)
Resulullah efendimiz, (Allahü
teâlâ izin verir ve razı olursa, şefaat ederim) buyurup,
Allahü teâlânın izni ile şefaat
eder.”
Bu duruma göre, Peygamberimiz
hariç, diğer Peygamberler
şefaat edemeyecek mi?
CEVAP:
Peygamberlerin hepsi şefaat edecektir.
Yukarıda bildirilen ilk şefaat etme durumuyla ilgilidir.
Peygamber efendimizden önce
hiçbir Peygamber şefaat
etmeyecektir, bu bildiriliyor. Peygamber
efendimizin şefaatinden sonra bütün
Peygamberler şefaat edecektir.
Peygamberlerden başka, melekler,
Kur’an-ı kerim, mezhep imamları, âlimler, salihler, evliya, şehitler,
akrabalar, din kardeşlerimiz, hacılar ve daha başkaları şefaat
edecektir.
Peygamber efendimizin şefaati şöyle olacak:
1- Mahşerde bekleme azabından kurtaracaktır. (Makam-ı Mahmud şefaati)
2- Çok kimseyi hesapsız Cennete sokacaktır.
3- Günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.
4- Sevabı ve günahı eşit olup, A’raf’ta bekleyenleri Cennete koyacaktır.
5- Cennettekilerin derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir.
(İtikadname, Berika, Şir’a şerhi)
Şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin
şefaatleri ile de, yetmişer bin kişi sorgusuz, sualsiz Cennete
girecektir. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Bütün Peygamberler şefaat
edecektir.) [Buhari]
(Kıyamette Peygamberler, sonra
âlimler ve şehitler şefaat eder.) [İbni Mace,
Deylemi]
(Kıyamette Âdem aleyhisselam bir milyar insana şefaat eder.) [Taberani]
(Akraba, emanete riayet eden, Peygamberiniz
ve din kardeşleriniz şefaat eder.) [Deylemi]
(Yemin ederim ki, [Hazret-i] Osman, 70 bin kişiye şefaat edip, Cehenneme
gitmekten kurtarır.) [İ. Asakir]
(Kıyamette abid Cennete girer, âlim ise halka şefaat için bekler.) [İ
Maverdi]
(İmamlarınız şefaatçilerinizdir.) [Dare kutni]
(Hacı, yakınlarından 400 kişiye şefaat eder.) [Ramuz]
(Allah indinde Kur’andan daha üstün şefaatçi yoktur. Ne
Peygamber, ne melek, ne de
başkası.) [Taberani]
(Kur'an okuyun! Çünkü kıyamette şefaat eder.) [Müslim]
(Kıyamette Allahü teâlâ,
“Melekler, Peygamberler ve
salihler şefaatlerini yaptılar. Bundan sonra benim büyük rahmetim kaldı”
buyurur.) [Buhari]
Görüldüğü gibi Peygamberler de
şefaat edecektir. Ancak şefaatler farklıdır. Akrabamızın veya bir
hacının şefaati Peygamberlerinki
gibi şümullü olmaz. Peygamberlerin
şefaati de Peygamber
efendimizin şefaati gibi olmaz. Hepsi derece derecedir. Bu bakımdan
bahsettiğiniz hadis-i şerif, yukarıdakilere zıt değildir.
Ülülazm Peygamberler
Soru:
Kelimullah ile kelimetullah aynı mıdır? Hazret-i İsa’ya niçin ruhullah
denmiştir? Âdem safiyullah deniyor? Bunlar ne anlama geliyor?
CEVAP:
Önce Ülülazm Peygamberlere
verilen unvanları bildirelim:
Muhammed aleyhisselama Habibullah denir.
İbrahim aleyhisselama Halilullah denir.
Musa aleyhisselama Kelimullah denir.
İsa aleyhisselama Ruhullah denir. Kelimetullah da denir.
Âdem aleyhisselama Safiyullah denir.
Nuh aleyhisselama Neciyullah denir.
Bu altı Peygamber, diğer
Peygamberlerden daha üstündür.
Bunlara Ülülazm denir. Hepsinin üstünü
Peygamber efendimiz Muhammed
aleyhisselamdır.
Habibullah, Allahü teâlânın
sevgilisi demektir. Çünkü en çok Onu seviyordu. Kâinatı Onun için
yarattı.
Kelimullah, Allahü teâlânın
kendisi ile konuştuğu kimse demektir. Kelim, kendisine söz söylenen,
kendisiyle konuşulan demektir.
Kelimetullah, Allahü teâlânın
kelimesi demektir. Kelime, burada ruh anlamındadır, bir de hikmetli söz
anlamındadır. İsa aleyhisselam için kullanılan ruhullah veya
kelimetullah, Allah’ın ruhundan üfleyerek babasız meydana getirdiği
kimse anlamındadır. Bir de Allah’ın hikmetli sözlerini bildiren, anlatan
anlamındadır. Kelime ile kelim ifadesini karıştırmamalıdır.
Halilullah, Allahü teâlânın dostu
demektir. Çünkü bunun kalbinde, Allahü teâlânın
sevgisinden başka, hiçbir mahlukun sevgisi yoktu.
Safiyullah, Allahü teâlânın ihsanı
ile seçilmiş olarak yaratılmış temiz kimse demektir.
Neciyullah, hep Allahü teâlâ ile
meşgul olan, ilahi feyizlerle sevinç bulan kimse demektir.
Peygamber efendimiz hariç diğerleri bir kavme
bir millete gönderildi. Peygamber
efendimiz ise bütün âlemlere gönderildi. Diğer peygamberlerin hepsi,
Muhammed aleyhisselamın
geleceğini, kendi ümmetlerine müjdelediler. Miracda hepsine imam olup
namaz kıldırdı.
İlk insan ve ilk Peygamber
Soru:
(Âdem ve Havva ilk insan değildir. Biz, başka mahlûklardan türedik)
diyenler çıkıyor. Bu sözün ilmi bir değeri var mıdır?
CEVAP:
Bu söz; akılla, mantıkla, ilimle bağdaşmaz. Herkes Hazret-i Âdem’in
neslinden gelmiştir. Kur’an-ı kerimde, Allahü
teâlâ, insanlara hitap ederken, (Ya beni Âdem’e = Ey
Âdemoğulları) buyuruyor. [Araf 26,
27, 31, 35, Yasin 60]
Bu husustaki âyet-i kerime mealleri şöyledir:
(Rabbin, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediği zaman, melekler,
“Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek kimseler mi yaratacaksın?"
dediler. “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu. Âdem’e bütün
eşyaların isimlerini [neye yaradıklarını, ilmini, sanatını] öğretti,
sonra meleklere, “Siz de biliyorsanız söyleyin” buyurdu. Melekler,
“Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur”dediler.
Âdem’e, “Her şeyin ismini [ne işe yaradığını] söyle buyurdu. Âdem de,
hepsini söyleyince, Rabbin, “Ben göklerde ve yerde, görülmeyen, gizli
açık her şeyi bilirim demedim mi” buyurdu.) [Bakara
30-33]
(Sizi bir tek nefisten, candan [Âdem aleyhisselamdan], ondan da eşini
[Havva validemizi] yaratan Allah’tır.) [Araf
189, Zümer 6]
İnsanlar bir kişiden, Hazret-i Âdem’den yaratılmıştır. (Nisa
1, Enam 98)
İlk insan topraktan, nesli nutfeden yaratıldı. (Fatır 11, Hac 5, Kehf
37, Mümin 67)
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı
yeryüzünün her tarafından alınan topraklardan yarattı. Bu sebeple
neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu
renkler arasında bulunanlar da oldu. Kimi yumuşak, kimi sert, kimi de
temiz oldu.) [Ebu Davud]
(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı
yarattıktan sonra, “Git şu meleklere selam ver. İşte senin ve neslinin
selamlaşması böyle olacaktır” buyurdu.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, Cehennemdeki azabı
en hafif olana "Dünyadaki her şey senin olsaydı, Cehennemden kurtulmak
için onları feda eder miydin?" buyurur. O da "Evet" der. "Sen Âdem’in
sulbünde iken, çok az şey istedim, şirk etme dedim. Ama sen şirk ettin”
buyurur.) [Hâkim]
(Hazret-i Âdem’e kadar olan soyumda, zina eden hiç kimse yoktur. Hepsi
temizdir.) [İbni Sa’d]
(Hazret-i Âdem’den babama kadar hep nikâhlı ana-babadan geldim.) [Deylemi]
(Yecüc ve Mecüc de, Âdem aleyhisselamın neslindendir.)
[Beyheki]
(Hepiniz Âdem aleyhisselamın çocuklarısınız.) [Bezzar]
Bu delillerden sonra, (Biz Âdem’den değil, maymundan, başka mahlûktan
geldik) diyerek insanlığı hazmedemeyene, gözü hayvanlıkta olana, kim, ne
anlatabilir ki?
Soru:
Âdem, İdris ve Şit aleyhimüsselamın peygamberliklerinde şüphe var mı?
CEVAP:
Hayır yoktur. İdris aleyhisselam, Şit aleyhisselamın torunlarındandır.
Hazret-i Şit, Hazret-i Âdem’in oğludur. Şit aleyhisselamın
Peygamber olduğu hadis-i şerifle
bildirilmiştir. Diğer ikisinin Kur’an-ı kerimde
Peygamber olarak isimleri
geçmektedir. Bunları inkâr, Kur’an-ı kerimi inkâr olur. Kur’an-ı kerim
tevili imkansız bir şekilde şöyle bildiriyor:
(İdris de sadık [özü sözü doğru] bir nebi idi.) [Meryem 56]
Her âyeti inkâr gibi, bu âyeti de inkâr küfürdür. Hazret-i İdris’in
Peygamber olduğu hadis-i şerif
ile de sabittir. Bu husustaki iki hadis-i şerif meali:
(Miracta, ikinci göğe vardık. Cibril, bekçisine “Kapıyı aç” dedi. Melek
Ona dünya semasının bekçisininkine benzer sorular sordu. Hazret-i
İdris’e uğradığımda bana şöyle dedi: “Merhaba ey salih
Peygamber ve salih kardeş.” Ben
“Bu kim?” diye sordum. Cebrail, “Bu İdris
Peygamberdir” dedi.) [Buhari,
Müslim,
İ. Ahmed]
(Resullerin ilki Âdem, sonuncusu ise
Muhammed’dir. İsrail oğullarının nebilerinin ilki Musa ve
sonuncusu İsa’dır. Kalem ile yazan ilk
Peygamber ise İdris’tir.) [Hakim-i
Tirmizi]
Âdem aleyhisselamın ilk insan ve ilk
Peygamber olduğu da bütün kitaplarda yazılıdır. Kur’an-ı
kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği
Peygamberlerden Âdem’in soyundan,
Nuh ile birlikte [gemide] taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in
soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.)
[Meryem 58]
Âdem aleyhisselamın ilk Peygamber
olduğunu bildiren bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Peygamberlerin ilki Âdem
aleyhisselamdır.) [Taberani]
İmam-ı a’zam hazretleri de buyuruyor ki:
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam,
sonuncusu Muhammed
aleyhisselamdır. (Fıkh-ı ekber)
Hazret-i Âdem’in üstünlüğü
Soru:
İki âyet meali şöyledir:
(Nebilerden [Yalnız Allah’a kulluk ve ümmetlerini buna davet
edeceklerine dair] söz almıştık. Senden, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem
oğlu İsa'dan misak [sözüne sâdık olan o resullerden, ahitlerinde
duracaklarına dair sağlam söz] aldık.) [Ahzab
7]
(O, Dîni doğru tutun [Allah’ı bir tanıyın, ona itaat edin,
peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe inanın, mümin ve Müslüman
olun], ayrılığa düşmeyin diye dinden [iman esaslarından] Nuh’a
emrettiğini sana da [senin ümmetine de] din olarak emretti. İbrahim’e,
Musa’ya ve İsa’ya vahyedilenleri, sizin için de din kıldı.) [Şura 13]
Bu âyetler, bu beş peygambere gelen dinin aynı olduğunu ve ülülazm
peygamberlerin beş olduğunu, Hazret-i Âdem’in ülülazm peygamber
olmadığını göstermiyor mu?
CEVAP:
Hayır. Sadece iki âyet alınmaz. Bir âyet, başka âyetlerle açıklanabilir.
Bu âyetler, her peygamberin getirdiği dinin, iman esasları yönünden aynı
olduğunu gösteriyor. Yani, diğer dinler kötü insanlar tarafından
bozulmadan önce Âmentü’nün esasları bütün dinlerde aynı idi.
Seçilmişlerden olan Hazret-i Âdem ile ilgili iki âyet-i kerime meali:
(Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. “Eğer
sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin” dedi.) [Bakara
31]
(Sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, “Âdem’e secde edin”
dedik; İblis’ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.) [Araf
11]
Bu âyetlerde, Hazret-i Âdem’in âlemlere tercih edilenler arasında,
meleklerden daha üstün olduğu, Meleklerin kendisine secde ettiği ve
eşyanın mahiyetini bildiği açıklanıyor. Kur’an-ı kerimde,
Peygamber gönderilmeyen kavme
azap yapılmayacağı ve Hazret-i Âdem’in oğlu Kabil’in cehennemlik olduğu
bildiriliyor. Bu âyetler de Hazret-i Âdem’in peygamber olduğunu
göstermektedir.
Hazret-i Âdem ile ilgili birkaç hadis-i şerif meali:
(Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan
bir nebidir.) [Hâkim, Beyheki]
(Allahü teâlâ, Âdem’i kudret
eliyle Cuma günü yaratıp ruhundan nefhetti.) [Müslim]
(Allahü teâlânın indinde günlerin
seyyidi Cumadır, kurban ve Ramazan bayramı gününden de kıymetlidir. Cuma
gününün beş hasletinden biri; Allah, Âdem’i Cuma günü yarattı. Dünyaya o
gün indirildi, o gün vefat etti.) [Buhari,
İ. Ahmed]
(Musa, “Ya Rabbi, Âdem sana nasıl şükretti?” dedi.
