Soru: Allahü teâlâ bir olduğunu Kur'an-ı kerimde bildirmiş midir?

CEVAP:

Defalarca bildirmiştir. Birkaçı şöyle:

(İlahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur.) [Bakara 163]

(Allah’tan başka ilah yoktur.) [Bakara 255, Al-i İmran 2, Nisa 87, Taha 8, Tegabün 13]

(Ondan başka ilah yoktur.) [A.İmran 6,18, Enam 102, Tevbe 31, Hud 14, Rad 30, Müminun 116, Kasas 88, Fatır 3, Zümer 6, Mümin 3,62,65, Müzzemmil 9]

(Tanrı üçtür demeyin! Allah, ancak bir tek ilahtır.) [Nisa 171]

(O ancak bir tek ilahtır.) [Enam 19]

(İlahınız tek bir ilahtır.) [Nahl 22]

(İki ilah edinmeyin, O ancak bir ilahtır. O halde yalnız benden korkun.) [Nahl 51]

(Allah’tan başka ilahlar olsaydı, bu ilahlar, Arşın sahibi Allah’a elbette bir yol ararlardı. İlahlıkta ortaklık olmaz. Onun için, Allah ile savaşıp Onu yok etmeye çalışırlardı.) [İsra 42]

(Allah’tan başka ilah olsaydı, her ilah, kendi yarattığını idare eder, bir gün elbette biri diğerlerine galip gelirdi. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir.) [Müminun 91]

(Sizin ilahınız, elbette kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır.) [Taha 98]

(Allah’tan başka, yerde-gökte ilahlar olsaydı, yerin-göğün nizamı bozulurdu. Arşın rabbi olan Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir, Allah’tan başka ilah yoktur.) [Enbiya 22]

(Ey Resulüm, senden önceki her peygambere, "Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk edin" diye vahyettik.) [Enbiya 25]

(Her şeyi O yaratmıştır.) [Enam 101]

(İlahınız birdir.) [Saffat 4]

(O Allah birdir.) [Zümer 4]

(O Allah tektir.) [İhlas 1]

Birliğini ispat

Soru: Allahü teâlânın birliği nasıl ispat edilebilir?

CEVAP:

Allahü teâlânın varlığı ve birliği, ilmî ve aklî yollar ile de ispat edilmiştir. Kelam âlimleri, aklî yollarla eseri görüp, müessirin [buna tesir eden, bunu yapanın] var olduğunu bildirmişlerdir. Hukema, yani fen bilgilerine de vakıf olan hikmet ehli âlimler ise, ilmî usule göre, müessirin kudretini görerek, her şeyi bunun yaptığını bildirmişlerdir. Allahü teâlânın var ve bir olduğunu gösteren delillerden bazıları şöyledir:

1- Bir âyet-i kerime meali:

(Eğer yer ile gökte, Allah’tan başka ilahlar olsaydı, bunlardaki nizam bozulur, karma karışık olurdu.) [Enbiya 22]

Bu âyet-i kerimenin işareti kâinatın yaratıcısının iki olduğu farz edilse, bu iki yaratıcının işleri, birbirinden, ya farklı veya aynı olur. Birbirinden farklı olursa, âlem bozulur. Yani gökler ve yerin bu özel düzeninden çıkmasını ve yok olmasını veya birbirine zıt şeylerin aynı anda bir araya toplanmasını gerektirir. Mesela, iki ilahtan biri, bir insanın hareketini, diğeri de o anda hareket etmeyip oturmasını dilese, ilah oldukları için kudretleri o insana tesir edince, iki zıttın birleşmesini gerektirir. Bu ise, mümkün değildir. Çünkü, iki zıt şeyin, aynı anda bir araya gelmesi, mümkün değildir. Yani, o insan, aynı anda hem hareketli, hem hareketsiz olamaz. Ya hareketlidir veya hareketsizdir.

İki ilahın bir konudaki işi farklı olursa, biri bu iş şöyle olsun, öteki de hayır böyle olsun derse, o işte ikisinden birinin istediği olursa ikisinden birinin âcizliğini gösterir. Âcizlik ise, sonradan olma, yani yaratılma alametidir. Bu ise, ilahlığa yakışmaz. Sonradan yaratılan ilah olamaz.

2- Kâinatın yaratıcısının hâşâ iki olduğu farz olunsa, ikisinden biri, dilediğini yapmakta ya kâfi olur veya olmaz. Biri, yaratıcı olarak, dilediğini yapmakta kâfi ise, ikinci ilahın gereksiz ve fazla olması gerekir. Bu ise, noksanlıktır. Noksan olan ise, ilah olamaz. Eğer ikinci ilah, dilediğini yapmakta kâfi gelirse, birinci ilahın yok olması veya atıl olması gerekir. Atıl olan, ilah olur mu hiç? Atıl, iş yapmaz, işe yaramaz demektir.

