(Aşağıdaki
yazı tıp otoritelerince hazırlanmıştır.)
Yaratıkların
en mükemmeli olarak yaratılan insanın vücudu, incelenecek olursa, sayısız
odadan meydana gelmiş muazzam bir saray olduğu görülür. Bu sarayda çeşitli
fabrikalar var. Sarayın bütün cihazları noksansızdır. Muazzam bir gıda deposu,
alarm tertibatı, ısıtma tesisleri, işitme cihazları, hazır kuvvet, askeri
üsler, radarlar, odalar arasında muazzam yollar, modern taşıma vasıtaları,
yemekhaneler, kanalizasyon şebekeleri, rasathaneler, mezarlık gibi gerekli her
teşkilat mevcut. Bu sarayı gezen, sayısız harikalarla karşılaşır.
İnsan
vücudunu tanıyan insanın bir yaratıcıya inanmaması nasıl mümkün olabilir?
Elektron mikroskobunda ancak görülebilen hücrenin içinde, çok çeşitli
fonksiyonlar gören organeller var.Her bir organel, ayrı bir vazife görmektedir.
Bu kadar küçük bir yere, bu kadar iş görebilen organeller nasıl yerleştirilmiş,
tesadüfen olabilir mi?
Organel,
hücre içerisinde bulunan kendi içinde özelleşmiş organcıklardır. Vücut için
organ ne ise hücre için de organel odur.
Bütün
hücrelerde 46 kromozom varken, üreme hücrelerinde 23 kromozom vardır. Bunun
tesadüf olması mümkün müdür?
Erkek
ve dişi hücre birleşince, embriyo meydana geliyor. Bu tek hücreden daha sonra
dokular, organlar, vücut meydana geliyor. Tesadüf ise niye hep kas, hep kemik,
hep kıl, hep aynı organ olmuyor da, göz, kulak, beyin gibi mükemmel organlar
meydana geliyor? Bir hücrenin içine, bu genetik kodun konmasına tesadüf
denebilir mi? Aşağıdaki bilgiler bu gözle okunursa çok faydalı olacaktır.
Kan
imali:
Kan,
sıvı ve organellerden [organcıklardan] meydana gelir, içinde eritrosit,
lökosit, trombosit, elektrolit, antikorlar, pıhtılaşmayı sağlayan maddeler var.
Kısaca insan için gerekli her şey var. Bunlar nasıl tesadüf olabilir?
Vücuttaki
kanın vazifeleri çoktur. Mesela hücrelerde lüzumlu gıda maddelerini sağlamak,
gıdaların enerji haline gelmesine yarayan oksijeni hücrelere sevk etmek, vücuda
dışarıdan girmeye çalışan hastalık mikroplarına karşı vücudu korumak,
hücrelerde biriken kirli artıkları çeşitli kanallarla dışarı atmak, vücut
ısısını ayarlamak gibi çeşitli vazifeleri vardır. Kandaki bu işleri, ayrı
görevleri bulunan hücreler yapmaktadır. Mesela alyuvarlar oksijen nakliyle
görevlidir. Akyuvarlar ise, vücuda girmeyi başaran mikropları zararsız hale
getirir.
Kanda
bunlardan başka, kanın pıhtılaşmasını sağlayarak kanamaları önleyici
trombositler de vardır. Tekniğin ileri olduğu asrımızda bile, kandaki bir hücre
bile yapılamamıştır. Hücreye hayat sağlayan ruhun yapılması ise imkânsızdır. Bu
harikalar nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bunları
düşünmesi lazımdır.
Hareketler:
Uzuvların
hareketi kaslarla olmaktadır. Sinirler kasları, kaslar da uzuvları harekete
geçirir. Dışarıdan gelen darbelere karşı koyan iskelet kaslarından başka
isteğimiz dışında çalışan düz kaslar var. Kalb kası çizgili kas olmasına rağmen
isteğimiz dışında çalışır. Eklem kasları gibi isteğimizle çalışsaydı ufak bir
ihmal neticesinde kalb duruverirdi. Uyurken çalıştıracak bir şeye ihtiyaç olurdu.