Allahü teâlâ buyurdu ki: “Başına
gelenin benden olduğunu bildi. Bu onun şükrü oldu.”) [Hakîm-i
Tirmizi]
(Allahü teâlâ Âdem’e her şeyin
sanatını öğretti. Cennet meyvelerinden ona rızk verdi. Dünya meyveleri
bozulur, Cennet meyveleri bozulmaz.) [Taberani]
(Her gün üç kere, “Selâvatullahi alâ Âdeme” diyenin bütün günahları
affolur ve Cennette Âdem aleyhisselama arkadaş olur.) [Deylemi]
(Âdem ile Musa Rableri nezdinde münazara etti, Âdem Musa’ya galip
geldi.) [Buhari,
Müslim]
Hazret-i Âdem ülülazm bir peygamberdir. (İtikadname, Ahlak-i alai)
İlk peygamberi inkâr
Soru:
Bazıları Hazret-i Âdem’in ilk peygamber olduğunu inkâr ediyorlar. Oğlu
Kabil’in cehennemlik olması, Hazret-i Âdem’in ilk Resul olduğunun başka
bir delili değil midir?
CEVAP:
Elbette öyledir. Allah’ın emrini kabul etmeyen Kabil’in, cehennemlik
olması, babasının peygamber olduğunu göstermektedir. Çünkü
Allahü teâlâ bir peygamber gönderip,
dinini bildirmeden insanları mesul tutup, yaptıklarından dolayı
cehenneme atmaz. Bir âyet meali:
(Biz, [helal ve haramları bildiren] bir resul göndermeden önce azap
etmeyiz.) [İsra 15]
Hazret-i Âdem gibi, İdris aleyhisselamın da peygamberliğini inkâr
edenler var. Hazret-i İdris, Şit peygamberin torunlarından, kendisine 30
suhuf indirilen bir peygamberdir:
(İdris de sadık [özü sözü doğru] bir nebi idi.) [Meryem 56]
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Miracda, ikinci gökte iken Cebrail, “Bu İdris
Peygamberdir” dedi.) [Buhari,
Müslim]
(Resullerin ilki Âdem, sonuncusu Muhammed’dir.
Kalemle yazan ilk nebi İdris’tir.) [Hakîm]
(Nebilerin ilki Âdem aleyhisselamdır.) [Taberani]
Hazret-i Âdem, ilk peygamberdir. İki âyet meali:
(Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi
ile İmran ailesini [peygamber] seçip âlemlere üstün kıldı.) [Al-i
İmran 33]
(İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği nebilerden Âdem’in
soyundan, Nuh ile birlikte [gemide] taşıdıklarımızdan, İbrahim ve
İsrail’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız
kimselerdendir.) [Meryem 58]
Resullerin ilki Âdem, sonuncusu Muhammed’dir
[aleyhimesselam] (İmam-ı a’zam - Fıkh-ı ekber)
Kabil’in katil olması
Soru:
Hazret-i Âdem’in oğlu Kabil, niçin, kardeşi Habil’i öldürdü?
CEVAP:
Hazret-i Havva bir kız, bir erkek doğururdu. Kabil ile doğan kız
[Eklima] çok güzeldi. Kabil bu kardeşi ile evlenmek istedi. Hazret-i
Âdem, (Allah’ın emri böyle. Sen kardeşin Eklima ile evlenemezsin. Eğer
bana inanmazsan, Habil ile Allah’a birer kurban kesin, hanginizin
kurbanı kabul olursa Eklima ile o evlenir.) dedi.
Sürü sahibi Habil, bir koç, çiftçi olan Kabil de, bir demet buğday
başağı ortaya koydu. Kabul olan kurbanı gökten bir ateş inip yakardı.
Gökten inen ateş, Habil’in kurbanını yaktı. Başak demetine bir şey
olmadı. Kabil, buna kızıp, Habil’i öldürdü.
Bu olay Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildiriliyor:
(Onlara, Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini anlat: Hani birer
kurban takdim etmişlerdi de, birinden kabul edilmiş, diğerinden ise
kabul edilmemişti. [Kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kıskançlık yüzünden,
kardeşi Habil’e], “Andolsun seni öldüreceğim” dedi. Diğeri de dedi ki:
“Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder. Andolsun ki sen, öldürmek
için bana elini uzatsan da ben öldürmek için sana el uzatacak değilim.
Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah‘tan korkarım. Sen, hem benim günahımı
hem de [beni öldürmek, Allahü teâlâya
ve babamıza isyan ederek işlediğin] kendi günahını yüklenip ateşe
atılacaklardan olursun, zalimlerin cezası işte budur.” Bunun üzerine,
[Kabil, bir insan nasıl öldürülür bilmiyordu, ilk insan öldürülecekti.
İblisin, bir kuşun başına taş vurarak öldürdüğünü görüp] nefsine uyup
kardeşini [başına taş ile] öldürerek, hüsrana [cehenneme giderek büyük
zarara] uğrayanlardan oldu. [Kabil, ölünün gömüleceğini bilmiyordu.]
Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona [ölü
kargayı gömmek için] yeri eşeleyen bir karga gönderdi. [Kabil] “Bana
yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü gömmek için bu karga kadar olmaktan
aciz kaldım” dedi.) [Maide 27-31]
Eski devirler
Soru:
Eski devirdeki insanlara ne olmuş? Dinozorlar gibi güçlü ve dayanıklı
hayvanların bile kurtulamadığı buzul çağından kurtulup nasıl nesillerini
devam ettirmişler?
CEVAP:
Herkes Âdem aleyhisselamdan geldiğine göre, demek ki kurtulup gelmiştir.
Allah için bu zor değildir. Yoktan var eden, var olanı koruyamaz mı?
Korkunç kertenkele anlamına gelen dinozorlar hakkında kesin bilgiler
yoktur. Neden nesillerinin tükendiği kesin bilinmemektedir. İnsanlar
yaşayabilir de, hayvanların yaşayamayacağı bir ortam olabilir. Tahminler
üzerine, yani hayali zemin üzerine bina kurulmaz.
NOT: İlk insanlar vahşi miydi, diller ve ırklar nasıl meydana çıktı? Bu
konularda bilgi için buraya tıklayınız.
Rabbiniz değil miyim?
Soru:
(Allah bütün insanlara, ben sizin Rabbiniz değil miyim diye sorduğu
zaman, kâfir olanlar evet demedi) deniyor. O zaman, hepsi evet dememiş
miydi?
CEVAP:
Evet, hepsi evet demişti. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Kıyamette, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye, Rabbin
Âdemoğullarının sulbünden soyunu çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu
ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” [Onlar da,] “Evet, [buna]
şahit olduk” dediler.) [Araf 172]
İmam-ı Gazali hazretleri de buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, onlara, (Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?) buyurdu. Hepsi, (Rabbimizsin, biz buna şahidiz) dediler.
Allahü teâlâ, melekleri ve Âdem
aleyhisselamı da şahit tuttu ki, onlar Allahü
teâlânın Rab olduğunu ikrar ettiler. (Kıyamet ve Ahiret)
Hazret-i Havva
Soru:
Bazı Hristiyanlar, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Havva’dan önce başka bir
eşi daha olduğunu söylüyorlar. Böyle bir şey olabilir mi?
CEVAP:
Bu, evrimci Hristiyanların uydurmasıdır. Tahrif edilmiş olan İncillerde
bile, böyle uydurma şey yazılı değildir. Bazı evrimciler de, hiçbir
vesikaya dayanmadan, maymun veya ayıdan türediklerini söylüyorlar.
Hâlbuki Allahü teâlâ, bütün
insanları Hazret-i Âdem’le eşi Hazret-i Havva’dan meydana getirdi.
Kur'an-ı kerimde, bu husus açıkça bildirildi. Üç âyet-i kerime meali:
(Sizi bir tek candan yaratan, ondan da eşini var eden, ikisinden de,
birçok erkek ve kadın yaratan Rabbinizden korkun.) [Nisa
1]
(Sizi bir tek candan [Âdem’den], ondan da eşini [Havva’yı] yaratan
Allah’tır.) [Araf 189]
(Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle
tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık.) [Hucurat 13]
Hazret-i Âdem ve kan grupları
Soru:
Bir yazar, (Kur'anda bütün insanların Âdem ile Havva'dan yaratıldığı
şeklinde bir söylem yoktur. Allah, ilk hücreyi yaratıp bütün canlıları
bu hücreden yaratmıştır. Değişik kıtalarda insanların evrimleşerek
yaratılış aşamalarına gelindiğinde Allah, kudreti ile çeşitli insanlar
yaratmış olabilir. Bir tek ana babadan gelindi denirse, kan gruplarının
ve deri renklerinin farklılığı izah edilemez. Hiç iki kişiden dört kan
grubu meydana çıkar mı? İki insandan siyah, beyaz, sarı renkli çocuklar
olur mu? Âyetlerde, insanın aşamalardan geçip evrimleşerek yaratıldığı
bildirilmektedir) diyerek hem insanoğlunun Hazret-i Âdem’den geldiğini
inkâr etmekte, hem de evrimden söz etmektedir. Bu iddiaya nasıl bir
cevap verilebilir?
CEVAP:
Bu kimselere göre, sanki Peygamber
efendimiz hiç dünyaya gelmedi, hiçbir âyeti açıklamadı. Kasten
Resulullahın açıklamalarına hiç yer verilmemektedir. Sanki
bu dinin sahibi, peygamberi yok. Her kafadan bir sesin çıkması normal
mi? Ne diye Resulullahın
açıklaması ve vârisleri olan müfessir âlimlerin nakli alınmaz ki? Şimdi
Kur’an-ı kerime bakalım:
(Allah, birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ve
İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldı.) [Âl-i İmran 33]
(Ey Âdemoğulları, şeytan, ana-babanızı, Cennetten çıkardığı gibi, sizi
de aldatmasın.) [Araf 27]
Allahü teâlâ, insanlara hitap ederken buyuruyor
ki: (Ya benî Âdem’e = Ey Âdemoğulları) [Araf
26, 27, 31, 35, 172] (Bu âyetler de herkesin Hazret-i Âdem’in neslinden
geldiğini göstermektedir.)
(Velekad keremnâ benî Âdem’e = Âdemoğullarını şerefli kıldık) [İsra 70]
Bu âyet de, insanların Hazret-i Âdem’den geldiğini göstermektedir.
İlk insan çamurdan, nesli, nutfeden yaratıldı; nutfe, çeşitli
devrelerden sonra et, kemik ve insan haline geldi. (Müminun 12-14, Secde
7-9, Hac 5, Mümin 67) Yazar, bu devrelere, evrim aşaması diyor.
Şimdi de kan gruplarına gelelim:
Yazar biyoloji bilmeyebilir. Ama bilen birine soramaz mıydı? Sordu da
kasten mi yanlış yazıyor? Biyologlar diyor ki:
Çocuğun kan grubu ana-babasına benzemeyebilir: Çocuğun kan grubu, baba
veya anasınınkine benzer. Bazen her ikisine de benzer veya her ikisine
de benzemez. Eğer çocuğun kan grubu, ana-babasının kan grubundan başka
türlü olmasaydı, yeryüzünde yalnız iki çeşit kan grubu bulunurdu. Çünkü
bütün insanlar, bir erkekle bir kadından meydana gelmişlerdir.
Âdem aleyhisselamın kan grubu (A), Hazret-i Havva validemizin kan grubu
(B) veya tersi ise; (A) grubunda, (B) grubunda ve (AB) grubunda
çocukları olacağı gibi, 0 (Sıfır) grubunda da çocukları olabilir. Çünkü
A ve B kan grupları ya saf (homozigot-AA veya BB) veya melez
(heterozigot-A0 veya B0) olur.
Saf A ve saf B kan gruplu anne babanın çocukları her zaman saf A ve saf
B şeklinde olur. Hazret-i Âdem aleyhisselam ve Hazret-i Havva
validemizin kan grupları saf A ve saf B olsaydı bütün insanların kan
grupları yalnız A, B veya AB şeklinde olurdu. Fakat kan grupları melez
(A0 ve B0) olduğu takdirde şimdiki gibi her çeşit (A, B, AB, 0) kan
gruplu insanlar olurdu. Çünkü heterozigot (melez) A ve B kan gruplarının
genotip yapısının yarısı 0 (Sıfır) geni taşır. Yani A’nın genetik yapısı
A0 ve B’nin ki B0 şeklindedir. Rh faktörüne göre de (Rh+) ve (Rh-) olmak
üzere iki tip kan grubu mevcuttur. (Rh+) de saf (RhRh) veya melez (Rhrh)
şeklindedir. (Rh-) ise daima saf (rhrh) halde bulunur.
Melez (Rh+) anne babanın çocukları hem (Rh+) hem de (Rh-) doğabilir. O
halde melez (Rh+) ve melez (A) ve melez (B) kan gruplu anne babadan;
(Rh+), (Rh-), (A), (B), (AB), (0) kan gruplu çocuklar doğabilir.
Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havva validemizin kan grupları (Rh+), (A), (B)
olduğu takdirde de günümüzdeki gibi her çeşit kan grubu ortaya
çıkabilir. Yani birinin (Rh+), diğerinin (Rh-) olmasına lüzum yoktur.
Önceki yıllarda ÖSS Biyoloji sorularından birinde hangi anne-babanın kan
grubundan her çeşit kan grubu çocukları doğabilir şeklinde bir soru
çıkmıştı. Bugün adli tıpta da, babalık tespitinde de kan grupları önemli
rol oynamaktadır.
Hamilelik, lohusalık, narkoz, radyoterapi ve arsenikli ilaçlar bazen kan
grubunu değiştirir. Bir insanın kan grubu değişince anasının da,
babasının da kan grubuna benzemeyebilir. Bu bakımdan da aynı
anne-babadan meydana gelen çocukların kan grupları iki çeşit değildir.
Kan grupları sistemler şeklinde incelenmektedir. Mesela, AB0, Rh sistemi
gibi başka kan grubu sistemleri de bilinmektedir. Daha başka
bilinmeyenlerin de bulunduğu söylenmektedir. Her kan grubu sistemi,
diğer sistemlerden müstakil olarak çalışmaktadır. Tıbbi tatbikatta, yani
hastalık ve tedaviyi ilgilendiren kan grubu uyuşmazlıklarında herkesin
bildiği yukarıdaki AB0 ve Rh sistemleri önemlidir.