3- İki ilah olduğu farz edilse, ya birbirine muhtaçtır, ya değildir. Yahut biri diğerine muhtaç olup, diğeri ona muhtaç değildir. Eğer ikisi birbirine muhtaç ise, ikisinin de noksan olması gerekir. Noksan olan ise, ilah olamaz. İkisi birbirine muhtaç değilse, ikisi de ilah olamaz. Her biri, diğerine göre, fazla ve lüzumsuzdur. Bu da, ilahlık vasfına zıttır. Çünkü ilah, her şeyin kendisine, her an muhtaç olduğu ve her şeye kâfi olan bir varlık olup, buna ihtiyaç duyulmaması olamaz. Biri diğerine muhtaç ise, muhtaç olan ilah olamaz. Sadece muhtaç olmayanın ilah olması yani ilahın bir olması lazım gelir.

Bu âlemin mutlak bir yaratıcısı vardır. O, bu âlemi yaratmayı dilemiş ve yaratmıştır. Eğer o dilemeseydi, yaratmasaydı hiçbir şey var olamazdı. Hiçbir şey, kendi kendine var olamaz. Her şeyi mutlak bir yaratan vardır. Kalem, kendi kendine yazmaz. Yazması için, mutlaka bir sebep lazımdır. Bu sebep ise, herkesin bildiği gibi, katiptir. Katipsiz kalemin yazması nasıl mümkün değil ise, bir yaratıcı olmadan, âlemin var olması da, mümkün değildir.

4- Yaratıcının iki olduğu farz olunsa, onlardan biri, bir kimsenin kalkmasını dilediği anda, diğerinin de, onun oturmasını dilediğini farz edelim. O kimsenin hem kalkması, hem de oturması mümkündür. Fakat, iki ilahın iradeleri aynı anda hasıl olunca, o kimsenin aynı anda hem oturması, hem de kalkması gerekir. Bu ise, iki zıt şeyi birleştirmek olduğundan imkansızdır. Eğer, sadece birinin dilediği hasıl olursa, diğerinin âciz olması lazım gelir. İlahın âciz olması muhaldir. Çünkü âcizlik, mahluklarda bulunur. Mahluk olanın ise, ezelde var olması muhaldir. Ezeli âcizlik muhal olduğu gibi, ilahın âciz ve hadis olması da muhaldir. Eğer, diğer ilah için, o kimsenin oturmasını irade etmek mümkün olmaz ise, ikisinden biri, diğerinin iradesine mani olduğundan âciz olmuş olur. Âciz olan ise, ilah olamaz.

Âlemde mevcut olan varlıklar, kendi kendilerine var ve yok olamazlar. Onlara bir tesir eden, yani onları bir yaratan vardır. Madem ki, âlemler ve âlemlerde mahluklar vardır. Öyle ise, âlemleri ve âlemde olan mahlukları bir yaratan vardır. Mahlukların var olması, bu yaratıcının varlığına bir delildir ki, bu yaratıcı Allahü teâlâdır. Âlemdeki mahlukların sıfatları vardır. O halde onları yaratan Allahü teâlâda da bu sıfatlar vardır.

Hiçbir şey yok idi. Kâinatı ve her şeyi Allahü teâlâ yarattı. Hepsi mahluktur. Yani, yok iken var olabilir ve var iken de yok olabilir ve yok iken var olmuştur. (Allahü teâlâ var idi. Hiçbir şey yok idi) hadis-i şerifi, bunu bildiriyor.

Âlemin hadis olduğunu gösteren diğer bir delil de, âlemin her zaman bozularak değişmesidir. Her şey değişmektedir. Kadim olan şey ise, hiç değişmez. Allahü teâlânın zatı ve sıfatları böyledir. Bunlar hiç değişmez. Halbuki âlemde, fizik olaylarında, maddelerin hâl değiştirmesi oluyor. Kimya reaksiyonlarında, maddelerin özü, yapısı değişiyor. Cisimlerin yok olarak, başka cisimlere döndüğünü görüyoruz. Bugün yeni bilinen atom değişmelerinde ve çekirdek reaksiyonlarında, madde, element de yok oluyor. Enerjiye dönüyor. Âlemlerin, maddelerin böyle değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelemez. Bir başlangıcı olması, yoktan var edilmiş olan ilk maddelerden, elementlerden hasıl olmaları gerekir.