Kalb kasının çalışması elektriksel bir harekettir. Kalbimiz, bilmediğimiz bir
elektrikle isteğimiz dışında çalışmaktadır. Bu harikalar nereden gelmiş, niçin
gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bunları düşünmesi lazımdır.
Kaslar
hareket sistemindendir. Kendi enerjisini kendi sağlar. İki kasılma arasında
istirahat eder. Hep kasılsa kramp olur. Hep gevşek dursa insan düşer. Bu kadar
mükemmel bir mekanizmaya nasıl tesadüf denebilir?
Muhabere
işleri:
Ayağa
bir diken batsa vücuttaki sinir sistemi sayesinde haberdar oluruz. Bu sistem,
beyin, omurilik ve sinirlerden meydana gelir. Omurilik soğanı, solunum,
boşaltım, dolaşım gibi hayati faaliyetleri idare eder. Omurilik, refleks
hareketleri, iç uzuvlarımızın ve salgı bezlerinin faaliyetlerini idare eder.
Bir ikazın nöron denilen sinir hücreleri tarafından teşekkülü elektrik akımına
benzer. Felç halinde sinir sisteminde bozukluk olduğu için, uzuvlar istekle
hareket edemez. Felçlinin eli ayağı olduğu halde tutmaz. Sinir sistemine böyle
bir kuvveti kim vermiştir?
Duyu
organlarından alınan uyarılar, duyu sinirleriyle belirli merkezlere gider,
orada yorumlanıp anında motor sinirleri vasıtasıyla organlara bilgi verilir,
organlar da buna göre çalışır. Milyarlarca hücrenin hiç aksatmadan görevini
yapmasına tesadüf denebilir mi hiç?
Vücudun
direği
kemikler:
İnsan
vücudunda birbirinden farklı yüzlerce kemik var. Her biri yerine uygun şekilde,
tam oturmuştur. Bu kadar mükemmel bir yerleşime aklı olan nasıl tesadüf
diyebilir ki? Niçin kafatasında tesadüfen bir uzun kemik yok da, yuvarlak kemik
olmuş? Yapıcısı mükemmel ki, işi de, yaratması da mükemmel oluyor.
Kemikler,
vücuda dayanak ve kasların irtibatını sağlar. Omurga, vücudun ana direğidir.
Omurga zedelenirse, felç meydana gelir. O, üç tabaka sağlam zarlar içinde
muhafaza edilmiş, en dışı da kolayca tahrip olmayan omurgayla kapatılmıştır.
İnsan yürüdükçe birbirine sürten omurlar aşınır. Bu aşınmaya mani olmak için
parçalar arasında conta gibi bir şeyin olması gerekirdi. Kıkırdaklar omurlar
arasındaki aşınmayı önler. Vücudu taşımak gibi mühim bir vazifesi bulunan
kemikler, sağlam olduğu kadar elastikiyet sağlayacak şekilde yaratılmıştır. El,
kol, bacak ve parmak gibi kemikler eklemler sayesinde oynar, hareket eder. Bu
harikalar nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bunları
düşünmesi lazımdır.
Trafik
işleri:
Vücuttaki
taşımacılık işleri, dolaşım sistemi tarafından yapılır. Dolaşım sisteminin
merkezi yürektir. Kalbin muntazam çalışmasıyla kan, damarlar vasıtasıyla vücut
sarayının en ücra köşelerine kadar ulaşır. Kirlenen kan, akciğerlerde
temizlenir. İstek dışında çalışan kalb, bir müddet dinlense, vücut sarayı
yıkılır. Her uzuv, her makine gibi, yürek de dinlenmeye ihtiyaç gösterir. Yürek
çalışırken dinlenecek şekilde yaratılmıştır. Her kasılıp gevşedikten sonra yarım
saniye kadar istirahata geçer. Yüreğin pompaladığı kan, atardamarlarla vücuda
dağılır, kılcal damarlarla dokulara kadar ulaşır. Kandaki besin ve oksijen
lüzumu kadar dokulara verilmiş olur. Burada besin maddesi oksijen tarafından
yakılır. Meydana gelen enerjiyle vücut makinesi çalışır. İrademiz dışında her
şeyi intizamlı şekilde çalıştıran kimdir?