Dört çeşit kan grubu
AB0 sisteminde dört çeşit kan grubu vardır:
1- Sıfır (0) grubunda, kişiler 0 ve 0 genlerini (00) taşır ve
homozigottur. (İki geni aynı).
2- A grubundakinin genleri, A ve 0’dır (A0) (Heterozigot = iki geni
farklı = melez), veya A ve A’dır (AA) (Homozigot = saf).
3- B grubundakiler, ya B ve B’dir (BB) (Homozigot) veya B ve 0’dır (B0)
(Heterozigot).
4- AB grubundakinin genleri ise, A ve B’dir (AB) (Heterozigot).
Mesela, A grubundaki heterozigot (A0) bir erkeğin toplam sperm sayısının
yarısı A, yarısı da 0 genini taşır. Mesela 500 adet sperminin 250 adeti
(A), diğer 250 adeti ise (0) genini taşır. B grubundaki heterozigot (B0)
bir dişinin toplam yumurta sayısının yarısı B, yarısı da 0 genini taşır.
Bu vasfa hâiz kimseler, evlendiklerinde, AB0 sisteminin dört grubunda
da, yani A, B, AB, 0 gruplarında da çocukları olabilir.
Bunu açıklayalım:
1- Birinin A genini taşıyan yumurta veya sperm, diğerinin 0 genini
taşıyan üreme elemanı ile bir embriyon yaparsa bundan A grubunda (A0)
çocuk olur.
2- B geni 0 ile birleşince B grubunda (B0),
3- A geni B geni ile birleşince AB grubunda,
4- 0 geni 0 geni ile birleşince 0 grubunda (00) çocuk veya çocuklar
olur.
Rh sisteminde de Rh (+) olan bir kimse, heterozigot ise, yani
genlerinden biri (+), diğeri (-) ise, kan grubu Rh (-) olan biri ile
evlenince, çocukların kan grubu Rh (+) da olabilir, Rh (-) de olabilir.
Heterozigot Rh (+) iki birey evlendiklerinde de hem Rh (+) hem de Rh (-)
çocukları olabilir.
Yukarıdaki sistemde genlerin A, B ve (+) genleri, 0 ve (-) genlere karşı
baskın (dominant) olup, onların özelliklerini örter (yani gizler).
Diğer kan grubu sistemlerinde de durum böyledir.
Hazret-i Nuh ve tufan
Soru:
Nuh aleyhisselama ikinci baba denilmesinin sebebi nedir?
CEVAP:
Nuh aleyhisselam zamanında Tufan olup, bütün dünyayı su kapladı.
Yeryüzünde bulunan insanların ve hayvanların hepsi boğuldu. Fakat, Nuh
aleyhisselam ile gemide bulunan müminler kurtuldu. Nuh aleyhisselam
gemiye binerken, her hayvandan birer çift almış olduğundan, hayvanlar
da, bunlardan üredi.
Nuh aleyhisselamın gemide üç oğlu vardı: Sam, Yafes ve Ham. Şimdi yer
yüzünde bulunan insanlar, bu üçünün soyundandır. Bunun için, Nuh
aleyhisselama ikinci baba denir.
Soru:
Nuh aleyhisselamın kıssasını anlatır mısınız?
CEVAP:
Hud suresindeki Hazret-i Nuh’un kıssasının özeti şöyle:
Hazret-i Nuh kavmine dedi ki :
- Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım; Allah’tan başkasına kulluk
etmeyin!
İnkârcıların ileri gelenleri dediler ki:
- Sen de bizim gibi bir insansın. Senin bizden bir üstünlüğün yoktur.
Sen yalan söylüyorsun. Sonra sana uyanlar alt tabaka insanlardır.
- Ey kavmim! Rabbim bana Peygamberlik
vermişse, ne diyeceksiniz?
- Hayır yâ Nuh, sen, bizimle mücadelede çok ileri gittin.
Peygamber isen, sözün doğru ise,
artık tehdit ettiğin azabı getir!
- Allah dilerse bela getirir. O, bela göndermekten aciz değildir.
Allahü teâlâ, Hazret-i Nuh’a, bir gemi yapmasını
emredip, (Sana inananlardan başkası suda boğulacaktır) buyurdu. Denizden
uzak, kırsal bir yerde, gemiyi yaparken, inkârcıların ileri gelenleri,
yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. Gemi üç kat olarak yapıldı. Üst
kata inananlar, ikinci kata evcil hayvanlar, alt kata ise vahşi
hayvanlar kondu.
Allah’ın emri geldi. Buharlı gemi çalışmaya başlayınca, yarısı erkek,
yarısı kadın olmak üzere 72 mümin ile, her cinsten birer çift hayvan
gemiye alındı. Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken,
Hazret-i Nuh, dağa tırmanan oğlu Kenan’a dedi ki:
- Ey oğulcuğum, bizimle beraber gel, kâfirlerden olma!
- Dağa çıkar, sudan kurtulurum.
- Bugün mümin olmayan kurtulamaz.
Aralarına dalga girdi, oğlu da boğuldu.
Altı ay kadar su üstünde kaldıktan sonra, yere, “Suyunu yut”, göğe de,
“Suyunu tut” denildi. Sular çekildi; gemi de Cudi dağının üzerine
yerleşti. [Nuh aleyhisselam, 40 yaşında peygamber oldu. 950 yıl kavmine
nasihat etti. Tufandan sonra da 50 yıl yaşadı.]
Hazret-i Nuh dedi ki:
- Ya Rabbi, benim ailemden olanları kurtaracaktın. Senin vaadin haktır.
Vaadinden dönmezsin. Benim oğlum suda boğuldu.
- Ey Nuh! O oğlun, kötü bir iş işlediği için, senin ailenden sayılmaz.
Ailenden olanları kurtardım.
Görüldüğü gibi, bir müslümanın dinsiz oğlu, onun ailesinden sayılmıyor.
Dinsize miras da düşmez. Müslüman evladı olduğu halde, farzlara, mesela
namaza önem vermeyen, günah işleyince pişman olmayan mürted olur,
müslümandan miras alamaz. Babası sahip çıkmayan veled-i zina, babasına
vâris olamaz. (Redd-ül-muhtar)
Hazret-i Nuh’un gemisi
Soru:
Nuh’un gemisine, 6 milyon hayvan türü, her türden de birer çift nasıl
sığdı?
CEVAP:
Bu hayvan türleri içinde, bit, pire, sinek gibi küçük hayvanlar
çoğunluktaydı. Büyük hayvanlar bildiğimiz hayvanlardır. Onların sayısı
da yüzü geçmez. Gemi çok büyüktü, aylarca, hatta yıllarca imal edildi. 6
değil, 12 milyon hayvan türünü bile içine alacak kapasitedeydi.
Allahü teâlânın kudretinden şüphe
edilemez.
Soru:
Tufandan sonra, bütün insanlar sadece Hazret-i Nuh’un çocuklarından mı
meydana geldi?
CEVAP:
Evet, sadece Hazret-i Nuh’un çocuklarından meydana geldi.
Hazret-i İbrahim ve Azer
Soru:
Resulullah'ı Müslümanların
gözünde küçültmeye çalışan bir ilahiyatçı, bu konudaki hadis-i şerifi
gizleyip, (Kâfir olan Azer’in, İbrahim
Peygamber’in üvey babası ve amcası olduğunu söyleyen âlimler
varsa da, bizim için Kur’anın görüşü geçerlidir. Kâfir Azer, İbrahim
Peygamber’in öz babasıydı) diyor.
İslam âlimleri, Kur’anın hükmüne aykırı mı konuşuyorlar?
CEVAP:
Sıradan bir Müslüman bile Kur’an’ın hükmüne aykırı konuşmaktan sakınır.
İslam âlimleri niye Kur'ana aykırı konuşacak ki? Bu sapıkların derdi,
Azer’in kim olduğu değildir. Maksatları, (Yalnız Kur'an) diyerek
Peygamber efendimizi devreden
çıkartmaktır. Onun vârisleri olan İslam âlimleri köprüsünü yıkmaktır. Bu
köprüler yıkılınca, bu gemi batırılınca, Müslümanlar kendiliğinden
boğulur.
(Kur’anın görüşü) diye çıkış yapmak mezhepsizlik taktiğidir. Görüş,
insanlara mahsustur. (Kur’anın görüşü) denmez, (Kur’an-ı kerimin hükmü)
denir.
Bunların daha başka taktikleri de vardır. Mesela herhangi bir bid’at
ehlini, büyük bir zat olarak gösterebilmek için, onu gerçek büyük
zatların arasına sokup takdim ederler. Mesela, (Ebu Hanife, İmam İbn-i
Teymiyye ve Gazalî gibi büyük zatlara dil uzatılmaz) derler. Burada
sapık İbni Teymiyye, iki büyük zat arasına sokuşturulmuştur. Bir Maocu
da aynı taktikle, (Fatih ve Mao gibi büyük zatların kıymetini bilmeli)
demişti. Onun derdi Fatih değildi, Mao’yu övebilmek için Fatih’i onun
yanına koymuştu. (Âlimler öyle söylüyor, ama Kur'an böyle söylüyor)
diyerek, sanki Ehl-i sünnet
âlimlerinin Kur'ana aykırı konuştukları hissini vermeye çalışıyor. Bu
hususta Peygamber efendimizin
ne buyurduğunu niçin yazmıyor? Maksadı, gerçeği gizleyip zihinleri
bulandırmaktır. Peygamber
efendimizin bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğu, âyet ve
hadislerle sabittir. Bunun aksini söylemek,
Resulullah'a açıkça düşmanlıktır.
Tevbe sûresinin 28. âyetine göre müşrikler necis yani pistir.
Peygamber efendimiz ise, bütün
dedelerinin temiz olduğunu bildiriyor. Şuara sûresinin 219. âyetinde,
(Vetekallübeke fissâcidîn) buyuruluyor. Tefsir âlimleri, bunun, (Senin
nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp sana ulaşmıştır) demek olduğunu
ve bütün ana babalarının mümin olduğunu gösterdiğini bildirmişlerdir.
Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i
kerimeyi tefsir ederken, bütün ana babalarının mümin olduğunu
bildirmişlerdir.
Mevahib-i ledünniyye kitabında,
Resulullah efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” bütün
dedelerinin temiz birer mümin olduğunu bildiren hadis-i şerifler ve İbni
Abbas hazretlerinin şu sözü naklediliyor:
(Seni, bir peygamberin neslinden diğer bir peygamberin nesline
naklettim. Yani senin soyun peygamberler silsilesidir. Bir babanın iki
oğlu olsa, peygamberlik hangisinde ise,
Resulullah ondan gelmiş demektir.)
Birkaç hadis-i şerif de şöyledir:
(Allahü teâlâ, İsmail evladından,
Kinane’yi ve onun sülalesinden Kureyş’i beğendi, seçti. Kureyş
evladından da, Haşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti.) [Müslim]
(Her asırdaki insanların en iyilerinden dünyaya getirildim.) [Buharî]
(En iyi insanlardan vücuda geldim. Silsilem, dedelerim en iyi
insanlardır.) [Tirmizî] (İçlerinde kâfir olsaydı, en iyi insanlar
denmezdi. Kâfire iyi insan denmez.)
(Allahü teâlâ, Arabistan’daki
seçilmişlerden beni seçti. Beni her zamandaki insanların en iyilerinde
bulundurdu.) [Taberanî] (Bu hadis-i
şerif de, kâfir olan Azer’in Resulullah'ın
dedelerinden olmadığını bildiriyor.)
(Dedelerimin hiçbiri zina etmedi. En iyi babalardan, temiz analardan
geldim. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların, en iyisinde
bulunurdum.) [Mevahib] (Zina küfrün yanında solda sıfır kalır, zina
sadece günahtır, ama küfür kâfirliktir.
Resulullah'ın soyunda zina eden bir baba olmadığına göre,
kâfir baba nasıl olur? Bu hadis-i şerif de kâfir Azer’in İbrahim
aleyhisselamın babası olmadığını göstermektedir.)
(Hazret-i Âdem’den babama kadar hep nikâhlı ana babadan geldim. Ben
ecdat olarak sizin en hayırlınızım.) [Deylemî]
(Soy bakımından da insanların en şereflisiyim. Öğünmek için
söylemiyorum.) [Deylemî] (“Hakikati
bildiriyorum, hakikati bildirmek vazifemdir, bunları söylemezsem
vazifemi yapmamış olurum” demektir. Bir insanın soyunda kâfir varsa,
kâfire iyi insan denmez. Bu hadis-i şerif de, kâfir olan Azer’in
Resulullah'ın dedelerinden
olmadığını açıkça göstermektedir.)
Bu hadis-i şerifler ve Şuara suresindeki âyet-i kerime,
Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz birer mümin
olduğunu göstermektedir. Kâfirler pis olduğuna göre, Hazret-i İbrahim’in
babasının kâfir olması mümkün değildir.
Molla Cami hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın
zerresini taşıdığı için, Hazret-i Âdem’in alnında nur parlıyordu. Bu
zerre, Hazret-i Havva’ya ve ondan Hazret-i Şit’e ve böylece temiz
erkeklerden temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti.
O nur da, zerre ile birlikte, alınlardan alınlara geçti.) [Şevahid]
Bu nur, kâfire geçmediği gibi, zina gibi bir günah işleyen mümine bile
geçmiyordu. Bu bakımdan da Azer, Hazret-i İbrahim’in babası değildi.
[Hazret-i İbrahim’in babasının ismi Taruh idi.]
