Sahih olan görüşe göre, tevatürde haberi rivâyet edenlerin sayısını tayin etmeye lüzum yoktur. Bununla beraber, bazıları sayıyı tayin ederek dört kişinin rivâyetiyle haber mütevâtir olur demişlerdir.
Bazılarına göre bu sayı beş, bazı larına göre yedi, on, oniki, kırk, yetmiş [1] vb. dir. Bu rakamları ileri sürenlerin her biri, içinde o rakamın geçtiği bir delile istinad etmiş ve bu sayıda gelen haberin ilim ifade edeceğini söylemiştir. Fakat bu türlü rakamları, onların içinde geçtikleri meseleye has olmaları dolayısıyla başka yerlerde tekrarlamaya lüzum yoktur.
İşte haber, bu şekilde rivâyet edilir ve buna, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinden zamanımıza kadar haberin rivâyetinde mezkur çokluğun eşit bir şekilde devamı da eklenirse, bu da tevatürün şartlarından biri olur. Buradaki eşitlikten maksat, bazı tabakalarda mezkur çokluğu artmaması değil, eksilmemesidir. Zira bu meselede artış evleviyetle matlubtur.
Tevatürün diğer bir şartı da nihayetinin akla dayanan bir kadiyye değil, gözle görülen bir olay veya kulakla işitilen bir haber olmasıdır. İşte bu dört şart:
Âdeten yalan üzerinde birleşmelerini imkansız kılan kalabalık, bu kalabalığın başlangıcından sonuna kadar kendileri gibi bir başka kalabalıktan rivâyeti, nihayette dayandıkları şeyin akıl değil his olması ve bu şekilde rivâyet edilen haberin dinleyenler için ilim ifade etmesi bir araya gelirse, bu habere mütevâtir denir. Eğer bu şartlardan biri olan haberin ilim ifade etme keyfiyeti tahakkuk etmezse, bu haber sadece meşhur olur. Bu sebeple her mütevâtir meşhurdur; ama her meşhur mütevâtir değildir. Bazan denilir ki, dört şart hasıl olursa ilmin de husulü gerekir. Bu, çok defa böyledir; fakat bazan da, herhangi bir engel dolayısıyla ilmin hasıl olmadığı görülür. İşte bu izahla, tevatürün tarifi anlaşılmış olmaktadır. Bunun hilafı, bazan da yine tahditsiz, fakat diğer bazı şartların yok olmasıyla ortaya çıkar.
Haber, mütevâtirin şartlarını cemetmeyecek şekilde ikinin üstünde, yani üç veya daha fazla, yahut yalnız iki, yahutta yalnız bir kişi ile tahdit edilmiş olarak gelir. Haberin iki kişi ile varid olması sözünden kasdımız, ikiden az kimse tarafından rivâyet edilmemesidir; tek bir isnadın bazı yerlerinde ikiden fazla kimse tarafından rivâyet edilmiş olsa bile zarar vermez; çünkü bu ilimde az, çok üzerine hakimdir.
İşte bunlardan birincisi, yani yalan üzerinde birleşmeleri adeten mümkün olmayan ve sayısı tahdit edilmeyen bir kalabalığın rivâyet ettiği haber, mütevâtirdir ve zikri geçen diğer şartlarıyle birlikte ilmi yakin ifade eder. İlmi nazari, biraz sonra da izah edileceği vechile bunun dışında kalır.
Yakin’den maksat, gerçeğe uygun, kesin itikaddır ve tarifte mutemed olan da budur. Zira mütevâtir haber, zaruri ilim ifade eder ki, reddi mümkün olmaması dolayısıyla, insan, bunun kabulünde muzdar kalır. Bazıları da mütevâtir haberin ancak ilmi nazari ifade ettiğini söylemişlerdir ki, bu görüş gerçeğe uygun değildir. Çünkü tevatürle, avam tabakasına mensup araştırma ehliyetine sahip olmayan bir kimse için de ilim hasıl olur. Nazar (tetkik ve araştırma), malum ve maznun şeylerin tertibi olup, bununla malum ve maznuna ulaşılır; avama mensup kimsede ise bu ehliyet yoktur. Eğer, tevatürle kazanılan ilim nazari olsaydı, avam için bu ilim hasıl olmazdı. Bu açıklama ile, ilmı zaruri ile ilmi nazari arasındaki fark anlaşılmış olmaktadır. Buna göre zaruri, istidlal olmaksızın ilim ifade eder; nazari de ilim ifade eder, fakat istidlal ile... Zaruri, haberi işiten herkes için hasıl olur; nazari ise, ancak bu sahada ehliyeti olan kimseler için hasıl olur. Metinde, tevatürün şartlarını mübhem bıraktım; zira bu haliyle mütevâtir, isnad ilminin konularından değildir; isnad ilminde hadis râvilerinin sıfatları ve rivâyet şekilleri yönünden amel edilmesi veya terkedilmesi için hadisin sıhhatinden veya zafiyetinden bahsedilir. Mütevâtirde, hadisin ricalinden bahsedilmez; ancak onunla amel edilir.
Burada faide olmak üzere şuna işaret etmek yerinde olur:
İbn Salâh yukarıda açıklanan mütevâtire misal göstermenin güç olduğunu ve bunun ancak “kim benim adıma yalan söylerse…” hadisi hakkında ileri sürülebileceğini iddia etmiştir. Gerek İbn Salâh’ın bu şartları ihtiva eden mütevâtirin nadir bulunduğu ve gerekse başkalarının hiç bulunmadığı yolundaki iddiaları yersizdir. Çünkü bu gibi iddialar, isnadların çokluğuna ve adaten yalan üzerinde birleşmelerini, yahut yalanın onlardan ittifakla hasıl olmasını imkansız kılan ricalin ahval ve sıfatlarına gerektiği şekilde muttali olunmamaktan neşet etmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in hadisleri arasında mütevatinin çok denecek kadar mevcut olduğunu ortaya koyan delillerin en güzeli, doğuda ve batıda ilim ehlinin ellerinde dolaşan ve musannıflarına nisbetlerindeki doğruluğu kesinlikle bilinen bir çok meşhur hadis kitabı bir hadisin ihraç ve rivâyetinde ittifak ettiği ve bu hadisin turuk, ve isnadları, diğer şartların tahakkuku ve birlikte yalan üzerin de ittifak etmelerini adeten imkansız kılacak bir şekilde çoğaldığı zaman o hadisin söyleyenine nisbetindeki doğruluk hakkında ilm-i yakin hasıl olur. Meşhur kitaplarda bu şekilde hadisler pek çoktur.