Alınan
besinler ağızda tükürük ve dişler sayesinde parçalanır. Unlu gıdaların
sindirimi ağızda başlar. Proteinler midede sindirilir, çok çeşitli enzimler
sindirimde rol oynar. Mide asidi betona dökülse eritir; ama mideye niçin bir
şey olmuyor? Çünkü koruyucu enzimler ve mukus var. Bu kadar ince bilgiler
gerektiren bir şey, nasıl tesadüf olabilir? Mideden on iki parmak bağırsağına
geçen gıdalar için gerekli enzimler pankreastan gelecek, bunu oraya kim
bildirdi? Sonra yağları eritmek için safra lazım, buda karaciğerden safra
kesesine depolanıp oradan on iki parmak bağırsağına akacaktır. Buna nasıl
tesadüf denebilir? Sonra ince bağırsaklara geçen gıdalar emilip vücuda
alınacaktır. Bunu yapan villustur. Villus, İnce bağırsak üzerinde bulunan,
besinlerin emilimiyle kana karışmasını sağlayan yapıdır. Bunların hepsini
tesadüfle açıklamak akıl işi mi?
Yemek
ve enerji:
İş
yapabilmek için vücudun enerjiye ihtiyacı vardır. Besinleri parçalamak için Allahü teâlâ, kesici, öğütücü dişler yaratmıştır.
Tükürük bezlerinin salgılarıyla hamur haline gelen lokmalar, kolayca yutulur.
Yutulurken yanlış yola gitmeyip mideye gitmesi için nefes borusu küçük dille
kapanır. Gıdalar mideye gider. Mide duvarını saran kasların kasılmasıyla
gıdalar sindirime hazır vaziyete gelir. Etten yapılan bir torba içinde etler ve
başka gıdalar parçalanmakta ve dinimizin emrine uyulduğu takdirde ömür boyu bu
mide bozulmadan vücut sarayına hizmet etmektedir. Eğer dinimizin emrine
uyularak mide tıka basa doldurulmazsa, alkol ve daha başka zararlı maddelerle
mide tahrip edilmezse, hayatın sonuna kadar insana rahat hizmet eder.
Tırnaklar
kesilmezse çok uzadıkları halde, neden kirpikler, kaşlar ve dişler uzamıyor?
Dişler uzasaydı, uçlarından kesmek ne kadar zor olurdu? Kirpiklere, kaşlara ve
dişlere, fazla uzatmayıp dur diyen kimdir? Aklı olanın düşünmesi ve bulması
lazımdır.
Dişlerin
yaratılışı da bir harika! Ön dişler kalın olsaydı gıdayı kesemezdi, azı dişler
ince olsaydı gıdayı parçalayamazdı. Uçları canlı olsaydı yemek yerken acırdı.
Köklerde sinir olmasaydı çürüdüğünü fark etmezdik. Bunların hangisi tesadüf
olabilir?
Teneffüs
sistemi:
Vücuda
alınan gıdalar, enerji haline gelebilmesi için yakılır. Gerekli oksijenin
alınıp hücrelerdeki yanma olayından sonra karbondioksitin dışarı atılmasına
teneffüs faaliyeti denir. Alınan gıdalar, hücrelerde oksijen vasıtasıyla
yakılarak enerji haline döner. Yanmada meydana çıkan karbondioksit teneffüsle
dışarı çıkar. Akciğerde kanın temizlenmesi için vazife gören hava, dışarı
çıkarken nefes borusundaki telleri titreştirerek sesin teşekkülünü temin eder.
Dışarı çıkan kirli hava, içeri giren temiz havayla karşılaştıkları halde onu
kirletmez. Bunlar kendiliğinden mi oluyor? Neden böyle saat gibi çalışıyor?
Bunları idare eden kimdir? Aklı olanın bunları düşünmesi gerekir.