Enam
suresinin 74. âyetinde, (İbrahim, babası Azer’e dediği zaman...)
buyuruluyor. Bir kimsenin iki ismi olup, birlikte söylenince, birinin
meşhur olmadığı, ikincinin meşhur olduğu anlaşılır. Meşhur olmayan
birincisindeki kapalılığı açıklamak için ikincisi söylenir. Hazret-i
İbrahim iki kimseye baba demektedir. Biri kendi babası, diğeri de üvey
babası ve amcası olan kimsedir. İcaz, belagat ve fesahat kaidelerine
göre, âyet-i kerimenin mânâsı, (İbrahim, ismi Azer olan babasına dediği
zaman…) demektir. Böyle olmasaydı, sadece (Azer’e dediği zaman) veya
(Babasına dediği zaman) demek yetişirdi. Eğer Azer kendi öz babası
olsaydı, “babası” kelimesi fazla olurdu. Türkçede de (Babam Ali geliyor)
denmez, (Babam geliyor) denir. (Hasan babam geliyor) denirse, bunun üvey
babası veya kayınpederi yahut baba denilen bir zat olduğu anlaşılır.
Demek ki kâfir olan Azer, babasından farklı bir kimsedir.
Kur’an-ı kerimde amcaya da, baba denilmektedir. Hazret-i İsmail,
Hazret-i Yakub’un amcasıdır, fakat Kur’an-ı kerimde (Amcan İsmail)
denmiyor, (Baban İsmail) deniyor. Çocukları, Hazret-i Yakub’a (Babaların
İbrahim ve İsmail ve İshak...) diyor. (Bakara
133) Yani, (Baban İbrahim, baban İsmail ve baban İshak) deniyor. Bir
kimsenin üç tane babası olur mu? Hazret-i İsmail, Hazret-i Yakub’un
amcasıdır, babası değildir. Babası olmadığı hâlde babası deniyor. Demek
ki hakiki baba değildir. Baba denilen başka biridir.
Tefsirlerde de, amcaya baba denildiği bildirilmektedir.
Peygamber efendimizin yaşlı
köylüye, amcaları olan Ebu Talib’e ve Hazret-i Abbas’a baba dediği,
çeşitli muteber kitaplarda yazılıdır. Onlara baba dediği için öz babası
olmuş olmuyorlar. İbrahim aleyhisselam da, (Azer babam) demekle, Azer’in
hakiki babası olmadığı anlaşılmaktadır.
Yalnız Araplarda değil, çeşitli milletlerde de, amcaya, üvey babaya,
kayınpedere ve yardımsever zatlara, baba demek âdettir. İnsanlara iyilik
eden, onları himayesine alan kimselere mecaz olarak, (Baba adam), (Fakir
babası) dendiğini hepimiz biliriz. Yaşlı kimselere de hürmeten (Baba)
denir. Bu bakımdan Hazret-i Yakub’un öz babası Hazret-i İshak iken,
Kur’an-ı kerimde, Hazret-i Yakub’a hitaben (Baban İsmail) buyurulmuştur.
Bütün bunlardan da anlaşıldığı gibi, kâfir olan Azer, İbrahim
aleyhisselamın babası değildi. Allahü teâlânın
âlemlere rahmet olarak gönderdiği
Peygamber efendimizin Hazret-i Âdem’e kadar olan dedelerinin
içinde kâfir olan biri yoktu.
İmam-ı Süyûti hazretleri de, Kitabüd-derc-il-münife isimli kitabında
Azer’in Hazret-i İbrahim’in amcası olduğunu ispat etmektedir.
Bütün Peygamberler Müslüman
idi
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren
ilahi dinlerin hepsi, insanlar bozmadan önce, amele ait hükümler hariç,
inanılacak şeylerde hepsi aynı idi. Bütün
Peygamberler Müslüman idi. Mesela
Yahudi ve Hristiyanların bizim Peygamberimiz
dedikleri nebiler için Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hristiyandı. O Allah’ı tanıyan doğru bir
Müslümandı.) [Al-i İmran 67]
(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve hepsinin torunları [Müslümandır],
onların Yahudi veya Hristiyan olduğunu söyleyenlere de ki, siz mi iyi
bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın bildirdiğini gizleyenden daha zalim
kim olabilir.) [Bakara 140]
Hazret-i Âdem’den başlayarak, gelen bütün hak dinler, Hazret-i Musa’dan
Peygamberimiz
Muhammed aleyhisselama kadar
gelen 3 din, [Musevilik, İsevilik ve İslamiyet] Allah’ın bir ve
Peygamberlerinin de birer insan
olduğunu bildirmiştir. Ancak Yahudiler, Hazret-i İsa’ya inanmadılar.
Hristiyanlar da putlara tapınmaktan kurtulamadı. Hazret-i İsa, (Ben de
sizin gibi bir insanım. Allah’ın oğlu değilim, Onun oğlu kızı yok)
dediyse de, Baba, Oğul ve kutsal ruh ismi ile 3 ayrı ilaha tapındılar.
Hazret-i Hud, Ad; Hazret-i Salih, Semud kavmine; Hazret-i Musa, Beni
İsrail’e gönderilmişti. Harun, Davud, Süleyman, Zekeriya ve Yahya
"aleyhimüsselam" da, yine Beni İsrail’e gönderilmiştir. Fakat, bunların
ayrı dini olmayıp, Beni İsrail’i, Hazret-i Musa’nın dinine davet
etmişlerdi. Hazret-i Davud’a inen Zebur’da emir ve yasakları bildiren
hükümler yoktu. Vaaz ve nasihat dolu idi. Tevrat’ı nesh etmedi, yani,
yürürlükten kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için Hazret-i Musa’nın
dini devam etti. Fakat zamanla Yahudiler Tevrat’ta değişiklik yaptılar,
Musevilik bozuldu. Hazret-i İsa gelince, bunun dini, Hazret-i Musa’nın
dinini nesh etti. Yani Tevrat’ın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Hazret-i
Musa’nın dinindeki bozulmayan hükümlerine de uymak caiz olmadı. Hazret-i
İsa’nın dinine uymak lazım oldu. Fakat, Yahudilerin çoğu, "Biz Tevrat’a
uyarız" diyerek Hazret-i İsa’ya iman etmedi. Bozulan Yahudilikte
kaldılar.
Hazret-i İsa, Beyt-ül-lahmde doğdu. Sonra Mısır’a gidip, daha sonra da
Nasıra’ya yerleşti. Burada 30 yaşında nebi oldu. Bunun için, Hazret-i
İsa’ya iman edene Nasrani ve hepsine Nasara denir.
Yahudiler, Hazret-i Musa’nın dinine uyuyoruz, Tevrat ve Zebur okuyoruz
diyor. Nasara da Hazret-i İsa’nın dinine uyuyoruz, İncil okuyoruz diyor.
Halbuki, bütün cihana gönderilen Muhammed
aleyhisselamın dini yani İslamiyet, daha önce gelmiş bütün dinleri nesh
etmiştir. Sadece bozulan kısımları değil, bozulmayan kısımları da
yürürlükten kaldırmıştır. İslam dininin hükmü kıyamete kadar
süreceğinden, başka bir dinde bulunmak caiz olmaz. Çünkü Kur'an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i
İmran19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.) [Al-i
İmran85]
Peygamber efendimizden sonra, hiç
Peygamber gelmeyecektir. Kur'an-ı
kerimde buyuruluyor ki:
(Muhammed aleyhisselam,
Allah’ın Resulü ve Peygamberlerin
sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Hızır aleyhisselam
Soru:
Bazıları, "Hızır gibi efsanevi kimseler, uydurmadır" diyor. Hızır
aleyhisselam hakkında hadis yok mudur?
CEVAP:
İslam âlimleri, Hızır aleyhisselamın varlığı hakkında değil,
Peygamberliği hakkında ihtilaf
edip, kimi nebi, kimi de veli demişlerdir.
İmam-ı Rabbani hazretleri, Hızır aleyhisselam ile görüşüp konuştuğunu;
fakat, vefat ettiğini, ruhunun insan şekline girdiğini bildirmektedir.
[M. 282]
Hazret-i Hızır’ın, birçok evliya ile görüştüğü bilindiği için hayatta
olduğunu söyleyenler olmuştur. Fakat ehl-i sünnet âlimlerinin hiçbiri
"Hızır diye biri yok" dememiştir.
Kehf suresinin 60-72. âyetlerinde, Musa aleyhisselamla Hazret-i Hızır’ın
arkadaşlıkları anlatılmaktadır. Tefsir ve hadis kitaplarında, Musa
aleyhisselamın arkadaşının Hazret-i Hızır olduğu bildiriliyor. (Beydavi,
Celaleyn, Medarik, Buhari),
Hazret-i Hızır hakkındaki hadis-i şeriflerden biri şöyle:
(Hızır, kuru bir yere beyaz bir post serip üstüne oturunca, kuru yer
birden yeşillenir. Biten yeşil otlar, arkasında sallandığı için ona
Hızır denmiştir.) [Buhari] (Hızır,
yeşil demektir.)
Kıssanın hikmeti
Soru:
Kur’anda geçen, Hızır’la Hazret-i Musa’nın kıssasının hikmeti nedir?
CEVAP:
Her kıssada ibret alınacak dersler vardır. Hazret-i Hızır’la Musa
aleyhisselamın kıssasından, âlimlerin çıkardığı hükümlerden bazıları
şunlardır:
1- Yolculukta hizmetçi bulundurmak caizdir. Sefere arkadaşla birlikte de
çıkılabilir. [Yolculukta birini emir [başkan] seçmek sünnet, buna tâbi
olmaksa vacibdir.]
2- İlim öğrenmek için, gerekiyorsa uzaklara gitmek müstehabdır.
3- Sefere çıkarken yiyecek almak caizdir ve tevekküle mani değildir.
4- Talebe, rütbe itibarıyla hocasından üstün olsa da, hocasına tevazu
göstermelidir. [İnsan bildiğinin hocası, bilmediğinin talebesidir.
Bilmediği bir şeyi bilen birinden öğrenirken, ona karşı tevazu
göstermelidir.]
5- Talebe, kaldıramayacağı bir şey sorarsa, hocası öğretemeyeceği için
özür dilemelidir.
6- Yapacağı bir işi söylerken inşallah demelidir.
7- Metbu [tâbi olunan], tâbi olana şart koşabilir.
8- Şart edilen şey yapılmalıdır.
9- Kişi, unuttuğu şeyden dolayı ayıplanmaz.
10- Tekrar, üç defa yapılır.
11- Yolcunun, ihtiyaç halinde yiyecek istemesi caizdir.
12- Yapılan iş için ücret alınabilir.
13- Fakir, geçimini karşılayan bir vasıtası olsa da, fakir olmaktan
çıkmaz.
14- Gasp etmek haramdır.
15- Yetimin malını veya emanet olan bir malı kurtarmak için, bir kısmına
zarar verilebilir.
16- İki zarar karşı karşıya gelince, büyüğünden kurtulmak için, küçüğünü
işlemek gerekir.
17- Binayı tamir gerekir. Yıkılıncaya kadar ihmal edilmez.
Hazret-i Eyyub ve sabrı
Soru:
Hazret-i Eyyub'ün, hastalanıp çeşitli belaya maruz kalmasının sebebi
nedir?
CEVAP:
Eyyub aleyhisselam, namaza durduğu zaman, dünya ile alakasını tamamen
keser, Hak teâlâdan başka bir şey düşünmezdi. Hak teâlâ, onun ibadet ve
taatteki sabrını övünce, yerde ve gökte bulunan bütün melekler,
ziyaretine geldiler. Şeytan, Eyyub aleyhisselamı kıskanarak Hak teâlâya
niyazda bulundu.
- Ya Rab, bu kuluna ne izzet verdin de melekler onu ziyarete geliyor?
- Eyyub benim sabırlı kulumdur. Sabırlı kullarıma böyle ikramlar da
azdır.
- Ya Rab, onun sabırlı olup olmadığı benim tecrübeme bağlıdır. İzin ver
de, ben onu bir tecrübe edeyim!
- Ey melun haydi tecrübe et!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Şüphe edilen altın, ateşle muayene edildiği gibi, insanlar da dert ile,
bela ile imtihan olur.) [Taberani]
Şeytan, izin üzerine, Eyyub aleyhisselamın yanına gitti. Sabrını taşırıp
yoldan çıkarmak için önce malına el uzattı. Dağda otlayan bütün
davarlarını [koyun ve keçilerini] öldürüp Eyyub aleyhisselamın yanına
geldi. Onu secdede bulup dedi ki:
- Ya Eyyub, sen hâlâ ibadetle meşgulsün. Halbuki Rabbin sana hışmetti.
Bütün davarlarını kırıp geçirdi. Ona hâlâ ibadet mi ediyorsun?
Hazret-i Eyyub namazını bitirip selam verdikten sonra buyurdu ki:
- Davarların hepsinin helak olduğunu söylüyorsun. Onlarla benim ne
alakam vardır? Ben sadece aciz bir kulum, köleyim. Kölenin nesi olur?
Bütün mal-mülk efendinindir. Efendi, kendi davarlarını helak etmişse,
bana ne? Ben kulum, kulluğumu bilirim.
Sonra, tekrar ibadete başlayınca, şeytan perişan oldu. Bu sefer de
evlatlarına el attı. On çocuğunun hepsini öldürüp tekrar Eyyub
aleyhisselamın yanına geldi. Dedi ki:
- Ya Eyyub yaptığın ibadetlerin Hak katında bir sineğin kanadı kadar
kıymeti yoktur. Rabbin sana gazap etti. Bütün çocuklarını öldürdü.
- Çocuklarımın benimle ne ilgisi var? Yaratan, can veren, yaşatan,
öldüren Odur. Hüküm yalnız kahhar olan Allahü
teâlânındır.
Tekrar namaza durdu. Şeytan, umduğunu bulamayınca çok üzüldü. Hak
teâlâya niyaz etti:
- Ya Rab, Eyyub kulunu çok sabırlı buldum. Mallarını ve evlatlarını
helak ettiğim halde gönlünü senden alamadım. Müsaade buyur da bir de
gidip elimi Eyyub'ün vücuduna süreyim, onu hastalandırayım! Bakalım bu
sefer sabredebilecek midir?
- Haydi git, bildiğini yap!
Şeytan, Eyyub aleyhisselam secdede iken, burnundan üfledi. Bütün vücudu
eridi. Zehirli yılan sokmuş gibi oldu. Her tarafı yara oldu. Buna rağmen
bir defa inleyip sızlamadı. Şeytan bir doktor şeklinde gelip, (Bir
sıkıntın varsa söyle, hemen tedavi edeyim) dedi. Fakat sıkıntısını belli
etmedi, halinden şikayet etmedi. Yedi yıl, hasta yattı. Yine de gücünün
yettiği nispette Rabbine ibadet ederdi.