Âlemin mümkün olduğuna, yani yok iken var olabileceğine başka bir delil de, âlemin hadis olmasıdır. Yani her şeyin yok iken var olduklarını görüyoruz. Cisimler yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydana geliyor. Ancak, son kimya bilgimize göre, yüz beş madde, kimya reaksiyonlarında, hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor. Radyoaktif olaylar, elementlerin, hatta atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü ispat etmiştir. Hatta Alman fizikçisi Einstein, bu değişmenin matematik formülünü ortaya koymuştur.

Cisimlerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelerek değildir. Böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Hiçbir şey yok iken, hepsi sonradan yoktan yaratılmıştır demektir. İlk, birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lazım olurdu. Çünkü, âlemin sonsuz öncelerde birbirlerinden var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lazım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır. Sonsuz önce demek, bir başlangıcı yok demektir. Sonsuz öncelerde yoktan var olmak demek, ilk yani başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk, birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Her şeyin her zaman yok olması lazım gelir. Her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lazım olur.

Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermektedir. Âlemin yoktan var edilmiş olduğuna, o ilk yaratıktan hasıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğuna inanmak gerekir.

Var olan şey ikidir: Biri, yok iken, sonradan var olan (yaratık), ikincisi hep var olan (Vacib)dir. Eğer var olan yalnız yaratık olsaydı ve vacib-ül-vücud bulunmasaydı, hiçbir şey var olamazdı. Çünkü, yok iken var olmak, bir değişikliktir, bir olaydır. Fizik bilgimize göre, her cisimde bir olay olması için, bu cisme dışardan bir kuvvetin tesir etmesi, bu kuvvet kaynağının, bu cisimden önce var olması lazımdır. Bunun için, mahluk olan, kendi kendine yoktan var olamaz ve varlıkta duramaz. Ona bir kuvvet tesir etmeseydi, hep yoklukta kalırdı. Var olamazdı. Kendini var edemeyen, başka mahlukları da elbette yaratamaz. Mahlukları yaratanın, vacib-ül-vücud olması lazımdır. Âlemin var olması, bunu yoktan var eden bir yaratıcının var olduğunu gösteriyor.

Görülüyor ki, sonradan olmayarak ve yaratık olmayarak, yani hep var olarak, bütün yaratıkların tek yaratıcısı, ancak vacib-ül-vücud olan Allahü teâlâdır.

Vacib-ül vücud, varlığı mutlak lazım olan demektir. Varlığı başkasından olmayıp, ancak kendindendir, yani kendi kendine hep vardır demektir. Başkası tarafından yaratılmadı. Eğer böyle olmazsa, yaratık olması, başkası tarafından yaratılması lazım olur. Yaratılan ise ilah olamaz. Farsça’da, (Huda) demek, kendi kendine hep var olucu, yani kadim demektir. (İmam-ı Razi, Kadı Beydavi)

Soru: Hazret-i Mevlana’nın (Allah'ın varlığı sabittir, ispata çalışma, sen kulluğunu ispata çalış!) sözüne göre, akılla Allah'ın varlığını ispat etmek veya bu konudaki kelam ilmiyle uğraşmak yanlış mı? Yanlışsa hangi ilimle uğraşmalıdır?

CEVAP:

İman bilgilerini anlatan kelam ilmini, akıl ve nakille ispat edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar bilmek farz-ı ayn olup, bundan fazlasını öğrenmek ancak din âlimlerine gerekir. Başkalarına caiz değildir. Başkaları bu ilimle meşgul olursa, bâtıla kayar, zındık olur. İslam âlimleri buyuruyor ki:

İlm-i kelam ile uğraşıp sapıtmak yanında, büyük günah işlemek hafif kalır. Ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmeden önce, ilm-i kelamla uğraşmanın zararı bilinseydi, bu işle uğraşmaktan, aslandan kaçar gibi kaçınılırdı. (İmam-ı Şâfiî)

Kelam ilmiyle uğraşan hep şüphe içindedir, iflâh olmaz. (İmam-ı Ahmed)

Bid’at ehli ile kelamcıların şahitlikleri kabul değildir. (İmam-ı Mâlik)

Kelam ilmiyle uğraşan imam olamaz, zamanla dinden çıkar. (İmam-ı Ebu Yusuf)

Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır. (İbni Âbidin)

Resulullah, fıkhı teşvik etti, kelamı yasakladı. (Hadîka, Hadis âlimleri)

Kelam ilmiyle uğraşanların çoğu zındık olur. (Fetâvâ-yı Bezzâziyye)