Nefes
almak ne kadar kolaydır. Astım hastasına sorarsan çok yorucu ve zor. Nefes için
hem burun var hem ağız, tek delik olsaydı nasıl yemek yerdik. Nezle olan bir
kimsenin burnu tıkanınca ağızdan nefes alıyor. Ya olmasaydı? Bu bile ne kadar
bir merhamet ve bilgi işi. Bunlara tesadüf denebilir mi? Karın boşluğunda
diafragma kası bulunmakta ve akciğerlere havanın girişini kolaylaştırmakta. Bu
kas çalışmazsa nefes zor alınır. Bu kas oraya nasıl gelmiş? Akciğerlerde kan
temizlenen alveoller üzüm salkımı şeklinde olup daha fazla havanın
temizlenmesini sağlar. Bu şekilde olmasaydı temizlenen hava az olur, daha sık
soluk alıp vermek zorunda kalırdık. Bu da bizi çok yorardı, iş yapamazdık.
Bunlar nasıl tesadüf olabilir?
Boşaltma
sistemi:
Gıdaların
posası bağırsak vasıtasıyla dışarı atılırken, kan ve hücrelerdeki gıda
artıkları ve vücuda zararlı maddeler de böbrekler vasıtasıyla süzülerek dışarı
atılır. Bu iki temizleme vasıtası olmasaydı vücut pislik içinde kalır, uzuvlar
zehirlenir, üstelik yeni gıda alma imkânı da olmazdı. Üre, ürik asit, tuz gibi
maddeler kanla böbreğe gelerek idrar havuzunda toplanır. Bu idrar torbası
olmasaydı devamlı idrar akıp duracaktı. Her uzvumuzu intizamlı şekilde yaratan
kimdir?
Bunlar
kendiliğinden mi oluyor? Neden böyle saat gibi çalışıyor? Bunları idare eden
kimdir? Aklı olanın bunları düşünmesi lazımdır.
Temizleme
organı olan böbreklerden zararlı maddeler atılmakta, faydalı maddeler ise geri
alınmakta, idrara verilmemektedir. Bütün kanımız böbreklerden geçerek
arıtılmaktadır. Bir et parçası olan böbrek faydalıyı zararlıyı nasıl ayırmakta?
Niye hep zararlı şeyleri atmakta? Böyle tesadüf olur mu?
Gıda
deposu:
Birçok
vazifesi olan karaciğer, erzak deposu olan bir fabrikadır. İnce bağırsakta
emilerek kana karışan gıdalar karaciğerde depo edilir. İhtiyaç halinde,
kullanılmak üzere, şeker ve asitler, glikojen halinde kullanılmaya hazır
vaziyette karaciğere depo edilir. Karaciğer, yağların sindirimine yardımcı olan
safrayı çıkarır. Bu salgının, karaciğer hücreleri tarafından süzülen zehirli
artıkları bağırsak vasıtasıyla dışarı atılır. Safra kesesi olmasa yağlı
gıdaları sindirmek mümkün olmaz. Karaciğerin bir kısmı alınsa, kalan kısımdaki
hücreler, çoğalarak eksik kısmı tamamlar. Yani kendini tamir eder.
Karaciğer
vücudun deposu ve toksik maddeleri temizleme yeridir. Vücut için zararlı olan
safra asitleri ve zehirli bir gaz olan amonyak burada temizlenir. Safra
asitleri safra kesesinde depolanır. Amonyak ise üreye çevrilip böbreklerden
atılır. Bunları hangi tesadüf açıklayabilir?
Bunlar
kendiliğinden mi oluyor? Bunları idare eden kimdir? Aklı olanın bunları
düşünmesi gerekir.
Konuşma
uzvu:
Dil,
ağızdaki lokmaları çevirerek sindirime yardımcı olur, tat alır ve konuşur.
Gıdaların tadı, acı, ekşi, tatlı, tuzlu olmak üzere dörde ayrılır. Dilde
yaratılan özelliklerle bu gıdaların tatları bilinir, faydalı olan zararlıdan
ayrılır. Gıdaların kokuları tat alma hassasiyetini artırır ve iştah meydana
getirir. Böylece gıda alma işi bir külfet değil, bir lezzet olur. Konuşmada da
dilin önemi büyüktür. Bu özellikler nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim
yapmıştır? Aklı olanın bunları düşünmesi gerekir.
Dış
cephe:
Vücudu
örten deri, ırka göre değişir. Bir Japon, bir Zenci, bir Türk renginden
bilinebilir. Deri, dokunma işini yapar, vücudu dış etkilerden, soğuk ve
sıcaktan korur. Derinin dış tabakası ölü hücrelerden meydana gelmiştir.