Eyyub aleyhisselam Allahü teâlâdan
ümidini kesmeyip sabrederek imtihandan başarıyla çıkınca, bütün malı ve
evladı tekrar kendisine verildi. Allahü teâlâ,
sabredenlerle beraberdir. Onun kaza ve kaderine sabredenler sonsuz
nimetlere kavuşur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Sabredenlere, mükafatlar hesapsız verilecektir.) [Zümer
10]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Kimin,
bedenine, evladına veya malına bir musibet gelir de o da sabr-ı cemil
gösterirse [güzel sabrederse], Kıyamette ona hesap sormaya haya ederim.)
[Hakim]
Eyyub aleyhisselam, afiyete, mal ve evlatlarına kavuşunca, o gece seher
vaktinde bir ah çekerek ağladı. Sebebini sual ettiler. Buyurdu ki:
(Her gece seher vaktinde "Ey hastamız nasılsın?" diye bir ses duyardım.
Şimdi o vakit geldi. Bir ses işitmediğim için ağlıyorum.) [R. Nasıhin]
Hazret-i Eyyub'ün ağlaması
Soru:
Okuduğum bir Kur'an tercümesinde, Hazret-i Eyyub hastalıktan dolayı
şikayet ediyor. Peygamberin,
hastalık için şikayette bulunması doğru mudur? Tercümede mi bir
yanlışlık vardır?
CEVAP:
Defalarca yazdığımız gibi, Kur'an meali adı altında, yapılan hiçbir
tercümenin okunmasını tavsiye etmiyoruz. Çünkü Kur'an-ı kerim, kısa veya
uzun tercüme edilemez. Ancak ehli olan âlimler, nakli esas alarak
tefsirini, tevilini yaparlar. Mealden din öğrenilmez.
Sad suresinin 44. âyet-i kerimesinde mealen, (Eyyub'ü, [malına, canına
ve aile efradına gelen musibetlere] sabredici bulduk. O ne güzel kuldu,
daima Allah’a yönelir, Ona sığınırdı) buyuruluyor. Bu âyet-i kerimede
Cenab-ı Hak, Eyyub aleyhisselamın sabrını övüyor, (O ne güzel kuldu)
buyuruyor. Eğer, Eyyub aleyhisselam, hastalığını şikayet etseydi,
Allahü teâlâ, onu övmezdi.
Bu hususu âlimler şöyle izah ediyor:
Hastalığını insanlara sızlanarak anlatmak şikayettir. Doktora anlatmak,
diğer insanlara anlatmak gibi değildir. Hiç kimsenin bulunmadığı bir
yerde, (Ya Rabbi, hastalığım sebebiyle ibadetlerimi yapamıyorum) diye
ağlamak, hastalıktan şikayet değil, ibadet edemediğinden dolayı halini
arzdır. Bir nevi özür dilemektir. Hâlini
Allahü teâlâya arz edip dua etmekte mahzur yoktur. Nitekim
Kur'an-ı kerimde, Yakub aleyhisselamın (Ben büyük kederimi ve hüznümü,
[başkalarına değil] ancak Allah’a arz ederim) dediği bildirilmektedir.
[Yusüf 86]
Hastalığına üzülmedi
Kur'an-ı kerimi en iyi bilen, tefsir eden şüphesiz
Peygamber efendimizdir. Aynı sual
ona da sorulunca, cevaben buyurdu ki:
(Allahü teâlâya yemin ederim ki,
Eyyub aleyhisselam, hastalığı için inleyip sızlanmadı. Yedi sene, yedi
ay, yedi gün, yedi saat, o belaya maruz kaldığı için, ayakta namaz
kılamayıp yere düştü. İbadette kusur edince, "Gerçekten bana hastalık
isabet etti" dedi.)
Şeytan, Eyyub aleyhisselamı kandırmak için yanına gidip (Malına, canına
ve aile efradına gelen bu beladan kurtulmak istersen bana secde et, seni
eski haline getireyim) dedi. Şeytanın bu ağır sözü, Eyyub aleyhisselamın
gayretine dokundu. Büyük bir belaya maruz kaldığını anlayıp "Gerçekten
bana hastalık isabet etti" dedi.
Hastalık uzadıkça, tanıdıkları kendinden uzaklaştı. Fakat sadık hanımı,
onu bırakmadı. Şehrin kenarında bir kulübe yaptırdı. İhtiyaçlarını
şehirden alıp getirirdi. Bir gün yine şehre gittiği sırada, Hazret-i
Cebrail, Hazret-i Eyyub'e Allahü teâlânın
lütfunu müjdeledi:
(Ya Eyyub, bela verdim, sabrettin, şimdi ise, ne istersen iste vereyim.)
Eyyub aleyhisselam da âyetteki gibi hâlini arz edip dua etti. Cenab-ı
Hak, (Onun duasını kabul ettik) buyurdu. (Enbiya 84)
Yerden su çıktı
Sad suresinde bildirildiği gibi, Cebrail aleyhisselam, Hazret-i Eyyub'ün
ayağını yere vurmasını söyledi. Ayağını vurunca, yerden berrak bir su
çıktı. Bu su, içme zamanında soğuk, yıkanma zamanında sıcak akardı. Bu
sudan bir yudum içip, bir miktar da başına dökünce, hastalığı hemen
geçti, kuvveti yerine geldi. Genç bir delikanlı oldu. Hazret-i Cebrail,
ona temiz ve kıymetli elbiseler giydirdi.
Bir müddet sonra, hanımı, şehirden yiyecekle dönünce, onu yatakta
göremeyip ağlamaya başladı. (Hastama n’oldu, canavarlar mı götürdü?)
diyerek feryat ederken, Hazret-i Eyyub ona seslendi:
- Ey hatun, sen kimi arıyorsun?
- Hayat arkadaşım bir hastam var idi. Onu kaybettim.
- Adı ne idi?
- Sabırlı Eyyub idi.
- Şekli nasıldı?
- Sıhhatli iken sana çok benzerdi.
- Ya Rahime, işte o belaya maruz kalan Eyyub benim.
Hanımı ile Allahü teâlâya
şükrederek ağlaştılar. Şehre geldiklerinde köhne evlerinin
yenilendiğini, daha önce ölen yedi oğlu ile, üç kızının dirildiğini,
helak olan develerinin, koyunlarının ve diğer mallarının hepsinin geri
geldiğini gördüler. Üstelik anbarlarını altın ve gümüş ile dolu
buldular. Hanımı da gençleşti ve 26 çocukları oldu. (R. Nasıhin, Tibyan)
Eyyüb aleyhisselam
Soru:
Eyyüb Peygamberin hastalığında
yaralarının kurtlandığı doğru mudur?
CEVAP:
Bazıları, (Peygamberlere böyle
hastalık gelmez) diyorlarsa da, yaralarına kurt düşmez diye bir şey
yoktur. Peygamberlik sıfatına
aykırı değildir. Peygamberliğin
7 vasfı vardır: 1- Emanet, 2- Sıdk, 3- Tebliğ, 4- Adalet, 5- İsmet, 6-
Fetanet, 7- Emn-ül azl. Yaralarının kurtlanması, bu sıfatlara aykırı
değildir.
Eyyüb aleyhisselamın yaralarının kurtlandığını büyük âlim Alâaddin-i
Attar hazretleri de bildirmektedir.
Lokman aleyhisselam
Soru:
Hazret-i Lokman'ın Kur'an-ı kerimde ismi geçtiği halde niçin peygamber
olduğunda ihtilaf edilmiştir?
CEVAP:
Kur'an-ı kerimde her ismi geçen peygamber değildir. Lokman
aleyhisselamın peygamber olup olmadığını bilmek gerekmez. Eğer
gerekseydi, dinimiz açıkça bildirirdi.
Hazret-i Lokman, Davud aleyhisselam zamanında yaşadı. Habeşli bir köle
iken azat olup yüksek mertebelere kavuştu.
Allahü teâlâ, Lokman aleyhisselama, hikmet ile
peygamberlikten hangisini istediğini sordu. O da hikmeti istedi.
(Hikmeti niçin istedin?) dediler. Buyurdu ki:
- Allahü teâlâ, peygamberlik
verdiği kimseyi muhayyer kılmaz. Beni muhayyer kılması hikmeti tercih
etmeme mecbur etti.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah’a şükret diye Lokman'a hikmet verdik. Şükreden kendisi için
şükreder.) [Lokman 12]
Hikmet, eşyanın mahiyetini, vasfını ve hususiyetini bilmek demektir.
Hikmet ehli, selim akla sahiptir. İlmiyle amel eder. Kendisine sordular:
- Peygamberlik hakkında ne
dersin?
- Peygamberlik, mihnet ve
meşakkatle doludur. Peygamberler
belalara düçar olur.
- Peygamberlik olmadığı halde
bunları nereden biliyorsun?
- Hüküm mevkiinde olan daima sıkıntı içinde olur.
- Bu mertebeye nasıl eriştin?
- Doğru söylemek, emanete riayet ve faydasız sözü terk etmekle.
- Saadetin alameti nedir?
- Sıdk, edep, hilm ve emanete riayettir.
- Edep, asalet, mal ve ilimden hangisi daha üstündür?
- Edep asaletten, ilim maldan hayırlıdır.
Oğluna öğütleri
* Ey oğlum, âlimlere karşı öğünmek, akılsızlarla tartışmak ve gösteriş
yapmak için ilim öğrenme!
* Dünya deniz gibidir. Çok kimse boğulmuştur. Gemin takva, yükün iman,
hâlin tevekkül olursa kurtulursun.
* Horoz senden daha akıllı olmasın! O, her sabah zikrederken, sen uykuda
olma.
* İnsanlara nasihat ederken kendini unutma! Muma benzeme. Mum
aydınlatırken, kendini yakıp eritir.
* Yalandan çok sakın! Çünkü dinini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini
azaltır. Bununla değerini ve makamını kaybedersin.
* Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamah
etmekten sakın. Kazaya razı ol ve Allahü teâlanın sana verdiği rızka
kanaat et.
* Dünya geçici ve kısadır. Dünya hayatı ise azın azıdır. Bunun da azı
kalmış, çoğu geçmiştir.
* Tevbeyi yarına bırakma, ölüm ansızın gelip yakalar.
* Sükut eden pişman olmaz. Söz gümüş ise sükut altındır.
* Âlimlerle otur, hikmet sahiplerinin sözlerini dinle!
Allahü teâlâ, bahar yağmuru ile toprağa hayat verdiği gibi, ölü
kalbleri hikmet nurları ile diriltir.
* Ölümden şüphen varsa, yatıp uyuma. Uyumak zorunda kaldığın gibi, ölüme
de mahkumsun. Dirilmekten de şüphen varsa, uyanma hiç. Uykudan uyandığın
gibi öldükten sonra da dirileceksin.
* Yoksulluktan korun. Yoksul düşenin dini ve aklı zayıflar ve mürüvveti
kaybolur.
* Borç yükü altında ezilmektense, taş taşımayı tercih et.
* Yapacağın işi, daha önce bunu denemiş, tecrübeli kimselere danış!
Çünkü onlar, kendilerine pahalıya mal olmuş doğru görüşleri sana bedava
verirler.
* Çalış, kazan! Çalışmayıp muhtaç olanın dini ve aklı noksandır.
* Hikmet, bize lazım olmayan şeyin üzerinde durmamak ve gizli şeyleri
araştırmamaktır.
* En iyi haslet dindar olmaktır. Bu haslet iki olursa, dindarlık ve mal
sahibi olmak. Üç olursa, dindarlık, mal ve haya. Dört olursa, dindarlık,
mal, haya ve güzel ahlak. Beş olursa, dindarlık, mal, haya, güzel ahlak
ve cömertliktir.
İskender-i Zülkarneyn
Soru:
İskender’e niçin Zülkarneyn denmiştir?
CEVAP:
Hazret-i Zülkarneynin de Lokman aleyhisselam gibi peygamber veya veli
olduğunda ihtilaf edilmiştir. Peygamber
olup olmadığını bilmemiz gerekmez. Doğu ve Batıya
hakim olduğu için kendisine
Zülkarneyn dendiği söylenmektedir. Başka rivayetler de vardır.
Allahü teâlâ, Hazret-i Zülkarneyne, dilleri ayrı
olan birkaç kabileyi dine davet etmesi için nur ile zulmeti, (Aydınlıkla
karanlığı) emrine verdiğini, kabilelerin de böylece kendisine tâbi
olacağını bildirir. Bu sayede dünyaya hakim
olur.
Üç İskender vardır:
Birinci İskender, Makedonya kralı Filipin oğlu. Miladdan önce yaşadı, 33
yaşında öldü
İkinci İskender, Yemen hükümdarıdır. Çin’e kadar gitmiştir.
Üçüncü İskender, Kur'an-ı kerimde Zülkarneyn adı ile bildirilen mübarek
zattır. Yafes soyundan olup Hızır aleyhisselamın teyzesinin oğludur.
Diğer iki İskender’den önce yaşamıştır. Yecüc ve Mecüc denilen kavmi,
iki dağ arasına hapsetti. Yüz metre yükseklikte taş ve demirden bir
setle dağı kuşattı. Çin seddi başkadır.
Hazret-i Zülkarneyne soruldu ki:
- Babanı mı, yoksa hocanı mı daha çok seviyorsun?
Buyurdu ki:
- Hocamı daha çok seviyorum. Çünkü babam dünyaya gelmeme vesile
olmuştur. Fakat hocam ebedi saadetime sebeptir.
Ölürken (Cihanı avucumun içine aldığım halde şimdi eli boş gidiyorum)
buyurdu.
Dünya kimseye kalmamıştır. Ahirette herkes amelinin karşılığını
göreceğine göre, salih amel işlemeye gayret etmelidir!
Hazret-i Süleyman ve Belkıs
Soru:
Belkıs kimdir?
CEVAP:
Süleyman aleyhisselam, Hacdan sonra Sana’ya gitti. Buradaki bir hüdhüd
(ibibik), Süleyman aleyhisselamın hüdhüdüne Belkıs’ın sarayını anlattı.