Tasavvuf sayesinde iman sağlamlaşır, şüphe getiren tesirlerle sarsılmaz. Akılla, delil ve ispatla kuvvetlendirilen iman böyle sağlam olmaz. (İmam-ı Rabbânî)

İman bilgilerini, ihtiyaçtan fazla öğrenmek caiz değildir, bid’atlerin yayılmasına sebep olur. (Hindiyye)

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri de buyuruyor ki:

İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü iman parçalanmaz. Bir hadis-i şerifte de, (Dini aklıyla ölçen kadar zararlı kimse yoktur) buyurulmaktadır. (Taberânî)

Doğru Müslüman olmak için tasavvuf ilmini, ahlak bilgilerini öğrenmek de şarttır. Fıkıh ilminden habersiz, ahlak ilmini bilmeyen kimse, itikadı da Ehl-i sünnete uygun değilse, sabahtan akşama kadar, (Allah vardır, birdir) diye bağırsa, 99 delille Allah'ın varlığını ispata kalksa, hiç kıymeti olmaz.

İbni Sakka isimli bir âlim, akla çok önem verirdi. Her şeyi akılla ispata kalkardı. Allah’ın varlığını, birliğini 99 delille ispat eder ve hep bu konu üzerinde çalışırdı. Zamanla aklının almadığı konular da çıktı, şüpheleri arttı, bocalamaya başladı. Yusuf-i Hemedanî hazretlerine bir şey sordu. O da, (Otur, senin sözünden küfür kokusu geliyor) buyurdu. İstanbul’a elçi olarak gidince, Hristiyan oldu. Hristiyan olduktan sonra da, 100 delil ile Allah’ın 3 olduğunu ispata kalkıştı. (Fetâvâ-yı hadisiyye)

Bir kocakarıya, (İbni Sakka, Allah'ın varlığını ve birliğini, 99 delille ispat eden büyük bir zattır) denince, (Demek onun 99 şüphesi var ki, şüphelerini gidermeye çalışıyor. Benim hiç şüphem yok ki, ispata kalkışayım) diyor.

Bu konuları akılla ispata kalkmamalı. Bir hadis-i şerif:

(Âhir zamanda, kocakarı gibi inanın!) [Deylemî]

Bu hadis-i şerif, (Körü körüne inanın) demiyor. (Dinimizin bildirdiklerine, akılla ölçmeden, delil aramadan inanın) demektir. Âhiret ve Sırat Köprüsü, akılla, mantıkla ispat edilemez. Mutezile; aklına sığdıramadığı için, Sırat Köprüsü ve Mirac gibi şeyleri inkâr etmiştir. Tahkik eden de, şüpheden kurtulamaz. Mesela, Sırat Köprüsü'nü akılla izah edemez ve inkâr etmek zorunda kalır; Hazret-i Ebu Bekir gibi, (O söylemişse doğrudur) diyemez. Diyebilse tahkike, araştırmaya lüzum görmez. Onun için tahkikçi, büyük tehlike içindedir.

Müşrikler, tahkikçi mantığıyla, Peygamber efendimizin İsra sûresinde bildirilen Miracını inkâr ederken, Hazret-i Ebu Bekir, aklı işe hiç karıştırmadan, (O söylediyse doğrudur) diyerek imanın zirvesine çıkmış, (Sıddık) ismiyle şereflenmiştir. Aklını atıp, Resulullah'ın bir anda Mirac'a gidip geldiğini tasdik etti, imanı güneş gibi parladı. Peygamber efendimiz, (Ebu Bekir’in imanı, bütün insanların imanları toplamıyla tartılsa, onun imanı daha ağır gelir) buyurdu. Bu zirveye çıkış, tahkikle, araştırmakla değil, aksine tahkiki bırakıp tasdikle olmuştur.

İman esasları tahkik edilmez, yani araştırılmaz. Kur’an-ı kerimde, sâlihler övülürken, (O müttekîler ki, gayba inanırlar) buyuruluyor. (Bakara 3) [Yani görmeden inanırlar.]

Bir başka husus da, şimdi (Allah’ın varlığını ispat ediyor) denilen kitapların İslam âlimlerinin bildirdiği kelam ilmiyle de hiç ilgisi yoktur. Tamamen aklı esas alarak yazılmıştır. Bu kitapları okuyanlar küfre düşer. Çünkü Ehl-i sünnet kitaplarındaki itikat ve fıkıh bilgilerinden tamamen uzak olduğu için, (Allah'ın düşüncesi, ilahî şuur, ilahî nazariye) gibi küfür sözler yazılıdır. Lüzumlu iman ve fıkıh bilgilerini öğrenmeden bu kitapları okuyan küfre düşer.