Derideki kıllar, saç, kaş, kirpik, aynı dokudan meydana geldiği halde, kaş ve
kirpik belli bir uzunluktan fazla uzamaz. Kirpikler devamlı uzasaydı görmek
zorlaşır, her zaman kirpikleri kısaltmak gerekirdi. Canlı hücrelerden cansız
kıllar meydana getiren Rabbimiz sonsuz hikmet sahibidir. Eğer bu kıllar canlı
olsaydı, tıraş olurken çok acı duyardık. Canlı hücrelerin besleyip büyüttüğü
tırnaklar da cansızdır. Acı duymadan fazlasını kesip atarız. Canlı vücuttan,
saç, tırnak gibi ölü şeyleri kim yaratmıştır? Tesadüfen mi olmuştur?
Vücudu
örten deri olmasaydı insan ne kadar korkunç görünürdü! İnsana güzellik veriyor.
Derinin en üst tabakasında sinir yoktur, damar yoktur, ölü hücrelerden meydana
gelmiştir. Canlı olsaydı her dokunduğumuz şey canımızı acıtırdı. Bunlar
tesadüfle nasıl açıklanabilir?
Dürbünler:
Görme
organı olan göz, üç tabakadan meydana gelmiştir. En dışta sert tabaka olup
kalın liflerden meydana gelmiştir. Bu lifler ön tarafa gelince saydamlaşıyor ve
korneayı meydana getiriyor. Bunu saydamlaştıran kim? İkinci tabaka damar
tabakası, oda arka tarafta tamamen kapalı iken önde bir delik yani göz bebeği
oluşmuş ve göze rengi veren iris meydana gelmiştir.
Her
uzuv önemli ise de, gözlerin önemi daha büyüktür. Gözler çok hassastır. Kaşlar
terlerin göze gitmesini engeller. Göz kapakları istek dışında çalışır.
Kirpikler de dışarıdan gelecek toz ve zararlı maddelerin göze girmesine mani
olur. Gözü meydana getiren hücrelerde görme kabiliyetini kim yaratmıştır? Diğer
hücrelere bu vasfı niye vermemiştir? Göz olmasaydı, herkes kör olurdu. Kulaklar
olmasaydı herkes sağır olurdu. El olmasaydı herkes çolak olurdu, ayaklar olmasa
herkes kötürüm olurdu. Dil olmasa, herkes dilsiz olurdu. Her organ yerli yerine
yerleştirilmiştir. Artık aklı olan bunlara nasıl tesadüf diyebilir ki?
İşitme
cihazları:
Kulaklar,
işitme sinirleri sayesinde sesleri işitir. İşitme sinirleri gözde, görme
sinirleri kulakta olsaydı, fonksiyonunu yapamazdı. Her hücreyi yerli yerinde en
güzel şekilde kim yaratmıştır? Kulak zarının gergin durması ve ses
dalgalarından zarar görmemesi için orta kulaktan nefes borusuna bir kanal
açılmıştır. Ağzımız açık iken top patlasa kulak zarı patlamaz. Ağız kapalı da
olsa burun deliklerinden giren sesle kulaktan giren ses birbirini dengeler.
Kulak küçük ve büyük frekanslı sesleri işitebilecek vasıfta yaratılsaydı,
maddelerin atomlarındaki sesler, birbirine karışır, hem konuşulanları
duyamazdık, hem de gürültü içinde yaşama imkânı kalmazdı. Her şey hikmetle
yaratılmıştır. Vücutta ve kâinatta tesadüfî ve maksatsız yaratılmış hiçbir şey
yoktur.
Kemik
içine yerleştirilen kulaklar da harika organlardır. Kulak kepçesi sesleri
toplar, aynı zamanda estetik görünüm verir. Kulak yolunun bitiminde zar var.
Sesin titreşimini artırıp içeri ilettiği gibi, kulağın içini de korur. Orta
kulakta üç tane kemik var. Küçücük bir yerde küçücük üç tane şekilli harika
kemik, sonra iç kulak, denge kanalları ve işitmeye yardımcı kanallar… Bunlar
nasıl tesadüf olabilir?