Bu hüdhüd de merak edip, Belkıs’ın sarayını gezip geldi. Gördüklerini
anlattı.
Hazret-i Süleyman Belkıs’a besmeleyle başlayan (Müslüman ol, isyan
etmeden bana gel!) diye bir mektup yazdı. Hüdhüd, her yer kapalı olduğu
için mektubu pencereden girerek Belkıs’ın yatağına koydu. Belkıs, uyanıp
mühürlü mektubu görünce korktu. Adamlarını toplayıp istişare etti.
Süleyman aleyhisselamın peygamber olup olmadığını öğrenmek istedi. (Peygamberse
savaşamayız, teslim oluruz. Değilse savaşırız) dedi.
Denemek için kız kıyafetinde beşyüz genç erkek, erkek kıyafetinde beşyüz
kız, eğri delikli bir inci, bir bardak, bir taş ve hediye olarak da
yakut bir taçla iki altın kerpiç gönderdi. (Eğer bu adam, peygamberse,
erkeklerle kızları birbirinden ayırır. İnsan ve cinden başka bir mahluka
bu taşı deldirir. Bardağa yerde ve gökte olmayan sudan doldurur. Şu
inciye de ip geçirir) dedi.
Hüdhüd gelip bunları Süleyman aleyhisselama haber verdi. O da Belkıs’ın
göndermekte olduğu kerpiçlerin ebadındaki altın kerpiçlerle geniş bir
sahayı döşetti. Hayvanları üstüne saldı.
Belkıs’ın elçileri, her yerin altın kerpiçlerle döşenmiş olduğunu,
hayvanların kerpiçlere pislediğini, altının burada hiçbir değeri
olmadığını görünce, getirdikleri iki altın kerpici hediye olarak vermeye
utandılar. Altın kaplı sahada iki kerpicin yeri boştu. Elçiler (Bu iki
kerpici oradan çaldınız diye itham ederler) diyerek iki kerpici gedik
olan yere bırakıp huzura çıktılar.
Belkıs (Bu adam sizi sert karşılarsa peygamber değildir) demişti. Fakat
Süleyman aleyhisselam güler yüzle ve tatlı sözlerle karşıladı. (Hani
inciniz nerede? Getirin ona iplik takalım) buyurdu. İnciyi bir ağaç
kurduna verdi. Kurt, ipliği ağzına alıp bir taraftan girerek öteki
taraftan çıktı. Süleyman aleyhisselam, (Delinecek taşı getirin) buyurdu.
Onu da ağaçkakan kuşu deldi. Kız ve erkeklere yüzlerini yıkattı. Kızlar
ibriği sol el ile, erkekler sağ el ile tuttukları için birbirinden
ayırdı. Bardağı da hızlı koşturulan atların terleriyle doldurttu.
Getirilen hediyeleri de kabul etmedi.
Elçileri, durumu gidip Belkıs’a haber verince, Belkıs (Bu zat
peygamberdir. Teslim olmaktan başka çaremiz yoktur) dedi. Teslim olmak
üzere adamları ile yola çıktı.
Süleyman aleyhisselam, Belkıs gelmeden önce tahtını ism-i a'zam duasını
bilen Asaf bin Berhıya’ya getirtti. Belkıs’ın babası cin, anası insan
idi. Belkıs’ın geleceğini duyan cinler, endişeye kapıldılar. (Belkıs
gelir, Süleyman aleyhisselamla evlenir, bir erkek çocukları da olursa,
başımız beladan kurtulmaz. Bu işe engel olalım) dediler. Belkıs’ın
aklının bozuk olduğunu, ayaklarının merkep ayağına benzediğini
söylediler. Süleyman aleyhisselam da bu haberin doğru olup olmadığını
öğrenmek için üzeri billur döşeli bir su havuzu yaptırdı. Belkıs,
billuru bilmediğinden suya gireceğini zannederek ayakkabılarını çıkardı.
Süleyman aleyhisselam da ayaklarında kusur olmadığını gördü. Aklını
tecrübe için de tahtında biraz değişiklik yaptırarak kendisine gösterdi.
(Tıpkı benim tahtım) dedi. Süleyman aleyhisselam, onu dine davet etti.
Belkıs kabul etti. Evlendiler.
Allahü teâlâ, kendisine itaat eden salih
kullarına dünya ve ahirette çeşitli nimetler ihsan eder. (E. Aşıkın,
Gunye)
Hiçbir Peygambere dil
uzatılmaz
Soru:
Bazı Avrupa ülkelerinde Resulullah
efendimize hakaret maksadıyla karikatür vs. yapılınca, tepki amacıyla
Hazret-i İsa’ya dil uzatmaya başlandı.
Peygamberlere nasıl dil uzatılır?
CEVAP:
Peygamber efendimize dil uzatılması, ardından
Hazret-i İsa’ya dil uzatılması din düşmanlarının bir oyunudur.
Müslümanlar bu tuzağa düşmemeli. Din düşmanlarının kendileri zaten
hiçbir Peygambere
inanmıyorlar.
Bir Peygambere Tanrı veya
Tanrı’nın oğlu demek, ona inanmak demek değildir. Yani onlar için
değişen bir şey yok, kâfir tekrar kâfir olmaz; ama bir Müslüman,
herhangi bir Peygambere dil
uzatamaz. Bütün Peygamberler
Müslüman idi, hepsine inanmak, hepsini sevmek imanımızın
şartlarındandır.
İmanın dördüncü şartı, Peygamberlere
imandır. Amentü’deki ve rusülihi kelimesi,
Allahü teâlânın Peygamberlerine
iman etmeyi bildirmektedir.
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam ve
sonuncusu, bizim Peygamberimiz
Muhammed Mustafa sallallahü
aleyhi ve sellemdir. Bu ikisinin arasında, çok
Peygamber gelmiş ve geçmiştir.
Sayıları belli değildir. Yüz yirmi dört binden çok oldukları
bildirilmiştir.
Peygamberlere iman etmek, aralarında hiçbir
fark görmeyerek, hepsinin Allahü teâlâ
tarafından seçilmiş sadık, doğru sözlü olduklarına inanmak demektir.
Onlardan birine inanmayan, hiçbirine inanmamış olur.
Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk
Peygamber olan Âdem
aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir
Peygamber vasıtası ile, insanlara
dinler göndermiştir. Bunlar vasıtası ile, insanların dünyada rahat ve
huzur içinde yaşamaları ve ahirette de sonsuz saadete kavuşmaları yolunu
bildirmiştir. Kendileri ile yeni bir din gönderilen
Peygamberlere (Resul) denir.
Resullerin büyüklerine (Ülülazm)
Peygamberler denir. Bunlar, Âdem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve
Muhammed aleyhimüssalatü
vesselamdır.
Âdem aleyhisselamdan, son Peygamber
Muhammed aleyhisselama kadar
bütün Peygamberler, hep aynı
imanı bildirmiş, ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini
istemişlerdir. Yahudiler, Musa aleyhisselama inanıp, İsa aleyhisselama
ve Muhammed aleyhisselama
inanmazlar. Hristiyanlar, İsa aleyhisselama inanıp,
Muhammed aleyhisselama
inanmazlar. Müslümanlar ise, bütün
Peygamberlere inanırlar.
Peygamberlerden herhangi birini inkâr veya herhangi birine
hakaret etmek küfürdür, yani böyle yapan kâfir olur.
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren
ilahi dinlerin hepsi, insanlar bozmadan önce, amele ait hükümler hariç,
inanılacak şeylerde hepsi aynı idi. Bütün
Peygamberler Müslüman idi. Mesela
Yahudi ve Hristiyanların bizim Peygamberimiz
dedikleri nebiler için Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve hepsinin torunları [Müslümandır],
onların Yahudi veya Hristiyan olduğunu söyleyenlere de ki, siz mi iyi
bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın bildirdiğini gizleyenden daha zalim
kim olabilir.) [Bakara 140]
Her yere peygamber geldi
Soru:
Dünyanın her yerine peygamber gönderilmiş midir?
CEVAP:
Evet, gönderilmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Çok geniş ve çok derin düşünüyorum da, yeryüzünde,
Peygamberimizin haberi
yetişmeyen, hiçbir yer kalmadığını anlıyorum. Bütün dünyanın, onun davet
nuruyla güneş gibi aydınlandığı görülüyor. Hatta duvar arkasında
bulunan, Yecuc ve Mecuc’e bile ulaşmış bulunuyor. [İmam-ı Rabbani
hazretleri zamanında böyle olunca, iletişim vasıtalarının çok ilerlediği
günümüzde, Müslümanlığı duymayan kimselerin kalmama ihtimali daha
kuvvetlidir.]
Bütün dünyada peygamber gönderilmedik bir yer kalmamış gibidir. Hatta
bundan en mahrum zannedilen Hindistan’da bile, Hintlilerden peygamber
gelip, Allahü teâlânın emirleri
bildirilmiştir. Hindistan’ın bazı kısımlarında, peygamberlerin nurları,
küfür karanlıkları içinde, yıldızlar gibi parlamıştır. Gerekirse, bu
şehirlerin isimlerini bile söyleyebilirim. Bazı peygamberlere bir kişi
bile inanmamış, kimse kabul etmemiştir. Yalnız bir kişinin inandığı
peygamberler de olmuştur. Bazılarına da, iki veya üç kimse iman
etmiştir. Hindistan’da bir peygambere, üç kişiden çok inanan olduğu
görülemiyor. Yani, dört tane ümmeti bulunan peygamber olmamıştır.
Hintlilerin tapındıkları kimselerden bazılarının kitaplarındaki,
Allahü teâlânın varlığı ve sıfatları
hakkında görülen yazılar, hep o peygamberin ışıklarının yansımasıdır,
çünkü her asırda, her ümmete peygamber gelerek,
Allahü teâlânın varlığını ve
sıfatlarını bildirmiştir. Onların mübarek varlıkları olmasaydı, küfür ve
günah pislikleriyle kirlenmiş olan akıllar, iman nimetine kavuşamazdı.
Bu ahmaklar, çürük akıllarıyla, herkesi kandırıp, kendilerine tapmaya
zorlamış, (Sizi biz kurtardık, bizim sayemizde yaşıyorsunuz) diyerek,
kendilerinden başka bir kuvvetin bulunmadığını sanmışlardı. (1/259)
Demek ki, Asya’ya geldiği gibi, Amerika’ya, Avrupa’ya, Afrika’ya ve
dünyanın her beldesine, her köyüne peygamber gönderilmiştir. İnanan
kimseler olmadığı veya çok az olduğu için, peygamber gelmedi
zannedilmektedir.
Peygamberlik seçilmekle olur
Soru:
(Peygamberlik, çalışmakla elde
edilir) diyen oluyor. Çalışmakla peygamber olunur mu?
CEVAP:
Peygamberlik, çalışmakla ve çok ibadet
yapmakla ele geçmez. Yalnız Allahü teâlânın
ihsanı, seçmesiyle olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlik kemalleri, ancak
Allahü teâlânın ihsanıyla hâsıl olur.
Çalışmakla, uğraşmakla, bu büyük nimet ele geçemez. Hiçbir gayret, bu
büyük nimeti ele geçiremez, Hiçbir riyazet ve mücahede, bu yüksek nimete
kavuşturamaz. Evliyalık böyle değildir. Bunların başlangıcı elde
edilebilir. Riyazet ve mücahedeyle hâsıl olabilir. Pek az kimseyi,
çalışmadan, uğraşmadan da, vilayet nimetine [evliyalığa]
kavuşturabilirler. Vilayet, Fena ve Beka demektir. Fena ve Beka da,
Allahü teâlânın ihsanıdır. Çalışarak,
başlangıçları elde edildikten sonra, Allahü
teâlâ, dilediğini, Fena ve Beka nimetini ihsan ederek
şereflendirir. Resulullah’ın
Peygamber olduğu bildirilmeden
önce ve ondan sonra mücahedeler yapması, bu nimete kavuşmak için
değildi. Başka faydalar içindi. Hesabın az olması, insanlıkla yapılan
yanlışlıkların giderilmesi, derecelerin yükselmesi, yiyip içmesi olmayan
melekle konuşmakta edebi gözetmesi,
Peygamberlik makamında lazım olan harikaların, mucizelerin
çok olması gibi incelikler içindi.
Peygamberler bu nimete, aracısız olarak kavuştu.
Peygamberlerin Eshabı, onlara
uydukları için, vâris oldular. Peygamberlerinin
aracılığıyla bu nimetle şereflendiler.
Peygamberlerden ve eshablarından sonra çok az kimse, bu
nimetle şereflendi. Başkasına da, uymakla, vâris olmakla bu nimet ihsan
edilebilir. (1/301)
Kabil kâfir idi
Soru:
(Hiçbir peygamberin çocuğu kâfir olmaz.
Peygamber çocuklarının anneleri kötü olsa da kendileri büyük
günah işlemez) diyenler oluyorsa da, Âdem aleyhisselamın oğlu Kabil,
kâfir değil miydi? Hazret-i Yakub’un oğulları, Yusuf aleyhisselamı
kıskanıp yalan söylemediler mi? Peygamber
çocuğu olan günahtan mâsum olur mu?
CEVAP:
Ehl-i sünnete göre, peygamberlerin
“aleyhimüsselam” çocukları ve yakınları günahtan mâsum değildir.
Kabil’in kâfir olduğu âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle sabittir.
İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Hasetten sakın! Çünkü Âdem
aleyhisselamın oğlu Kabil, kardeşi Hâbil'e haset edip onu öldürdü. O
âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Onlara Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek [bir kıssa olarak] oku! Hani
herbiri birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden
kabul olunmamıştı. Kurbanı kabul olunmayan [Kabil, Habil'e] “Seni
öldüreceğim!” demişti. O da “Allah, ancak takva sahiplerinin kurbanını
kabul eder!” dedi.) [Mâide 27 - İhya]
İbni Mesud “radıyallahü anh” anlatıyor:
Resulullah, “aleyhissalatü vesselâm” buyurdu ki:
(Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki katilin günahından
bir misli Âdem’in ilk oğluna gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız olarak
katillik yolunu ilk açandır.) [Buhârî,
Müslim, Tirmizî,
Nesâî]
Nuh aleyhisselamın oğlu da, karısı da kâfir idi. Zayıf bir kaville, (Öz
oğlu değil, üvey oğluydu) diyen varsa da, öz oğlu olduğu birçok kitapta
yazılıdır. Bir örnek verelim:
Nuh aleyhisselam, kavmini Allah'a davet etmiş, davetini kabul ederek
inananları gemisine almış, oğlunun da gemiye binmesini istemişti. Ancak
oğlu, inanmadığı için gemiye binmedi. Nuh aleyhisselam oğlunun
affedilmesi için, Hûd sûresinin 45. âyetinde bildirildiği gibi, (Rabbî
innebnî min ehlî = Yâ Rabbî, oğlum benim ehlimden, ailemdendir) diye dua
etmiş, Allahü teâlâ da, aynı
sûrenin 46. âyetinde, oğlunun işlediği kötülük [küfür] yüzünden,
ailesinden sayılamayacağını bildirmiştir. (İhya-i ulum-id-din - Şamil
Ansiklopedisi)
Babasının takvasıyla kurtulacağını sanan bir kimse, babasının yemesiyle
doyacağını ve öğrenmesiyle âlim olacağını sanan kimse gibidir. Takva,
farz-ı ayndır. Bu hususta baba evladına, evlat da babasına zerre kadar
bir fayda sağlayamaz. Kişinin kardeşinden, ana babasından kaçtığı bir
günde, Allah katında takvanın başkalarına faydalı olması, Allah'ın
şefaat iznine bağlıdır. Şefaat de, Allah'ın gazap etmediği [kâfir
olmayan] bir kimse için yapılır. (İhya)
Evet, Yakub aleyhisselamın çocukları da, Kabil’in kardeşini öldürdüğü
gibi, Yusuf aleyhisselamı öldürmeye götürdüler. Ölmesi için kuyuya
attılar. (Onu kurt yedi) diye yalan söylediler. Babaları, (Vallahi böyle
yumuşak huylu bir kurt görmedim. Gömleğini bile yırtmadan yemiş. Bu
söyledikleriniz yalandır) demişti. (Peygamberler
Tarihi Ans.)
Bu olaylar da gösteriyor ki, peygamber çocuğu da olsa, yalan, iftira
gibi büyük günahları işleyebiliyorlar, katil hattâ kâfir bile
olabiliyorlar.
Kâinatın efendisi "sallallahü aleyhi ve sellem" en çok sevdiği, Cennet
kadınlarının seyyidesi ve en üstünlerinden olduğunu müjdelediği kızı
Hazret-i Fâtıma “radıyallahü anha” için şöyle buyuruyor:
(Ey kızım Fâtıma! Babanın peygamberliğine güvenme! Rabbine karşı kulluk
vazifeni yap! Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan vallahi senin
namına hiçbir şey yapamam.) [Müslim]
İman edip kulluk vazifesini yapmadan Cennete girilemeyeceğini bu hadis-i
şerif de açıkça bildirmektedir. Nuh aleyhisselamın hanımı da, Lut
aleyhisselamın hanımı da kâfir idi. O âyet-i kerimenin meali:
(Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısıyla Lut’un karısını misal gösterir:
O iki kadın, iki iyi kulun hanımları iken, onlara karşı hainlik edip
kâfir olduklarını gizlemişlerdi. Kocaları olan iki peygamber, onlara
Allah’tan gelen azaba mâni olamamıştı. O iki kadına, “Kâfirlerle beraber
siz de Cehenneme girin” denildi.) [Tahrim 10]
Demek ki, hidayet Allahü teâlâdandır.
Peygamberler “aleyhimüsselam”,
oğullarını da, hanımlarını da, amcalarını da hidayete kavuşturamazlar.
Bir kimse, babasına, dedesine güvenip de, dine aykırı iş yapmamalıdır.
Böyle kâfir kadınlardan doğan veya kötü kadınların emzirdiği çocuklar,
babaları sâlih zat olsa da, anneleri veya süt anneleri kötü olunca
yaramaz olabiliyorlar.
Yukarıdaki yazı bir istisnayı göstermektedir. Yoksa
Peygamber efendimizin soyundan
gelenler çok mübarek insanlardır. Sitemizde bu konuda yeterli bilgi
vardır. Buraya da birkaç hadis-i şerif alalım:
(Vallahi, Ehl-i beytimi sevmeyenin kalbine iman girmez.) [İ.
Ahmed]
(Allahü teâlâ, Fâtıma’ya ve
nesline Cehennemi haram kıldı.) [Hâkim, Taberânî]
(Ehl-i beyti seveni Hak teâlâ sever, buğz edene de buğz eder.) [İbni
Asakir]
(İslam’ın esası, bana ve Ehl-i beytime sevgidir.) [İbni Asakir]
(Her şeyin temeli var. İslam’ın temeli, Eshabımı ve Ehl-i beytimi
sevmektir.) [İ. Neccar]
(Kureyş için ayağa kalkmayın; ancak Hasan ile Hüseyin ve onların
sülalesi [Seyyidler ve şerifler] müstesnadır.) [Hatîb]
Yukarıdaki hadis-i şerifler ve (Benim evlâdımın iyilerini, Allah rızası
için kerim tutun! İyi olmayanlarına da benim hatırım için hürmet edin!)
hadis-i şerifi, onları sevmek ve hürmet etmek lâzım olduğunu gösteriyor.
Sevmeyen zaten Müslüman olamaz.
Peygamberlerle ilgili çeşitli sorular
Hazret-i İsa'dan sonra
Soru:
Hazret-i İsa ile Peygamber
efendimiz arasında Peygamber
gelmiş midir?
CEVAP:
Hazret-i Âdem’den beri birçok Peygamber
geldiği kitaplarda yazılıdır. Bunlardan bin senede bir gelene Resul
denir. Her asırda en az bir Peygamber
gelerek, Resullerin bildirdiği dinleri kuvvetlendirmişlerdir. Resullere
tâbi olan bu Peygamberlere
Nebi denir. Hazret-i İsa’dan sonra da nebiler gelmiştir. Mesela Hazret-i
Yahya, İsa aleyhisselamla aynı senede doğmuştur. Hazret-i İsa’ya İncil
inince, Hazret-i Yahya da Ona tâbi olup İncilin hükümlerini
bildirmiştir. Hazret-i İsa’dan sonra da nebiler [Peygamberler]
gelmiştir. Bunlardan üçünün hayatı, Türkiye Gazetesi’nin yayınlarından
Peygamberler Tarihi
Ansiklopedisinin 5. cildinde bildirilmiştir. Bunlar, Şemun, Circis ve
Halid bin Sinandır. (Aleyhimüsselam)
Soru:
Yeni Rehber Ansiklopedisi’nin c.10, s. 130'da, (Benimle İsa arasında
başka bir Peygamber yoktur)
hadis-i şerifi yer alıyor. Yine c.8, s. 250’de, Halid bin Sinan’ın
Peygamber olduğu, Hazret-i İsa
ile Muhammed aleyhisselam
arasında geldiği ifade ediliyor. Bu ifadelerde bir tenakuz yok mu?
CEVAP:
Tenakuz yoktur. Çünkü hadis-i şerifte, Hazret-i İsa'dan sonra kitap
getiren resul yoktur buyuruluyor. Yoksa son resul ve son nebi olan
Muhammed aleyhisselama kadar çok
nebi gelmiştir. Hazret-i Âdem'den beri 124 bin kadar nebi geldiği
bildirilmiştir. Yahya aleyhisselam da, her ne kadar Hazret-i İsa ile
aynı devirde Peygamberlik
yapmış ise de, Hazret-i İsa ile Muhammed
aleyhisselam arasında yaşamış bir nebidir. Çünkü İsa aleyhisselam göğe
kaldırıldıktan sonra da Peygamberlik
yaptı. Hazret-i İsa'nın göğe kaldırıldığından bir buçuk sene sonra şehit
edildi. Demek ki Halid bin Sinan bir nebidir.
Mürsel Peygamberler
Soru:
Hazret-i İsa resul olarak gelince, Hazret-i Musa’nın dini ile amel etmek
caiz mi idi?
CEVAP:
Hazret-i Âdem’den beri, her bin senede bir Resul gelirdi. Her yüz senede
bir veya birkaç Nebi denilen Peygamber
gelirdi. Resul ve Nebi olan bütün
Peygamberler, hep aynı esaslara iman edilmesini
istemişlerdir. Yani Hazret-i Âdemin bildirdiği iman ile,
Peygamber efendimizin bildirdiği
iman aynı idi. İmanda değişiklik olmaz. Amele ait hükümlerde zamanla
değişiklikler oldu. Önceleri haram olan bir şey, sonra helal, önce helal
olan bir şey sonra haram olmuştur.
Bir Resul gelince, bunun geldiğini duyanların, artık önceki Resulün
bildirdikleri ile amel etmeleri caiz olmaz. Mesela Hazret-i İsa gelince,
bunu işitenlerin artık Hazret-i Musa’nın getirdiği hükümlerle amel
etmeleri caiz değildi. Ancak başka bir beldede bulunup da Hazret-i
İsa’nın geldiğini işitmemiş olanlar, bundan müstesnadır. Onların yine
Hazret-i Musa’nın dini ile amel etmeleri gerekirdi.
Eğer bir mürsel Peygamberin
getirdiği din zamanla tahrif olmuş, değişmişse, ona da uyulmaz. Ondan
önce gelmiş, tahrif olmamış din ile amel edilir.
Hazret-i İsa gelmeden önce, Hazret-i Musa’nın dini tahrif olmuştu.
Hazret-i Üzeyre Allah’ın oğlu deniyordu. Hazret-i İsa’nın gelişinden
kısa bir müddet sonra da, Isevilik tahrif olmuş, hak olarak hiçbir yerde
kalmamıştı. Hazret-i İsa’ya "tanrı" veya "tanrının oğlu" deniyordu.
Akl-ı selim sahipleri, tahrif olmuş bu dinlere uymadılar. Daha önce
gelen ve bozulmamış olan Hazret-i İbrahim’in dinine tâbi oldular.
Peygamber efendimizin mübarek ana
babası ve Mekke’deki birçok kimse, bu sebeple Hazret-i İbrahim’in dini
ile amel etmişlerdir.
Hazret-i Davud resul ve nebi idi
Soru:
Yeni bir resul gelince, önceki resulün dinini nesh ediyor. Hazret-i
Davud, gelince, önceki din olan Hazret-i Musa’nın dinini niye nesh
etmedi? Yoksa Hazret-i Davud resul değil miydi?
CEVAP:
Bütün mucizeler mahluktur ama, istisna olarak Kur'an-ı kerim, mahluk
olmayan mucizedir. Herkes bir ana babadan dünyaya gelir, ama Hazret-i
Âdem babamız ile Hazret-i Havva validemiz ana babasız dünya gelmiştir.
Hazret-i İsa da babasız yaratılmıştır. Bunlar istisna oluyor. Davud
aleyhisselamda da bir istisna olduğu görülüyor.
Hazret-i Davud, kendisine kitap verilen bir resul olmasına rağmen,
kendinden önce gelen dini nesh etmedi. Ama Davud aleyhisselam, 40 yıl
hükümdarlık etti. Allahü teâlâ,
ona büyük ihsanlarda bulundu. İki âyet meali şöyledir:
(Davud’a da Zebur’u verdik.) [Nisa
163, İsra 55]
(Biz Davud’a tarafımızdan [diğer insanlar ve nebiler üzerine] fazilet, [Peygamberlik,
kitap, saltanat, güzel ses ve demire elinde şekil verme gibi] üstünlük
verdik. Ey dağlar ve kuşlar, siz de Onunla beraber tesbih edin dedik.
Ona demiri [mum gibi] yumuşak kıldık.) [Sebe 10]
Hazret-i Davud, aynı zamanda nebi idi. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Hiç kimse, eli ile [alnının teri ile] kazandığından daha hayırlı bir
şey yemez. Allah’ın nebisi Davud da eli ile [alnının teri ile]
kazandığını yerdi.) [Buhari]
{Demirden güzel zırhlar yapıp satardı.}
Peygamberlerin, birbirleri üzerinde,
şerefleri, üstünlükleri vardır. Ülülazm olan resuller, diğerlerinden,
Resuller ise, resul olmayan nebilerden daha üstündür. Yukarıdaki
âyetler, hem resul hem nebi, hem de sultan olan Davud aleyhisselamın
üstünlüğünü göstermektedir.
Musa aleyhisselam, Beni İsrail’e gönderilmiştir. Yuşa, Harun, Davud,
Süleyman, Zekeriya ve Yahya [aleyhimüsselam] da, Beni İsrail’e
gönderildi. Ama, bunların ayrı dinleri olmayıp, Beni İsrail’i, Hazret-i
Musa’nın dinine davet ettiler. Davud aleyhisselama Zebur kitabı indi.
Zebur’da şeriat [yani ahkam, emir, ibadet] yoktu. Vaaz ve nasihatlerle
dolu idi. Bunun için, Tevrat’ı nesh etmedi, yani, yürürlükten
kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için, Hazret-i Musa’nın dini, İsa
aleyhisselam zamanına kadar devam etti. Hazret-i İsa gelince, bunun
dini, Hazret-i Musa’nın dinini nesh etti. Yani Tevrat’ın hükmü kalmadı
ve bundan sonra, Hazret-i Musa’nın dinine uymak caiz olmayıp,
Muhammed aleyhisselamın dini
gelinceye kadar, Hazret-i İsa’nın dinine uymak lazım oldu.
İsevilik ve Musevilik
Soru:
Âl-i İmran suresinin 67. âyetinde, (İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan
idi; o, Allah’ı bir tanıyan doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de
değildi) deniyor. Bütün peygamberler Müslüman olduğuna göre, Hazret-i
Musa ve Hazret-i İsa’nın dini de, İslam mıydı?
CEVAP:
Bütün Peygamberler, hep aynı
imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini
istemişlerdir. Fakat dinleri, yani kalb ile, beden ile yapılması ve
sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, İslamlıkları,
Müslümanlıkları da ayrıdır.