Vücuttaki
su:
Vücudun
üçte ikisi sudur. İç salgı bezlerinin sıvıları, kana karışarak hayati
faaliyetlerde önemli rol oynar. Gıdaların sindirilmesi, kan dolaşımı, tuz ve
şeker gibi maddelerin dengelerini ayarlama vazifeleri bezler sayesinde olur.
Hipofiz,
kan kaybını önler. Vücuttaki su dengesini korur. Eğer düzenli çalışmaz, fazla
hormon salgılarsa dev hastalığı, az salgılarsa cücelik meydana gelir. Bu
özellikler nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bunları
düşünmesi gerekir.
Pankreas
bezi, salgıladığı enzimlerle gıdaların vücuda yararlı hale gelmesine vesile
olur. Pankreas, insülin hormonu salgılayarak kandaki şekeri ayarlar. İnsülin
salgısı azalırsa şeker hastalığı meydana gelir.
Tiroid
bezi, iyot ihtiva eden tiroksin hormonu salgılar. Yeterince iyot alınmazsa
guatr meydana gelir. Bu bezi kim niye yaratmış?
Canlı
maddesi olan protoplazma, gayet küçük ve mükemmel tanzim olunmuş bir makine
gibidir. Hücre, hayatın ilk müstakil parçasıdır. Canlılar hücreden yapılmıştır.
İnsan hücresi, bir elektrik makinesine, bir radyoya benzer. İnsan vücudu otuz
trilyon hücre motorundan yapılmış muazzam bir fabrikadır. Bu özellikler nereden
gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bunları düşünmesi gerekir.
Kan:
Vücutta 5–6 litre kan bulunur. Plazma denilen kan suyunun içinde Alyuvarlar ve
Akyuvarlar vardır. Bir milimetreküp kanda beş milyon alyuvar vardır. 30–40 gün
çalıştıktan sonra yaşlanırlar. Dalak, bu yaşlı alyuvarları kandan alarak
öldürür. Kan kaybında ve bazı hastalıklarda kandaki alyuvar sayısı azalır. Kan
azalmadığı halde kandaki alyuvar azaldığından halsizlik ve kalb çarpıntısı
görülür. Buna kansızlık denir.
Saray
muhafızları:
Akyuvarlar
kanın muhafızlarıdır. Bir milimetreküpte 6–8 bin kadardır. Vücuda mikrop
girince sayıları artar. Mikrop savaşında akyuvarlar ölür. İrin, bu akyuvar
ölülerinin yığınıdır.
Lenf
sistemi, vücuda giren mikropları zararsız hale getirir. Lenf düğümleri akyuvar
imal eder. Ayrıca ikinci bir bakteri hücumuna karşı koymasına yardımcı olan
bazı proteinler imal eder. Eskiden bademciklerin vazifesi bilinmiyordu. Bugün
bademciklerin de bakteri hücumuna karşı protein imal ettiği bilinmektedir.
Zamanla başka vazifeleri de tespit edilebilir. Dalağın da aynı işi yaptığı
bilinmektedir.
İlk
hücumdan sonra tutularak muhafaza edilen bakteriler, yeni bir bakteri hücumuna
karşı değiştirilip vücudun müdafaasında muhafız olarak kullanılır. Düşman
askerleri olan bakteriler, lenf düğümlerinde düşmanlık vasfı kaldırılarak yeni
bakterilere karşı savaş açar. Lenf sistemi aynı zamanda sindirilen yağları
toplardamarlara ulaştırır. Lenf sistemi, akyuvar muhafızlarının müdafaa hattı
olduğu gibi, gıdaların hücrelere ulaşmasını sağlar. Tesadüfî olmayan bu işlerin
ne muazzam bir sistem olduğu meydandadır. Her şeyi intizamlı şekilde yaratan Allahü teâlânın şânı çok yücedir. Bu özellikleri
yerli yerinde, intizamlı şekilde kim yapmıştır? Aklı olanın bunları düşünmesi
lazımdır.
Muntazamdır
cümle işlerin senin,
Aklı
ermez, hikmetine kimsenin.