Hazret-i Adem’den beri gelen dinlerde, dinin adı, gönderilen peygamberin
adı ile söylenirdi. Mesela, Hazret-i Musa’nın dinine Musevilik, Hazret-i
İsa’nın dini İsevilik denirdi. Her peygamber, bir bölgeye, bir kavme
gelirdi. O bölgenin, o kavmin peygamberi olurdu. İslamiyet ise,
cihanşümul [evrensel, üniversal] olarak geldi. Bir bölgeye, bir ırka
değil, bütün insanlığa, bütün dünyaya geldi.
İslam kelimesinin anlamı Allah’a teslim olmak, boyun eğmek demektir.
Müslüman da, kelime anlamı itibariyle, Allahü
teâlâya kayıtsız şartsız teslim olan kimse demektir. Bundan
dolayı bütün hak dinler, asılları itibarıyla İslam’dır ve Hazret-i
Âdem’den kıyamete kadar gelip geçmiş bütün müminler de Müslüman’dır.
Kul hakkı
Soru:
Kul hakkının hesabından Peygamberler
bile korkmuştur deniyor. Peygamberler
masum, günahsız değil mi, niye korkuyorlar ki?
CEVAP:
Evet, onlar kul hakkı dâhil, hiç günah işlemezler; fakat bu,
korkmalarına mani değildir. Kul hakkının hesabı çok çetin olacaktır.
Bunu da en iyi bilen peygamberlerdir. Kişinin, bilmediği şeyden korkması
zaten mümkün olmaz. Nitekim Allah’ı çok seven ve Onu iyi tanıyan da,
Allah’tan çok korkar ve çok ibadet eder.
Allahü teâlâyı en iyi tanıyan da
Peygamber efendimiz olduğuna
göre, en çok korkan ve en çok ibadet eden de elbette Odur. Bir hadis-i
şerif meali:
(İçinizde, Allah’tan en çok korkan benim.) [Buhari]
Âişe validemiz, Resulullahın
günahtan masum olduğunu bildiği için, Berat gecesinde çok ibadet
etmesinin sebebini sormuş, (Şükredici kul olmak için) cevabını almıştı.
(Gunye)
Hazret-i Yakub’un oğulları
Soru:
Hazret-i Yakub’un 12 oğlunun hepsi de mi peygamberdi?
CEVAP:
Hayır, kitaplarda sadece Yusuf aleyhisselamın peygamber olduğu
bildiriliyor.
Beşikte konuşanlar
Soru:
Beşikte iken konuşan insanların sayısı belli midir?
CEVAP:
Kesin belli değildir. Beşikte iken konuşanlardan bazıları şunlardır:
1- Muhammed aleyhisselam
doğunca, secdeye kapanıp, (La ilahe illallah, inni resulullah) =
(Allah’tan başka İlah yoktur, elbette ben Allah’ın Resulüyüm) demiştir.
(Şevahid-ün-nübüvve)
2- Yahya aleyhisselam, beşikte iken, yeni doğan Hazret-i İsa’ya, (Sen,
Allah’ın kulu ve Resulüsün) diyerek onun
Peygamberliğini tasdik etmiştir. (İ. Süyuti)
3- İsa aleyhisselamın konuştuğu Kur'an-ı kerimde mealen şöyle
bildiriliyor:
(Meryem, İsa’yı doğurup kucağında getirince, ona, “Çok garip bir iş
yapmışsın, baban kötü, annen iffetsiz değildi” dediler. Meryem,
[sormaları için] çocuğu gösterince, ona, “Biz çocukla nasıl konuşuruz”
dediler. Çocuk dedi ki, “Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi ve
beni Peygamber yaptı. Bana
namazı ve zekatı emretti.”) [Meryem 27-31]
4- Hazret-i İbrahim, doğunca, (La ilahe illallah...) dedi.
(Ruh-ül-beyan)
5- Hazret-i Meryem de, beşikte iken konuştu. Hiçbir kadından süt emmedi.
Allahü teâlânın gönderdiği
rızıklarla beslendi. (Beydavi)
6- Kötü bir kadın, doğurduğu çocuğun babasının, Cüreyc olduğunu söyler.
Halk ayaklanır ve Cüreycin ibadetgahını yıkarlar. Kendisini ararken,
Cüreyc namaz kılıp Allah’tan kurtulması için dua eder. Sonra çocuğun
yanına gelir. Çocuk, babasının bir çoban olduğunu söyleyince,
oradakiler, yaptıkları zulümden dolayı Cüreycden özür dilediler. (Buhari)
7- Yusuf aleyhisselama iftira edilince, Zeliha’nın akrabasından bir
bebek, (Yusuf’un gömleği önünden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, Yusuf
yalancıdır. Gömleği arkadan yırtılmışsa, Yusuf doğru söylüyor, kadın
yalancıdır) dedi. [Bu hususta Yusuf suresinin 26 ve 27. âyet-i
kerimelerinde bilgi vardır. Hazret-i Yusuf’un mucizesi ile bebek
konuşunca, kadının yalanı meydana çıktı.]
8- Zalim ve kâfir bir hükümdar, ilahlık davası güdüyordu. Kendini ilah
kabul etmeyenleri ve Allah’a iman edenleri ateşe atıyordu. Ateşe atma
sırası, kucağında çocuğu bulunan bir kadına geldi. Kadın, ateşe girmek
istemeyince, bebeği, (Anne sabret, sen hak din üzeresin) dedi. (Müslim)
9- İsrail oğullarından bir kadın, oğlunu emzirirken, yakışıklı ve
heybetli bir genç adam, atı ile oradan geçiyordu. Kadın, (Ya Rabbi, şu
bebeğimi de, böyle yakışıklı ve heybetli kıl) diye dua ederken, bebek,
emmeyi bırakıp, Ya Rabbi, beni onun gibi yapma dedi. Daha sonra oradan
zavallı bir cariye geçiyordu. İnsanlar, ona kötü laf söyleyerek hakaret
ediyorlardı. Kadın, (Ya Rabbi, şu bebeğimi, bu cariye gibi yapma) diye
dua etti. Bebek, yine emmeyi bırakıp, Ya Rabbi, beni onun gibi yap dedi.
Bebeğin bu konuşmalarına şaşıran anne, bebeğine, niye böyle söylediğini
sordu. Bebek, O atlı, zalim biridir. Bu cariye ise, iftiraya uğrayan
suçsuz bir mazlumdur dedi. (Buhari)
10- Allah’a iman etmiş bir kadın, Firavun’un kızının başını tararken,
tarak yere düştü. Alırken, Bismillahi dedi. Firavun'un kızı, (Yoksa
senin, babamdan başka Rabbin mi var) dedi. Kadın, (Herkesin Rabbi
Allah’tır) dedi. Firavunun kızı, durumu babasına haber verdi. Firavun,
kadının inancından dönmesini istedi. Kadın, kabul etmedi. Kadını ateşte
kızdırılmış bir heykelin içine koyarak öldürecekleri zaman, kadın,
girmemek için diretti. Kucağındaki bebeği, (Anne, korkma, sen hak din
üzeresin) dedi. (Hakim)
11- Yemameli bir zat, çocuğu ile birlikte Resul-i ekremin huzuruna
gelmişti. Peygamber efendimiz,
çocuğa, (Ben kimim) dedi. Çocuk da, (Sen
Resulullahsın) dedi. Peygamber
efendimiz çocuğu severek ona, Mübarekül-Yemame adını verdi. (Mevahib-i
Ledünniyye)
12- Nuh aleyhisselam, mağarada doğmuştur. Annesi mağaradan onu
çıkarırken, (Yavrumun hali ne olacak) diye söylendi. Hazret-i Nuh, (Anne
korkma, hiçbir kimse bana zarar veremez. Allah beni yarattığı gibi
korur) dedi. (Ruh-ül-beyan)
13- Bir kahin, Firavun’a, (İsrail oğullarından bir çocuk doğacak ve
senin devletin yok olacak) dedi. Firavun, bunun üzerine, Beni İsrail’den
doğan erkek çocukları öldürtmeye başlamıştı. Cellatlar her evi basıyor,
yeni doğmuş çocuk görünce, hemen öldürüyorlardı. Bu sırada Hazret-i Musa
doğdu. Çok geçmeden Firavun’un cellatları evi bastılar. Hazret-i
Musa’nın annesi, çocuğu fırının içine sakladı. Hazret-i Musa’nın ablası,
durumu bilmediği için fırını yakmıştı. Annesi, cellatlar gidince, çocuğu
almak için geldiğinde, fırın yanmakta idi. (Eyvah, evladım yandı) diye
feryat ederken, fırın içinden Hazret-i Musa, (Anne üzülme, Allah beni
korudu) dedi. Annesi elini fırına sokup oğlunu çıkardı. (Ruh-ül beyan)
Allahü teâlâ her şeye kadirdir.
(Şura 9)
14- Hazret-i Yusuf da, annesinin karnında iken, (Uzun bir müddet,
babamdan ayrı kalacağım) dedi. (Ruh-ül-beyan c.4, s.241)
“Ardına bakmasın”
Soru:
Melekler Lut aleyhisselamın kavmini yere batırmak için gelince, Lut
aleyhisselama, Kur’an-ı kerimde, (Hiç biriniz dönüp ardına bakmasın)
dendiği bildiriliyor. (Hicr 65) Arkaya bakılmamasının sebebi ne idi?
CEVAP:
Tefsirlerde yazıyor ki:
Meydana gelecek korkunç felaketi görmemeleri için.
Veya kendilerine de o felaketin isabet etmemesi için.
Yahut hiç biri yolundan geri dönmemek için.
Hicrete kendilerini alıştırmak için diye de tefsir edenler olmuştur.
(Beydavi)
İrhas nedir?
Soru:
Peygamberlerin,
peygamberlikleri bildirilmeden önce gösterdiği harikalara ne denir?
CEVAP:
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İsa aleyhisselamın beşikte
konuşması, kuru ağaçtan taze hurma isteyince eline hurma gelmesi,
Muhammed aleyhisselam çocukken
göğsünün yarılıp, kalbinin yıkanıp temizlenmesi, başının üstünde bulut
bulunması, ağaçların, taşların kendisine selam vermeleri gibi,
peygamberliği bildirilmeden önce hâsıl olan harikalara, mucize denmez.
Bu harikalara, bu kerametlere, (İrhas) yani başlangıçlar denir.
Peygamberliği kuvvetlendirmek
içindir. (İsbat-ün-nübüvve)
Babasız yaratılmak
Soru:
Babasız yaratıldığı için, İsa diğer peygamberlerden daha üstün değil mi?
CEVAP:
Babasız yaratılmak, en üstün olmayı göstermez. Yaratanın her şeye kadir
olduğunu gösterir. İblis’i de anasız babasız yarattı, ama şeytan oldu.
Babasız yaratılmak üstünlüğe sebep olsaydı, Âdem aleyhisselamın ve
Hazret-i Havva validemizin de, hepsinden daha üstün olması gerekirdi,
çünkü her ikisi de, hem anasız, hem de babasız yaratılmıştır. Sırf bu
yaratılıştan dolayı Hazret-i Âdem’in, Hazret-i İsa’dan veya Hazret-i
İsa’nın Hazret-i Âdem’den üstün olduğunu söylemek yanlış olur. Bir
âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde İsa’nın [babasız yaratılış] durumu, Âdem’in durumu
gibidir. Allah onu [Âdem’i] topraktan yarattı. Sonra ona ol dedi ve
oluverdi.) [Âl-i İmran 59]
Şit aleyhisselam
Soru:
İslam Ahlakı kitabında şöyle yazıyor: (Kuran-ı azim-üş-şanda, ism-i
şerifleri bildirilen, yirmi sekiz
Peygamberdir. Bunları bilmek, herkese vacibdir dediler.
Peygamberlerin isimleri: Âdem,
İdris, Nuh, Şis [Şit], Hud, Salih, Lut, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub,
Yusuf, Şuayb, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Yunus, İlyas, Elyesa,
Zülkifl, Eyyüb, Zekeriyya, Yahya, İsa ve
Muhammed aleyhimüsselamdır. Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn için,
ihtilaf olundu. Bunlara ve Hızır aleyhisselama, âlimlerden kimisi
nebidir, kimisi velidir dediler.)
Şit aleyhisselam Kur’an-ı kerimde bildirildi mi?
CEVAP:
Hayır, Şit aleyhisselam, Kur’an-ı kerimde bildirilen 28 peygamberden
biri değildir. Peygamberlerin
isimleri denilen yerde, meşhur, bilinen 26 peygamberin ismiyle,
peygamber olup olmadığı kesin bilinmeyen 4 isim yazılıdır. Bu 30 zattan,
Şit ve Hızır aleyhisselam, Kur’an-ı kerimde bildirilmemiştir. Bu ikisini
çıkarınca geriye kalan 28’i ise Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir.
İlk Müslüman kim?
Soru:
Bütün peygamberler Müslüman olduğuna göre,
Peygamber efendimiz, niye
kendisinin ilk Müslüman olduğunu söylemiştir? Mesela şu iki âyetin
açıklaması nasıldır?
(De ki: Ben Müslümanların ilkiyim.) [Enam
163]
(De ki: Bana, Müslümanların ilki olmam da emredildi.) [Zümer
12]
CEVAP:
Evet, bütün peygamberler Müslümandır. İlk Müslüman Âdem aleyhisselamdır.
Muteber tefsirlerde, o âyet-i kerimelerin açıklamasında,
Peygamber efendimizin, kavminin
yani ümmetinin ilk Müslümanı olduğu bildirilmektedir.
Resulullah'tan sonra ilk Müslüman olanlar ise
şunlardır:
Kadınlardan ilk Müslüman olan Hadice validemiz,
Erkeklerden Ebu Bekr-i Sıddîk,
Kölelerden Zeyd bin Harise,
Çocuklardan Ali bin Ebi Talib (Radıyallahü anhüm),
Habeşlilerden ilk Müslüman olan Bilal Habeşî,
İranlılardan Selman-ı Fârisî,
Rumlardan Süheyb-i Rumî'dir. (Radıyallahü anhüm)
[Hâkim]